İLK DÜŞEN AK


Yirmi dördünci suâl ki; evvel, cihânda kimin saçına ve sakalına ak düşmüşdir, demişlerdi.
Peygamber aleyhisselâm şöyle cevab virdi ki;
“Ol kişi ki ibtidâ (ilk önce) saçı ve sakalı ağardı, İbrâhim Aleyhisselam idi. Andan evvel ol hâl kimseye olmamışdı.
Bir gün İbrahim Aleyhisselam sakalına nazar etti (baktı). Gördükim ak düşmüş. Katî (çok) acîbledi (şaşırdı), ne idügün (ne yapacağını) bilemedi.Zîrâ, bu nesne andan evvel kimseye olmış degildi.
Eyiddi (dedi):
Yâ Rab! Bu ne hâldir? Bana bildir.
Hakk teâlâ buyurdı:
Yâ İbrâhîm!
Bu nesne izzetdir ve vakârdır ve kemâldir.
Öyle diycek (deyince) Hazret-i İbrâhîm eyiddi:
Yâ Rab!Vakarımı arttır!
Pes (öyle ise, anlaşıldı ki) pîrlik ve sakal ağarmak İbrâhîm Aleyhisselâmdan kaldı.
(Târih-i Taberî-i kebîr tercemesi, sf 33)

TEGANNÎ EDEN İMÂM

TEGANNÎ EDEN İMÂM

Mes’ele:
Kur’ân-ı azîmi, nemaz içinde tegannî ile tilâvet eden (okuyan) Zeyd-i imâmın (imam olan Zeyd’in) nemâzı sahîhe olur mı?
El cevâb:
Amel-i kesîr ‘add olunacak kadar tegannî ider ise, yahud üç harf ziyâde hâsıl olursa , fâsiddir (İmâmın o namazı olmaz).
Mes’ele:
Bu sûretde, tegânnî nedir ve nice itmek ile tegannî hâsıl olur?
El cevâb:
Tegannî, ırlamakdır. Savtını (sesini) hanceresinde (gırtlağında) terdîd idüb (tekrarlayıp), indürüb, çıkarub dürlü dürlü savtlar (sesler) ile tasvîr etmekle (şekillendirmekle, okumakla) hâsıl olur.

(Fetevâ-i Ebussu’ûd Efendi, Muhammed b. Muhammed İmâdî)

BİR MESCİD, İKİ CEMÂ’AT

Mes’ele:
Mahalle mescidlerinde cemâ’at-i ûlâdan (ilk cemâ’atten) sonra cemâ’at-i sâniyye (ikinci bir cemâ’at) ile nemâz kılmak câiz olur mı?
El cevâb:
Cemâ’at-i sâniyye (ikinci cemâ’at) mahalleden ise, memnu’dur (yasaktır).

(Fetevâ-i Ebussu’ûd Efendi, Muhammed b. Muhammed İmâdî)

BİR GARÎB ÖLÜM


Esseyyid Abdülhakîm Arvâsî “kaddesallahu teala sirreh” hazretleri buyurdular, efendim.

HELÂL RIZK

İhyâ’da yazar ki;
طلب الحلال بعدالفریضة فریضة‌
“Talebü’l-halâli ba’de’l-farîzeti farîzetün”
(Farzları yerine getirdikten sonra, helâl rızık aramak farzdır)

LÜTF-İ İLÂHÎ

LÜTF-İ İLÂHÎ

Allahu teâlâ, Kur’ân-ı azîmü’ş-şânda, Nisâ sûresi 83. âyet-i kerîmede buyuruyor ki;
ولولا فضل الله علیکم و رحمته لاتبعتم الشیطان إلاقلیلا
“Ve lev lâ fadlullahi ‘aleyküm ve rahmetühu letteba’tümü’ş-şeytâne illâ kalîlen”
Meâli budur ki;
“Allah’ın, size lütfu ve merhameti olmasaydı, pek azınız hâric, şeytâna uyardınız”

Bizlere bir hisse yok mudur, bu âyet-i kerîmede?
Elhamdulillah!
Ki lutf ve merhameti ile sevdiklerini bildiren ve sevdiren, sevdiği kullardan birini ihsân ederek şeytâna uymaktan muhafaza buyurdu bizleri.
Ne kadar hamd u senâ eylesek, bu lutf ve merhametine mukâbil olamaz.

ÇETİN AZÂB

Resûl-i Ekrem “sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem” Efendimiz buyurdular ki;

“Kıyâmet günü azâbı en çetin olacak olan kişi, Allah’ın, ilminden faydalanmayı nasîb etmediği âlimdir.”

ALLAHU TEÂLÂ

ALLAHU TEÂL 

“(Allahu tealanın) Kudret ve kemâli, münâsebet-i evhâm ve hayâlden müberrâdır”
(Mi’râcü’n-nübüvve, Altıparmak Târihi)

HALK

HALK

وماخلقت الجن والانس الا 
لیعبدون
“Ve mâ halaktu’l-cinne ve’l-inse illâ li ya'budûn)
(Zâriyât, 56.)
“Cinleri ve insânları, yalnız bana ibâdet etsinler diye yarattım “

HATM-İ KUR’ÂN GİBİ

Enes bin Mâlik “radıyallahu teala anh” hazretleri, Efendimiz aleyhissalâtü vesselâmdan rivâyet eder:
“Resûlullah buyurdular ki;
- Elinizden gelmez mi, her biriniz Kur’ân’ı hatm edüb yatsun?
(Eshâb-ı kirâm “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmâin”) Dediler ki;
- Yâ Resûlallah! Kur’ân’ı bir gicede hatm itmek kimşn elinden gelür?
Resûlullah “sallallahu teala aleyhi ve sellem” buyurdu ki;
- Kim ki üç kerre “Kul hüvallahu ehad” sûresini okuya, Kur’ân’ı temam hatm itmiş “GİBİ”dir.

ACELE / TEENNÎ

العجلة من الشیطان والتأنی من الرحمن
“El-aceletü mine’ş-şeytâni ve’t-teennî mine’r-rahmâni”
(Acele etmek şeytandan, dikkatli davranarak yavaş hareket etmek Allah’tandır)
-Hadîs-i şerîf-

TEVBE-İ NASÛH

Mu’âz bin Cebel “radıyallahu teala anh” hazretleri, Efendimiz aleyhissalâtü vesselâma arzeder:
- Yâ Resûlallah! Tevbe-i nasûh nedir?
Peygamber Efendimiz “sallallahu teala aleyhi ve sellem” buyurdular:
- Tevbe-i nasûh oldur ki;
Kul kendi günâhına pişmân ola, (hiç)bir vecihle ki (hiçbir şekilde) ol günâha avdet itmeye (dönmeye). Nitekim, sağılmış süt memeye avdet itmez.

