Enver Ören rahmetullâhi aleyh etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Enver Ören rahmetullâhi aleyh etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kırk senelik ibadete bedel

 *Enver Ören “rahmetullahi aleyh” Ağabeyimiz* Buyurdu ki:

*Kırk senelik ibadete bedel*

907- Hazret-i Ebû Bekir “radıyallahü anh” buyuruyorlar ki, “Îmândaki zayıflık, cihâd ile kemâl bulur.” Ne kadar güzel. Îmânı zayıf olanların, Ehl-i sünnet itikadını yaymaları ile îmânları kuvvetlenir. Bu hizmetten mahrum olanların, her gün ibadet yapsa da, son nefeste îmânla ölmeleri şüpheli. Çünkü mübârek Hocam buyurdular ki, “Bu asırda çok ibâdet yapmak değil, dînini kurtarmak şart. İbâdeti şeytân da yapar. Ya’nî ibâdet yapmak kolay efendim. Nefse de zor gelmez. Ama îmânını muhâfaza etmek, harâmlardan sakınmak, nefse en zor gelen şeydir.” Yani Allah yolunda bir kılıç sallamak, yani dine hizmet etmek, halvetteki bir âbidin, kırk senelik ibadetinden daha çok sevaptır.

Bu denge bozukluğunu gidermenin ilacı da eczanelerde satılmıyor

 Enver Ören “rahmetullahi aleyh” Ağabeyimiz* Buyurdu ki:

Sabahtan akşama kadar hep yemek yiyoruz, su içiyoruz, her türlü gıdalarımızı alıyoruz. Vücudumuzu beslediğimiz gibi eğer rûhumuzu beslemezsek, onu aç bırakırsak, o da ölür. Rûh, âlem-i emrden, vücut, topraktan yaratılmıştır. *Vücut; topraktan yaratıldığı için gıdası toprak maddeleri, rûh; âlem-i emrden yaratıldığı için onun da gıdası, âlem-i emrdendir. Yani Kur’ân-ı kerîm okumaktır, din kitabı okumaktır, namaz kılmaktır, sohbet etmektir. Velhasıl dengeli insan, olgun insan, kâmil insan, bedeni ve  rûhu sıhhatte olan insandır.* Bu asırda stres hastalığı, bunalım yaygın. Her ailede bu dert var. Sebep? Beden besleniyor, rûh beslenmiyor, denge bozukluğu meydana geliyor. Bu denge bozukluğunu gidermenin ilacı da eczanelerde satılmıyor. Dünyada kurulan bütün hastaneler, tıp fakülteleri, buna bir çare bulamıyor.

Arkadaşlarımız kurtuldu. O da yakında belasını bulur

 *Bir gün Hocamız Beylerbeyi'nde bizim eve gelmişlerdi. Oğulları Abdülhakîm geldi, "Baba, [Harbiye kumandanı] Albay Talat Aydemir üç tane arkadaşımızı namaz kıldıkları için Harbiye'den atmış" dedi. Hocamız'ın renginin birdenbire değişmesini Ben orada gördüm. Çok üzüldüler. Durdular, sükût ettiler. Biz korktuk, eyvah dedik. Arkasından, "Arkadaşlarımız kurtuldu. O da yakında belasını bulur, rezil olur" buyurdular. Az zaman sonra darbeye kalkıştı; muvaffak olamayıp idam edildi.

[Hüseyn Hilmi Işık Efendi ile Hatıralar,1.cild,sf:407]

(Damadı merhum Enver Ören beyin hatıralarından bir kesit)

Bazen görmemek daha iyidir

 Bir arkadaş hangi kabre gitse, o kabirde yatan kimseyle konuşuyor; bir şeyler soruyor ve cevap oluyormuş. Yani Kalp gözü açılmış. Ben de Hocamız'a anlattım. "Efendim, arkadaşın hâline, şaşırdım kaldım" dedim. Onların cevabı şöyle oldu: "Bu çok özenilecek, çok istenilecek bir hal değil kardeşim. Çünkü bizim dinimiz görmeyi şart koşmamıştır, iman etmeyi şart koşmuştur. Gördüğü için kendisinde ufak bir benlik, ufak bir üstünlük gelir hepsi gider. Bazen görmemek daha iyidir." Buyurdular.

