Fâideli Bilgiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fâideli Bilgiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cihad ne demektir?

(Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (*Cihâd*, bütün insanları, îmân etmeğe çağırmak, bu çağrıyı işitmelerine ve kabûl etmelerine mâni’ olan diktatörleri ile *devletin harb etmesidir.* 


*Ferdlerin cihâdı* ise, *mal ile, fikr ile ve her lâzım olanı yapmakla ve düâ etmekle* islâm ordusuna yardım etmekdir. 


Cihâd etmek farz-ı kifâyedir. 


Düşman hücûm ettiği zamân, kadın, çocuk bütün milletin devlete yardım etmeleri farz-ı ayn olur. 


Devlet hazînesinde para varsa, milletden, para, mal toplamak, tahrîmen mekrûhdur. 


Devlet malı yetişmezse, milletden yardım istemesi câiz olur. Zor ile aldığı yardımları, sonra ödemesi lâzımdır.)


*Cihâd yapabilmek için,* müslimânların kâfirlerde bulunan *harb vâsıtalarının hepsini yapmaları ve kullanabilmeleri ve sulh zemânında buna hâzırlanmaları* farz-ı kifâyedir. 


20. asrın sonlarında kâfirler her dürlü *neşr ve propaganda yolu ile soğuk harb* yapıyor. İslâmiyete durmadan saldırıyorlar. 


Gençleri aldatmağa uğraşıyorlar. 


Müslimân devletleri bir yandan *atom gücü, füzeler, jetler, elektronik âletler* yapmalı, öte yandan da kâfirlerin *soğuk harbine* karşı koymalıdır. 


*Kitâb, mecmû’a, gazete, radyo, televizyon ve filmler* ile *islâmiyyetin üstünlüğünü, fâidelerini*, hem müslimânlara, müslimân yavrularına öğretmeli, hem de bütün dünyâya yaymalıdır. 


Bunu yapabilmek için, islâm bilgilerinin *hem din, hem de fen kollarını iyi öğrenmelidir.* 


Millet de devletin bu çalışmalarına yardım etmelidir. 


İslâm medreselerinde eskiden fen bilgileri de okutuluyordu. 


*İslâma hizmet etmek ve din düşmanlarının yalanlarını, iftirâlarını yüzlerine çarpabilmek istiyenlerin*, bugün de, *en az lise bilgilerini ve Ehl-i sünnetin temel bilgilerini iyi kavramaları* lâzımdır. 


Bu ikisinden birinde eksiği olanların islâmiyyete fâideleri değil, zararları dokunur. Yarım âlim insanın dînini alır sözü meşhûrdur. 


Bunları erkekler yapmalıdır. Erkekler çalışınca, kadınlara yapacak hiçbir ağır iş kalmaz. 


Devlet her köyde Kur’ân kursları açmalı, kız, oğlan her çocuğa *Kur’ân ve ilm-i hâl öğretmelidir.* 


Bu vazîfeyi ihtiyârlar ve hanımlar yapmalıdır. 


Her müslimânın, din bilgilerini öğretdikden sonra, *oğlunu liseye ve üniversiteye göndermesi lâzımdır.* 


*Müslimânlar çocuklarını okutmazsa, devlet işleri, idâre ve kumanda makâmları, propaganda vâsıtaları, teşrî’ ve icrâ organları kâfirlerin, mürtedlerin elinde kalır. Küfrü yayarlar. Müslimânlara işkence yaparlar.* 


İslâmiyete hizmet etmek için, *erkeklerin üniversiteyi bitirmeleri ve dahâ da çalışmaları* lâzımdır. 


*İslâm ile küfr, hergün çarpışıyor.* 


Birisi, elbette ötekini yenecekdir. Bu ölüm kalım savaşına katılmıyan, bu korkunç savaşdan haberi bile olmıyan ahmaklar, dünyâda da, âhıretde de cezâ, azâb göreceklerdir. 


*İslâm düşmanları ile savaşan hükûmete* elinden geldiği kadar *yardım edenler*, *cihâd, gazâ sevâbına* kavuşacaklardır. 


*İslâm bilgilerinin yayılmasına mâni’ olan ve gazeteleri, radyoları ve televizyonları ile islâm dînine saldıran, milletlerini sömürerek, bütün gelirlerini kendi zevk ve eğlenceleri için insanları köle yapmak için kullanan azgın, zâlim kâfirlere karşı cihâd yaparak, ma’sûm insanları bunların pençelerinden kurtarmamız ve se’âdete kavuşdurmamız emr olundu.* 


Bu emr, bu ibâdet, *devlete, cihâd ordusuna yardım etmekle olur.*


*Devletden iznsiz yapılırsa, cihâd değil, fitne çıkarmak ve anarşi olur*. 


Allahü teâlâ çalışana yardım eder. Boş oturanı sevmez ve yardım etmez.


Faideli Bilgiler 366-367

Bid'at Sahipleri ile Kardeş Olmak

*Allahın kulları, kardeşler olunuz!* hadîs-i şerîfine bid'at sahipleri, yanlış manâ veriyorlar. 


(Çünkü ayeti kerimeye, hadisi şerife kafalarına göre mana verilmemesi gerektiğini bilmiyorlar. Bu yaptıklarının bid'at olduğunun farkında bile değiller. Üstelik yaptıklarını doğru zannediyorlar. O yüzden bid'at sahibine tövbe nasip olmuyor. )


Bu hadîs-i şerîfin ma’nâsı, *(Umdet-ül-Kâri)* ve *başka kitâblarda* da bildirildiği gibi, *(Kardeşler olmanızı sağlayacak şeyleri yapınız!)* demektir. 