KÂİDE

Birisi şöyle demiş:
“Müsliman yalan söyler mi, gıybet yapar mı, iftira atar mı?”
Söyler de,
Yapar da,
Atar da!
Bunları yapan iyi müslüman mıdır?
Hayır!
Bunların hepsi günahtır, kötüdür.
Ama sebeb-i küfr değildir.
Eğer, bu günahlarını beğenip “iyi, güzel, doğru” demiyorsa.
Kâide ne idi?
“Allahu tealanın kötü ve çirkin dediğine iyi ve güzel, güzel ve iyi dediğine kötü ve çirkin demek KÜFR’dür.”

SAVAŞ

Ortada bir savaş var.
Topla, tüfekle değil.
Kalemle, televizyonla, radyo ile, internet ile ...
Bizi biz yapan değerlerimizi;
îmânımızı, ahlâkımızı, ailemizi, târihimizi ...
Kendilerine benzeterek bizi kendilerinden eylemeye çalışan ehl-i küfr ile olan bir savaş.
Yeni değil bu, asırlar evvelinden beri var ola gelen bir savaş.
Acı olan;
“Bizim” dediklerimizin, suflî hesab ve menfaatleri uğruna düşmanın hilelerine aldanması ve bizi içten çökmeye vesile olmalarıdır.

Yâ Rabbî!
Bize dirâyetli devlet adamları, ehl-i sünnet dîn adamları ihsan eyle!
Böyle devlet ve dîn adamlarının arkasında toplanıp senin yolunda ve rızan için ölmeyi nasib eyle!
Âmin.

ALÂMET

ALÂMET

Kıyamet alâmetlerinden biri:
Hazret-i Mehdî Mekke’ye gittiği zaman, İslamiyetin doğrusunu götürdüğünde, oranın dîn adamı, müftüsü, en büyük adamı diyecek ki;
-Bu adam nerden çıktı? (Hazret-i Mehdî için) Bizi dînimizden ediyor.

O kadar, dîn bozulacak! Doğrusu götürüldüğünde, doğrusuna “bozuk” diyecek hale gelecek, efendim.

(30.08.2018)

Âlimlerin zîneti ‘Bilmiyorum’ demekdir

Âlimlerin zîneti ‘Bilmiyorum’ demekdir. İşte bütün hâdise bu.

Bilmiyorum’ derse onun âlim olduğuna alâmetdir

Âlimlerin zîneti nedir? Âlimlerin zîneti, “Bilmiyorum” demekdir. İşte bütün hâdise bu. Bilmiyorum demesi, onun âlim olduğuna alâmetdir. “El câhil-ü cesûrün”. Câhil ne olur? Cesur olur. Her şeye cevâb verir. Atar atar, söyler. Âlim ise, her kelimesinden korkar. Bir kelime söyliyecek olsa, vesîkasını bulmadan söyliyemez.

Onun için soruyorlar imâm-ı Şâfiîye; “Sen imâm-ı Mâliki gördün, nasıl biriydi? Gerçekden medhetdikleri kadar âlim miydi?” diyorlar. İmâm-ı Şâfiî de; “Ben Onun, medhetdiklerinden de daha fazla âlim olduğunu bir yerde iyi anladım” diyor. “Nasıl anladın?” diyorlar. Şöyle anlatıyor:

“Bir yerde ders yapıyordu, sohbet yapıyordu. Yüzlerce dinleyici vardı. Kendisine otuz tâne suâl sordular. O suâllerden yirmi ikisine cevâb verdi. Geri kalanlarına ise, ‘Bilmiyorum’ dedi. ‘Bunların cevâbını bilmiyorum Araşdırayım, öğreneyim, o zaman söylerim’ dedi. İşte ben, Onun ‘Bilmiyorum’ demesinden, derin âlim olduğunu anladım”.
(Hüseyin Hilmi Işık rahmetullahi aleyh)

NOT;
Şimdi herkes herşeyi biliyor. Hele hoca, şeyh bilinenler... Tevazu sıfır. Burunlarından kıl aldırmazlar. Derhal hüküm verirler. İşkembe-i kübradan atarlar. Şu islam aliminin, şu kitabının, şu bahsinde şöyle yazıyor diyemezler. Çünkü bilmezler. İşte ahir zaman budur...

HEP SAĞ, DAİMA SAĞ

Peygamberimizin süt annesi 
Halime Hatun anlatıyor:

«— Benî Saad kabilesinden birçok kadın, Mekke'ye geldik. Mekke büyüklerinin çocuklarını alıp yetiştirelim diye... Benimle gelen kadınların hepsine Allah'ın Resulünü sundular.

Öksüz diye kimse kabul etmedi. Kadınlardan her biri kısmetini buldu, gitti. Elleri boş, bir ben kaldım.
Zevcime/kocama dedim ki: «Ellerim boş dönmek bana girân geliyor. Ben de yetimi alsam bari!»
Çocuğu almaya gittim. Mübarek vücudunu bir yeşil ipeğe sarmışlar, üstüne de beyaz bir sof dolamışlar.
Beyaz saf sütten ak ve misk kokulu... Allah'ın Resulü arka üstü yatmış, mışıl mışıl uyuyor.
O kadar güzeldi ki, yüzüne dalıp kaldım ve uyandırmaya kıyamadım. Elimi göğsünün üstüne koydum.
Gözlerini açtı, yüzüme baktı ve gülümsedi. Sanki gözlerinden, gökleri tutan bir aydınlık fışkırdı.
İki gözünün arasından öptüm. Sağ mememi verdim, aldı. Dilediği kadar süt emdi.
Derken sol mememi verdim, almadı. Ondan sonra hiçbir defa sol memeden süt emmedi. Hep sağ,daima sağ...»
Çöle İnen Nur'dan