[Hüseyn Hilmi Işık Efendi ile Hatıralar,1.cild,sf:390] 

(Enver Ören "rahmetullahi aleyh" ağabeyin merhum hocamız Hüseyn Hilmi Işık Efendi ile hatıralarından bir kesit)

Bizlerin çektiği sıkıntı, Allahü teâlâya olan aşkımızın azlığındandır

 *Enver Ören “rahmetullahi aleyh” Ağabeyimiz* Buyurdu ki:

Bakınız mutlak aşk derecesine kavuşanlara, yani Allahü teâlâya hakiki âşık olanlara, bir sürü dert ve belâ gelir. Aşkı daha ziyade ise, bin türlü dert peşini bırakmaz. Bin türlü. Çünkü dert ve belâlar kemend-i mahbûbdur. Allahü teâlâ, sevdiğine bu belâları verir. Dert sahibi Allahü teâlâyı çok anar. Allahü teâlâ da kendisini çok anmamızı, zikretmemizi ister. Hakiki âşıklar, Allah aşkından, derd ve belâlardan zevk alır. Çünkü dert ve belâları Allahü teâlâ göndermektedir. Meselâ Hazret-i Ali ayağına ok battığı zaman buyuruyor ki, *“Namaza durduğum zamân oku çıkarın. O zamân acı duymam.”* Allahü teâlâya olan aşkı, onun acı duymasına mani oluyor. Bizlerin çektiği sıkıntı, Allahü teâlâya olan aşkımızın azlığındandır. Allah’a şükür, îmânımız var. Îmân eden Allah’ı seviyor demektir. Allahü teâlâ, hiç kendini seven kullarına kızar mı?

Enver ağabeyden bir sohbet

Enver abi buyurdu ki;

Mekkî Efendi vardı, Allah rahmet eylesin Kadıköy müftüsüydü. Bir gün beraber Fatih Câmii’ne vaaza gidiyorduk. Bir çeşmenin önünden geçiyorduk. Metruk, harap olmuş bir çeşme, suyu da akmıyor. Dedi ki bana, “Bak, bu çeşmenin üstünde ne yazıyor?” Okuyamadım dedim. O  okudu. Yazıyordu ki:

*“Acibtü limen talebe’d-dünyâ, ve’l-mevtü yatlübühû*

Şaşarım dünyâya tâlib olana, ölüm de ona tâlibdir.


*Acibtü limen bene’l-kasre, ve’l-kabrü menzilühû*

Şaşarım köşk, kasr, binâ ile uğraşana ki, menzili kabirdir.


*Acibtü limen zenebe ve’r-Rabbü şâhidühû*

Şaşarım günâh işleyenlere, oysa Allah onları görüyor.


 *Ve’l-mevtü bâbün ve küllü’n-nâsi dâhilühû*

Ölüm bir kapıdır, herkes oradan geçecektir.”İnsanlar dünya peşinde, ölüm de onların peşinde koşadursunlar, bir gün gelir ömür biter. Vallahi biter, billâhi biter. Nitekim bitti de. Ben babamdan ayrılacağımı hiç düşünemezdim. On dört, on beş yaşındayken vefat etti gitti. Annemden ayrılacağımı hiç düşünemezdim. O da vefat etti. Şimdi bizim Mücahid, “Ben babamın öleceğini düşünemem” diyordur. Sanki Enver Abi bu dünyada kalacak. Elbet bir gün o da ölecek. Bütün çalışmalarımız, bütün gayretlerimiz, bütün uğraşmalarımız, hem dünyada üç beş gün rahat huzur içinde yaşamak, hem de öldükten sonra rezil ve rüsva olmamak için. Nasıl olmayacağız? Cenâb-ı Hak merhamet etmiş, onları Kur’ân-ı kerîmde bildirmiş. Bize bir dua öğretmiş. Böyle dua okursanız, kurtulursunuz diye. Nedir o dua? 

 O dua Kur’ân-ı kerîmde var: *“Rabbenâ âtinâ fi’d-dünyâ haseneten ve fi’l-âhireti haseneten ve kınâ azâbe’n-nâr: Ey Rabbimiz! Dünyâda ve âhirette ne iyilik varsa bize ver. Âhirette yakma ve bizi ateşten koru.”* [Bakara, 201] Biz yanmayalım diye, böyle dua etmemizi istiyor Cenâb- ı Hak. Ne güzel merhamet. Çünkü Cenâb-ı Hak ezelde, *“Cennet’i de, Cehennem’i de cinnîlerle ve insânlarla dolduracağım”* [A’râf, 18] diye takdir etmiş. Onun takdiri, Onun dediği olur. Fakat kullarının yanmasını istemiyor. Merhameti çok. Bu sefer Peygamberler “aleyhimüsselâm” göndermiş. Kitaplar, âlimler, evliyâlar göndermiş. Kullarım yanmasın istemiş. Kim Onun emir ve yasaklarına uyarsa, kim Onun emrettiği şekilde dua ederse, onlar ateşte yanmayacaklar. Kim inkâr ederse, “Olmaz böyle şey” derse Cehennem’e hazırlansın. Çok pişman olacaklar. Ama dünyaya bir daha gelmek yok ki.

