O Minah kitabı ki Gavs-ı Hizânî ismi ile bilinen ve Seyyîd Tâhâ-i Hakkârî (kaddesallahu teala sirreh) hazretlerinin halifelerinden Seyyîd Sıbgatullah-i Arvâsî (Kaddesallahu teala sirreh) hazretlerinin sohbet ve veciz kelamlarının, halifelerinden Molla Hâlid-i Ölekî (Rahmetullahi teala aleyh) tarafından toplandığı kıymetli bir kitabdır.
Minah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Minah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MİNAHLARIN YAZILMAYA BAŞLANMASI
Bu fakir (Hâlid-i Şirvânî), Gavs’ın (kuddise sırruhu) mukaddes sözlerini kaleme almakta geç kaldığımdan ötürü gerçekten büyük üzüntü duyuyordum. Bu üzüntümün üçüncü gününde Gavs hazretleri, sohbet meclislerinde şu beyiti okudular:
“Bu mesnevi (yazılmakta) bir müddet gecikti.
Ancak kanın süte dönüşmesi için bir müddet beklemek gerekliydi.”
Gavs-ı Hizaniden Hikmetler-20
Minah-115: Salike
urucun nihayetinde hasıl olan şuurdan dönme, şuurun yok olması manasına
değildir. Allah (Celle celaluhu)’a olan şuuru kalmakla beraber halk ile
olan şuura dönmesi demektir Nasil ki seyr-i sülukun başında o halk olan
şuur onda var idi. Yalnız şu varki gayri mütemekkin olan dönen bazen
Allah (c.c.)’a olan şuur ondan zail olur. Başkalarından medet diler.
Mütemekkin olan dönen devamlı her iki şuuru kuşatıp başkalarına himmet eder. Kimseden himmet istemez. Sofilerin ıstılahında ikinciye harabat şeyhi denilir. Manevi meyhane şeyhidir.
Birinci ise küp sahibidir. Ötekinden manevi aşk meyi alır. Küpünü doldurur. Millete dağıtır. Mütemekkin olana arşi denilir. Zira devamli alem-i emre vukufu vardır. Gayr-i mütemekkin ise böyle değildir.
Minah-116: Buyurdular: “Muhabbet menfaatın mıknatısıdır.” Mecliste bulunan bir fakir sordu:
-”Müridin muhabbeti ne fayda verir? Ancak şeyhin muhabbeti fayda vermez mi?” Buyurdu:
-”Kerem sahibi olan kişi, ondan dileneni sever. Efendide hizmetçisini sever.”
Minah-117: Mahbub olan şeyhin kemalat ve maneviyatının, muhib olan müride çekilmesinde, muhabbetin tesir ve şiddetini beyan hususunda Gavs (kuddise sirruhu): “Muhabbet bazen öyle halete ulaşırki, mahbubun suretini çekerek, muhibbe giydirir. Hatta, bazen mahbubun kabrini, mezar taşıyla beraber muhibbin kabrine yaklaştırır.” buyurup,sureten çekme ve gözüyle gördüğü kabir yaklaşmasını konu alan iki kıssa anlattılar.
Minah-118: “Bir şeyi sevmenin alameti, sevdiginin aleyhinde olana karşı koyup, ondan acizlik duymaktır.”
Minah-119: Kendisine inanılır bir kişi yemin ederek dediki: “Ben Gavs’ın (kuddise sirruhu)şöyle buyurduklarını duydum: (Korku kalb hastalıklarını tedavi eder.Muhabbet ise kalb hastalıklarının yanında küfrü de izale eder) deyip şu kıssayı naklettiler:Bu taifeden birine aşık olan bir yahudi kadını duyduğu muhabbet sayesinde hiç kimse ile karşılıklı konuşmadan müslüman oldu. Bu taifenin ahval ve niteliklerini kazandı.”
Minah-120: “Korkana verilir, seven ise kendisi çeker” sözünü Gavs (kuddise sirruhu.) sıksık söylerdi.
Mütemekkin olan dönen devamlı her iki şuuru kuşatıp başkalarına himmet eder. Kimseden himmet istemez. Sofilerin ıstılahında ikinciye harabat şeyhi denilir. Manevi meyhane şeyhidir.
Birinci ise küp sahibidir. Ötekinden manevi aşk meyi alır. Küpünü doldurur. Millete dağıtır. Mütemekkin olana arşi denilir. Zira devamli alem-i emre vukufu vardır. Gayr-i mütemekkin ise böyle değildir.
Minah-116: Buyurdular: “Muhabbet menfaatın mıknatısıdır.” Mecliste bulunan bir fakir sordu:
-”Müridin muhabbeti ne fayda verir? Ancak şeyhin muhabbeti fayda vermez mi?” Buyurdu:
-”Kerem sahibi olan kişi, ondan dileneni sever. Efendide hizmetçisini sever.”
Minah-117: Mahbub olan şeyhin kemalat ve maneviyatının, muhib olan müride çekilmesinde, muhabbetin tesir ve şiddetini beyan hususunda Gavs (kuddise sirruhu): “Muhabbet bazen öyle halete ulaşırki, mahbubun suretini çekerek, muhibbe giydirir. Hatta, bazen mahbubun kabrini, mezar taşıyla beraber muhibbin kabrine yaklaştırır.” buyurup,sureten çekme ve gözüyle gördüğü kabir yaklaşmasını konu alan iki kıssa anlattılar.
Minah-118: “Bir şeyi sevmenin alameti, sevdiginin aleyhinde olana karşı koyup, ondan acizlik duymaktır.”
Minah-119: Kendisine inanılır bir kişi yemin ederek dediki: “Ben Gavs’ın (kuddise sirruhu)şöyle buyurduklarını duydum: (Korku kalb hastalıklarını tedavi eder.Muhabbet ise kalb hastalıklarının yanında küfrü de izale eder) deyip şu kıssayı naklettiler:Bu taifeden birine aşık olan bir yahudi kadını duyduğu muhabbet sayesinde hiç kimse ile karşılıklı konuşmadan müslüman oldu. Bu taifenin ahval ve niteliklerini kazandı.”
Minah-120: “Korkana verilir, seven ise kendisi çeker” sözünü Gavs (kuddise sirruhu.) sıksık söylerdi.
Gavs-ı Hizaniden Hikmetler-18
Minah-103 : Yüce meclisde
mürşidlerin müridlerine karşı emir ve tavsiyelerinin konu edildiği bir
sohbette Gavs (kuddise sirruhu) buyurdular: “Mürid şeyhinin kendisine
lisanen tebliğini beklemeden onun işaretlerinden pay çıkarıp amel
etmelidir.Çünki mürşidinin işaretlerinden anlamayan müride, şeyhin sözlü
olarak hitabı, Allah korusun mürşidin yüz çevirmesinin alametidir.
Mürşidin müride son ikazı gibidir. Bir meşayıh ihlas sahibi müridlerine
hiçbir zaman sözle emretmez.Bizim silsilemizde adab budur.”
Gavs (kuddise sirruhu); önceden muhlis, sonrada şiddetli münkir olan birisi hariç sözle emretmezdi.O münkir hakkında da Gavs (k.s.): “Eğer o kişi, benim emirlerime uysaydı, kalbi bu kadar vesvese ve havatıra mübtela olmazdı.” buyurdu.
Gavs (kuddise sirruhu) Şeyhi Seyyid Taha (kuddise sirruhu)’nın kendisine şöyle dediğini anlattı: “Mahlukata önce işaretle emret. Bu fayda vermezse o zaman açıkça sözle emret. Bu yol da fayda vermezse ondan yüz çevir. Sen birisinden yüz çevirdiğin vakit bütün silsile ve Hz. peygamber (aleyhisselam) ondan yüz çevirir.”
Minah-104 : Gavs (kuddise sirruhu) aşağıda minahı anlatmakla, zannediyorum Allah (celle celaluhu)’a giden yolu bulmak isteyenin dikkat etmesi gereken unsurları dile getirdiler.Allah (celle celaluhu)’a giden yolda mürid, şeyhinin maddi ve manevi kemal sıfatlarına sahip olduğuna manevi doktorlukta, tarikat bilgisinde ve hidayet yolunda, rehberlikte mahir olduğuna inanması gerektiğini belirttiler. Bu minah başlamadan az evvel, Gavs (kuddise sirruhu) bir müridine hitab ederken tebbesüm etti. O fakir de tebessüm etti. Mürid; özür beyan mahiyetinde “Estağfirullah” deyip“Güldüren de ağlatanda (Allah (celle celaluhu)’dır.”[1] ayetini kalben okudu.
Bunun üzerine Gavs (kuddise sirruhu) mürid ile mürşid arasındaki bu ve benzeri hareketlerin aşağıda anlatılan ölçüde olmasıyla edep dışı olmaktan kurtulacağını beyan etti. Sonra sohbete başladı:
“Üstadın talebesinden her yönden üstün olması gerekmez.Süleyman (aleyhisselam) babasının yerine halife seçilmezden önce Beni İsrail alimleri büyük kardeşini halife seçmek istediler.Sonra imtihan etmeye karar verdiler. Süleyman (aleyhisselam)’ın kardeşinin cevap veremediği sorulara, tebessüm ederek cevap vermesini alimler tavsiye etmeyip durumu babalarına anlattılar. Babaları Süleyman (aleyhisselam)’ı çağırıp büyüklerin huzurunda gülmesini sordu.
Süleyman (aleyhisselam.) “Onlar bana soruları sordukça bir karınca bana cevapları söylüyordu. Onun için tebessüm ettim.” buyurdu. Gavs (kuddise sirruhu) bu kıssayı anlattıktan sonra buyurdu: “Maksad hasıl olsun da, üstad bir karınca olsun farketmez.” sohbetin devamında;
Mevlana Halid-i Bagdadi (kuddise sirruhu)’nin: “Beni Seyyid Taha ve Seyyid Abdullah’dan üstün görmeyin” dediğini,Mevlana Halid-i Bağdadi (kuddise sirruhu)’nin ashabı da: “Nasıl olur? Siz onların üstadısınız” demesi üzerine; Mevlana Halid (kuddise sirruhu)’in: “Onlarla ben, şehzadeler ile lala gibiyiz. Lala öğretip, terbiye ettiği halde, şehzadeler üstündür.” dediğini nakletti.
Minah-105 : “İnsanların en hayırlısı insanlara en fazla fayda verendir.”[2] hadisi şerifini açıklarken şöyle buyurdu: “Hadisten murad “insanların hayırlısıdır” yoksa “en hayırlı insan” değildir. Aksi halde arif olmayan fakat insanlara faydası dokunan her kişinin ‘insanların en hayırlısı” kapsamına girmesi gerekecekti. Bu da arif olmayanların ariflerden daha hayırlı olmasını gerektirecekti. Bu şekilde iste düşünmek uygun değildir. Sonra şöyle devam etti: “Şüphesiz arif olan kimsenin fayda vermemesi düşünülemez”.dedi.
Minah-106 : Yüksek mecliste bazı zamanlar, Gavs, (kuddise sirruhu) uzun müddet susarlardı. Bir gün büyüklerin haline vakıf olmayan zahir alimlerden birisi sohbet taleb etti. Gavs (kuddise sirruhu) buyurdu:
-”Sükuttan faydalanamayan sözden de istifade edemez.”
[1] Necm Suresi 43.ayet
[2] Ebu Ya’la el-Müsned 6/65 Heysemi, Mecma’z Zevaid 8/191 Süyuti, Camiu’s-Sagir 4044
Gavs (kuddise sirruhu); önceden muhlis, sonrada şiddetli münkir olan birisi hariç sözle emretmezdi.O münkir hakkında da Gavs (k.s.): “Eğer o kişi, benim emirlerime uysaydı, kalbi bu kadar vesvese ve havatıra mübtela olmazdı.” buyurdu.
Gavs (kuddise sirruhu) Şeyhi Seyyid Taha (kuddise sirruhu)’nın kendisine şöyle dediğini anlattı: “Mahlukata önce işaretle emret. Bu fayda vermezse o zaman açıkça sözle emret. Bu yol da fayda vermezse ondan yüz çevir. Sen birisinden yüz çevirdiğin vakit bütün silsile ve Hz. peygamber (aleyhisselam) ondan yüz çevirir.”
Minah-104 : Gavs (kuddise sirruhu) aşağıda minahı anlatmakla, zannediyorum Allah (celle celaluhu)’a giden yolu bulmak isteyenin dikkat etmesi gereken unsurları dile getirdiler.Allah (celle celaluhu)’a giden yolda mürid, şeyhinin maddi ve manevi kemal sıfatlarına sahip olduğuna manevi doktorlukta, tarikat bilgisinde ve hidayet yolunda, rehberlikte mahir olduğuna inanması gerektiğini belirttiler. Bu minah başlamadan az evvel, Gavs (kuddise sirruhu) bir müridine hitab ederken tebbesüm etti. O fakir de tebessüm etti. Mürid; özür beyan mahiyetinde “Estağfirullah” deyip“Güldüren de ağlatanda (Allah (celle celaluhu)’dır.”[1] ayetini kalben okudu.
Bunun üzerine Gavs (kuddise sirruhu) mürid ile mürşid arasındaki bu ve benzeri hareketlerin aşağıda anlatılan ölçüde olmasıyla edep dışı olmaktan kurtulacağını beyan etti. Sonra sohbete başladı:
“Üstadın talebesinden her yönden üstün olması gerekmez.Süleyman (aleyhisselam) babasının yerine halife seçilmezden önce Beni İsrail alimleri büyük kardeşini halife seçmek istediler.Sonra imtihan etmeye karar verdiler. Süleyman (aleyhisselam)’ın kardeşinin cevap veremediği sorulara, tebessüm ederek cevap vermesini alimler tavsiye etmeyip durumu babalarına anlattılar. Babaları Süleyman (aleyhisselam)’ı çağırıp büyüklerin huzurunda gülmesini sordu.
Süleyman (aleyhisselam.) “Onlar bana soruları sordukça bir karınca bana cevapları söylüyordu. Onun için tebessüm ettim.” buyurdu. Gavs (kuddise sirruhu) bu kıssayı anlattıktan sonra buyurdu: “Maksad hasıl olsun da, üstad bir karınca olsun farketmez.” sohbetin devamında;
Mevlana Halid-i Bagdadi (kuddise sirruhu)’nin: “Beni Seyyid Taha ve Seyyid Abdullah’dan üstün görmeyin” dediğini,Mevlana Halid-i Bağdadi (kuddise sirruhu)’nin ashabı da: “Nasıl olur? Siz onların üstadısınız” demesi üzerine; Mevlana Halid (kuddise sirruhu)’in: “Onlarla ben, şehzadeler ile lala gibiyiz. Lala öğretip, terbiye ettiği halde, şehzadeler üstündür.” dediğini nakletti.
Minah-105 : “İnsanların en hayırlısı insanlara en fazla fayda verendir.”[2] hadisi şerifini açıklarken şöyle buyurdu: “Hadisten murad “insanların hayırlısıdır” yoksa “en hayırlı insan” değildir. Aksi halde arif olmayan fakat insanlara faydası dokunan her kişinin ‘insanların en hayırlısı” kapsamına girmesi gerekecekti. Bu da arif olmayanların ariflerden daha hayırlı olmasını gerektirecekti. Bu şekilde iste düşünmek uygun değildir. Sonra şöyle devam etti: “Şüphesiz arif olan kimsenin fayda vermemesi düşünülemez”.dedi.
Minah-106 : Yüksek mecliste bazı zamanlar, Gavs, (kuddise sirruhu) uzun müddet susarlardı. Bir gün büyüklerin haline vakıf olmayan zahir alimlerden birisi sohbet taleb etti. Gavs (kuddise sirruhu) buyurdu:
-”Sükuttan faydalanamayan sözden de istifade edemez.”
[1] Necm Suresi 43.ayet
[2] Ebu Ya’la el-Müsned 6/65 Heysemi, Mecma’z Zevaid 8/191 Süyuti, Camiu’s-Sagir 4044
Gavs-ı Hizaniden Hikmetler-17
Minah-93 : Gavs (kuddise sirruhu) üzülerek: “Kimse şeyhimin sözlerini nakletmedi ve toplamadı.”
Minah-94 : Gavs (kuddise sirruhu) şeyhim Seyyid Taha:
“Aç arslanın elindeki tavşanın korkması gibi benden kork.Çünkü ben de şeyhimden (Mevlana Halid-i Bağdadi (kuddise sirruhu) öyle korkuyordum.”dedi. Bana bu emri tekrar söylediğinde:
“Aşırı korku sevgiyi azaltır” dedim.
Oda buyurdu ki “İmam-ı Rabbani’nin şeyhi Hoca Bakibillah’da (kuddise sirruhu) öyle demiştir.”
Minah-95 : “Herbir velinin bir kusuru olur. Bu kusuru onlara münkir olanlar görür. Muhlis olanlar görmez. Bu kusur da hakiki bir kusur değil, görünüşte bir kusurdur.”
Minah-96 : “Münkirin varlığı tarikatın, doğru olduğunun delilidir. Münkirler tarikatın devamını sağlarlar.Bir şeyhi hiç kimse inkar etmeden umumun yönelmesi hiç kimseye fayda vermez.”
Minah-97 : “Kutbun duası ile kazayı mübrem (değişmeyen kaza) olmayan hadiseler değişir. Ancak kutupluğun evladına geçmesi yolundaki duası kabul olmaz.”
Minah-98 : “Kutub olan şeyh, müride ne verirse o,müride mülk olur.Bu durum verildiği an belli olmasa dahi sonradan ortaya çıkar.Kutub olmayan şeyhin verdiği, mülk değil gelip geçici bir haldir.”
Minah-99 : “Bu silsilede şeyhlik kendisinden evladına geçmesi çok az sadata nasib olmuştur. Bu yüksek silsilede İmam-ı Rabbani (k.s.)’den oğlu Muhammed Masum (kuddise sirruhu)’a, ondan da oğlu Şeyh Seyfüddin (kuddise sirruh)’a nasib olmuştur.”
Minah-100 : “Nasıl ki bir baba evladının kendisinden yüksek dereceli olmasını isterse, manevi baba da, manevi evladının kendisinden yüksek olmasını ister.”
Minah-101 : “Gavs (kuddise sirruhu) buyurdu: “Birine mensub olmaktan maksad, manevi intisabtır. Yani onun yolundan gitmektir. Yalnız sureten ona ait olmağa itibar edilmez.” Devamla:
“Doğrusu sana dil uzatıp (nesli kesik diyenin; kendi nesli kesiktir.) ayetini buna delil getirdi. “Yani Peygamber’e (aleyhisselam) dil uzatanların nesli kesildi.Evladları kendi yollarından gitmeyip, müslüman oldular. Peygamberimiz (aleyhisselam) yolundan giderek onun manevi evladı oldular.” diye açıkladı.
Minah-102 : Mensubiyette muteber olan ancak manevi mensubiyettir. Manevi bağlılıktır.Cenab-ı Allah (celle celaluhu) ayet-i kerimesinde buyuruyor:
“İnna a’tayna kelkevser”.Kevserden murad, vahdet-i şuhudtur.Gavs (kuddise sirruhu) vahdet-i şuhudu manevi evlada tevil edip şöyle buyurdular: “Cenabı-ı Hakk (celle celaluhu) burada irşad makamı olan vahdet-i şuhudu manevi evlat yerine tabir etmiştir.”
Minah-94 : Gavs (kuddise sirruhu) şeyhim Seyyid Taha:
“Aç arslanın elindeki tavşanın korkması gibi benden kork.Çünkü ben de şeyhimden (Mevlana Halid-i Bağdadi (kuddise sirruhu) öyle korkuyordum.”dedi. Bana bu emri tekrar söylediğinde:
“Aşırı korku sevgiyi azaltır” dedim.
Oda buyurdu ki “İmam-ı Rabbani’nin şeyhi Hoca Bakibillah’da (kuddise sirruhu) öyle demiştir.”
Minah-95 : “Herbir velinin bir kusuru olur. Bu kusuru onlara münkir olanlar görür. Muhlis olanlar görmez. Bu kusur da hakiki bir kusur değil, görünüşte bir kusurdur.”
Minah-96 : “Münkirin varlığı tarikatın, doğru olduğunun delilidir. Münkirler tarikatın devamını sağlarlar.Bir şeyhi hiç kimse inkar etmeden umumun yönelmesi hiç kimseye fayda vermez.”
Minah-97 : “Kutbun duası ile kazayı mübrem (değişmeyen kaza) olmayan hadiseler değişir. Ancak kutupluğun evladına geçmesi yolundaki duası kabul olmaz.”
Minah-98 : “Kutub olan şeyh, müride ne verirse o,müride mülk olur.Bu durum verildiği an belli olmasa dahi sonradan ortaya çıkar.Kutub olmayan şeyhin verdiği, mülk değil gelip geçici bir haldir.”
Minah-99 : “Bu silsilede şeyhlik kendisinden evladına geçmesi çok az sadata nasib olmuştur. Bu yüksek silsilede İmam-ı Rabbani (k.s.)’den oğlu Muhammed Masum (kuddise sirruhu)’a, ondan da oğlu Şeyh Seyfüddin (kuddise sirruh)’a nasib olmuştur.”
Minah-100 : “Nasıl ki bir baba evladının kendisinden yüksek dereceli olmasını isterse, manevi baba da, manevi evladının kendisinden yüksek olmasını ister.”
Minah-101 : “Gavs (kuddise sirruhu) buyurdu: “Birine mensub olmaktan maksad, manevi intisabtır. Yani onun yolundan gitmektir. Yalnız sureten ona ait olmağa itibar edilmez.” Devamla:
“Doğrusu sana dil uzatıp (nesli kesik diyenin; kendi nesli kesiktir.) ayetini buna delil getirdi. “Yani Peygamber’e (aleyhisselam) dil uzatanların nesli kesildi.Evladları kendi yollarından gitmeyip, müslüman oldular. Peygamberimiz (aleyhisselam) yolundan giderek onun manevi evladı oldular.” diye açıkladı.
Minah-102 : Mensubiyette muteber olan ancak manevi mensubiyettir. Manevi bağlılıktır.Cenab-ı Allah (celle celaluhu) ayet-i kerimesinde buyuruyor:
“İnna a’tayna kelkevser”.Kevserden murad, vahdet-i şuhudtur.Gavs (kuddise sirruhu) vahdet-i şuhudu manevi evlada tevil edip şöyle buyurdular: “Cenabı-ı Hakk (celle celaluhu) burada irşad makamı olan vahdet-i şuhudu manevi evlat yerine tabir etmiştir.”
Gavs-ı Hizaniden Hikmetler-15
Minah-81 : Gavs’a (kuddise
sirruh) soruldu : " Bir müridin, şeyhini inkar eden, bir zahir hocası
var. Mürid ona sılayı rahimi (gidip gelmeyi) kessinmi?''Cevaben :
"Alakasını kessin''deyip akli ve nakli deliller gösterdiler.Nakli
deliller diğer meşayihlere hatta, sahabelere kadar ulaştı.Bunlardan
anlaşıldı ki şeyhleri inkar eden hak sahiblerini, babaları da olsa
müridler terketmelidir. Çünki şeyhler hakkın (Allah) (celle celaluhu)'ın
naibi olduğundan onların hakkı bütün hakların önünde ve üstündedir.Müridlik
iradeyi, şeyhin iradesine tabi kılmakla olur. Muhabbet ve buğz da
iradenin bir şubesi olduğundan mürid, muhabbet ve nefretini, şeyhin
muhabbet ve buğzuna mutlak ve istisnasız olarak bağlamadıkça şeyhin
hakkı eda edilmez..
Minah-82 : "Şii olan seyyidler hakkında ne emir ederseniz ?'' diye Gavs’a (kuddise sirruh) soruldu. ''Şiilik ve ehli bid'at olma vasfına buğz edilir.Lakin zatına edilmez. Münkir seyyide de aynı muamele edilir.''
Minah-83 : Ehl-i kalbin birbirini inkarı inkar değildir. Herbirinin kendi mesleği üzerine gayreti, daha zakin ve faydalı kabul ettiği yoluna takviye için bir uğraşmadır.
Bu uğraşmalar şeyhler arasında olduğunda mürid onlara buğz etmeyecektir. Bu sohbetten sonra bir fakir Nefahat'te yazılı olan Şeyh-ül İslam Herevi'nin Şeyhi Huseyri ile uğraşan İbn-i Semnun'e karşı geldiğini söyledi.
Gavs (kuddise sirruh). ''Eğer eski ise mürid hiç bir şeye karışmaz. Diğer evliyayı sevdiği gibi o uğraşanı da sever.
Eğer bu uğraşma müridin zamanında ise, şeyhine gayret için ona karşı gelir. Onunla alakasını keser. Fakat bununla onu inkar etmeyip, ona eziyet vermemelidir.
Fakir dedi:" Yani sahabelerden birbiriyle uğraşanın hicreti (birbirleriyle konuşmaması) gibi.''
Gavs: ''Evet'' dedi. Sonra sahabe-i kiramın kendi aralarında geçen bazı durumlarını dile getirdi. Fazilet sahibi olanın fazlının kabul edildiğini, herkesin fikrini açık olarak söylemesinden sonra hakkın ortaya çıktığında ona tabi olduklarını beyan etti.
Amr bin As'ın (radıyallahu anh), Ammar (radıyallahu anh)'ın katilini cehennemle müjdelemesini, Hz. Muaviye (radıyallahu anh)'nin Hz. Ali (radıyallahu anh)'nin hususi bir ilmi olduğunu söylemesini ve Zübeyr (radıyallahu anh) ile Talha (radıyallahu anh)'ın hak onlara açıklanınca savaştan vazgeçtiklerini ve diğer sahabi kıssalarını anlattı.
( Muaviye (radıyallahu anh) Hz Ali (radıyallahu anh)'i imtihan niyeti ile bir şahıs göndererek kendi vefat haberini yolluyor. Hz Ali (radıyallahu anh) bu sırra vakıf olarak H.z Muaviye (radıyallahu anh)'nin ölmediğini söylüyor. Bu hadise üzerine Hz Muaviye (radıyallahu anh) gerçekten Hz Ali (radıyallahu anh)'nin kendine has ilmi olduğuna şahadet ediyor.)
Minah-82 : "Şii olan seyyidler hakkında ne emir ederseniz ?'' diye Gavs’a (kuddise sirruh) soruldu. ''Şiilik ve ehli bid'at olma vasfına buğz edilir.Lakin zatına edilmez. Münkir seyyide de aynı muamele edilir.''
Minah-83 : Ehl-i kalbin birbirini inkarı inkar değildir. Herbirinin kendi mesleği üzerine gayreti, daha zakin ve faydalı kabul ettiği yoluna takviye için bir uğraşmadır.
Bu uğraşmalar şeyhler arasında olduğunda mürid onlara buğz etmeyecektir. Bu sohbetten sonra bir fakir Nefahat'te yazılı olan Şeyh-ül İslam Herevi'nin Şeyhi Huseyri ile uğraşan İbn-i Semnun'e karşı geldiğini söyledi.
Gavs (kuddise sirruh). ''Eğer eski ise mürid hiç bir şeye karışmaz. Diğer evliyayı sevdiği gibi o uğraşanı da sever.
Eğer bu uğraşma müridin zamanında ise, şeyhine gayret için ona karşı gelir. Onunla alakasını keser. Fakat bununla onu inkar etmeyip, ona eziyet vermemelidir.
Fakir dedi:" Yani sahabelerden birbiriyle uğraşanın hicreti (birbirleriyle konuşmaması) gibi.''
Gavs: ''Evet'' dedi. Sonra sahabe-i kiramın kendi aralarında geçen bazı durumlarını dile getirdi. Fazilet sahibi olanın fazlının kabul edildiğini, herkesin fikrini açık olarak söylemesinden sonra hakkın ortaya çıktığında ona tabi olduklarını beyan etti.
Amr bin As'ın (radıyallahu anh), Ammar (radıyallahu anh)'ın katilini cehennemle müjdelemesini, Hz. Muaviye (radıyallahu anh)'nin Hz. Ali (radıyallahu anh)'nin hususi bir ilmi olduğunu söylemesini ve Zübeyr (radıyallahu anh) ile Talha (radıyallahu anh)'ın hak onlara açıklanınca savaştan vazgeçtiklerini ve diğer sahabi kıssalarını anlattı.
( Muaviye (radıyallahu anh) Hz Ali (radıyallahu anh)'i imtihan niyeti ile bir şahıs göndererek kendi vefat haberini yolluyor. Hz Ali (radıyallahu anh) bu sırra vakıf olarak H.z Muaviye (radıyallahu anh)'nin ölmediğini söylüyor. Bu hadise üzerine Hz Muaviye (radıyallahu anh) gerçekten Hz Ali (radıyallahu anh)'nin kendine has ilmi olduğuna şahadet ediyor.)
Gavs-ı Hizaniden Hikmetler-14
Minah-77 : Gavs (k.s)
H.z'nin yüksek meclislerinde, siyah sarık sarmanın sünnetteki yeri bahsi
geçti. Mecliste bulunan alimlerden birisi,Gavs (kuddise sirruh) Hz.'
ne, Mecazül Aşıkın'deki siyah sarıklı şeyh ile emirin hikayesini
anlattı. Emir şeyhe niçin siyah sarık sardığını sorar.
Şeyh cevaben ''Öldürülen nefsime matem tuttuğum için ''der. Emir tekrar sorar . "Eğer nefsin ölüme layık ise bu matem niçin ?
Yok eğer layık değilse niçin öldürdün ?'' Bu kıssayı dinledikten sonra Gavs (kuddise sirruh) Hz . buyurdu :
" O emir muhlis değildi.'' Alim olan sofi "o emiri şeyhe ihlasla bağlı olanlardan olduğu söyleniyor.'' dedi.
Gavs (kuddise sirruh) buyurdu : '' Şeyhine niçin diyen kurtulamaz." Alim sofi sordu : '' Müridin, şeyhinin bilmediği bir halini öğrenmek için sormasının zararı varmıdır.?'' Gavs (kuddise sirruh) ; Zararlı olduğuna işaret ederek :
'' Hususen bu gibi sormak daha zararlıdır.
'' Alim sofi dedi : Ben düşünüyordum ki şeyh ben cihattayım. Hz. Peygamber (aleyhisselam) Mekke'nin fethinde siyah sarık sarıyorum deseydi o zaman, emir ona bir şey diyemezdi. ''
Gavs (kuddise sirruh) Hz .bu sözden de hoşnut olmamış gibi sustu.
Minah-78 : Yüce Mecliste Gavs (k kuddise sirruh.s) Hz.' den soruldu : ''Mürid ve şeyh arasındaki manevi nikah, ilk defa müridin isteğiylemi hasıl olur ?
Buyurdular : '' Önce müridin isteğiyle hasıl olur. Eğer şeyhin isteğiyle hasıl olsaydı, Ebu Talip ve benzerleri, iman ederlerdi.''
Minah-79 : Gavs (kuddise sirruh) Hz.tarikatın münkiri ile tarikata bid'at katanın zararını aynı kabul ederdi. Onların arasında bulunmayın derdi.
Bu hususuta kendi nefsinden örnek verdiler : " Tarikata ilk girdiğim zaman bir münkire misafir olmuştum. Ondan bir kaç gün sonrada sohbetinde bulunduğum şeyhin halifesiyle beraber itikafta kaldım. O zikr-i cehri yapıyordu. Ben o münkirin misafirliğinde gördüğüm zararı, bunun arkadaşlığında da gördüm.''Minah-80 : Bu tarikatın bazı meşayihinden güvenilir bir şahsın rivayetiyle şöyle nakletti : '' Ben tarikatın münkiri bir alime misafir oldum. O alimden gördüğüm zararı, hıristiyan kilisesinden görmedim.''
( Hıristiyan kilisesi apaçık düşman olduğundan ondan korunmak mümkündür. Münkir ise dost kisvesinde bir düşman olduğundan müridin kalbine versvese getirerek ihlasını sarsabilir. Mürid islamiyet yönünden değil tarikat yönünden zarara uğrar. 132. Hikmete bakınız).
Şeyh cevaben ''Öldürülen nefsime matem tuttuğum için ''der. Emir tekrar sorar . "Eğer nefsin ölüme layık ise bu matem niçin ?
Yok eğer layık değilse niçin öldürdün ?'' Bu kıssayı dinledikten sonra Gavs (kuddise sirruh) Hz . buyurdu :
" O emir muhlis değildi.'' Alim olan sofi "o emiri şeyhe ihlasla bağlı olanlardan olduğu söyleniyor.'' dedi.
Gavs (kuddise sirruh) buyurdu : '' Şeyhine niçin diyen kurtulamaz." Alim sofi sordu : '' Müridin, şeyhinin bilmediği bir halini öğrenmek için sormasının zararı varmıdır.?'' Gavs (kuddise sirruh) ; Zararlı olduğuna işaret ederek :
'' Hususen bu gibi sormak daha zararlıdır.
'' Alim sofi dedi : Ben düşünüyordum ki şeyh ben cihattayım. Hz. Peygamber (aleyhisselam) Mekke'nin fethinde siyah sarık sarıyorum deseydi o zaman, emir ona bir şey diyemezdi. ''
Gavs (kuddise sirruh) Hz .bu sözden de hoşnut olmamış gibi sustu.
Minah-78 : Yüce Mecliste Gavs (k kuddise sirruh.s) Hz.' den soruldu : ''Mürid ve şeyh arasındaki manevi nikah, ilk defa müridin isteğiylemi hasıl olur ?
Buyurdular : '' Önce müridin isteğiyle hasıl olur. Eğer şeyhin isteğiyle hasıl olsaydı, Ebu Talip ve benzerleri, iman ederlerdi.''
Minah-79 : Gavs (kuddise sirruh) Hz.tarikatın münkiri ile tarikata bid'at katanın zararını aynı kabul ederdi. Onların arasında bulunmayın derdi.
Bu hususuta kendi nefsinden örnek verdiler : " Tarikata ilk girdiğim zaman bir münkire misafir olmuştum. Ondan bir kaç gün sonrada sohbetinde bulunduğum şeyhin halifesiyle beraber itikafta kaldım. O zikr-i cehri yapıyordu. Ben o münkirin misafirliğinde gördüğüm zararı, bunun arkadaşlığında da gördüm.''Minah-80 : Bu tarikatın bazı meşayihinden güvenilir bir şahsın rivayetiyle şöyle nakletti : '' Ben tarikatın münkiri bir alime misafir oldum. O alimden gördüğüm zararı, hıristiyan kilisesinden görmedim.''
( Hıristiyan kilisesi apaçık düşman olduğundan ondan korunmak mümkündür. Münkir ise dost kisvesinde bir düşman olduğundan müridin kalbine versvese getirerek ihlasını sarsabilir. Mürid islamiyet yönünden değil tarikat yönünden zarara uğrar. 132. Hikmete bakınız).
Gavs-ı Hizaniden Hikmetler-11
Minah-53 : Yüce meclislerinde
bulunanlara :'' Batıni halinizi bizim meclisimizde ve dışarıdaki
durumuyla ölçün.Eğer arada bir fark görmezseniz bana gelmeyiniz.''
buyururlardı.
Minah-54 : Meyvesi müride mülk olan terbiye (seyr-i süluk) ancak sohbet ve şeyhine hizmet ile olan terbiyedir. Bundan başka nazar gibi yollarla gelen ise gelip geçicidir. Bu hal nadiren mülk olarak kalır. Nadir ise yok gibidir.
Minah-55 : Halk anca fenafillah makamını geçenden menfaat görür. Henüz o makamda bulunan istiğfar ehlinden menfaat göremez. Ancak bu menfaatten gaye terbiye menfaatidir.Yoksa her makamda bulunan veli belaların def'i, bereket gibi hususlarda himmet eder. Hatta bu durum müridlerde de bulunur.
Minah-56 : İstiğrak halinde bulunan salik, içinde bulunduğu manevi halini, letaifleri, yükselip fenafillah'a ulaşıp dönen ile değiştirmek istemez.Halbuki letaifleri fenafillah'a ulaşıp dönen daha kamildir.
Minah-57 : Fenaya ulaştıktan sonra tekrar bekaya dönen, tekrar namaz ve vefat anında istiğraka (fenafillah makamına) döner.(İstiğrak makamında olan kişi halkın hallerinden habersiz olup, bütün hissiyatı ile ona varit olan füyüzat ile meşgul olur. Hatta bazen kendi nefsinden de geçer. Dönen kişi ile Allah (celle celaluhu) kalbinde hazır olduğu gibi halktan da gaip değildir. Bu dönen kişi sekerat ve namazda bütün masivadan gafil olduğu için tekrar istiğraka girer. )
Minah-58 : Fena fillah makamında bulunan bazı büyüklerden, terbiye menfaati görülür.Muhyiddin-i Arabi (k.s) bu makamda iken faydalı olmuştur.Gavs (kuddise sirruhu):Sekr halinden bazılarının sözü olan, ''Ben rabbimi at şeklinde gördüm.'' gibi sözlere itibar olunmamasını söyledi.
Minah-59 : Ğavs (kuddise sirruhu)yüce meclislerinde, ihlas üzerine sohbet ediliyordu.Ben (Halid-i Oreki )k.s)) ihlası sordum.Cizreli Mevlana Ahmed (kuddise sirruhu)'in beytini okudu:
Ku'ran ve ayetlere yemin ederim.
Eğer meyhanenin (tarikatın) piri
Lat'a secde edin dese
Müridler ona uyarlar.
'' İhlas bu kadarmıdır ?'' dediğimde.'' Bu kafi değilmidir ?'' buyurdu.
Sonra Ğavs (kuddise sirruhu) bu fakire (Halid-i Oreki )kuddise sirruhu)) döndü : '' Sen ihlas hakkında ne diyorsun.'' Ben de : '' Bana göre ihlas hadisi kutsinin delalet ettiği gibi mürid, şeyhinin bütün sözleri, fiilleri, hareket ve sekenelerinin ancak Allah (c.c) rıza ve emri ile olduğuna yakinen inanmasıdır.'' dedim. Gavs (kuddise sirruhu) bu cevabımı beğenerek '' Gerçek ihlas budur. Bundan başkası yukarıdaki dörtlük gibi ehl-i sekrin kelamıdır.'' buyurdu.
Minah-60 : ''Zahiri şefkat ve sureten iltifat müridin sülukunu geciktirir. Fakat müridler de bu olmadan memnun olmazlar. Bizde ne yapacağımızı bilemiyoruz.''
Minah-54 : Meyvesi müride mülk olan terbiye (seyr-i süluk) ancak sohbet ve şeyhine hizmet ile olan terbiyedir. Bundan başka nazar gibi yollarla gelen ise gelip geçicidir. Bu hal nadiren mülk olarak kalır. Nadir ise yok gibidir.
Minah-55 : Halk anca fenafillah makamını geçenden menfaat görür. Henüz o makamda bulunan istiğfar ehlinden menfaat göremez. Ancak bu menfaatten gaye terbiye menfaatidir.Yoksa her makamda bulunan veli belaların def'i, bereket gibi hususlarda himmet eder. Hatta bu durum müridlerde de bulunur.
Minah-56 : İstiğrak halinde bulunan salik, içinde bulunduğu manevi halini, letaifleri, yükselip fenafillah'a ulaşıp dönen ile değiştirmek istemez.Halbuki letaifleri fenafillah'a ulaşıp dönen daha kamildir.
Minah-57 : Fenaya ulaştıktan sonra tekrar bekaya dönen, tekrar namaz ve vefat anında istiğraka (fenafillah makamına) döner.(İstiğrak makamında olan kişi halkın hallerinden habersiz olup, bütün hissiyatı ile ona varit olan füyüzat ile meşgul olur. Hatta bazen kendi nefsinden de geçer. Dönen kişi ile Allah (celle celaluhu) kalbinde hazır olduğu gibi halktan da gaip değildir. Bu dönen kişi sekerat ve namazda bütün masivadan gafil olduğu için tekrar istiğraka girer. )
Minah-58 : Fena fillah makamında bulunan bazı büyüklerden, terbiye menfaati görülür.Muhyiddin-i Arabi (k.s) bu makamda iken faydalı olmuştur.Gavs (kuddise sirruhu):Sekr halinden bazılarının sözü olan, ''Ben rabbimi at şeklinde gördüm.'' gibi sözlere itibar olunmamasını söyledi.
Minah-59 : Ğavs (kuddise sirruhu)yüce meclislerinde, ihlas üzerine sohbet ediliyordu.Ben (Halid-i Oreki )k.s)) ihlası sordum.Cizreli Mevlana Ahmed (kuddise sirruhu)'in beytini okudu:
Ku'ran ve ayetlere yemin ederim.
Eğer meyhanenin (tarikatın) piri
Lat'a secde edin dese
Müridler ona uyarlar.
'' İhlas bu kadarmıdır ?'' dediğimde.'' Bu kafi değilmidir ?'' buyurdu.
Sonra Ğavs (kuddise sirruhu) bu fakire (Halid-i Oreki )kuddise sirruhu)) döndü : '' Sen ihlas hakkında ne diyorsun.'' Ben de : '' Bana göre ihlas hadisi kutsinin delalet ettiği gibi mürid, şeyhinin bütün sözleri, fiilleri, hareket ve sekenelerinin ancak Allah (c.c) rıza ve emri ile olduğuna yakinen inanmasıdır.'' dedim. Gavs (kuddise sirruhu) bu cevabımı beğenerek '' Gerçek ihlas budur. Bundan başkası yukarıdaki dörtlük gibi ehl-i sekrin kelamıdır.'' buyurdu.
Minah-60 : ''Zahiri şefkat ve sureten iltifat müridin sülukunu geciktirir. Fakat müridler de bu olmadan memnun olmazlar. Bizde ne yapacağımızı bilemiyoruz.''
Gavs-ı Hizaniden Hikmetler-9
Minah-36 : Müridlerden biri Gavs (k.s) H.z.'lerinden sordu :
- '' Mürid fazileti olan nefs muhasebesiyle uğraşırken bazen fenaya sebeb olan (fena-fi şeyh) rabıtadan gafil kalıyor.'' buyurdular.
- '' Nefs muhasebesi kendisini var görenler içindir.''
(Muhasebe kendini var gören kişiye fayda verir. Bu nedenle rabıta hali daha üstündür. Rabıta fenaya ulaştırırsa muhasebeye lüzum yoktur. Kısaca buradan anlaşılan Gavs (k.s) H.z.'nin rabıtayı tercih etmesidir.)
Minah-37 : Gavs Hazretlerinden soruldu : '' Letaifler meşhur olduğu üzere ayrı ayrımıdır ? Yoksa bazı meşayihlerin dediği gibi bir tektir de, makama göre isimleri mi değişir ?
Cevaben : '' Ayrı ayrı birer hakikattir.'' dedi.
Minah-38 : '' Letaifler alem-i emire yükselmeğe başlayınca ekseriya müridde ağlama hasıl olur. Halbuki Letaifler kendileri için gurbet sayılan bu alemden, asıl vatan olan, emir alemine gidiyorlar. Bunun misali gelin olan kızın asıl evi olan kocasının evine giderken ağlamasında görülür.''
Minah-39 : Bu fakir (Halid-i Oreki (kuddise sirruhu) Minah'ı yazmakta geciktiğime üzülüyordum. Yazmaya başladığımın üçüncü günü, sohbet meclisinde Gavs H.z.'nin karşısında aynı üzüntü ile otururken bana bakıp şu beyti okudu :
Bu Mesnevi bir müddet gecikti/ Kanın süt olması için mühlet gerekiyordu.
Minah-40 : “Bir mürid şeyhine Fatiha öğretirken, şeyhide onun seyr-i sülukunu tamamlıyordu.'' Gavs (k.s) H.z. bunun müşküllüğünü, şeri amel olmadan şeyhlik de olmayacağını beyan ettikten sonra : '' Bunun şeyhliği şimdiki ilimle değil, evvelki ilim olan, ilmi ledünledir.'' dedi. Bazı meşayihin şu sözüyle de takviye etti. : '' Ben bu ilmi nübüvvetten yirmi sene önce öğrendim.'' Devamında buyurdu : '' Bunun hikmetini Allah (c.c) bilir.''Bu meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için Şeyh Bereket ve benzerlerini misal göstererek, bunları ümmi ve şeran özürlü anlattı.
.Minah-41 : “Kalb hastalıkları içersinde hasedden zararlısı yoktur. Ekseriya alimlerin afeti bu yüzdendir”.
Minah-42 : Bazan daha az faziletli olan, faziletli olanı tanır da faziletli olan daha az faziletliyi tanıyamaz.'' Meşhur, Hızır'la fakirin hikayesini delil göstererek '' fakir bir sofi Hızır'ı tanımış ama Hızır sofiyi tanıyamamıştır.'' dedi. Bunun sebebini şöyle anlattı : '' Fazileti az olan, faziletliye rastladığında, ondan aldığı feyiz onu tanımasına vesile olur.Fazlı olan ise fazlı az olandan bir şey almadığından tanımaz. Zaman olur ki bunun terside olabilir. '' Nefahat'taki Şeyh Abdurrahmani Tafvanci (kuddise sirruhu)un Şeyh Abdulkair-i Geylani (kuddise sirruhu) tanımadığı kıssayı delil olarak gösterdi.
Minah-43 : '' Farzları tam yapıp bid'atlerden korunan kişinin durumu, çeşitli cezbe ve haller sahibi olup bir tek bid'at dahi işleyenden daha evladır.'' buyurdu.Sonra H.z Peygamber (aleyhisselam)'ın yanında '' Ben ne artırır ne de eksiltirim.'' diyen bir arabiye Peygamber (aleyhisselamın) da '' Doğru söylerse kurtuldu.'' diyerek şahadet ettiği kıssayı anlattı.
- '' Mürid fazileti olan nefs muhasebesiyle uğraşırken bazen fenaya sebeb olan (fena-fi şeyh) rabıtadan gafil kalıyor.'' buyurdular.
- '' Nefs muhasebesi kendisini var görenler içindir.''
(Muhasebe kendini var gören kişiye fayda verir. Bu nedenle rabıta hali daha üstündür. Rabıta fenaya ulaştırırsa muhasebeye lüzum yoktur. Kısaca buradan anlaşılan Gavs (k.s) H.z.'nin rabıtayı tercih etmesidir.)
Minah-37 : Gavs Hazretlerinden soruldu : '' Letaifler meşhur olduğu üzere ayrı ayrımıdır ? Yoksa bazı meşayihlerin dediği gibi bir tektir de, makama göre isimleri mi değişir ?
Cevaben : '' Ayrı ayrı birer hakikattir.'' dedi.
Minah-38 : '' Letaifler alem-i emire yükselmeğe başlayınca ekseriya müridde ağlama hasıl olur. Halbuki Letaifler kendileri için gurbet sayılan bu alemden, asıl vatan olan, emir alemine gidiyorlar. Bunun misali gelin olan kızın asıl evi olan kocasının evine giderken ağlamasında görülür.''
Minah-39 : Bu fakir (Halid-i Oreki (kuddise sirruhu) Minah'ı yazmakta geciktiğime üzülüyordum. Yazmaya başladığımın üçüncü günü, sohbet meclisinde Gavs H.z.'nin karşısında aynı üzüntü ile otururken bana bakıp şu beyti okudu :
Bu Mesnevi bir müddet gecikti/ Kanın süt olması için mühlet gerekiyordu.
Minah-40 : “Bir mürid şeyhine Fatiha öğretirken, şeyhide onun seyr-i sülukunu tamamlıyordu.'' Gavs (k.s) H.z. bunun müşküllüğünü, şeri amel olmadan şeyhlik de olmayacağını beyan ettikten sonra : '' Bunun şeyhliği şimdiki ilimle değil, evvelki ilim olan, ilmi ledünledir.'' dedi. Bazı meşayihin şu sözüyle de takviye etti. : '' Ben bu ilmi nübüvvetten yirmi sene önce öğrendim.'' Devamında buyurdu : '' Bunun hikmetini Allah (c.c) bilir.''Bu meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için Şeyh Bereket ve benzerlerini misal göstererek, bunları ümmi ve şeran özürlü anlattı.
.Minah-41 : “Kalb hastalıkları içersinde hasedden zararlısı yoktur. Ekseriya alimlerin afeti bu yüzdendir”.
Minah-42 : Bazan daha az faziletli olan, faziletli olanı tanır da faziletli olan daha az faziletliyi tanıyamaz.'' Meşhur, Hızır'la fakirin hikayesini delil göstererek '' fakir bir sofi Hızır'ı tanımış ama Hızır sofiyi tanıyamamıştır.'' dedi. Bunun sebebini şöyle anlattı : '' Fazileti az olan, faziletliye rastladığında, ondan aldığı feyiz onu tanımasına vesile olur.Fazlı olan ise fazlı az olandan bir şey almadığından tanımaz. Zaman olur ki bunun terside olabilir. '' Nefahat'taki Şeyh Abdurrahmani Tafvanci (kuddise sirruhu)un Şeyh Abdulkair-i Geylani (kuddise sirruhu) tanımadığı kıssayı delil olarak gösterdi.
Minah-43 : '' Farzları tam yapıp bid'atlerden korunan kişinin durumu, çeşitli cezbe ve haller sahibi olup bir tek bid'at dahi işleyenden daha evladır.'' buyurdu.Sonra H.z Peygamber (aleyhisselam)'ın yanında '' Ben ne artırır ne de eksiltirim.'' diyen bir arabiye Peygamber (aleyhisselamın) da '' Doğru söylerse kurtuldu.'' diyerek şahadet ettiği kıssayı anlattı.
Gavs-ı Hizaniden Hikmetler-8
Minah-28 :" Mürid en çok
nisbeti hizmetten alır. Hizmetten alınan feyiz ve kemalat daha tesirli
ve uzun sürelidir." buyurur ve şöyle misal verirdi : '' Nasıl ki arpa
yiyen hayvanın semizliği yemi kesilse dahi bir müddet devam eder. Ama
bahar otuyla beslenen çabuk çöker. Hizmetten hasıl olan nisbet kolay
kolay kaybolmaz. Başka şeylerden doğan nisbet ise nefsin küçük bir
kusuruyla kaybolur.'' derdi.
Minah-29 : Gavs (kuddise sirruhu) Hz bir gün bu fakirden, (Halid-i Oreki (kuddise sirruhu) eskiden beri türbelerde mum yakılmasının sebebini sordu. Ben cevap vermeyince, kendileri şöyle buyurdu :"Işıktan gelen nisbet karanlıkta gelenden daha çok ve daha açıktır.'' dedi. Bir müddet bekledikten sonra devamla buyurdular : " Bu durum mürid tecelli-i berki makamına ulaşmadan böyledir. Tecelli-i berki makamından sonra, ışığın olup olmaması, nisbete tesir etmez.''
Minah-30 : '' Meşayihin etbai ancak gece ibadetine kalkan müridlerdir. İltifat nazarıyla bakılanlarda bunlardır. Bunlardan başkası etbalarından sayılmaz.''
Minah-31 : Bütün hallerde rabtayı tavsiye ederdi. Yalnız sohbette vukufu kalbiyi emrederdi.
Minah-32 : Gavs (k.s) H.z'lerine şöyle soruldu : '' Zamanımızdaki bazı meşayihin bir iddiası var ki, avam tabakasından hakikatlerin gizlenmesine sebeb oluyor. Diyorlar ki, şeyhler ancak bulundukları yöreleri irşad ederler. Bulundukları bölgelerden çıkıp başka bölgelerde irşad etmeleri caiz değildir.'' Cevaben buyurdular ki : " Bu mesnedsiz bir iddia ve halis bir yalandır.'' Nefahat'ta geniş olarak anlatılan Şeyhülislam Ahmed Namık Cami (kuddise sirruhu) Hz'nin Çeştiye şeyhleriyle olan mücadelesini delil gösterdi. Ayrıca Şeyh Tahur (kuddise sirruhu) Hz'nin '' ben siyaset adamlarıyla uğraşıp, onları zulümden men etmeye memur olmasaydım, dünyadaki hiç bir şeyhe mürid bırakmazdım.'' dediğini de söyledi.
Minah-33 : Gavs (kuddise sirruhu) H.z . buyurdu : ''Bir gün şeyhim Seyyid Taha (kuddise sirruhu) H.z'den sordum. - Nefahat'ta olduğu gibi bazı meşayih için ''takdis'' bazıları için ''rahmet'' ile dua okunmasının sebebi nedir? Buyurdular ki :
-'' Nefsinden tam kurtulan için ''Kaddesallahi sirruhu'' nefsinden bir şey kalan için ''Rahmetullahi Aleyh'' diye dua edilir.
Gavs (kuddise sirruhu) H.z . şeyhinin bu cevabını anlattıktan sonra buyurdular : Nefsinden tamamen kurtulmak irşadın şartı değildir. kendisine ramet okunan çok kişiler, irşat makamına geçmiş, doğru yol üzerinde yürümüşler ve insanlara faydalı olmuşlardır.''
Minah-34 : Letaifi yükselirken halk aleminden kesilmeyen mütemekkin meczub, avam için daha faydalıdır. Avam tabakası bunlara, seyri sülukunu tamamlayıp dönenelerden daha fazla itibar gösterir. Onlarla aralarındaki münasebet fazla olduğundan, tanımaları daha kolay olur.
Minah-35 : Ademoğlu başlangıçta unutkandır. Çünkü alemi ervahtaki ahdini ve başından geçenleri unutmuştur. İnsanın bilgi sahibi olması ancak, letaiflerin alem-i emirdeki yerlerine ulaşmalarından sonradır.
Minah-29 : Gavs (kuddise sirruhu) Hz bir gün bu fakirden, (Halid-i Oreki (kuddise sirruhu) eskiden beri türbelerde mum yakılmasının sebebini sordu. Ben cevap vermeyince, kendileri şöyle buyurdu :"Işıktan gelen nisbet karanlıkta gelenden daha çok ve daha açıktır.'' dedi. Bir müddet bekledikten sonra devamla buyurdular : " Bu durum mürid tecelli-i berki makamına ulaşmadan böyledir. Tecelli-i berki makamından sonra, ışığın olup olmaması, nisbete tesir etmez.''
Minah-30 : '' Meşayihin etbai ancak gece ibadetine kalkan müridlerdir. İltifat nazarıyla bakılanlarda bunlardır. Bunlardan başkası etbalarından sayılmaz.''
Minah-31 : Bütün hallerde rabtayı tavsiye ederdi. Yalnız sohbette vukufu kalbiyi emrederdi.
Minah-32 : Gavs (k.s) H.z'lerine şöyle soruldu : '' Zamanımızdaki bazı meşayihin bir iddiası var ki, avam tabakasından hakikatlerin gizlenmesine sebeb oluyor. Diyorlar ki, şeyhler ancak bulundukları yöreleri irşad ederler. Bulundukları bölgelerden çıkıp başka bölgelerde irşad etmeleri caiz değildir.'' Cevaben buyurdular ki : " Bu mesnedsiz bir iddia ve halis bir yalandır.'' Nefahat'ta geniş olarak anlatılan Şeyhülislam Ahmed Namık Cami (kuddise sirruhu) Hz'nin Çeştiye şeyhleriyle olan mücadelesini delil gösterdi. Ayrıca Şeyh Tahur (kuddise sirruhu) Hz'nin '' ben siyaset adamlarıyla uğraşıp, onları zulümden men etmeye memur olmasaydım, dünyadaki hiç bir şeyhe mürid bırakmazdım.'' dediğini de söyledi.
Minah-33 : Gavs (kuddise sirruhu) H.z . buyurdu : ''Bir gün şeyhim Seyyid Taha (kuddise sirruhu) H.z'den sordum. - Nefahat'ta olduğu gibi bazı meşayih için ''takdis'' bazıları için ''rahmet'' ile dua okunmasının sebebi nedir? Buyurdular ki :
-'' Nefsinden tam kurtulan için ''Kaddesallahi sirruhu'' nefsinden bir şey kalan için ''Rahmetullahi Aleyh'' diye dua edilir.
Gavs (kuddise sirruhu) H.z . şeyhinin bu cevabını anlattıktan sonra buyurdular : Nefsinden tamamen kurtulmak irşadın şartı değildir. kendisine ramet okunan çok kişiler, irşat makamına geçmiş, doğru yol üzerinde yürümüşler ve insanlara faydalı olmuşlardır.''
Minah-34 : Letaifi yükselirken halk aleminden kesilmeyen mütemekkin meczub, avam için daha faydalıdır. Avam tabakası bunlara, seyri sülukunu tamamlayıp dönenelerden daha fazla itibar gösterir. Onlarla aralarındaki münasebet fazla olduğundan, tanımaları daha kolay olur.
Minah-35 : Ademoğlu başlangıçta unutkandır. Çünkü alemi ervahtaki ahdini ve başından geçenleri unutmuştur. İnsanın bilgi sahibi olması ancak, letaiflerin alem-i emirdeki yerlerine ulaşmalarından sonradır.
Gavs-ı Hizaniden Hikmetler-5
Minah-11:
Kalbi havatırdan korumak için yapılan rabıta şöyledir. Mürid, mürşidini başının üstünde oturuyor şeklinde düşünür. Çünkü bana açıklandığına göre, şeytanın vücuda girme yeri baş tarafındandır.
Minah-12:
Gavs (k.s) namazdan önceki rabıta şöyle olur dedi :
-Yalnız; namaza girmeden (iftitah tekbirinden) önce mürid, gafletin gitmesi için mürşidin bir elbise gibi bütün vücudunu kapladığını düşünür.Diğer vakitlerde mürid mürşidinin her an yanında olduğunu tasavvur ederse çok büyük fayda görür.
Minah-13 :
Seyyid Taha (k.s) rabıtanın ehemmiyetini şöyle belirttiler : “ Zikirsiz rabıta ile Allah (c.c)’a ulaşılır, ama rabıtasız zikir ile Allah (c.c)’a ulaşılmaz.” Bu sözleri Gavs (k.s) H.z kabul ettiler. Bazen buyururlardı ki : “ Zikir kalbi sultası altına almak şartı ile rabıtasız zikirlede Allah (c.c)’a ulaşmak mümkündür. Lakin nadiren ulaşılır.”
Minah-14:
Gavs (k.s) H.z ; Bazı meşayihlerin, müridlerini yalnız rabıtayla terbiye etmelerini görürdü.
Minah-15:
Gavs (k.s) H.z ; Müridin mürşidinden rabıta yoluyla aldığı feyzin konuşarak aldiğından daha kuvvetli olduğu kanaatindeydi.
Atıyye -8 :
Onbir ve onikininci minah hakkında dedi ki : ”Rabitanin bir çok çeşidi vardır. Minah zikredilenlerle sınırlı değildir. Zikredilmeyenlerin birisi rabıta-i kalbidir.”
(Bu not, Seyda-i Abdurrahman Taği’den alınmıştır. Müridin kendi şeyhinin cismini bir mana gibi bilerek onun suretini, büyüklüğünü ve nurani nisbetini kalbinde tasavvur etmesine rabıta-i kalbi denir.)
”Sen kalbimle, kapağının arasına akıyorsun
Damlaların gözkapağından aktığı gibi.
Kalbimin içindeki zamirine giriyorsun,
Ruhların bedenlere girmesi gibi.”
Kalbi havatırdan korumak için yapılan rabıta şöyledir. Mürid, mürşidini başının üstünde oturuyor şeklinde düşünür. Çünkü bana açıklandığına göre, şeytanın vücuda girme yeri baş tarafındandır.
Minah-12:
Gavs (k.s) namazdan önceki rabıta şöyle olur dedi :
-Yalnız; namaza girmeden (iftitah tekbirinden) önce mürid, gafletin gitmesi için mürşidin bir elbise gibi bütün vücudunu kapladığını düşünür.Diğer vakitlerde mürid mürşidinin her an yanında olduğunu tasavvur ederse çok büyük fayda görür.
Minah-13 :
Seyyid Taha (k.s) rabıtanın ehemmiyetini şöyle belirttiler : “ Zikirsiz rabıta ile Allah (c.c)’a ulaşılır, ama rabıtasız zikir ile Allah (c.c)’a ulaşılmaz.” Bu sözleri Gavs (k.s) H.z kabul ettiler. Bazen buyururlardı ki : “ Zikir kalbi sultası altına almak şartı ile rabıtasız zikirlede Allah (c.c)’a ulaşmak mümkündür. Lakin nadiren ulaşılır.”
Minah-14:
Gavs (k.s) H.z ; Bazı meşayihlerin, müridlerini yalnız rabıtayla terbiye etmelerini görürdü.
Minah-15:
Gavs (k.s) H.z ; Müridin mürşidinden rabıta yoluyla aldığı feyzin konuşarak aldiğından daha kuvvetli olduğu kanaatindeydi.
Atıyye -8 :
Onbir ve onikininci minah hakkında dedi ki : ”Rabitanin bir çok çeşidi vardır. Minah zikredilenlerle sınırlı değildir. Zikredilmeyenlerin birisi rabıta-i kalbidir.”
(Bu not, Seyda-i Abdurrahman Taği’den alınmıştır. Müridin kendi şeyhinin cismini bir mana gibi bilerek onun suretini, büyüklüğünü ve nurani nisbetini kalbinde tasavvur etmesine rabıta-i kalbi denir.)
”Sen kalbimle, kapağının arasına akıyorsun
Damlaların gözkapağından aktığı gibi.
Kalbimin içindeki zamirine giriyorsun,
Ruhların bedenlere girmesi gibi.”
Gavs-ı Hizaniden Hikmetler-4
Minah-9:
Gavs (k.s) şöyle buyurdu :
Hayvanlar, ınsanlara nisbeten anne ve baba terbiyesinde daha az kaldıklarından dolayı akılsızdırlar. İnsanlar ise anne ve baba terbiyesinde çok kaldıklarından dolayı akıllı ve faziletlidirler. Bunun gibi salikin ikinci doğumu olan manevi doğum diye adlandırılan seyr-i süluku erken tamamlayıp mürşidin terbiye memesinden erken kesilenin makamı daha düşük olur.Kim ki mürşidin terbiye ve himayesinde daha uzun bir müddet kalırsa (sey-i sülukunu geç tamamlarsa) onun makamı ve kemalatı yüksek olup, devamlı istikamet üzerinde olur.Mürşidin bir nazarıyla kemalata erip icazet alanlar ise, kendileri bu dünyadan gidince izleri silinir, hiç bir silsilede de adları geçmez.
Minah-10:
İnsanın kalbine gelen gayr-i ihtiyari vesveseler, zararsız olsada mürid bunlar için istiğfar etmesi gerekir.
Atiye -7 :
Dokuzuncu minahın açıklanmasında şöyle diyor : ”Mürid iki kısımdır. Biri Mürid diğeri muraddır.
Birincisi Allah (c.c)’ın ve şeyhin rızasını kazanmak için bütün imkanlarını kullanıp gayesine ulaşandır. Ki bu gayret ve çalışmaya süluk denir. Süluk da iki kısımdır.
a) Salik-i meczub: Gece gündüz şeyhinin emrettiği yolda yürür. Şeyhinin muhabbet ve terbiyesi ona, Allah (c.c)’a doğrubir çekilme verir. O buna vakıf oluncaya kadar devam eder. O cezbe ve muhabbet bineği ile gün be gün yükselir.
b) Yalnız salik; yani salik-i gayr-i meczub: Bu kısım birinci kısım gibi süluk etmiş, yalnız o şekilde çekildiğine vakıf olamamıştır. Bu ya sekeratta, ya kabirde, ya da daha sonra vakıf olacaktır.
Müridin ikinci kısmı olan murad,birincisi gibi, irade-i cüziyesini çalıştırmamış veya hiç diyecek kadar az çalıştırmıştır. Yalnız Allah (c.c)’ın emriyle şeyh dileyip ona nazar etmiştir. Bu sebeble de cezbeye düşmüştür. Ki bu cezbeye "muhabbet" denir.
Muhib de iki kısımdır.
Birincisi : Meczub-u salik olup, cezbesi sebebiyle şecaata gelerek süluk etmiş ve ona çok sohbet nesib olmuştur.
İkincisi : yalnız meczubdur. Yani meczub-u gayr-i saliktir. Meczub olduğu halde, ona şecaat gelmemiş, sohbet ve terbiyeden hiç bir şey nasib olmamış veya yok denecek kadar az nasib olmuştur.
En yüksekleri birinci kısım, sonra üçüncü kısım, en alt tabakasıda dördüncü kısımdır. Gavs (ks) ” Hiç eseri kalmamış.” diye işaret ettiği bu kısımdır.
Onuncu minhanın tafsilinde Gavs (ks) : ”Kalbe istemeden gelen havatırdan (düşünce) istiğfar” hakkında şöyle dedi: ”Gerçi onlar zarar vermezse de yine kalbde bir çeşit ağırlık ve duman meydana getirir. İstiğfar onu siler.”
Gavs (k.s) şöyle buyurdu :
Hayvanlar, ınsanlara nisbeten anne ve baba terbiyesinde daha az kaldıklarından dolayı akılsızdırlar. İnsanlar ise anne ve baba terbiyesinde çok kaldıklarından dolayı akıllı ve faziletlidirler. Bunun gibi salikin ikinci doğumu olan manevi doğum diye adlandırılan seyr-i süluku erken tamamlayıp mürşidin terbiye memesinden erken kesilenin makamı daha düşük olur.Kim ki mürşidin terbiye ve himayesinde daha uzun bir müddet kalırsa (sey-i sülukunu geç tamamlarsa) onun makamı ve kemalatı yüksek olup, devamlı istikamet üzerinde olur.Mürşidin bir nazarıyla kemalata erip icazet alanlar ise, kendileri bu dünyadan gidince izleri silinir, hiç bir silsilede de adları geçmez.
Minah-10:
İnsanın kalbine gelen gayr-i ihtiyari vesveseler, zararsız olsada mürid bunlar için istiğfar etmesi gerekir.
Atiye -7 :
Dokuzuncu minahın açıklanmasında şöyle diyor : ”Mürid iki kısımdır. Biri Mürid diğeri muraddır.
Birincisi Allah (c.c)’ın ve şeyhin rızasını kazanmak için bütün imkanlarını kullanıp gayesine ulaşandır. Ki bu gayret ve çalışmaya süluk denir. Süluk da iki kısımdır.
a) Salik-i meczub: Gece gündüz şeyhinin emrettiği yolda yürür. Şeyhinin muhabbet ve terbiyesi ona, Allah (c.c)’a doğrubir çekilme verir. O buna vakıf oluncaya kadar devam eder. O cezbe ve muhabbet bineği ile gün be gün yükselir.
b) Yalnız salik; yani salik-i gayr-i meczub: Bu kısım birinci kısım gibi süluk etmiş, yalnız o şekilde çekildiğine vakıf olamamıştır. Bu ya sekeratta, ya kabirde, ya da daha sonra vakıf olacaktır.
Müridin ikinci kısmı olan murad,birincisi gibi, irade-i cüziyesini çalıştırmamış veya hiç diyecek kadar az çalıştırmıştır. Yalnız Allah (c.c)’ın emriyle şeyh dileyip ona nazar etmiştir. Bu sebeble de cezbeye düşmüştür. Ki bu cezbeye "muhabbet" denir.
Muhib de iki kısımdır.
Birincisi : Meczub-u salik olup, cezbesi sebebiyle şecaata gelerek süluk etmiş ve ona çok sohbet nesib olmuştur.
İkincisi : yalnız meczubdur. Yani meczub-u gayr-i saliktir. Meczub olduğu halde, ona şecaat gelmemiş, sohbet ve terbiyeden hiç bir şey nasib olmamış veya yok denecek kadar az nasib olmuştur.
En yüksekleri birinci kısım, sonra üçüncü kısım, en alt tabakasıda dördüncü kısımdır. Gavs (ks) ” Hiç eseri kalmamış.” diye işaret ettiği bu kısımdır.
Onuncu minhanın tafsilinde Gavs (ks) : ”Kalbe istemeden gelen havatırdan (düşünce) istiğfar” hakkında şöyle dedi: ”Gerçi onlar zarar vermezse de yine kalbde bir çeşit ağırlık ve duman meydana getirir. İstiğfar onu siler.”
Gavs-ı Hizaniden Hikmetler-3
Minah-6:
”Nefsi gayet kusurlu görüp onu bütün hallerinden dolayı suçlamadıkça, şeriat üzere istikamet sağlanamaz.” sözünün manası sorulduğunda, durumun daha iyi anlaşılabilmesi için Semnana’nin Nefahat’taki : ” Nefsi kusurlu görmemek onu itham etmemek büyük günahtır.” sözünü naklettikten sonra :
-” İstikamet ise büyük günahla birleşmez.” cevabını verdi.
Minah-7:
Peygamber Efendimiz (a.s) buyurmuştur ki :
“ Hud suresi beni ihtiyarlattı.” ( Hud suresi. 112. Ayet)Bu surede, ” Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” buyrulduğu için Peygamber Efendimiz (a.s) böyle buyurdular:
Ne zaman ki sure-i Yasin’in başındaki, “ Muhakkak ki sen ( Ey Resülüm tarafımızdan elçi olarak kllarıma) gönderilen peygamberlerdensin doğru bir yol ( islam dini) üzerindesin.” Ayeti nazil oldu. Resulullah (a.s)’ın kalbi rahatladı. (Yasin suresi. 4. Ayet)
Minah-8:
Mürşidimin emri ve zaruret olmasaydı, nefsimdeki ayıbı, kusuru gördüğümden, kabiliyetsizliğimi bildiğimden dolayı tarikat üzere konuşmaya ve irşada cesaret edemezdim.Şeyhim Seyyid Taha (k.s) bana şöyle buyurmuştu : ”Sen nefsini küfrü kat’i olan kafirden daha aşağı görmezse, yazıklar olsun sana !…”
Bir seferinde de ben şeyhime ” Nefsimin kusurunu gördüğümden ve halkın da bunları bildiğine inandığımda, onların arasına karışmaya hatta onlarla yolda karşılaşmaya utanıyorum.” dediğimde, bana “ hep bu hal üzere ol.” diye söyledi.
Atıyye-6
Üç minahın (6-7-8) işaretlerinde, muhatabın anlayışı kıt olduğundan özetle şöyle dedi : ” Dini hükümlarin istikameti, bilindiği üzere yalnız emirleri yapıp, nehiylerden kaçmak değildir. Çünkü, böyle bir kişi kendini büyük görebilir. İnsanların kendisini beğenmesini isteyebilir.Ameline güvenebilir ve gösteriş için yapabilir. Halbuki böyle ameller fayda vermez.Emirleri yapıp nehiylerden kaçmakla beraber, nefsi gayet kusurlu görmek lazımdır. Hatta nefsi böyle görmek emirler yapıp nehiylerden kaçmanın anahtarıdır.İstikametin kemali de emrolunduğu şekilde yapılandır. İstikametin kemali ancak Peygamberler (a.s) için gerçekleşmiştir.Bundan sonraki, istikamet sahibinin rutbesine göre üst üste sıralanır. Bu kısımlardaki istikametlerde gayet şiddetli zorluklar vardır.Veli’yi kamil kendi nefsini bütün halktan alçak görür. Hatta kafirden dahi. Bu yalnız iman ve küfür yönünden değildir.
Kafirin günahı, eskiden verdiği vaadi bilmemesi ve Allah (c.c)’ı inkar etmesidir.Veli kendi nefsinin kafirden fazla olarak, emrin emir, yasak nehiy oduğunu bilip emir sahibini tasdik ettiğini halde, gene Allah (c.c)’ın emrini terkettiğini yasakladığını işlediğini görür.
(Cenab-ı Hak ervah aleminde zerreler şeklindeki ervahlara hitap ederek : "Ben Rabbiniz değil miyim?" buyurdu. Bütün ervah : "Evet, Sen bizim Rabbimizsin" diye cevap verdiler. Dünya aleminde müslümanlar bu sözü yerine getirip iman ettiler. Buna misak adı verilir.)
Keza Veli kendi nefsini, halk ona tabi olmasına rağmen hiç bir sıfata mazhar olmamış bilir. Kafirde ise en azından mü’minin kaçınması gerektiğini bildiği kahir sıfatı vardır.(İnsanlar Allah (c.c) sıfatlarının aynalarıdır. Kimisinde Cemal, kimisinde Celal, kimisinde Kahir sıfatları tecelli eder.)Bu meseleyi müşkil görerek, açıklanmasını istedim. Cevaben : ”Bu söylediğim dini hükümlerin dışı değil aynıdır. Ancak bunu anlatmakla değil, o makamın zevkini yaşamakla öğrenirsin.” dedi.
”Nefsi gayet kusurlu görüp onu bütün hallerinden dolayı suçlamadıkça, şeriat üzere istikamet sağlanamaz.” sözünün manası sorulduğunda, durumun daha iyi anlaşılabilmesi için Semnana’nin Nefahat’taki : ” Nefsi kusurlu görmemek onu itham etmemek büyük günahtır.” sözünü naklettikten sonra :
-” İstikamet ise büyük günahla birleşmez.” cevabını verdi.
Minah-7:
Peygamber Efendimiz (a.s) buyurmuştur ki :
“ Hud suresi beni ihtiyarlattı.” ( Hud suresi. 112. Ayet)Bu surede, ” Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” buyrulduğu için Peygamber Efendimiz (a.s) böyle buyurdular:
Ne zaman ki sure-i Yasin’in başındaki, “ Muhakkak ki sen ( Ey Resülüm tarafımızdan elçi olarak kllarıma) gönderilen peygamberlerdensin doğru bir yol ( islam dini) üzerindesin.” Ayeti nazil oldu. Resulullah (a.s)’ın kalbi rahatladı. (Yasin suresi. 4. Ayet)
Minah-8:
Mürşidimin emri ve zaruret olmasaydı, nefsimdeki ayıbı, kusuru gördüğümden, kabiliyetsizliğimi bildiğimden dolayı tarikat üzere konuşmaya ve irşada cesaret edemezdim.Şeyhim Seyyid Taha (k.s) bana şöyle buyurmuştu : ”Sen nefsini küfrü kat’i olan kafirden daha aşağı görmezse, yazıklar olsun sana !…”
Bir seferinde de ben şeyhime ” Nefsimin kusurunu gördüğümden ve halkın da bunları bildiğine inandığımda, onların arasına karışmaya hatta onlarla yolda karşılaşmaya utanıyorum.” dediğimde, bana “ hep bu hal üzere ol.” diye söyledi.