SEVAP ZANNEDİLEN GÜNAHLAR

SEMA YAPMAK: Mevlana hazretlerine atfedilir. Ancak ne Mevlana ne de başka bir İslam büyüğü ile hiç bir ilgisi yoktur. Mevlana'dan 3-4 yüzyıl sonra, sapkın tarikatçılar tarafından uydurulmuştur. Mevlana hazretleri, ne bir kez ney çalmış, ne de dönmüştür.
MÜZİKLİ İLAHİLER: Müzik, tıpkı içki ve zina gibi katî haramdır. Aksini iddia edenin kâfir olmasından korkulur. Buhari de ki hadis-i şerifte, Ahir zamandan ümmetimden bazıları, müziği helal sayacaktır! buyrulmaktadır. Def ve davul gibi çalgılar düğünlerde çalınır. Ancak ilahilere hiç bir çalgı karıştırılamaz. Peygamber efendimiz, girdiği bir evde, def ile kendisini övmeye başlayan cariyelere, Beni söylemeyin! Beni söylemek ibadettir. İbadete eğlence karıştırılmaz! buyurmuştur. [İ.Gazali, Kimya-ı Saadet]
KADIN HAFIZLARDAN KURAN DİNLEMEK: Kadınların sesleri mahremdir. Zaruretsiz yabancı erkeklerle konuşmaları haramdır. Fıkıh kitaplarında:
*Kadınların yüksek sesle veya yumuşak konuşmaları ve seslerini namahreme duyurmaları caiz olmadığı için, ezan ve ikamet okumaları da caiz değildir.
(Redd-ül Muhtar)
*Genç kadın, yabancı erkeğe selam veremez ve aksıran erkeğe bir şey söylemez ve kendine söylenince de cevap vermez. (Hamevi Eşbah şerhi)
KADINLARIN CAMİYE GİTMELERİ: Peygamber efendimiz, bir kadın için namaz kılacağı yerlerin en hayırlısı, kendi evidir! buyurmaktadır. Fıkıh kitaplarında da:
*Kadınların beş vakit namaz için veya cuma, teravih ve bayram namazları için, camiye gitmeleri caiz değildir. (Redd-ül-muhtar) buyurulmaktadır.
KADINLARIN, MAHREMSİZ HACCA VEYA UMREYE GİTMESİ: Peygamber efendimiz; (Kadın, yanında bir mahremi olmadan hacca gidemez) buyuruyor. Giderse, haccı sahih olur ise de, haramdır. Erkeği ile gidince de, otelde, tavafta, say’da ve taş atarken, erkekler arasına karışması haccın sevabını giderdiği gibi, büyük günaha da girer. Ebedi mahrem erkeği bulunmayan kadın, ihtiyarlayınca, göremez olunca veya iyi olmayacak bir hastalığa yakalanınca, yerine vekil gönderir. Daha önce göndermez.

İlim mi üstündür dünya malı mı?

On kişi gelip hazreti Ali (radıyallahu anhu) efendimize sırayla şu soruyu soruyorlar:

“Ya Ali ilim mi üstündür dünya malı mı?“

Hazreti Ali (radıyallahu anhu) efendimiz birinciye;

“İlim üstündür, çünkü ilim peygamberlerin mirasıdır, dünya malı ise firavunların mirasıdır.”

İkinciye;

“İlim dağıttıkça artar, dünya malı ise dağıttıkça azalır.“

Üçüncüye;

“İlim sizi korur,dünya malını ise siz korumak zorundasınız.”

Dördüncüsüne;

“İlim seninle mezara girer ,dünya malı ise sizi bırakır kabre girmez.”

Beşincisine;

“İlim sahibini seven çok olur,dünya malına sahip olan ise kıskanılır ve düşmanı çok olur.”

Altıncısına;

“İlim sahipleri onurla azametle anılır,dünya malına sahip olanlar ise cimrilikle suçlanır.“

Yedincisine;

“İlim eskimez ,bozulmaz ,yıpranmaz,dünya malı ise yıpranır eskir ve bozulur.“

Sekizincisine;

“İlim kalbi nurlandırır yumuşatır,dünya malı ise kalbi katılaştırır.”

Dokuzuncusuna;

“İlim sahipleri kıyamet günü şefaat ederken,dünya malına sahip olanlar hesap verecekler.”

Onuncusuna;

“İlim sahipleri mütevazı alçak gönüllü olur,dünya malına sahip olanlar ise enaniyetine düşkün gururlu olurlar.”

Hazreti Ali(radıyallahu anhu) buyuruyor ki;

“Kıyamete kadar gelen insanlar herbiri gelse hepsine ayrı ayrı cevap veririm, hiç bir cevabım birbirine benzemez.”

Hilmi hocamız ve Prof.Arif Nevşahi

Hilmi hocamız ve Prof.Arif Nevşahi 
Fotoğrafda arka planda duvarda asılı olarak Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin yeşil silsile-i şeriflerini görünüyor.

Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin Nedimi Şâkir amca ve Manevi evladı Hüseyn Hilmi Işık hazretleri

Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin Nedimi Şâkir amca ve Manevi evladı Hüseyn Hilmi Işık hazretleri

Mübarek hocamız Hüseyn Hilmi Işık hazretleri ile Şâkir amca" Rahmetüllahi aleyhimâ " arasında geçen bir hatırayı hocamızın kendi sesiyle anlatımı... Hocamız bu sohbeti ehibbadan merhum sabri Işık efendinin oğlu Işık Gökkaya abiye anlatıyor ..Sabri Efendi muhib olmasının yanı sıra efendi hazretlerinin hem talebesi hem yeğeni Seyyid Faruk Işık efendinin damadıdır. ismi geçen bu dört mubarek talebe ( Şakir amca, Mübarek hocamız, Faruk Işık ve Sabri Gökkaya ) üstad Necip Fazıl Kısakürek 'in " O ve Ben " eserinde övgüyle bahsedilmektedir.
********************************************************************
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin hicret esnasında on yaşlarında tanıdığı ve evladlık alarak yanından hiç ayırmadığı, özel olarak tüm hizmetlerini gören , evlenene kadar efendi hazretlerinin odasında kalan, O'nun en yakınlarından biri haline gelen bu sebeple de Abdülhakîm Arvâsî hazretleri kendisi için " SÂHİB-İ SERİM [baş arkadaşım ] , BASTONUM, CÜZ'-İ LÂYÜNFEĶKİM [ ayrılmaz parçam ] , LÂZIM-I GAYRI MÜFÂRIKIM [ ayrılmaması gerekenim ] gibi tabirlerin kullanılma şerefine kavuşan Şâkir amca ile Mübarek hocamız Hüseyn Hilmi Işık hazretleri arasında geçen bir hatıra ...