Vefâ

Son derece vefâkâr idiler. En başta İslâm âlimleri ve Osmanlılara “Osmanlılar olmasaydı, biz şimdi Müslüman ve Ehl-i sünnet olamazdık” derlerdi. Hocası Seyyid Abdülhakîm Efendinin talebeleri ve aile efrâdına hürmet ve ihsanlarda bulunmayı bir vefâ vecibesi addederlerdi. Bursa’da gezerken rastladıkları, aldığı emre rağmen, sahurda suları kesmeyen ve kendilerine bir bardak çay ikram eden su deposu bekçisini, maaş kuyruğunda sırasını kendilerine veren yüzbaşıyı vefatlarına kadar unutmadılar ve ruhlarına okudular. Hısım akrabayı arayıp sorar; talebelerini gönderip bir arzuları varsa, yerine getirmeye çalışırlardı.

İşbu hikmetli ve faziletli yazı, büyük islam âlimi merhum ve mağfur Hüseyin Hilmi Işık Efendinin mümtaz ve kıymetli talebelerinden nakildir Efendim..

Doğru yere dahi yemin etmemek lâzım

 Enver Ören “rahmetullahi aleyh” Ağabeyimiz Buyurdu ki:

Şeytan yalan yere yemin etti

Âdem aleyhisselâmın Cennet’ten çıkarılmasının sebebi, şeytanın yemin etmesi oldu. Yani şeytan yemin etmeseydi, Âdem aleyhisselâm inanmazdı ona. Âdem aleyhisselâm, “Allahü teâlânın  ismine yemin eden, yalan söyleyemez” diye düşündü. Şeytan, “Bu meyveden yersen, burada ebedî kalırsın. Vallahi bunda şifâ var” dedi ve Allah’ın ismine yemin etti. Bunun üzerine Âdem aleyhisselâm meyveyi yedi.

Doğru yere dahi yemin etmemek lâzım. Allahü teâlânın ismini üç beş paralık dünya için kullanmamak lâzım. Hele yalan yere yemin etmek çok tehlikeli. Daha büyük tehlike olamaz.

Gıybet kanser gibidir

 Gıybet kanser gibidir. Zinadan daha büyük günahtır. En kolay işlenen çok büyük günahtır. Gıybet aileyi parçalar, toplumu çökertir, cemiyeti felakete götürür.  Çünkü kolay işlenen bir günahtır

Enver Ören ''Rahmetullahi Aleyh''

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bu *Büyük*’lerin arzûsunu, isteğini, Allahü teâlâ *Geri* çevirmez efendim. Meselâ Efendi hazretleri buyurdular ki: *Yabancı dil bilseydim, çok faydalı olurdum*. 


İşte efendim, kaç tâne *Yabancı Dil*’de kitaplarımız basıldı. *Otuz*’dan fazla lisânda kitaplarımız, Efendi hazretlerinin bu *Arzû*’su ile teşekkül etdi. 


Onun bu *İsteği* ile tecellî etdi ve dünyânın her tarafına *Yayılıyor*. Her yerde, Efendi hazretlerinin *Rûhâniyeti* ile birlikde okunuyor, seviliyor, elhamdülillah. 


*Yabancı dil bilseydim, çok faydalı olurdum*. Kim buyuruyor bunu? Efendi hazretleri gibi bir *Allah dostu*. Cenâb-ı Hak, onun bu arzûsunu *Geri* çevirir mi efendim? 


*Eshâb-ı kirâm* efendilerimiz, Peygamber aleyhisselâma en çok *Tâbi* olan kimselerdir. Bizim inandıklarımıza, onlar bizzât *Şâhit* oldular, *Gördü*’ler çünkü. 


*Cebrâil* aleyhisselâmı gördüler, *Melek*’leri gördüler, hazret-i *Peygamber*’i gördüler. 

● ● ● 

Size iki emânet bırakıyorum. Bu emânetlerin bir tânesi *Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye*’dir. Çünkü onda, *İlim*, *Amel* ve *İhlâs* çok güzel anlatılıyor. 


İlim, amel ve ihlâs elde etmek istiyen, *İlmihâl*’i elinden düşürmesin. Her vesîleyle bir *Satır*, bir *Sayfa* okursa, hem *İlm*’i artar, hem *Amel*’i artar, hem de *İhlâs*’ı artar. 