Buna göre, bid’at sâhiblerinin, hak yolda bulunan müslimânlarla kardeş olabilmeleri için, *bid’atlerini terk etmeleri ve sünnet-i seniyyeyi kabûl etmeleri lâzımdır.* 


*Bid’atlerinde devâm edip* de, *Ehl-i sünnet olan müslimânları kendileri ile kardeş olmağa çağırmaları, açık bir dalâlet, sapıklık ve çirkin bir hîledir.* 

(Zehirli süt ile, sağlıklı sütü karıştırmayı istemektir. Herkesi zehirlemek istemektir.)


Faideli Bilgiler 429-430

Kur’ân-ı kerîmin üstünlüğü

*Kur’ân-ı kerîmin*, hadîs-i şerîflerden ve başka ilâhî kitâblardan bir ayrılığı ve *üstünlüğü* de şudur ki, bu *kitâb-ı mecîd (ya’nî Kur’ân-ı kerîm)* bugüne kadar *semâdan indiği gibi, değişmemiş olarak kalmıştır.*


*Harfleri ve noktaları bile değişmemiştir demek yetişmiyor*. Çünkü Kur’ân-ı kerîmdeki kelimelerin çeşitli okunuşundan başka, bu kelimelerin *uzun, kısa, açık, kapalı, kalın, ince* gibi okunmaları da, *Resûlullahın bildirdiği ve okuduğu gibi kalmıştır.* 


*(İlm-i kırâet)* denilen ve pek çok kitâbı olan *büyük bir ilme* ve *islâm âlimlerinin bu yoldaki çalışmalarına ve hizmetlerine* bakıp da *şaşmamak elde değildir.*


*Kur’ândan olup da çıkarılmış* veyâhud *Kur’ândan olmayıp da sonradan katılmış* tek bir kelime yoktur. Çünkü, *islâm âlimleri, Kur’ân-ı kerîme dokunulmaması*, ufak bir *şübhenin bile ona yaklaşamaması* için, *çok sağlam bir esâs koymuşlardır.* 


Ya’nî, Kur’ân-ı kerîmin her asrda *söz birliği* ile gelmesi şarttır.


*Eshâb-ı kirâmdan bugüne kadar,* her asırda, yalan üzerinde söz birliği yapacakları düşünülemeyen *yüz binlerce hâfızlar vâsıtası* ile bizlere gelmiştir. 


Sanki bir an durmayan *coşkun bir nehir* gibi *ebediyete doğru* akıp gitmektedir.


Bugün islâm düşmanlarının yeryüzünü kapladığı bir zamanda bile, elhamdülillah, dünyânın her tarafında, *Allah kitâbının her kelimesi, her noktası birbirine benzemektedir*. 


Bu kitâb-ı mübînin (ya’nî Kur’ân-ı kerîmin) ne kadar çok sağlam olduğu şundan da anlaşılır ki, *Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden bazıları bildirdiği* hâlde, *tevâtür,* yanî *söz birliği* hâlini almayan okuma şekilleri, ne kadar kuvvetli olsa bile, *Kur’ândan olmak için kâfî görülmemiştir.*


Meselâ, *yemîn kefâretini* bildiren *(üç gün oruç)* âyet-i kerîmesini, *Abdüllah ibni Mesûd* “radıyallahü teâlâ anh”, *(üç gün arka arkaya oruç)* olarak bildirmiş ve bunu *fıkıh âlimleri* vesîka bilerek, *kefâret orucunun* üç gün *(mütetâbi’ât)* olarak, yanî *ard arda tutulması* lâzım olmuştur. 


Fakat *Abdüllah ibni Mesûd hazretleri, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden, çok güvenilir ve çok sağlam bir zât* olmakla berâber, sözünde yalnız kaldığı için *(Mütetâbi’ât)* kelimesi *Kur’ân-ı kerîme girememiştir.*


İhtiyât olunarak *bu kelimenin manâsı* alınmış ve yine ihtiyât olunarak *Kur’ân-ı kerîme sokulmamıştır*. Bunlara *(Kırâet-i şâzze)* denir.


Faideli Bilgiler 273-274

Okumuşlarda dinsizlik

Osmanlıların felaketini hazırlayan çöküntünün, ahlâksızlığın biricik hakîkî sebebi, *okumuşlarda dinsizlik*, *okumamışlarda ise bilgisizlikdir.* 


*Dinsizliğin ahlâkı kötüleşdirmesi, bilgisizlik ile olan kötüleşmekden katkat fazladır.* 


Bunun içindir ki, *okumuş dinsizler, dahâ kötü, dahâ aşağıdır.* 


O hâlde, *cem’iyyetlerin yaşıyabilmesi* için *dinli bir ilm* ve *buna dayanan, bir terbiye metodu* lâzımdır. 


Faideli Bilgiler - Sayfa 222

Ehl-i sünnet âlimlerinin felsefe ile hiç alâkaları yokdur

~~~

Dinde reformcu diyor ki,

*(Dîni bu hâle, ya’nî nazarî felsefe hâline getiren, sonra gelen islâm âlimleridir. Bir takım ta’rîf ve tahdîdler sokdular. Kısmlara ayırdılar.)*

~~~

Cevap:

Dîne ta’rîfler, tasnîfler, sınırlar koyarak, felsefe hâline getirmek suçu ile, islâm âlimlerine çatmakdadır. 


Hâlbuki, *Ehl-i sünnet âlimlerinin felsefe ile hiç alâkaları yokdur*. Çünki onlar, *felsefecilerden çok yüksekdirler.*


Şu kadar var ki, *Emevîler zemânında, üç kıt’aya yayılan müslimânlar, çeşidli kâfirlerle* karşılaştılar. 


Hâricî, mu’tezile gibi *bozuk fırkalar da meydâna çıkıp, yeni müslimân olanları aldatmağa* başladılar. 


Ehl-i sünnet âlimleri *müslümânların dinlerini korumak* için *çeşidli dinlere ve felsefecilere ve zındıklara* cevâb vermek zorunda kaldılar. 