********************************************************************

Fotograf: Hocamız teğmen çıktıktan
sonra 1932 yılında çekilmiştir.

Ruhlarına Fatiha...

Şâkir amcanın kabri  Eyüp Sultan'da Kaşgârî Dergâhı yanında Mübarek hocamızın kabrinin bulunduğu aynı hazirededir.

Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin Talebeleri, " Terzi Hâbil Amca ve Hüseyn Hilmi Işık Efendi"


Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin Talebeleri, " Terzi Hâbil Amca ve Hüseyn Hilmi Işık Efendi "

Sakın terk-i edebden


MİNÂREDEN OKUNAN ŞİİR ...

Nabi’nin nağmeleri Peygamberimizin emriyle, Medine semalarında yankılandı.

Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbub-ı Hüdâdır bu
Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı Mustafâdır bu
Murâat-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha
Metâf-ı kudsiyândır büsegâh-ı enbiyâdır bu.

Büyük çoğunluğu yüksek rütbeli Osmanlı devlet adamla­rından meydana gelen Hacc kafîlesi alemlere rahmet ola­rak yaratılan, mutluluk rehberi Pey­gamber Efendimizi ziyaret yolunda. Çölde günlerdir süren yorucu yolcu­luk bitmek üzere. Medine’ye yaklaş­tıkları bir gecede son kez mola verdi­ler. Kafiledekiler kısa bir süre içinde yorgunluktan uykuya daldılar.
Ancak biri var ki günlerdir uyku görmeyen nemli gözleri ile uzaklara dalmış;İki cihan güneşi Peygamber Efendimizin hasreti ile yanmış ve kavrulmuş. Yusuf Nâbî bu. O gece de Resulullâh’a bu kadar yakın olmanın hazzı içerisin de yerinde duramayıp gezerken…
O da ne!
Devlet büyüklerinden birisi ayağını kıbleye doğru uzatmış uyumuyor mu!
Yusuf Nâbî’nin gözü karardı. Yet­kiliyi uyandıracak ve uyaracak tarzda şu sözler ağzından inci gibi saçılmaya başladı:
Nâbî’nin, yüreği yanarak söylediği nâ’tının manası şu şekildeydi.
“Edebi terketmekten sakın. Zira burası Allahü Teâlâ’nın sevgilisi olan Peygamber Efendimizin bulunduğu yerdir. Bu yer Hak Tealının nazar evi. Resûl-i Ekremin makamıdır. Burası Cenahı Hakkın sevgilisinin istirahat ettikleri yerdir, fazilet yönünden düşünülürse Allahü Teâlâ’nın arşının en üstündedir. Bu mübarek yerin mukad­des toprağının parlaklığından yokluk karanlıkları sona erdi. Yaratılmışlar iki gözünü körlükten açtı. Zira burası kör gözlere şifa veren sürmedir. Gökyü­zündeki yeni ay Onun kapısının yüre­ği, yaralı aşığıdır Bunun kandili dahi, ışığının nurunu ondan almakta­dır. Ey Nâbî! bu dergâha ede­bin şartlarına riayet ederek gir. Zira burası büyük meleklerin etrafında perva­ne olduğu ve peygam­berlerin hürmetle eğilerek öptüğü tavaf ye­ridir.”
Sakın kimse duymasın!
Bu mısraları işiten o yüksek rütbeli kişi hemen ayaklarını toplayarak doğruldu ve:
– Ne zaman yazdın bunu? Sen­den ve benden başka duyan oldu mu? diye sordu. Yusuf Nâbî de:
– “Daha önceden hiç söylememiştim. Su anda sizi bu halde uzanmış görünce elimde olmayarak yüksek sesle söylemeye başladım, ikimizden başka bilen yok” dedi.
Bu sözler üzerine o kişi rahat bir nefes alarak:
– Madem ki bu şiiri burada söyledi burada kalsın. İkimizden başkası duyarsa, senin için iyi olmaz” diye ikaz etti.
O böyle tehditler savuradursun, Cenab-ı Hak, habibinin aşkıyla söyle­nen bu gönül açıcı ifadeleri hiç gizli bırakırmıydı? Bu İfadeleri kıyamete kadar unutulmayacak bir şekilde açığa çıkardı.
Na’tı Şerif Medine sefalarında
Kafile yoluna devam ederek sabah namazına yakın Mescidi Nebi’ye vardı. Onlar Mescid-i Nebi’ye girerken minareler­den yanık sesli müezzinler Ezan-ı Muhammedî’den evvel Nâbî nin
Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbub-ı Hüdâdır bu
Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı Mustafâdır bu
diye başlayan na’tını okuyorlardı.
Nâbî ve o yüksek rütbeli kişi hayretten dona kaldılar. Sabah namazını kıldıktan sonra Nâbî ve öbür zat namaz kıldıkla­rı camiin müezzi­nini buldular. Nâbî müezzine;
– Allah aşkı­na, Peygamber aşkına ne olur­sun söyle. Ezan­dan önce okudu­ğun na’tı kimden nereden ve nasıl öğrendin? diye sordu. Müezzinde büyük bir heyecan içeri­sinde sunları anlattı: Resul-i Ekrem Efendi­miz bu gece Mescidi Nebi’de ki bütün müezzinlerin rüyasını şereflendirerek: “Ümmetimden Nâbi isimli biri benî ziya­rete geliyor.
Bana olan askı herşeyin üstündedir.
Bugün sabah ezanından önce, onun benim için söylediği bu şiiri okuyarak Medi­ne’ye girişini kutlayın” buyurdu­lar. Biz de Resulullâh Efendimi­zin emirlerini ye­rine getirdik.
Nâbî müezzi­nin son sözlerini işitmez olmuştu. Gözyaşları içerisinde: Sahiden Nâbî mi dedi. 0 iki cihanın peygamberi Nâbî gibi bir zavallıyı, günahkârı üm­metinden saymak lûtfunu gösterdi mi? dedi. Evet cevabı­nı alınca da sevincinden bayıla­rak kendinden geçti.

