Bismillâhirrahmânirrahîm
Her kitâbın ve makâlenin başında, kendisine hamd ile başlanan Allahü teâlâya hamd ederim. Risâlet ve nübüvvet sâhibi Muhammed Mustafâya “sallallahü aleyhi ve sellem”, âline ve eshâbına “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” salât ve selâm olsun!
Ey din kardeşim! Benden ilmlerin gâyesini ve sırlarını, mezheblerin insanı helâke götürenlerini ve özelliklerini açıklamamı istedin. Birbirine zıt olan çeşidli fırkaların ve yolların arasından hakkı bulup, ortaya çıkarmak için çekdiğim sıkıntıları, taklîdden kurtulup, doğru i’tikâda nasıl ulaşdığımı bildirmemi istedin.
Önce kelâm ilminden fâidelendiğim noktaları, ikinci olarak hakîkate ulaşmakda, sâdece ma’sûm kabûl etdikleri imâmlarını taklîd etmeyi kâfî gören ehl-i ta’lîmin (ismâ’îliyye, bâtıniyye fırkasının) yollarını nasıl bulduğumu soruyorsun. Üçüncü olarak da, hakîr ve hafîf gördüğüm felsefecilerin yollarını soruyorsun.Netîce olarak tesavvuf yolunu beğenip, kabûl etdiğimi, tesavvuf ehlinin sözlerini ve hâllerini incelediğimde, öğrendiğim hakîkatlerin bende bırakdığı intibâları soruyorsun.
Yine Bağdâdda pek çok talebeye ders verip, ilmi yaymakda iken, bundan niçin vazgeçdiğimi, uzun bir aradan sonra Nişâbura dönüp, tekrâr ilm öğretmeğe başlamamın sebebini açıklamamı istedin.
Bunları sormakdaki samîmiyyetine inanarak, arzûnu yerine getirmek için cevâbını yazıyorum. Bu husûsda Allahü teâlâdan yardım diler, ona tevekkül ederim. Muvaffak etmesi için düâ ederim. Ona sığınarak derim ki: Allahü teâlâ sizi doğru yolda bulunmağa, muvaffak etsin. Hakîkate boyun eğmenizi kolaylaşdırsın. İnsanların, çeşidli din ve milletlerde bulunuşu ve bir ümmetin çeşidli fırkalara ayrılması, bir çok insanın içinde boğulduğu derin bir denizdir. Çok az insan bu denizde boğulmakdan kurtulmuşdur. Her fırka, kendinin doğru yolda olduğunu zan eder. [Mü’minûn sûresi 53.cü] Âyet-i kerîmesinde meâlen: (Her fırka kendi din ve mezhebine güveniyor, hak olduğuna inanıyor) buyuruldu. Bütün sözleri hakîkat olan ve Peygamberlerin en üstünü olan Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, kendi ümmetinin de fırkalara ayrılacağını bildirmiş ve (Ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacakdır. Bunlardan yalnız bir fırkası kurtulacak) buyurmuşdur. Peygamber efendimizin haber verdiği gibi oldu. [Eshâb-ı kirâm, kurtulan fırkanın kimler olduğunu sorunca, Peygamber efendimiz, (Cehennemden kurtulan fırka, benim ve eshâbımın gitdiği yolda gidenlerdir) buyurdu. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurduğu gibi oldu.]
Gençliğimin ilk yıllarından ya’nî yirmi yaşımdan önceki bülûg çağıma yakın bir zemândan beri ki, hep bu derin denizin dalgalarıyla mücâdele ediyordum. Cesâretle derinliklerine dalıyordum. Her dürlü karmaşık mes’elelerle uğraşıyordum. Bütün güçlükleri yenmeye çalışıyor, her uçuruma atlıyordum. Her fırkanın i’tikâdını inceliyor, mezhebine âid sırları ortaya çıkarmaya uğraşıyordum. Hangisinin hak, hangisinin bâtıl, hangisinin Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sünnetine uygun ve hangisinin bid’at üzerine kurulmuş olduğunu öğrenmeye çalışıyordum.