Onlara, *istedikleri gibi ve felsefelerine uygun cevâblar* hâzırlayarak, *kelâm ilmini* her tarafa yaydılar. Böylece, *gençlerin aldatılmasını önlediler.* 


*Bu hizmetlerini övmemiz, onlara şükr ve düâ etmemiz lâzım iken, onları bu yüzden kötülemeğe kalkışmak, bir müslimâna yakışır mı?*


Faideli Bilgiler - Sayfa 119, 120

Dört mezhebin âlimleri

Dinde reformcu diyor ki: *(İnsanların çoğu Kitâbdan ve Sünnetden hüküm çıkarmaktan âciz olsalardı, bu hükümler ile bütün insanlar mükellef edilmezdi. İnsan, inandıklarını delîlleri ile bilmeli.)*


Cevap:


*Dört mezhebin âlimleri, derin ilmlerini Kur’ân-ı kerîmden ahkâm çıkarmakta kullanmadılar.* Buna cesâret edemediler.


*Resûlullahın ve Eshâb-ı kirâmın bildirdiklerini anlamakda kullandılar.* 


*Allahü teâlâ, insanlara Kur’ân-ı kerîmden hükm çıkarınız diye emr etmiyor.* 


*Resûlümün ve Eshâbının çıkardığı hükmlere uyunuz, bunları kabûl ediniz* diyor. 


*Bid’at sâhiblerinin,* ya’nî *mezhebsizlerin*, bu inceliği anlıyamamaları, *kendilerini felâkete* sürüklemiştir. 


Bir âyet-i kerîmede meâlen,*(Resûlüme itâ’at ediniz!), (Resûlüme tâbi’ olunuz!)* buyuruldu. 


Bu âyet-i kerîme ve Resûlullahın *(Eshâbımın yoluna sarılınız!)* emri, bu sözümüzün vesîkasıdır.


*Mezheb imâmlarına uymak, Allahı ve Resûlü bırakıp, kula kul olmak olsaydı, Eshâb-ı kirâma uymak da böyle olurdu.* 


*Böyle olmadığı için, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bunu emretmiştir.* 


Faideli Bilgiler - Sayfa 117


(Mezhep imamına yani mezhebinin ilmihal kitabına uyan eshabı kirama, oradan peygamberimize, oradan Kur'an'ı kerime uymuş olur. Direkt kuranı kerim ve hadisi şeriflerden hüküm çıkartan, kendi görüşüne uymuş olur.  *Bu inceliği iyi anlamalıdır.* İlmilhal kitabına uyan, dinini ilmihal kitâbindan öğrenen müslüman ehli sünnet musluman olur. Tam İlmihal Saadet-i Ebediyye kitabı rehberimiz olmalıdır.)

Din ve fen ilimleri

Dinde reformcu diyor ki:


*(Sonra gelen âlimlerin öncekilerden dahâ ileri olması, ilâhî kanûnlar îcâbıdır. Çünkü sonrakilerin hareket noktası, öncekilerin sonunda başlar.)*


Cevap:


Sonra gelen âlimlerin, öncekilerden dahâ ileri olması sözü, *fen bilgileri için doğrudur*. 


Din bilgilerinde, Resûlullahın aleyhisselam”, *(Her asır, kendinden öncesinden dahâ şerdir. Kıyâmete kadar hep böyle olur)* hadîs-i şerîfi muteberdir. 


Bu hadîs-i şerîf, *fen adamlarının şahsiyetleri ve fen vâsıtalarını kullanmaları* bakımından da muteberdir(geçerlidir, değerlidir.).


Şübhesiz bu kâide çoğunluk için mu’teberdir. *Her asrda bundan müstesnâ olanlar bulunmuştur.* 


Dinde reformcu, *fen bilgisi ile din bilgisini birbiri ile karıştırmakta*, fen ile fen adamını da aynı şey sanmaktadır. 


*Fen elbet ilerliyor. Fakat bu ilerleyiş, fen adamlarının ileri olması demek değildir.* 


*Sonra gelen fen adamları arasında öncekilerden dahâ geri, dahâ bozuk ve dahâ alçak olanları az değildir.*


Faideli Bilgiler- Sayfa 116,117

Müctehidin başka müctehidi taklid etmesi caiz değildir

 Esselamü aleyküm.


*Mısırlı mason Reşîd Rızâ, dinde reformcunun* ağzından şöyle söylüyor: *(Müctehid imâmların fazîletlerini ve ilmlerini inkâr etmem. Onların fazîletleri ve ilmleri her medh ve senânın üstündedir. Fekat, müctehidlerden önce, her müslimân delîlleri arıyordu. Sonra gelenler, delîli bırakıp, müctehid imâmları Peygamber kadar yükseltdiler.Hatta daha üstün tuttular)* diyor.


Cevap: Dinde reformcu, *bozuk mantığı ile, kendisini tezâdlara* düşürmekdedir. 


Bir ilm üzerinde mantık yürütebilmek için, *o ilmden anlamak şartdır.* O ilimden anlamıyorsa çevireceği fırıldaklarla ancak kendisini rezil eder. 



*Evet, müctehidlerden önce gelen müslimânlar,* ya’nî *Eshâb-ı kirâm*, delîlleri soruyordu. (Bu delillerden *kendileri hüküm çıkarıyordu.* Çünkü hepsi *müctehid* idiler.)


*Birbirlerini taklîd etmiyorlardı.* 


Çünki, *onların hepsi müctehid* idiler. 


Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” *medh ve senâ* eylediği, *birinci asrın* insanları idiler. 


Eshâb-ı kirâmın *hepsi*, Tâbi’înin *bir kısmı* müctehid idi. 