YUSUF NÂBÎ
Bu mutlu olayın sahibi Yusuf Nâbî Osmanlı Devleti zamanında yetişen şair ve velilerdendir. 1642 senesinde evliyalar ve enbiyalar şehri olarak bilinen Urfa’da doğdu. Çocukluğunda Arapça ve Farsça’yı anadili Türkçe ile birlikte en iyi şekilde öğrendi. Daha sonra Yakub Halife isimli bir Kadiri şeyhine talebe oldu. Ondan dînî ilimleri tahsil etti ve ta­savvuf yolunda ilerledi. Yusuf Nâbî’deki kabiliyeti gören hocası bir müddet sonra onu yüksek ilimlerin merkezi İs­tanbul’a gönderdi.
Nâbi istanbul’a gelince di­van kâtipliğinde vazife aldı. Bir taraftan burada çalışırken diğer taraftan da gönül ehli alimlerin soh­betlerinde bilgisini genişletiyor, yaşayışını güzelleştiriyordu.
O, Allahü Teâlâ’nın dinini yaymak için yapılan cihad hareketlerine katılmaktan da geri durmadı. 1672 yılında Lehistan seferine iştirak etti Kameniçe’nin zaptı dolayısıyla yazdığı siir Sultan IV. Mehmed Han tarafın­dan beğenilerek şehrin kapısına işlendi. Padişahın takdir ve iltifatına mazhar oldu. Ebced hesabıyla fetih tarihini de kapsayan şii­rin son beyti şöyledir
Tarihini felekde melek yazdı Nâbî’yâ
Düşdü Kamençe hısnına nûr-ı Muhammedî
1678 senesinde, girişte de bahsettiğimiz şekilde hacc farizasını yerine getirdi. Dö­nüşte Musahip Mustafa Pasa’yakethüda ol­du. Mustafa Paşa’nın vefatından sonra Baltacı Mehmed Pasa’nın yanında Haleb’e git­ti. Baltacı sadrâzam olunca İstanbul’a dö­nerken Nâbî’yi de yanına aldı.
Bundan sonra Darphane Eminliği ve Anadolu Muhasebeciliği gibi görevlerde bu­lunan Nâbi 1712 yılında vefat etti. Üsküdar’daki Karacaahmed kabristanına defnedildi. Kabri Sultan II. Mahmud ve Sultan II. Abdülhamid Han devirlerinde ta­mir görmüştür.

HİKMET ŞAİRİ
Yusuf Nâbî devlet va­zifesinden artan zamanla­rında siir ve ceşitli eserler yazmıştır. Şiirlerinde hep iyiyi ve doğruyu vermeye çalışmıştır. Bu yönüyle o bir düşünce ve hikmet şai­ridir. Şahsi duyguları, gö­nül arzularının aşmış, haki­ki bir Müslümanın hayatı­nı hem yaşamış hem de şi­irlerinde yaşatmıştır. Geçi­ci, fani dünyanın lezzetle­rine, hallerine aldanma­mak, kimseye haksızlık etmemek, zulmetmemek, hep müşfik ve merhametli olmak, gurur ve kibirden sakınmak şiirlerindeki nasihatlerinden en çok rastlananlarıdır. Nâbi’ye göre iyi bir insan olmanın ilk şartı her işte ve her mevzuda her zaman Allahü Teâlâ’yı hatırında tutmaktır.
Nâbî rubailerinde, yoksulların hali, acı ve elemler karşısında sabırlı olma, kanaat­kârlık, her kemâlin bir zevalinin olacağı bu sebeple Allahü Teâlâ’dan hiçbir zaman ümit kesmemek gerektiği gibi günümüz insanına da ışık tutan konuları birbirinden güzel anlamlı mısralar ile dile getirmiştir.

İctima eylemese merd ile zen âlemde
Edemez sureti mevlûd kabül-i peyvend
İftirak eyler ise birbirisinden amma
Hem peder ferd kalır zayi olur hem ferzend.

İzahı: ”Alemde erkekle kadın bîr araya gelme­se çocuk meydana gelmez. Şayet eşler birbirinden ayrılırlarsa hem baba tek olarak kalır çocukda perişan olur.”

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

TEGANNÎ EDEN İMÂM

Mes’ele:
Kur’ân-ı azîmi, nemaz içinde tegannî ile tilâvet eden (okuyan) Zeyd-i imâmın (imam olan Zeyd’in) nemâzı sahîhe olur mı?
El cevâb:
Amel-i kesîr ‘add olunacak kadar tegannî ider ise, yahud üç harf ziyâde hâsıl olursa , fâsiddir (İmâmın o namazı olmaz).
Mes’ele:
Bu sûretde, tegânnî nedir ve nice itmek ile tegannî hâsıl olur?
El cevâb:
Tegannî, ırlamakdır. Savtını (sesini) hanceresinde (gırtlağında) terdîd idüb (tekrarlayıp), indürüb, çıkarub dürlü dürlü savtlar (sesler) ile tasvîr etmekle (şekillendirmekle, okumakla) hâsıl olur.

(Fetevâ-i Ebussu’ûd Efendi, Muhammed b. Muhammed İmâdî)

KAZÂ NAMAZINA NİYYET

KAZÂ NAMAZINA NİYYET

Mes’ele:
Kazâya kalmış salavât-ı kesîresin (çok namazı); Zeyd (bir müsliman kimse) “evvel kazâya kalan” ya “âhir kazâya kalan” deyu niyyet itmeyub, mücerred (sadece) “kazâya kalmış nemâzı edâya niyyet” itmiş olursa, tekrar kaza lazım olur mı?
El cevâb:
Olur.

(Fetevâ-i Ebussu’ûd Efendi, Mehmed b. Mehmed İmâdî)

CERR

Mes’ele:
Zeyd-i imâm ve müezzini, bayram gicelerinde cemâ’atden cerr idüb aldıkları akçe, mezbûrelere (bahsi geçen kişilere) helâl olur mu?
El cevâb: Olmaz.

(Fetevâ-i Ebussu’ûd Efendi, Mehmed b. Mehmed İmâdî)
...
Cerr: Medrese talebelerinin üç aylarda (recep, şâban, ramazan) köylerde imamlık ve vâizlik yaparak bir yıllık geçimlerini sağlayacak para ve erzâkı toplamaları işi

NÂFİLE NAMAZ

Mes’ele:
Zeyd-i musallî (namaz kılan kişi) dört rek’at nâfile nemâza (farz ve vâcib olmayan namazlar, sabah nemazının sünneti hâric) niyyet idüb, sehven (yanılarak, dalgınlıkla) ikinci rek’atde selâm virse, nemazdan hurûcu mı (çıkmış mı) olıdır, yohsa itmâm idüb (dörde temamlayıp) secde-i sehv itmegi mi olıdır?
El cevâb:
Hurûcı olıdır (namazdan çıkmış olur).

(Fetevâ-i Ebussu’ûd Efendi, Mehmed b. Mehmed İmâdî)

UYKU

Mes’ele:
Zeyd, nemaz içinde uyusa, nemâzı fâsid olur mı?
El cevâb:
Olmaz. Secdede uyumadı ise.

(Fetevâ-i Ebussu’ûd Efendi, Mehmed b. Mehmed İmâdî)

MÜTEFERRİK MES’ELELER

Mes’ele:
Beş vakit nemazın farzında ve sünnetinde her rek’atde besmele okumak câiz midir, ve Cum’ada zuhr-i âhirin dört rek’atinde dahi sûre koşmak (okumak) câiz midir, ve Cum’adan sonra zuhr-i âhir mi evvel kılınur yahud sünnet mi?
El cevâb:
Sûre-i Fâtiha evvelinde besmele gerekdir, zammı sûrede yokdır.
Âhır-ı zuhûrda sûre zamm olunmaz.
Ve sünnetten evvel kılınmak evlâdır.

(Fetevâ-i Ebussu’ûd Efendi, Mehmed b. Mehmed İmâdî)

ZAMÂNE MÜSLİMÂNLARI

“Zamânımızın müslimânları, farzları bırakıp, nâfile ibâdetlere sarılıyor, nâfile ibâdetleri yapmaya (meselâ, kadın erkek karışık olarak mevlid okutmaya, câmi yapmaya, sadaka ve hayrat yapmaya) ehemmiyet verip, farzları (meselâ, beş vakit nemaz kılmayı, Ramezân-ı şerîf ayında oruc tutmayı, zekât vermeyi, uşur vermeyi, borç ödemeyi, helâli ve haramları öğrenmeyi ve kadınların kızların sokağa çıkarken başlarını, sarkan saçlarını, kollarını, bacaklarını örtmelerini, radyo ve televizyonda, dîn düşmanlarının îmânı ve ahlâkı bozan sözlerini dinlemelerini) hafîf ve ehemmiyetsiz görüyorlar.”

(İkinci cild, 82. Mektûb)

Not: Parentez içinde geçen cümleler örnek vererek açıklama olup sözler İmam- Rabbani hazretlerine ait değildir.

İFTİTÂH TEKBÎRİ

İFTİTÂH TEKBÎRİ

Mes’ele:
İmâmdan tekbîr savtını (sesini, okunmasını), cemâat istimâ’ iderken (dinlerken, işitirken) müezzin (bu) tekbîri şiddet-i savt (yüksek sesle) ile iddigü (eylediği) takdirce nemâzına fesâd virir mi?
El cevâb: amel-i kesîr mertebesine (namaza ait olmayan bir hareketi namaz içinde bir rükunda üç ve daha fazla yapmak) varub, ya tahrîr esnasında (müezzinin tekbîri yüksek sesle alması esnasında) hemzede, yahud iki harf hâsıl olursa virir (namazı ifsad eder, bozar).

(Fetevâ-i Ebussu’ûd Efendi, Mehmed b. Mehmed İmâdî))

MÜEZZİNLERİN ELHÂNI

MÜEZZİNLERİN ELHÂNI

Mes’ele:
Hatîb hutbede iken, müezzinler ve ğayri kimesneler, Çehar-ı yâr (dört halîfe) zikr olundukda “radıyallahu anh” dimekde ve Hazret-i Hasan ve Hüseyîn olundukda “radıyallahu anhumâ” dimekde ve Aşere-i mübeşşere ( Hayatta iken Cennetle müjdelenen on sahâbe) ekledikde “rıdvânullahi teala aleyhim ecmaîn” dimekde ve bazı mevâzı’de dahi salavât getürmekde fesâd var mıdır?
El cevâb:
Hatîb hutbeye mütesaddî (başlamış) iken sükût gerektir. Ammâ umûr-ı mezkûre (yukarıda sayılan işlerde, durumlarda) de bu diyârda şe’âîr-i ehl-i sünnetden (ehl-i sünnetin şiârından, alâmetlerinden) olmuştur. Hatîb, ol mevâzı’de (orada) sekte iderse (durur, devam etmezse) asla lahn (nağmeli ses) ve tesanni’ (zorlayarak okuma, makam yapmaya çalışma) itmeden, sür’at üzerine dimek câizdir. Zamâne müezzinlerinin itdikleri elhân-ı bârdeye (nağmeli, makamlı okuma) asla ruhsat ihtimâli yokdur.

(Fetevây-ı Ebussu’ûd Efendi, Mehmed b. Mehmed İmâdî)

EHL-İ CENNET

“Bir kimsenin mîzacında (tabiatında) şu üç huy varsa, şüphesiz o kimse ehl-i cennet olur:
1-Cenâb-ı Hakk’ın verdiği nimetler mıkabilinde şükür ve dahi kazâ ve belâya sabr, gönül ayinesine cilâ verir. Ve tasfiye-i kalbe sebeb olur.
O halde üç sıfatın birisi ŞÜKÜR ve SABIRdır.
2-Bir kimse ki günâhı hakkında İSTİĞFÂR edici olur, Allahu teala onu cehennem ateşinden mahfûz tutar.
3-Üçüncüsü dahi havfullahtır (Allah korkusu).
(Pendnâme-i Attâr şerhi)

ŞÜKÜR

“Ni’met-i hüdâya şükür, sehl (kolay) olmak hasebiyle, herkes eder.
Hüner oldur ki, belâ ve musîbete şükür oluna.
Bu herkesin kârı (işi) değildir.
Ancak Allahu teâlâ hazretlerine tekarrüb (yakınlık) sâhibi olanların işidir.”
(Pendnâme-i Attâr şerhi)

MÜRŞİD-İ MÜTEEHHİLÎN

MÜRŞİD-İ MÜTEEHHİLÎN

Esseyyid Abdülhakîm Arvâsî “kaddesallahu teala sirreh” hazretleri bir mektublarında, dîn ilimlerini izah buyururlarken fıkıh ilmi için şöyle buyurdular:
“Fıkıh ilmi , ef’âl-i mükellefîni öğretir. Yani, beden ile yapılması ve sakınılması lazım olan emrleri ve yasakları ve mübahları öğretir. Fıkıh bilgisi dörde ayrılır: ibâdât, münâkehât, muâmelât ve ukûbât.”
Efendi hazretlerinin işaret buyurdukları “münâkehât” bilgileri; evlenme, boşanma, nafaka ve sair bilgilerdir.
Bu cümleden olmak üzere, vakti zamanında müslimanlar arasında “mürşid-i müteehhilin (evlileri irşâd)” ismiyle meşhur pek kıymetli bir kitab okuna gelmiş idi.
Evlilik hazırlığında olan, yeni evlilerin okudukları ve istifade ettikleri bir evlilik rehberi idi adeta.
İş bu mürşid-i müteehhilîn” isimli kıymetli kitabın günümüz harfleri ile basılmış nüshaları olduğu gibi, eski yazı ile basılmış nüshaları da mevcuddur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Kütüphanesinden bu kitabın eski harflerle baskısına ulaşabilirsiniz.
Dili sade Türkçe’dir.