Şimdi elli yaşımı geçmiş bulunuyorum. Bâtınîliğin bütün gizliliklerine varıncaya kadar inceledim. Zâhiriyyeye mensûb olanların tutduğu yolun neden ibâret olduğunu araşdırdım. Her felsefecinin felsefesinin iç yüzünü araşdırdım. Her kelâmcının sözünü ve mücâdelesinin netîcesini anlamak için gayret etdim. Bir tesavvuf ehlinin kalb temizliğine nasıl ulaşdığının sırrını anlamaya çalışdım. Bir âbidin çok ibâdet etmesinin ona ne sağladığını araşdırdım. Allahü teâlâya inanmayan bir zındıkın, bu inkâra cür’et etmesinin sebebini inceledim.
Gençliğimin ilk yıllarından beri, hakîkatleri kavramaya çok arzûlu olmam, yaratılışımdan gelen bir âdetimdir. Bu benim elimde değildir. Allahü teâlânın bana ihsân etdiği bir hâldir. Bu sâyede, i’tikâdda taklîdden kurtuldum. Çocukluğumda örf ve âdete dayanan akîdeden sıyrıldım. Çünki, hıristiyan çocuklarının hıristiyan, yehûdî çocuklarının yehûdî, müslimân çocuklarının da müslimân olduğunu gördüm. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir hadîs-i şerîfde, (Bütün çocuklar müslimânlığa uygun ve elverişli olarak dünyâya gelir. Bunları, sonra anaları, babaları hıristiyan, yehûdî ve mecûsî yapar) buyurdu.
Asl yaratılışın hakîkatını ve anneyi, babayı, hocayı taklîd etmekle elde edilen akîdelerin, inançların esâsını araşdırmayı istedim. Bu taklîd ile inanmanın başlangıcı telkîn ile idi. Telkîn ile başlayan bu taklîdleri birbirinden ayırmak için, içime bir arzû düşdü. Hâlbuki bunların hangisinin hak, hangisinin bâtıl olduğu husûsunda ihtilâflar vardı. Bunu nasıl yapabilirim diye düşündüm. Dedim ki, benim asl arzûm, işlerin hakîkatini bilmekdir. O hâlde, önce ilmin hakîkatini bilmem lâzımdır. Öyleyse ilmin hakîkati nedir? Nihâyet ilmin hakîkati bana şöyle zâhir oldu. Yakîni sağlayan ilm öyle bir ilmdir ki, onunla bilinen şeyler açıkca anlaşılır. Aslâ şübhe kalmaz.
O ilmde yanlışlık ve hatâ bulunmaz. Kalb böyle bir ihtimâle imkân bulamaz. Hatâdan emîn olmak için, ilm öyle kuvvetli olmalıdır ki, birisi bu ilmin bâtıl olduğunu iddi’â etse, da’vâsının doğruluğunu isbât için taşı altın, değneği yılan hâline getirse, bu durum o ilme sâhib olan kimseyi aslâ şübheye düşürmez. Ben on sayısının üç sayısından büyük olduğunu bildiğim hâlde, birisi üç sayısı on sayısından büyükdür. Bu sözüme inanman için, değneği yılan hâline getireceğim dese, bunu yapsa, ben de görsem, bu sebeble bilgimde bir şübhe meydâna gelmez. Ancak o kimsenin bu işi nasıl yapdığına şaşarım.
Dahâ sonra anladım ki, bu şeklde kesin olarak bilmediğim ilme güvenilmez. Şek ve şübhe bulunan ilm, kesin ilm (ilm-i yakîn) değildir.
Eser: El-münkızü mined-dalâl
Müellif: İmâm-ı Gazâlî
Terceme: Hüseyn Hilmi IŞIK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder