Beş vakit kılınan namaz, insanı kötülüklerden alıkor. Ama bir şartla.Doğru kılmaktır. İnsanı kötülüklerden uzaklaştırmayan bir namaz, doğru namaz değildir. Görünüşte namazdır. Bununla beraber, doğrusunu yapıncaya kadar, görünüşü yapmayı elden bırakmamalıdır.Büyüklerimiz; (Bir şeyin hepsi yapılamazsa, hepsini de elden kaçırmamalıdır) buyuruyorlar.Sonsuz ihsan sahibi olan yüce Rabbimiz, görünüşü hakikat olarak kabul edebilir.Bazıları; (Böyle bozuk namaz kılacağına, hiç kılma) diyorlar.Çok yanlış. Bu sözü din düşmanları çıkarmıştır. Bu sözün doğrusu; (Böyle bozuk kılacağına doğru kıl) demelidir.
Sofiye-i aliyyenin büyüklerinden, Silsile-i aliyyenin yirmi dokuzuncusu, yüzlerce mürşîd ve velî yetişdirip. karanlık dünyayı ışıklandıran, Ziyâüddin Mevlânâ Hâlid, âriflerin kutbu, dînin ve milletin senedi, hakikatin bürhânı, sûrî ve ma’nevî kemâller sâhibi, hakîkî mürşîd-i kâmil, zamanının âlimi, evliyâlık nümûnesi, rehberlerin kılavuzu, nûr ve feyz sunucusu, bütün yolların kendisini büyük tuttuğu, Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) vârisi, İmâm-ı Rabbânînin yolunun gözdesi, hak, hakîkat, ilim, irfân, kerâmet kaynağı idi.
Hazreti Ziyâüddîn Mevlânâ Halid’in babası Ahmed, onun babası Hüseyin, onun babası Alî, onun babası Abdullah, babası Hüseyin, babası Tahâdır. Bu da insanlar arasında, “altı parmak” ismi ile meşhûr olan Kâmil bir velî olan Pîr Mikâile dayanır. Bu ise, üçüncü halîfe, hayâ ve ihsân menba’ı Hazreti Osman bin Affâna (radıyallahu teâla anh) çıkar. Ya’nî Mevlânâ Hâlid, hazreti Osman’ın (radıyallahu teâla anh) neslindendir.
Annesi ise, hazreti Alî’nin (radıyallahu teâla anh) soyundandır. Mevlânâ Hâlid Efendimiz 1192 (m. 1778) yılında Bağdâd yakınında Şehr-i Zûr kasabasının Karadağ mahallesinde dünyaya gelmiştir.
Daha küçük iken aklî ve naklî ilimleri, ya’nî tefsîr, hadîs, fıkıh, tasavvuf, akâid, nahiv, sarf, meânî, beyân, bedî’, vad’, âdâb, arûz, edeb, lügât, usûl, mantık, hikmet (fizik), hey’et (astronomi), geometri, hesab ve diğer ilimleri öğrenmişti. Hattâ Firûz Âbâdînin Kâmûsunu ezberlemişti. Asrındaki bütün âlimlerden daha üstün bir ilme sâhib olmuş idi. Esrâr ilminde Allahu teâlânın âyetlerinden (işâretlerinden) bir âyet idi.
Zühdü, takvâsı, verâ’ı, ya’ni haramlardan, şübhelilerden ve mubahların bile fazlasından kaçması, faziletleri ve menkîbelerini bütün âlim ve velîler uzun uzun anlatmışlardır.
Çok âlimlerden ilim öğrenmiştir: Biri, anlatılan ve anlatılamıyan ilimlerde derin âlim Muhammed bin Âdem-i Kürdî’dir (rahmetullahi aleyh). Biri, faziletler sâhibi Sâlih-i Kürdidir. Biri, üstünlükler sâhibi Abdurrahman-ı Kürdidir. Biri de. faziletli, ilim deryâsı Abdürrahîm Berzencîdir. Biri de, bunun kardeşi Abdülkerîm Berzencîdir. Bunlardan başka Abdullah-ı Harpanîden ve daha birçok âlimlerden ders almış, ilim öğrenmiş, feyz ve nûr iktibas etmiştir.
Arabî ve fârisî dil ile kaside ve manzûme yazmakta, herkesten belâğatlı ve fasîh oldu. Şiirindeki san’at ince ve engin rûhunun terennümleri olarak görünür.
Bunun yanı sıra Kâdî Beydâvî tefsirini, Şeyh İbni Hacer-i Mekkî’nin Tuhfetül muhtâcını Şerh-i mevakıfı, Mekasıdı, Siyâlkûtînin Muhakkikini hâşiyeleri ile ve bunlara benzer en ince ve zor ilimleri hiçbir şübheye ve soruya yer bırakmadan okutmaya ve izâh etmeye başladı. Tahkik ve tedkîkinden akıllar hayrette kalırdı. İlminin şöhreti öyle oldu ki, bütün dünyada Ledünnî Hârika adı ile anıldı.
Hindistan’ın en yüksek velîsi, rabbânî ilimler vârisi, Mücedîd-i elf-i sânînin sırlarının sâhibi, tarîkatin kutbu, insanların imdadına yetişici, hakîkatlar menba’ı, sâliklerin mürşîdi, yüksek himmetler sâhibi, şeriatın, hakikatin bürhânı, insanlığın senedi, hikmet ve ma’rifet ma’deni, irfân ve yakîn denizi, ilim ve ilham rehberi, sûrî ve ma’nevî kemâller sâhibi Şah Abdullah-ı Dehlevînin (kuddise sirruh) huzürunda canla başla çalışarak, büyük mücâhede ve çetin riyâzetler çekerek uğraştı. Dâima hizmet ediyor, daha çok zikir ve fikir etmeye gayret ediyordu. Bu minval üzere beş ay devam edince Mevlânâ hazretlerine huzûr ve müşâhede makamı hâsıl oldu. Rabbânî sırların keşfine, Allahu teâlânın ihsânına kavuşdu. Ferd-i kâmil oldu. Bir sene dolmadan her şeye kavuştu. Abdullahi Dehlevî böyle olduğunu bütün talebesinin yanında söylemişdir.
Mevlânâ hazretleri bu makama çıkınca, üstâdı tarafından Nakşîbendiyye, Kâdiriyye, Suhreverdiyye, Kübreviyye ve Çeştiyye yollarından icâzet-i mutlaka verildi. Hilâfet verip irşâd ile memur eyledi.
Çeşitli ilimlerde te’lifleri vardır. Bilhassa İRÂDE-İ CÜZ’İYYE hakkındaki risâlesinin, bir benzeri, o zamana kadar yazılmamışdı. Râbıta risâlesi ve birçok şerh, tetemme ve ta’lîkleri vardır. Hele fârisî dil ile yazdığı, ince rûhunun terennümlerini bildiren (DİVÂN) ı bir şaheserdir. Okuyanlar, zekâsının kuvvetini, görüşünün keskinliğini, aklının inceliğini, kalbinin safvetini, vilâyetteki derecesini ve muhabbetinin çokluğunu görür. Kitablarından biri de, (İTİKADNÂME) olup, Ehl-i Sünnet velcemâ’at mezhebinin îmân bilgilerini ve diğer fırkaların hatâlarını bildirir. Bu kitabı, muhterem H. H Işık efendi tarafından Türkçeye terceme edilmiş, İMÂN ve İSLÂM ismi verilmiş, Türkiye’nin her yerinde bulunmakta, her evde okunmaktadır. Delâil-i hayrat şeklinde, (CÂLİYETÜL EKDAR) adında bir eseri vardır. Okunması keder ve üzüntüleri giderir. Delâil-i hayrâttan kısa, fakat daha fâidelidir.