KÜFR

Ehemmiyetine binâen:
“Ta’zîm ve tahrîmi vâcib olanı tahkîr ve tahfîf, tahkîr ve tahfîfi vâcib olanı ta’zîm ve tahrîm KÜFRdür.”

EHL-İ CENNET

“Bir kimsenin mîzacında (tabiatında) şu üç huy varsa, şüphesiz o kimse ehl-i cennet olur:
1-Cenâb-ı Hakk’ın verdiği nimetler mıkabilinde şükür ve dahi kazâ ve belâya sabr, gönül ayinesine cilâ verir. Ve tasfiye-i kalbe sebeb olur.
O halde üç sıfatın birisi ŞÜKÜR ve SABIRdır.
2-Bir kimse ki günâhı hakkında İSTİĞFÂR edici olur, Allahu teala onu cehennem ateşinden mahfûz tutar.
3-Üçüncüsü dahi havfullahtır (Allah korkusu).
(Pendnâme-i Attâr şerhi)

AHMAK

“Bil ki, ahmakta üç alâmet olur. Kimde var ise, ahmak olduğunu bil.
•Evvelkisi, Hakk teâlânın zikrinden gâfil ve Hakkı ferâmuş (unutucu) idici olur.
•Çok söylemek (konuşmak) ona âdet olur.
•Ve ibâdette ona tembellik olur.”
(Pendnâme-i Attâr şerhi)

EY OĞLUM!

Ey oğlum!
Fırsat (dünya hayatı) çok kıymetlidir. Gece gündüz ilim tahsiline çok çalış!Gayret et! Çünkü ilim öğrenmek zamanı şimdidir. Her zaman abdestli olmağa, farzları ve sünnetleri, şeriatın sâhibinin bildirdiği gibi ta'dil-i erkân, huzur ve huşu ile yapmağa çok dikkat eyle! Bu işleri devamlı yapmakta her iki dünyanın seadeti, ebedî devlet, sayısız bereket ve rahmetler vardır.
Bil ki, ilim öğrenmekten maksad, onunla amel etmektir. Çünkü yarın kıyamet gününde amelden soracaklar, ilmin çokluğundan sormayacaklardır.
Amelden maksad, ihlâs ve Allah sevgisini elde etmektir.

“Sâdıklara, sıdklarından sorulur” âyet-i kerimesi avamın ve havasın kemerini kesmektedir.
İhlâstan ve muhabbetten maksad, hakikî ma'bûd olan Hâlıka kulluktur ve mutlak var olan da O’dur.

Elbette, namazım ve haccım, dirim ve ölüm, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.

Dört şeyi dört şeyden pâk tut

Pendnâme-i Attâr şerhinden...

Her kimse ki îmân ehli olur; ey azîz!
Dört şeyi dört şeyden pâk tutsun:
(1) Evvelkisi;
Hasedden kalbini pâk tut! Ondan sonra kendini mü’min say!
Hased; başkasının nimetinin azalmasını taleb etmeye derler. Bu ahlâk-ı zemîmedendir ve harâmdır. Hased dedikleri huluk-i zemîm ilk olarak şeytanda vâki’ oldu ki Âdem aleyhisselâmın halîfe-i Hakk olmasına hased etmiştir.
(2) Yalan ve gıybetten lisânını pâk tut!
Hattâ ki senin îmânın ziyân olmasın.
(3) Eğer amelini riyâdan pâk tutar isen, senin îmânın şem’ine ziyâ olur.
Riyâ; âhiret amelini dünyâ celbi için işlemeğe derler. Bu harâmdır ve şirk-i hafîdir.
Amel, ancak livechillah olmak lazımdır.
(4) Çünki (eğer) karnını haramdan pâk tutar isen, îmânını da tutan, mü’min-i kâmil olursun.

Her kimse ki bu beyân olunan sıfât(lar)ı tutar, şerîf ve muhterem olur.
Eğer tutmaz ise, îmânı zaîf tutar, yani mü’min-i kâmil olmaz.

ÇOK KONUŞMAK

“Çok konuşmak, kişinin kalbini yaralar ve o kalbin ölümüne sebeb olur”
(Feridüddîn-i Attâr “kaddesallahu teâlâ sirreh” Pendnâme Şerhi)

Hanımını Üzme

Hanımın senden hakâret görürse, üzülür. Üzülünce, âsâbı bozulur, sinirleri yapranır. Her hastalık, sinir bozukluğundan olur…

Hüseyin Hilmi bin Sa’îd
hazretleri buyuruyor ki:

İşitiyorum, bâzı arkadaşlar ailesine sert söylüyormuş. Nasıl oluyor, nasıl sert söyliyebiliyor, aklım ermiyor. Ağzından ona karşı nasıl kötü söz çıkıyor, anlıyamıyorum. Namâzını kılan, tesettür eden bir hanım, dünyânın en büyük nimetidir. Hattâ o, Cennet nimetidir. O senden hakâret görürse, incinir ve üzülür. Üzülünce ne olur? Âsâbı bozulur, sinirleri yapranır. Bugün bütün hastalıklar, hep sinir bozukluğundan ileri geliyor. Onun da sinirleri bozulur, hasta olur.

Hasta olunca ne olur? Sana hizmet edemez olur. Onun hizmetlerinden mahrum kalırsın. Yâni zararı sana olur. Sıkıntısını sen çekersin. Sonra o hasta olunca, doktorların peşinde sen koşarsın. Ağzının tadı kalmaz. Dâima hastalık dinlersin. Amân! Amân! Çok sakının kardeşim. Ailelerinizi üzmemeye çok dikkat edin kardeşim. Onların gönlünü alın, evinizin içinde mutluluk olsun, huzur olsun. Bunları, sizin iyiliğiniz için, sizin dünyâ ve âhiret seâdetiniz için söylüyorum kardeşim.