*Müctehidin* (ayeti kerime ve hadisi şeriften) *kendi anladığı ile amel etmesi lâzımdır.* 


*Başka müctehidi taklîd etmesi, câiz değildir.*


Dinde reformcu Reşid Rıza, *(Sonra gelenler müctehidleri Peygamber kadar yükseltdiler. Hattâ dahâ üstün tutdular)* sözünü söylüyor. Bir müslimân böyle bir söz söyleyemez. Çünki bu söz, *dört mezhebde bulunan milyarlarca müslimâna kâfir damgasını* basmaktır. 


Müslimâna *haksız olarak kâfir diyenin ve yazanın kendisi kâfir* olur. 


Faideli Bilgiler- Sayfa 114, 115, 116

Allahü teâlâ İslâmiyyeti koruyacağına söz vermişdir

Dinde reformcu Mısırlı Reşid Rıza, kendi kendini övmekde, *(zındıkların kerâmeti kendinden menkûldur)* sözüne uygun olarak, kendi yazdığı *(el-Menâr)* mecmû’asını, *göklere çıkarmakdadır*. 


Hâlbuki, bu mecmû’asında, *masonları, dinde reformcuları, islâm âlimi olarak göstermekde,* bunlar *dîni yenileyecek* diyerek, *islâmiyyeti ilk şerefli mevkı’îne çıkarma vazîfesini onlara havâle* etmekdedir. 


*Sanki islâmiyyet bozulmuş, islâm kitâbları değişdirilmiş, doğru din kitâbı kalmamış da, onlar düzeltecek*. 


Onun *sinsi yazıları altında yatan yılanın kusduğu zehr* ise *Ehl-i sünneti yıkmak, Ehl-i sünnet kitâblarını yok etmek, Eshâb-ı kirâmın yolunu gösteren bu kitâblar* yerine, *masonların, islâmı içerden yıkmağa çalışan, kendisi gibi, dinde reformcuların kitâblarını koymak,* kısaca, *Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı kirâmın yolunu, islâm dînini yok etmekdir.* 


*Dinde reformcuların, islâmı ıslâh edeceğiz diyenlerin maksadları, gâyeleri, işte budur.* 


Eshâb-ı kirâmın yolunu gösteren, Ehl-i sünnet âlimlerine saldırmaları, onların *bu alçak gâyelerini apaçık göstermekdedir.*


Kendilerini müslimân şekline sokarak, islâm dînini içerden yıkmağa uğraşan böyle sinsi kâfirlere *(Zındık)* da denir. 


*Zındıklar câhilleri aldatabilir. Müslimânların çoğunu bozabilirler. Fekat, müslimânlığı bozamazlar.* 


*Allahü teâlâ, islâmiyyeti koruyacağına söz vermişdir.*


Faideli Bilgiler - Sayfa 114

İslâmiyet kıyâmete kadar bozulmayacak

Dinde reformcu diyor ki:

*(İlm, tefekkür ve istidlâl sâhibi gerçek âlimlerin birer birer ortadan çekilmesiyle sonradan gelenler, sâdece onların söylediklerini harfi harfine nakl ediyorlardı. Zemânın geçmesiyle bunların fâidesi de kalmadı)*


Cevap: Dinde reformcu, sonra gelen din adamlarını kötülemekle *(Her yüz senede bir müceddid gelir. Bu dîni kuvvetlendirir)* hadîs-i şerîfini de inkâr etmiş oluyor. 


Evet, müslümânların bir kısmı bozuldu. *Yetmişiki bozuk fırka meydâna geldi.* 


Fekat, *müslümânların bir kısmının bozulması demek, islâmiyyetin bozulması demek değildir*. 


*Her asrda, her zemân, hiç bozulmıyan, Eshâb-ı kirâmın  yolundan ayrılmıyan, hakîkî, sâlih müslimânlar da vardı.* 


Hadîs-i şerîf, bunların her asırda mevcûd olacağını haber veriyor. Bunlara *(Ehl-i sünnet vel cemâ’at)* denir. 


*Ehl-i sünnet âlimleri dünyânın her yerinde, her asırda, insanları irşâd etdiler.* 


*Hiçbir süâli cevâbsız bırakmadılar*. 


Müslimânları, *bid’at sâhiblerinin ve dinde reformcuların yalanlarına aldanmakdan korudular.* 


*İslâmiyetin kıyâmete kadar bozulmayacağını, Allahü teâlâ haber vermiştir.* 


*Ehl-i sünnet âlimi demek, dört mezhebden birinin âlimi* demekdir.


Faideli Bilgiler - Sayfa 112, 114

İslâm âlimlerinin nefsleri mutmainne olmuşdur

Dinde reformcu; 

*(Âlimlerde birbirine karşı mücâdele, red ve cebhe alışın çoğu, nefsin arzûlarına kapılmaktan doğmuştur.)* Diyor.

~~~

*Cevap*: *İslâm âlimlerinin nefslerine uyduklarını söylemek* de, *dinde reformcuların bir yalanıdır.* 


*Fıkh âlimleri ve mezheb imâmları, Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin dışında hiçbir şey söylememişlerdir.* 


*Bütün sözleri, Kitâbdan ve Sünnetden olduğu için bunların yolunda gidenlerin nefsleri emmârelikden kurtulmuş, mutmainne olmuşdur.* 


Onlara uyanlar böyle olunca, onların nefsleri mutmainne olmaz mı? 


*Dört mezhebin imâmlarının ve bütün müctehidlerin nefsleri mutmainne idi.* 


Herbiri *zâhir (kelam, fıkıh,tefsir gibi)* ilmlerinde yükselmiş, *bâtın(tasavvuf)* ilmlerinde kemâle gelmiş birer *Velî* idiler. 


Dinde reformcu Reşîd Rızâ'nın, *Ehl-i sünnet âlimleri için, nefslerine uydular demesi, bütün müslimânları ve islâmiyyeti kötülemek demekdir.* Bu sözün çirkinliğini iyi anlamalıdır.


Faideli Bilgiler - Sayfa 112, 113


(Açıklama: Zaten dört mezhep imamı tasavvuf ilminde büyük zatların talebeleri de olmuşlardır. *İmamı azam ve İmamı Malik hazretleri, İmamı Caferi Sadık* hazretlerinden; *imamı hanbel hazretleri Bişri Hafi, Marufi Kerhi, Zunnuni Mısri* hazretlerinden; *imamı Şafii hazretleri Şeybânî Rai* hazretlerinden feyz almışlardır.)

Ehl-i sünnet âlimlerinin şiilere ve mezhepsizlere yapmış olduğu reddiyeler

~~

*Mezhepsiz Reşîd Rızâ,* kitabındaki sözde vâiz efendi ağzından, dinde reformcu olarak diyor ki:

*(Hem sapık, hem de sapdıran müfsid şî’îlerin fesâdlarına karşı, kelâm ve fıkh âlimlerinin susmalarına şaşıyor, bir ma’nâ veremiyorum. Kelâmcılar dâimâ mu’tezileye cebhe almış, onların i’tikâdını red etmiş ve şiddet ile mukâvemet etmişlerdi. Bunun için, mu’tezile mezhebi ve sâlikleri, târîhden silinip gitmişdir.)*

~~~

*Cevap:* Reşîd Rızânın, vâiz efendinin ağzından diyerek yazdığı, *kelâm ve fıkh âlimlerine yapdığı iftirâlara kimsenin inanmıyacağı meydândadır*. 


Ehl-i sünnet âlimlerinin yazmış olduğu *reddiyeler kütüphâneleri doldurmaktadır.* Fârisî yazılmış olanlar, arabî olanlardan az değildir. 


Reşîd Rızâ, *fârisî bilseydi* ve Abdül’Azîz-i Dehlevî  hazretlerinin *(Tuhfe-i isnâ aşeriyye)* kitâbını okumuş olsaydı, bu büyük âlimin, *mezhebsizleri(şiileri de) nasıl rezîl ve perîşan etdiğini görüp parmaklarını ısırmakdan kendini men’ edemezdi.*


İmâm-ı Rabbânînin *(Redd-i Revâfıd)* kitâbını okuyan ve Abdullah Süveydinin Süveydînin Nâdir Şâhın adamları ile münâzara ve galebesini bildiren *(Hucec-i Kat’ıyye)* kitâbını gören bir ilm adamı, *Ehl-i sünnet âlimlerinin onları(şiileri) nasıl mağlûb ettiklerini pek iyi anlar.* 

( *Reddi Revafıd* ve *Hucec-i Katiyye* kitapları *Hak Sözün Vesikaları* kitabının içinde basılmıştır.)


*Hakîkat Kitâbevinin* neşr etdiği *(Mektûbât Tercemesi)* kitâbında, 82. mektûbun sonunda, *mezhebsizlerin dalâletde olduklarını yazan âlimlerden 32'sinin ve kitâblarının ismleri bildirilmiştir.*


 Faideli Bilgiler - Sayfa 111,112

Ehl-i sünnet vel-cemâ’at ve Batınilik

Dinde reformcu,

*(Son zemânlarda kendilerine Ehl-i sünnet vel-cemâ’at adını verenlerin çoğu, gerek Bâtınîlerin ve gerekse diğerlerinin uydurduğu bid’atlerden yakayı kurtaramamışlardır. Sâdece isimleri değişikdir. Eğer Bâtınîlerin sözleriyle dördüncü ve dahâ sonraki asr mutasavvıflarının sözlerini karşılaşdırırsan, aralarında pek az fark bulursun)* diyor.


Cevap: *Dinde reformcu,* burada da, *din câhili* olduğunu ortaya koymaktadır. 


*(Ehl-i sünnet vel-cemâ’at)* ismi, onun dediği gibi, sonradan uydurulmuş değildir. Bu ismi *Resûlullah* “sallallahü aleyhi ve sellem” *söylemiş, müslimânları, bu ism altında birleşmeğe çağırmışdır*.


*(Sünnetime sarılınız)*,  *(Cemâatten ayrılmayınız)* hadîs-i şerîfleri bu çağrının vesîkalarıdır. 


[ *Sünnet,* islamiyettir. *Cemaat* ise, Muhammed aleyhisselâma inen dini bilen, gören, uygulayan, yaşayan cemaattir yani *eshabı kiramdır.* *Ehli sünnet vel cemaat itikadında olanlar* da, *eshabi kirama uyanlar,* yani *tabiin, tebei tabiin ve onları yolunda olan* müslümanlardır.]


Dinde reformcu, bu küstahça yalanı ile, *Ehl-i sünnet âlimlerine ve Evliyâya çatmakta*, onları *lekelemeğe* kalkışmaktadır. 


*Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâpları, bin sene evvel nasıl idi ise, bugün de öyledir*. 


Her *fende*, her *ilimde*, her sınıf insanda *câhil ve sapık* bulunabilir. *Böyle birkaç kişiyi ele alarak, Ehl-i sünnet kelimesine saldırmak, çok haksızlıkdır.*


Tesavvuf büyüklerini *Bâtınîlere* benzetmek ise, dinde reformcuların çok kullandıkları *aldatıcı taktiklerinden biridir*. 


*Bâtın(tasavvuf)* âlimlerini, *Bâtıniyye zındıkları* ile karışdırmak, *nûru zulmet* olarak, *hakkı bâtıl* olarak, *doğruyu iğri* olarak göstermek gibidir. 


Reşîd Rızânın bu kitâbı, ilmî bir eser olmaktan çok uzakdır. Okuyucuları aldatmak için hâzırlanmış bir hokkabazın, bir göz boyayıcının yazıları gibidir.


Faideli Bilgiler- Sayfa 111


[ *BATINİLİK*: İmâm-ı Muhammed Gazâlî hazretleri yetmişiki fırkadan ilk zuhur eden Şii fırkasının Dâî'leri ile mücadele etti. *Dâî'ler, Kur'ân-ı kerimin bir içyüzü, bâtını, bir de dış yüzü zâhiri olduğunu iddia ettiler.* Bunlara *Bâtınî fırkası* ismi verilmiştir. *İmâm-ı Gazâlî hazretleri bunların felsefelerini kolayca yıktı.* Bâtınîler bu mağlubiyetten sonra, İslâmiyetten daha çok ayrıldılar. *Manaları açık olmayan âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere yanlış manalar vererek Mülhid, dinsiz oldular.* Siyasi maksatları sebebi ile işi azıtarak, hak yoldaki Ehl-i sünnet Müslümanların başına bela oldular.]

Anlaşılmıyan şeyi inkâr etmek câhillik ve ahmaklık olur

Dinde reformcu,

*(Ne garîbdir ki, sizin şeyhlerinizin çoğu, dünyânın en meşhûr ve fâideli coğrafyasından yüz çeviriyor, görülemeyen âhıret için harîtalar çiziyorlar)* diyor.


Cevap: *İslâm âlimlerinin, aklın, fennin sınırları dışındaki ince bilgilerini, harîta çiziyorlar diyerek alay mevzûsu* yapmak, *zındıklıkdan ve islâm düşmanlığından başka ne olabilir?* 


İnsanın gözü, sıhhatte olduğu zamân, aydınlıkta görür. Karanlıkda göremez. İnsanın göğsünde *(Kalb)* denilen uzv içinde, *(Hakîkî kalb)* ve *(gönül)* denilen bir kuvvet vardır. 


Bu kuvvet sıhhatde iken ve *(kalb nûru)* varken birşeyler görür. 


Bunun görmesine *(Basîret)* ve gördüklerine *(Mükâşefe)* ve *(Şühûd)* denir. 


Hakîkî kalbinin sıhhatli, kuvvetli olması; zikr etmekle olur. 


Nemâz kılmak, Kur’ân-ı kerîm okumak da zikrdir. 


Kalblerin nûru, Resûlullahın mubârek kalbinden çıkar. Bu kalb nûruna *(Feyz)* denir. 


*Feyze kavuşmıyan kimse, mükâşefe sâhibi olamaz*. 


*Feyzler, Resûlullahın mubârek kalbinden yayılınca, muhabbet yolu ile Evliyânın kalblerine gelir.* 


*Hayâtdaki veyâ kabrdeki bir Velîyi seven müslimân, feyze kavuşur, mükâşefe sâhibi olur.* 


İnsanlara mahsûs olan *(Îmân)* inanmak ve *(muhabbet)* sevmek sıfatlarının mahalli de, gönül dediğimiz kuvvetdir.


*Abdülvehhâb-ı Şa’rânî ve bunun gibi, Allahü teâlânın çok sevdiği büyükler biz Cenneti, Cehennemi, Mevkıfı, Sırâtı, bu gözümüzle gördük demiyor. Hattâ, bu dünyâda görülemez diyorlar*. 


Bilinemez, anlaşılamaz, anlatılamaz bir hâlde kalblerimize keşf olundu. Rü’yâ gibi gösterildi diyorlar. Bu sırrı, sevdiklerine, mahremlerine haber veriyorlar. *(Men-lem yezuk lem-yedri)*, buyuruyorlar. Ya’nî *tatmıyan anlamaz* diyorlar. 


Anlaşılmıyan şeyi inkâr etmek câhillik ve ahmaklık olur. Anlamadığına, imkânsızdır, olamaz demek ise, bir taassubun, bir inâdın, yobazlığın ifâdesidir. *Bunun için, dinde reformcuya, fen yobazı diyoruz.* 