İkinci emânet, *Enver âbi*’dir. Enver'in neden muvaffak olduğunun sebeplerini size anlatayım. *Enver*'de üç *Haslet* var, bu üç haslet onu *Muvaffak* ediyor. 


Birincisi, bugüne kadar *Berâber* olduk, yakînen tanıyorum, hiçbir zaman, hiçbir arkadaşı bana *Kötülemedi*. Hiçbir zaman kalbine, bir arkadaşa karşı *Kötülük* duygusu gelmedi. 


Onun *Hücre*’lerinde kötülük duygusu *Yok*. Zâten kötülük yapamaz, hattâ onda kötülük *Düşünce*’si bile yok. Onca *İftirâ*’ya uğramasına rağmen, kimseyi bana kötülemedi. 


İkincisi, onda anlatılamaz bir *Sabır* var. Hattâ bizden daha sabırlıdır. *Kızmak* yok, *Telâş* yok. Hadîs-i şerîfde buyruluyor ki; *Sabretmek, ferahlamanın anahtarıdır!* 


*Enver*'in muvaffakiyetinin üçüncü sebebi de şudur: Bir zamanlar savaş âleti *Ok* idi. Ondan sonra *Kılınç*’lar çıkdı. Daha sonra *Tüfek*’ler, *Tabanca*’lar ve *Top*’lar çıkdı. *Atom bombası* yapıldı. 


Ama şimdi atom bombasının yerini alan yeni bir silâh var. O da, *Tatlı dil* ve *Güler yüz*. Buna diplomasi derler. İşte *Enver*, tatlı dili ve güler yüzüyle, hizmetlerimizi bu *Nokta*’ya getirdi. 


Enver âbi, *Kuleli*'den benim *Talebem*’dir. Talebelerimin içinde en çok *Onu* beğenirdim. Onun için, onu kendime *Dâmâd* seçdim. Bütün bu müesseseleri *Ben* kurdum kardeşim.

Yâdigâr mektûblar 11.mektûb

 Selâmünaleyküm kıymetli kardeşim Enver bey

Bugün salı olup Erzincan'a geldim. Mektebde herkesin fazla iltifat göstermesi nazar-ı dikkati celb etdi. Meğerse İstanbul'a ta'yîn edilmişim. Birinci Ordu Tedkîk Kurulu'na paşa vazifesine ta'yîn emrini aldım. Yarın harcırah alacağım. Yarın akşam veya perşembe akşamı buradan hareket ederek cuma veya cumartesi günü İstanbul'a geleceğim. Cenâb-ı Hakka şükürler olsun. Hepinize selâm ve duâ eder, duâlarınızı beklerim efendim. Abdülhakîm'e müjde veriniz.

Hilmi

Yâdigâr mektûblar 3.Mektûb

Salı 

Selâmün aleyküm aziz Enver 

Kıymetli mektubunuzu alalı çok zaman oldu. Cevâbı te'hir ettiğimden özür dilerim. Muhtelif yerlerden mektûb geliyor. Hemen her gün cevap yazmakla meşgul oluyorum. Nazım geçen zatların cevabını sonraya bırakıyorum. Diğer taraftan size mektup yazmağa yüzümde yok. Sizi orada fazla yoruyoruz. Derslerinize mani olduk diye müteessir oluyorum. Cenâb-ı Hak yardımcınız olsun. Din ve dünya nimetlerini size artdırsın.

Oradan ayrılırken Seâdet-i Ebediyye'nin üçüncü kısmını matbaaya vermişdim. Ve birinci formanın birinci tashihini yurtdaki arkadaşlarla yapmışdık. Müteâkib tashihleri yapınız diye Şâdi [Güngör], Hüseyn Atila [Şener], Hüseyn Boğ ve Salâhaddin'e [Aydın] istirham etmiştim. İki forma basılınca hemen posta ile bana gönderiniz; hem görür, okur; hem de kitap sonundaki hata cetvelini ve fihristini hazırlarım demiştim. Bugüne kadar hiç forma göndermediler. Ve bir mektublarını da almadığım için, hem kitabın basılması inkıtâ'a mı uğradı diye üzülüyorum, hem de o kardeşlerimize bir musibet mi arıza oldu diye üzülüyorum, merak ediyorum.

Kitâb basılır ise, basılan formalardan hemen birer adet lütfen gönderirsiniz. Ve müteâkib basılacaklardan da basıldıkça ikişer forma gönderirsiniz. Zaten ikişer ikişer bastırmak tadır. Kitabın tashihleri onlara eziyet veriyorsa, derslerine mâni' oluyorsa, bildirsinler de tedbir alalım. Kitâb basılmıyor ise, sebebini yazsınlar da onun da çaresini arayalım. Onlardan şimdiye kadar hiç haber almamak beni fazla üzdü. İnşaallah endişe edecek bir hâl yokdur. Dinsiz ve geçimsiz arkadaşlar ile münakaşa etmesinler. Fitne, fesâd uyandırmamak için çok sabırlı ve mülayim olsunlar.