Mevlana Hâlid-i Bağdâdi “kuddise sirruh” hazretleri buyuruyor ki; “Bu yolun büyükleri kendilerine bağlı olanlardan gâfil değildir. Onlara kimse kafa tutamaz. Onlara kafa tutanın işi de, başı da, saâdeti de gider. Evliyânın kalbleri, ilâhî nûrların çıkıp geldiği kaynaklardır. Onların hoşnut olduğundan, Hak teâlâ da hoşnuttur. Onların kalblerinde yer eden, büyük devlete kavuşmuştur”.
Dünyâ ve âhıretde huzûr ve se’âdet isteyen Peygamber efendimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” sevmeli, Onun sevdiklerini sevip, sevmediklerini sevmemeli, Ona uymalı, Onun ve eshâbının yolundan gitmelidir. Büyükleri tanıma ni’metine şükr etmek, başkalarına da anlatmakla olur. Akıllı kimse, hayrı ve şerri bilen kimse değildir. Akıllı kimse; hayrı gördüğünde ona tâbi olan, şerri gördüğünde ondan kaçınan kimsedir.
İmâm-ı Rabbânî "kuddise sirruh" vefatından sonra da sevilmiş, asırlar boyu methedilmiş, eserleri okunup istifade edilmiştir. Büyük veli Mevlana Halid-i Bağdadi, ince ruhunun terennümleri ile dolu olan Farisi Divanı’nın doksan dördüncü sahifesindeki beytlerinde mealen şöyle demektedir:
“Ya Rabbi! O nihayetsiz yolun yolcusu, ilim sahiplerinin reisi, bu göz ile görülmeyen, akıl ile varılmayan gizli sırların menba’ı, insanların anlayamadığı, ancak senin bildiğin büyüklüğün sahibi, köpüren ve dalgalanan manalar deryası, maddesizlik ve mekansızlık aleminin reisi, nurları ile Hindistan’ı aydınlatan, Serhend şehrini, Musa aleyhisselama Allahü Teala’nın kelamı geldiği şerefli va’di yapan, Muhammed aleyhisselamın dininin büyüklüğünün vesikası, keskin görüşlüler meclisinin ışığı, dini bütün olanlar ordusunun kumandanı, düşünülemeyen yüksekliklere erişen, izinde gidenleri de oraya çeken Ahmed-i Faruki’nin gözlerinin nuru hürmetine beni affet! Senin af ve merhamet denizinin sonsuzluğunu düşünerek rahat ediyorum. Allahım! Yalnız senin ihsanına güveniyorum. Çünkü, ‘Ben af ediciyim’ buyuruyorsun!”
Mevlana Halid-i Bağdadi'nin (kuddise sirruhu)Osmanlı Sultanına Duası
“Allahım! Büyük himmet sahibi olan padişahımızı koru. Onu gaybın askerleriyle destekle. İslâm dinini muhâfaza etmeye yardım eyle. Günler devam ettiği müddetçe ehlinden ona halef olabilecek kimseleri pâyidar eyle. Karada ve denizde askerlerini muzaffer eyle. Vezirlerini, yardımcılarını ve elçilerini ıslah eyle. Sultanımızı ve yardımcılarını, beldelerin imarına ve insanların huzuruna sebep kıl, onlarla sünnet-i seniyyeyi ihya ettir. Parlak ve açık nebevî şerîatın alâmetlerini onlarla yücelt. Sultanın düşmanı dinin düşmanı olduğundan düşmanlardan yardımını kes ve onları rezil ve rüsva eyle. Dinden çıkan ve emrinden uzaklaşanları helak et ve köklerini kurut. Hayatta olanları helak olanlara ilhak et.Selamet ve afiyeti üzerimize, hacılara, savaşanlara, düşmana karşı hazır kıta gibi bekleyenlere, yolculara, karada ve denizdeki Hazreti Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem) ümmetine takdir eyle. Allah’ın salat ve selâmı Peygamberimizin âl ve ashâbının üzerine olsun. Hamd âlemlerin Rabbı olan Allah’a mahsustur.” (Muhammed Es’ad Sahib, Buğyetü’l-vâcid fî mektûbâtı hadreti Mevlânâ Hâlid, Matbaatu’t-terakkî, Dimaşk 1334, s. 166-171 )