Faideli Bilgiler -Sayfa 108,109,110

Fen yobazı

Dinde reformcu 

*(Âhıreti görmedik ki, Şa’rânînin Mevkıf denilen yerin coğrafî durumuna âid sözlerini, Sırât, Mîzân, Cehennem ve Cennet için yapdığı harîtayı, oraya tatbik edelim. Biz bu gibi şeyler için, Kitâb, Sünnet, Akl ve Hikmet delîllerinden hiçbir delîle rastlamadık.)* diyor.

~~~

*Cevap:* Bu sözleri ile *Evliyâ-i kirâma ve bunların kerâmetlerine saldırmakda,* *müslimânların* bunlara olan *îmânlarını, i’timâdlarını yıkmaya çalışmakdadır.* Hâlbuki, bu davranışında da çok haksızdır. 


*Abdülvehhâb-ı Şa’rânî ve bunun gibi, Allahü teâlânın çok sevdiği büyükler biz Cenneti, Cehennemi, Mevkıfı, Sırâtı, bu gözümüzle gördük demiyor. Hattâ, bu dünyâda görülemez diyorlar*. 


Bilinemez, anlaşılamaz, anlatılamaz bir hâlde kalblerimize keşf olundu. Rü’yâ gibi gösterildi diyorlar. Bu sırrı, sevdiklerine, mahremlerine haber veriyorlar. *(Men-lem yezuk lem-yedri)*, buyuruyorlar. Ya’nî *tatmıyan anlamaz* diyorlar. 

💧💧💧

*KALPLERE KEŞF OLUNMASI* ne demek onu aşağıdan muhakak okuyalım.

💧💧💧

Bir âyet-i kerîmede meâlen, *(Çok zikr ediniz. Zikr etmekle kalb itminâna kavuşur)* buyuruldu. Hadîs-i şerîfde,*(Allah sevgisinin alâmeti, Onu çok zikr etmekdir)* buyuruldu. Hadîs âlimleri *(Resûlullah, her an zikr ederdi)* buyurdu. İşte bunun için bu ümmetin büyükleri çok zikr ederdi.


Böylece, islâmiyyetin bu emrini de yerine getirmeğe çalışırlardı. Çok zikr edince, mubârek kalbleri itmînâna kavuşurdu.*(Her derdin şifâsı vardır. Kalbin şifâsı, zikr-ullahdır)* ve *(Takvânın kaynağı, âriflerin kalbleridir)* hadîs-i şerîflerinin haber verdiği gibi, kalb hastalığından, günâhlardan kurtuldular. 


Allahü teâlânın sevgisine kavuşdular. İşte takvâ sâhibi olan, kalbleri temiz olan, Allahü teâlânın çok sevdiği bu büyük âlimler diyorlar ki, *(Çok zikr ederken, dünyâyı, herşeyi unutuyoruz. Kalbimiz ayna gibi oluyor. İnsan uykuda, herşeyi unutunca, rü’yâ gördüğü gibi kalblerimizde birşeyler görünüyor)*. 


Bu gösterilenlere *(Keşf),* *(Mükâşefe)*, *(Şühûd)* ismlerini veriyorlar. Böyle olduğunu, her asrda binlerle Velî haber veriyor. 


Çok zikr etmek ibâdetdir. Çok zikr edenleri Allahü teâlâ sever. Bunların kalbleri, takvâ kaynağı olur. Bunları Kitâb ve Sünnet haber veriyor. 


Bunlar *(Ümûr-i teşrî’iyye)*dir. *Bunlara inanmıyan, Kitâba ve sünnete inanmamış olur*. 


Kalbde keşf ve şühûd hâsıl olduğunu da, Allahü teâlânın sevdiği doğru müslimânlar haber veriyor. 


Hadîs-i şerîfde,*(Çok zikr edenin kalbinde nifâk kalmaz)* buyuruldu. Bunları haber verenler, *münâfık olmıyan, özü, sözü doğru kimselerdir.* 


*Keşf ve kerâmet, böyle kimselerin tevâtür hâlindeki haberleri ile bildirilmişdir.*


*Abdülvehhâb-ı Şa’rânî hazretleri*, derin âlim, büyük velîdir. Şâfi’î mezhebinin temel direklerinden biridir. Ehl-i sünnetin gözbebeğidir.  Yüzlerle eseri *Keşfüzzünûn'da* yazılıdır. Kitâblarından herbiri, Onun, kemâlini gösteren birer âbidedir. Hanefî mezhebinde olan âlimler de, Onun derin ilminin, keşflerinin, şühûdlarının hayrânıdırlar. Onun yeryüzünün yıldızlarından biri olduğunu bildirmişlerdir. 


Ehl-i sünnetin böyle gözbebeklerine saldıranların, *zındık* oldukları meydândadır. 


Anlaşılmıyan şeyi inkâr etmek câhillik ve ahmaklık olur. Anlamadığına, imkânsızdır, olamaz demek ise, bir taassubun, bir inâdın, yobazlığın ifâdesidir. *Bunun için, dinde reformcuya, fen yobazı diyoruz.* 


Faideli Bilgiler -Sayfa 108,109

Kâdî Beydâvî müfessirlerin baş tâcıdır

Dinde reformcu, *Kelbî tefsîri gibi tefsîrlerde uydurma hadîsler vardır sözünde haklı* ise de, *(Beydâvînin tefsîri de böyledir)* sözü, kesin olarak yanlışdır. 


Büyük âlim Abdülhakîm Efendi buyurdu ki, ( *Kâdî Beydâvî hazretleri ismine ve düâsına yakışacak kadar yüksekdir*. *Müfessirlerin baş tâcıdır. Tefsîr ilminde en büyük makâma yükselmişdir.* Her meslekde seneddir. Her fende mâhir, her üsûlde burhân, önceki ve sonraki âlimlere göre sağlam, kuvvetli ve yüksek tanınmışdır. *Böyle derin bir âlimin tefsîrinde uydurma hadîs var demek, büyük ve alçakca bir iftirâdır. Dinde derin bir uçurum açmakdır.* Böyle sözleri söyliyenin dili, inananın kalbi, dinliyenin kulakları tutuşsa yeridir. Acabâ, bu büyük ilm sâhibi, uydurma hadîsleri sahîhlerinden ayıramazmı idi? Evet diyenlere ne demelidir? *Yoksa uydurma hadîs yazacak kadar ve böyle yapanlar için Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdiği ağır cezâlara aldırış etmiyecek kadar, dîninin kuvveti ve Allahdan korkusu yokmu idi?* Yokdu demek, ne kadar şenâ’at, çirkinlik olur. Böyle söyliyen kimsenin dar havsalası, kalın kafası, bu hadîs-i şerîflerdeki ma’nâları çok gördüğü için, mevdû’ demekden başka çâre bulamaz.


Faideli Bilgiler -Sayfa 107,108

Delili müctehid bulur