Bâyezid Câmi-i Şerifi'nin avlusunda tramvay caddesine çıkan kapıdan çıkarken sağ tarafta bir tesbihci var. Oğlunu Kuleli'ye yazdırmıştım. Onda 10 lira kitap param var. O para ile Seâdet-i Ebediyye alıp satsın, kendisine rica ediyorum. Arada sırada kontrol ediniz bakalım satıyor mu? Sizi yine yoracağım için afvınızı dilerim.

[Abdülhakîm Efendi'nin ehibbâsından] Sâlim [Saruhan] Bey'e ve Mehmet [İnce] Bey'e selâm ederim, din ve dünya seâdetinize âcizâne duâ eder, duâlarınızı istirhâm eylerim. Arkadaşların cümlesine selam ederim efendim.

Hilmi

Enver abi benim mutlak vekilimdir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Enver âbi* benim mutlak *Vekîlim* dir. O bir şey söyleyince, onu *Ben* söylemiş olurum. Ben öldükden sonra da vekîlimdir. Benim vekîlim bir tâne, o da belli, *Enver âbi*. 


Bir işi *Vekîl* yapınca, o işi *Asıl* yapdı denir. Allahü teâlâ, Enver âbiyi bize yardımcı yaratdı. Sizi de hepinizi, Enver âbi ye yardımcı yaratdı. 


Bülbülsüz kafes nasıl olur? Enver âbisiz *Gazete*, bülbülsüz *Kafese* benzer. 


İnşallah bugün *Bülbül* gelir Amerika’dan. Sıhhatle, selâmetle gelir de, kafesimiz şenlenir. Gazete şenlenir inşâallah. Allahü teâlâ buyuruyor ki: 


*Ben affedeceğim, fakat afv olmayı istiyen afv olur, mağfiret istiyen mağfiret olur. Siz istiğfâr okuyun ki, ben de sizi afv edeyim!* diyor. 


Onun için Allahü teâlâdan *Ümit* kesmek olmaz. Hattâ O’nun mağfiretinden ümit kesmek, *Küfr* olur mâzallah. 


Ne büyük *Ni’met* yâ Rabbî! Elhamdülillah. İslâm âlimlerinin kitapları dünyâya yayılıyor. Arkadaşlar gitmişler Beşiktaş’da bir *Kur’ân kursu* na. 


Kursta, *Bin talebe* varmış. Herbirine kitaplarımızdan birer tâne vermişler. Kitaplarımız *Bin eve* giriyor, ne büyük *Ticâret*, ne büyük *Kazanç*. 


Allahü teâlâ bu hizmetleri kime nasîb etdiyse, gece gündüz *Şükr* etsin kardeşim. Bu kitapları basdıranlar, yükliyenler, yayanlar, götürenler, hepsi *Sevap* kazanıyorlar. 


Şoförleri dahî bu *Hizmet* lere, bu *Sevap* lara dâhil. Ne büyük hizmet yâ Rabbî! 


Hele bu *Fitne* zamânında, bu hizmetleri yapmak, cenâb-ı Hakkın çok büyük bir *Lutf-ü ihsânı* kardeşim. Çok seviniyoruz, çook. 


Öyle ki, *Sevincim* den dünyâyı unutdum. Hiç, dünyâ varmış, yokmuş, hâtırıma gelmedi, o kadar çok *Sevindim*, elhamdülillah. 

● ● ● 

Hastalıklar, Cenâb-ı Hakkın mü’minlere lutfüdür. Âhiretde; *Âh keşke biraz daha hastalık çekseydim de, daha çok ni’mete kavuşsaydım!* diyecekler. 


Cenâb-ı Hak’dan gelen her şey, bize *Şer* gibi gelse de, aslında *Hayr* dır. Yeter ki, biz sebebiyet vermiyelim. 


Kur’ân-ı kerîmde; *Ve mâ zalemehümullah!* buyuruluyor. Yâni Allahü teâlâ kullarına *Zulm* etmez. *Kötülük* yapmaz, *Zarar* vermez. 


*Ve lâkin kânû enfüsehüm yazlimûn!* Ve lâkin onlar, benim emir ve yasaklarıma uymadıkları için, kendi kendilerine *Zulm* ediyorlar.