Sultan Abdülhamîd Hân-ı Sânî’nin duası

Sultan Abdülhamîd Hân-ı Sânî’nin duası

EDEB

EDEB
“Edebi gözetmeyen hiçbir kimse Allahu tealaya kavuşmamıştır.”

ÖLÜM

ÖLÜM

“İnsan, ölümü hatırladığı müddetçe, hasedi, kıskançlığı terkeder.”
-Abdulganî Nablûsî “rahmetullahi teâlâ aleyh”-

MUKALLÎD / MÜCTEHÎD

MUKALLÎD / MÜCTEHÎD

“Mukallîdin taklîdi, müctehîdin ictihâdı gibidir. Müctehîd nasıl kendi ictihâdıyla amel edebilirse, mukallidler de ancak müctehîdlerden birini taklîdle amel edebilir.”
(Takvâ Yolu, sf 79)

KÂNÛNÎ

Sultan Süleymân Hân’ın “Kânûnî” olmasının sebebi;
30 sene şeyhulislâm ve müfti-i enâm olan Ebussu’ûd Efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” hazretleridir.

ESHÂB-I KİRÂM

Eshâb-ı kirâm “radıyallahu teâlâ anhüm ecmaîn” efendilerimizin birine dil uzatmak, binbir türlü tehlikelerin olduğu zifiri karanlıkta ışıksız yola çıkmayı istemek demektir.
Çünki, Efendimiz “sallallahu teâlâ aleyhi vesellem” buyurdular;
“Eshâbım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız yolunuzu bulur, kurtulursunuz”

DUÂ

DUÂ

“Yâ Rabbî! Bize hidâyet ettikten, kurtuluş yolunu gösterdikten sonra, kalblerimizi kaydırma! Bize tarafından rahmet ver. Elbette Sen büyük ihsan sahibisin.”
(Ayet-i kerîme meâli.)
Âmin!

SIKINTILARIN SEBEBİ

İnsanlar, İslamiyeti terk ettikleri yani Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymadıkları, İslam dininin gösterdiği rahat ve huzur yolundan ayrıldıkları için, dünyada bereket kalmadı. Rızıklar azaldı. Tâhâ sûresinin 124. âyet-i kerimesinde mealen;

(Beni unutursanız rızıklarınızı kısarım) buyuruldu.

Bunun için, iman rızkı, sıhhat rızkı, gıda rızkı, insanlık ve merhamet rızkı ve daha nice rızıklar azaldı. “Hâşâ, zulmetmez kuluna Hüdâsı/Herkesin çektiği kendi cezası” sözü Nahl sûresinin 33. âyetinden alınmıştır. Bugünkü küfür, inkâr karanlıkları ve Allahü teâlâyı, Peygamberi, İslamiyeti unutmanın bereketsizlikleri ve sıkıntıları içinde, insan gece gündüz, kadınlı erkekli çalışıp, bir ailenin nafakasını, rahat yaşamasını temin edemez hâle gelmiştir. Allahü teâlâya inanmadıkça, Onun bildirdiği İslam dinine uymadıkça, Onun Peygamberinin güzel ahlakı ile bezenilmedikçe, beş vakit namazı vaktinde kılmadıkça, dalalet, felaket akıntısını durdurmak imkânsızdır. Her asırda olduğu gibi, zamanımızda da, insanlığı kaplayan sıkıntıların birinci sebebi, Hakka karşı isyan ve inkârdır.
Allahü Teala kendisine halis bir kul olmamızı nasib eylesin inşallah,Amin.

MÜJDE

“Seni ve vâsıtalı veyâ vâsıtasız seni, kıyâmete kadar tevessül edenleri mağfiret eyledim.”
İş bu müjdeli ilham;
İmâm-ı Rabbânî müceddid-i elf-i sânî, Ürvetü’l-vüskâ Muhammed Ma’sûm ve Kayyûm-i zemân Muhammed Sibgatullah ve nihâyet Şeyh Hace Gulâm Muhammed Ma’sûm “radıyallahu teala anhum” hazerâtına verilmiştir.

İlk Müslüman Türk Hükümdarı Abdülkerim Satuk Buğra Han

Abdülkerim Satuk Buğra Han'ın Doğu Türkistan'daki Türbesi...

Satuk Buğra Han'a, dedelerinin dinini terk edip, Müslüman olmuş ve Türk milletinin müslüman oluşuna vesile olmuştur."

Rûhuna El Fâtiha...

İ’TİKÂD

“Allahu tealaya yaptıklarından sual olunmaz, kullar ise yaptıklarından ve söylediklerinden hesaba çekilecektir.”

DUÂ

“Allahümme mağfiretüke evse’u min zünûbî ve rahmetüke ercâ ‘indî min amelî”
(Yâ Rabbî! Mağfiretin günahlarımdan geniş, rahmetin; bana göre, amelimden daha çok ümîd vericidir.)
Efendimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve âlihi ve sellem”in duasıdır, efendim.

Anlamıyorlar diye değil mi ?

"Baba 'Rahman' süresini okurken, 4 yaşındaki çocuk sorar;
-Baba neden aynı ayet sürekli tekrarlanıyor ?
"O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?"
(Ayeti 31 kere tekrar edilmiştir.)
Baba şaşkın ve cevap veremez ama çocuk;
-Anlamıyorlar diye ,değil mi?

ALLAHU TEÂLÂNIN İSİMLERİ

ALLAHU TEÂLÂNIN İSİMLERİ 
Ebussu’ûd Efendi “rahmetullahi teala aleyh”, Mecmû’â-i de’âvât (Duâlar Risâlesi) isimli kitâbında; Allahu tealanın isimleri hakkında bakınız ne bildiriyor.
(Takvâ Yolu, sf 99)

RED OLUNMAYAN DUÂ

İbni Abbâs “radıyallahu teala anhumâ” hazretlerinden rivâyettir:
Bir kimse, Resûlullah’a;
-Hiçbir duâ var mıdır ki red olunmaya?
diye suâl arzetti. Resûl-i ekrem “ sallallahu teala aleyhi ve sellem” buyurdu ki;
-Şu duâyı oku, red olunmazsın:
“Es’eluke bismike’l-a’lel-e’azzi’l-ecellil-ekrem”