Dinde reformcu,*(Üzerinde icmâ’ bulunmayan bir meselede, herkes kendisine kanâat veren delîle uymalıdır. Zâten bir müctehide tâbi olmak, onun delîline tâbi olmak demekdir)* diyor.


Cevap: Evet, *müctehidi taklîd etmek, onun delîline tâbi olmak*, ya’nî *Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere tâbi olmak* demektir. 


Fakat, *meselenin delîlini bulan odur*. 


Zâten *mezhebler, bu delîli bulmakta ayrılmışlardır*. 


*Bir meselenin delîlini bulmak için, ictihâd derecesinde âlim olmak, müctehid olmak lâzımdır.* 


*Böyle bir âlim*, elbet *başkasını taklîd etmez*. 


*Kendi ictihâdına göre amel eder.* 


Faideli Bilgiler -Sayfa 107

Hazret-i Mehdî gelecektir

Dinde reformcu, hazret-i Mehdî için *(Mehdî fikri)* diyor. Bunun ilerde geleceğine inanmadığını söyliyor. 


Cevap: Dinde reformcu, zındık buna inanmayabilir. Fakat *müslümânların inanmaları lâzımdır.* 


*Bütün islâm âlimleri, bunu sözbirliği ile bildiriyor.* 


*İmâm-ı Süyûtî ve Ahmed ibni Hacer-i Mekkî* gibi *büyük âlimler* “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” *hazret-i Mehdî için kitâp yazdılar.*


*Hazreti Mehdî* hakkında *iki yüzden fazla hadîs-i şerîf ve alâmet* bildirdiler. 


Faideli Bilgiler - Sayfa 107

MÜLHİD ve ZINDIK

*Müslimân görünüp* de, *Ehl-i sünnetten ayrılanlardan kâfir olanlar*, iki kısmdır: 

*MÜLHİD:*

1-Birincisi *âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere* ma’nâ verirken, *kendi akıllarına, görüşlerine o kadar bağlı* kalmışlar ki, *yanılmaları, kendilerini küfre sürüklemiştir.* Kendilerini *doğru yolda sanmakta,* hâlis müslümân olduklarına *inanmakdadırlar. *Îmânlarının gitdiğini anlıyamamışlardır.* Bunlara *(Mülhid)* denir. 

*ZINDIK:*

2-İkincileri, *islâmiyete* zâten inanmazlar. *İslâm düşmanıdırlar*. Müslimânları aldatıp, *dîni içerden yıkmak için müslimân görünürler.* Yalanlarını, iftirâlarını *dîne karışdırmak için âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere ve fen bilgilerine, yalan yanlış, bozuk ma’nâlar* verirler. Bu sinsi kâfirlere *(Zındık)* denir. 

Mısırdaki *mason din adamları(Abduh, Efgani, Reşid Rızaya tabi olan ve çoğu ezher mensubu kişi)* ve yeni türeyen *(sosyalist müslimânlar)* böyledir.  Bu zındıklara *(Fen yobazı)* ve *(Dinde reformcu)* da denir. 

Faideli Bilgiler - Sayfa 96

[Din düşmanları; zındıkları, yani dinde reformcuları kullanarak mülhidlerin sayısını artırıyorlar ve İslamiyeti içerden yıkmaya çalışıyorlar. Çünkü mülhid, halis müslümân olduğunu zannediyor. *Tövbe de edemiyor*. Sapıtmış din anlayışı sebebiyle, İslamiyeti içerden yıktığının farkında değil. Nitekim; Afgani, Abduh, Reşid Rıza gibi masonlar yüzünden birçok Müslüman farkında olmadan ehli sünnetten ayrıldı.]

Eshâb-ı kirâmın yolu Muhammed aleyhisselâmın yoludur

*Dinde reformcuların*, din adamı görünüp, müslimânları aldatmak, böylece *dört mezhebi içerden yıkmak gayretinde* oldukları anlaşılıyor. 


*Dört mezhebi yıkmak, Ehl-i sünneti yıkmakdır*. 


*Çünki, Ehl-i sünnet, amelde dört mezhebe ayrılmışdır. Bu dört mezhebden başka Ehl-i sünnet yokdur.* 


*Ehl-i sünneti yıkmak da, islâmiyyeti yıkmak, Muhammed aleyhisselâmın, Allahü teâlâdan getirdiği hak dîni, islâm dînini yıkmakdır.* 


*Çünki, (Ehl-i sünnet) demek, Eshâb-ı kirâmın yolunda giden hakîkî müslimânlar demekdir.* 


*Eshâb-ı kirâmın yolu, Muhammed aleyhisselâmın yoludur.* 


Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”,*(Eshâbım gökdeki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, doğru yolu bulursunuz)* hadîs-i şerîfinde, *Eshâb-ı kirâma uymamızı* emr buyuruyor.

 

Uymak, tâbi’ olmak, iki dürlü olur: 

Biri, *i’tikâdda, ya’nî îmânda ya’nî inanmakda* uymaktır. 


İkincisi, *yapılacak işlerde* uymakdır. 


Eshâb-ı kirâma uymak, *inanılacak şeylerde uymak demekdir. Onlar gibi îmân etmek* demekdir. 


*Eshâb-ı kirâm gibi îmân eden müslimânlara (Ehl-i sünnet) denir.*


*Amelde, ya’nî yapılacak ve sakınılacak işlerin herbirinde Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” hepsine uymak lâzım değildir. Buna imkân da yokdur.*


Her işi Eshâb-ı kirâmın nasıl yapdıkları bilinemiyor. Çok işler de, Eshâb-ı kirâm zamânında yokdu. Sonradan meydâna çıkdılar. 


Ehl-i sünnetin reîsi, *imâm-ı a’zam Ebû Hanîfedir* “rahmetullahi aleyh”. 


*Dört mezheb de, İmâm-ı a’zamın Eshâb-ı kirâmdan öğrenip söylediği gibi inanmakdadır*. 


İmâm-ı a’zam, *Eshâb-ı kirâmdan birkaçını gördü.* Çok şeyleri *bunlardan* işitip öğrendi. Çok şeyleri de, *hocaları* vâsıtası ile öğrendi. 


*İmâm-ı Şâfi’înin ve imâm-ı Mâlikin*, inanılacak ba’zı şeyleri değişik söylemeleri, *İmâm-ı a’zamdan ayrılmak* değildir. 


*İmâm-ı a’zamdan işitdiklerini öyle anlamışlar. Anladıkları gibi bildirmişlerdir*. 


*Sözlerinin aslı birdir. Anlatmaları farklıdır. Dördüne de inanırız. Dördünü de severiz*. 


Faideli Bilgiler - Sayfa 95,96