Atıyye-6
Üç minahın (6-7-8) işaretlerinde, muhatabın anlayışı kıt olduğundan özetle şöyle dedi : ” Dini hükümlarin istikameti, bilindiği üzere yalnız emirleri yapıp, nehiylerden kaçmak değildir. Çünkü, böyle bir kişi kendini büyük görebilir. İnsanların kendisini beğenmesini isteyebilir.Ameline güvenebilir ve gösteriş için yapabilir. Halbuki böyle ameller fayda vermez.Emirleri yapıp nehiylerden kaçmakla beraber, nefsi gayet kusurlu görmek lazımdır. Hatta nefsi böyle görmek emirler yapıp nehiylerden kaçmanın anahtarıdır.İstikametin kemali de emrolunduğu şekilde yapılandır. İstikametin kemali ancak Peygamberler (a.s) için gerçekleşmiştir.Bundan sonraki, istikamet sahibinin rutbesine göre üst üste sıralanır. Bu kısımlardaki istikametlerde gayet şiddetli zorluklar vardır.Veli’yi kamil kendi nefsini bütün halktan alçak görür. Hatta kafirden dahi. Bu yalnız iman ve küfür yönünden değildir.
Kafirin günahı, eskiden verdiği vaadi bilmemesi ve Allah (c.c)’ı inkar etmesidir.Veli kendi nefsinin kafirden fazla olarak, emrin emir, yasak nehiy oduğunu bilip emir sahibini tasdik ettiğini halde, gene Allah (c.c)’ın emrini terkettiğini yasakladığını işlediğini görür.
(Cenab-ı Hak ervah aleminde zerreler şeklindeki ervahlara hitap ederek : "Ben Rabbiniz değil miyim?" buyurdu. Bütün ervah : "Evet, Sen bizim Rabbimizsin" diye cevap verdiler. Dünya aleminde müslümanlar bu sözü yerine getirip iman ettiler. Buna misak adı verilir.)
Keza Veli kendi nefsini, halk ona tabi olmasına rağmen hiç bir sıfata mazhar olmamış bilir. Kafirde ise en azından mü’minin kaçınması gerektiğini bildiği kahir sıfatı vardır.(İnsanlar Allah (c.c) sıfatlarının aynalarıdır. Kimisinde Cemal, kimisinde Celal, kimisinde Kahir sıfatları tecelli eder.)Bu meseleyi müşkil görerek, açıklanmasını istedim. Cevaben : ”Bu söylediğim dini hükümlerin dışı değil aynıdır. Ancak bunu anlatmakla değil, o makamın zevkini yaşamakla öğrenirsin.” dedi.
Tasavvuf Ve Bir Mutasavvıf Olarak Seyyid Sıbğatullah Arvasi
Genel Bakış
Ameli ve nazari ciheti ile tasavvuf ilminde mütehassıs, tasavvuf tarihi hocalarından Seyyid Abdulhakim Arvasi (1865-1943) (kuddise sirruh) "Er-Riyadüt-Tasavvufiyye" adlı eserinde tasavvufun risalet ve nübuvvetle başladığını,kaynağının nübuvvet ve risalet olduğunu ifade etmektedir.Gerçekten her peygamber tebliğ vazifesi yanında nefis tezkiyesi de yapmıştır. Zaten tasavvufun konusu da kalbin tasfiyesi ve nefsin tezkiyesidir.İslami ilimler tedvin edilmeden önce, ayeti kerimeler ve hadisi şerifler tasavvuf konuları arasında yer alan zühd ve takva kavramlarını, nefsin tezkiyesi ve kalbin kötülüklerden arındırılması olarak belirtmiş ve bu hallerin yaşanması emredilmiştir.Hüküm yönüyle emir vucubiyeti gerektirir.Tasavvufun amacı da bunun tahakkukudur. Zira maksada ulaştıran her şey maksat hükmündedir.Usulsüzlük, Vusulsüzlüktür.
1-Tasavvuf Kelimesinin Ve İlminin Menşei
Tasavvuf kelimesinin menşei hakkında çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Hangi mastardan türetildiği müştak(türemiş) olup olmadığı hususu itilaf konusu olmuştur.Tasavvuf kelimesinin camid (türetilmeyen) bir kelime olduğu üzerinde durulmuştur.Ancak bazı alimler kelimenin "Safa"dan türetildiği hususunda görüş bildirmiştir. Bunu yanında kelimenin yün giysisi anlamına gelen “Suf”tan türetildiğine dair görüş de bir ihtimal olarak değerlendirilmektedir. Kalb tasfiyesini, nefis tezkiyesini konu alan tasavvufun kelime olarak sadece yün giysisinden türediğini iddia etmek bizce tartışmaya açık bir konudur. Nitekim Kuşeyri, Kuşeyri Risalesi isimli eserinde tasavvufu, (Dünyanın safası gitti kederi kaldı) hadisi şerif üst başlığı altında zikrettikten sonra konu olarak işler. Sırrı Sakati Hazretleri tasavvufun safa kelimesinden müştak(türemiş) olduğunu kesin olarak ifade etmektedir.[2]
Tasavvuf ile alakalı kitapların tedvini, bu ismin ortaya çıkması Hicri ikinci asrın başlarında olmuştur. İslami ilimlerle iştigal edenler mesela, tefsir ilmiyle uğraşanların Müfessirun, hadis ilmiyle uğraşanların Muhaddisun, nahiv ilmiyle uğraşanların Nahviyyun, fıkıh ilmiyle uğraşanların Fukaha, nefis tezkiyesi zühd ve takva ile meşgul olanların Mutasavvıf lakapları ile meşhur oldukları erbabınca bilinmektedir.
Nitekim, tasavvuf kelimesinin doğuşu ve isimlendirmesi hususunda, nazari ve ameli yönden tasavvuf muallimi olan es-Seyyid Abdulhakim Arvasi Hazretleri merhum Necip Fazıl Kısakürek’in (1905-1983)“Tasavvuf Bahçeleri” olarak sadeleştirdiği er-Riyadu-t Tasavvufiye adlı kitabında şu ifadelere yer vermektedir:
“Safa” kelimesi, her lisanda övülen ve zıddı olan “keduret-bulanıklık” ise kınanan hallerden sayılmıştır.”
Rivayet edilmiştir ki, Allah’ın Resulü (aleyhisselatu vesselam), mübarek peygamberlik simalarında açık bir hüzün ve değişiklik eseri olduğu halde, eshabın meclisini şereflendirmişler ve “Bu dünyanın safası gitti, kederi kaldı” buyurmuşlardır. Bu Hadis-i Şerif’te “tasavvuf” kelimesinin, “sufi” ve “mutasavvıf” kelimesinin, “safvet”den geldiğine bir remz ve işaret vardır. “Safv” kelimesinde “f” harfinin önce gelmesi, “sufi” de ise sonra gelmiş olması, bu kelimelerin değişik köklerden geldiğini gösterirse de, tasavvuf kelimesinin çokça kullanılmasından, “f” harfinin “v”harfinden önce söylenmesinin kelimeye hafiflik kazandırmak için olduğu, yani bir telaffuz galatı bulunduğu bazı tasavvuf kitaplarında zikredilmiştir. Hatta, peygamberlerin (aleyhimusselam) “safvet”le vasıflanmış olmalarındandır ki, Kur’an da “Istıfa, Estafi, Yestafi, Mustafa” kelimeleri ile onların üstün halleri bu meyanda zikredilmiştir. Demek ki, tasavvufi hakikatlerle vasıflanmak, bütün Resul ve Nebilerde görülmüş ve bu durum muteber olagelmiştir.
“Her nebinin kendi zamanında, şeriatı yürürlükte olduğu, her nebi ümmetinin seçkinlerine, kendisinin manevi hallerinin üstün meziyetleriyle de donanmayı da, feyizleriyle ifade buyururlardı. Bu bağlamda manevi safvet, risalet ve nübüvvetle başlamıştır. Tasavvuf, şeriatların manevi kıymetlerini kazandırıcı ve onları kolaylaştırıcıdır.
Üstad Ebul Kasım der ki: “Bu taife için sufi (sofi) tabiri, galip halde çokça kullanılmış ve filan kimse sufidir, falan cemaat sufiyye ve mutasavvifedir denilmiştir. Yoksa bu isim için, bu manada kullanılışına dair Arapça da herhangi bir işaret bir kıyas ve bir kelime türemesi söz konusu değildir. Açık olan şey, bu ismin yani sufi isminin bu taifeye lakap olarak kullanılmasıdır.”
Bazıları, “kamis” giyenden bahsedilirken “tekammus” denildiği gibi, bu taife de “sof-yün” elbise giydiklerinden, onlardan bahsedilirken “sofi” denildiği görüşünü ileri sürmüşlerdir. Bu çevrenin yalnızca sof elbise giymediği biliniyorsa da, bu sebebin ileri sürülmesi hükmün çokluğa bina edilmiş olmasına göredir.
Şeyh Sühreverdi’nin “Avarif” isimli eserinde şöyle denilmiştir: “Bazıları “sufi” kelimesinin isim olarak kullanılmasındaki münasebeti tetkik ederken demişlerdir ki; kıymette en düşük ve tevazua en yakın bulunan ve çok zaman Peygamberlerin giydikleri sof elbiseler taşıdıklarından onlara Arapça kıyasa bakmayarak “sufi” lakabı verilmiştir.”
Gerçekten Kainatın Efendisi de, yetmiş kadar peygamberin sof giydiklerini haber vermişlerdir. İsa aleyhisselamın, softan elbise giydikleri malumdur. Hasan Basri hazretleri, “Ben Bedir Eshabı’ndan yetmiş kadarıyla görüştüm ki, hepsinin de elbisesi softandı.” demiştir. Ebu Hureyre ve Feddal bin Ubeyd,(radıyallahu anhum) Bedir sahabilerini (radıyallahu anhum ecmain) anlatırken bütün elbiselerinin softan olduğunu söylemişlerdir.
Bazıları da nasıl “Kufi” , Kufe’ye mensup demekse, “sufi”de “suf”a mensuptur demişlerdir. Suf (sof), bir çeşit yünden mamul hırka demektir. Bazıları ise, bu ismi ariflerin ilahi huzurda “saf” olmalarına nisbet etmişlerdir. Bunlar mana bakımından tezlerinde doğruysalar da, lügat bakımından “sufi”, “saf”a nisbet edilemez.
Bazıları da “sufi”yi Mescid-i Suffe’ye nisbet etmişlerse de nisbetin kaideye aykırılığından dolayı bu görüş reddolunmuştur.
Hülasa, “sufi” kelimesi bir sebep ve münasebet aranmaksızın, kalp safasına, gönlü bütün yabancılardan arındırma ve ilahi zikirle ruhu donatmaya malik olanlara isim olarak verilmiştir. Bu üstün taife ise, “ehemmi takdim” ölçüsüne riayetle böyle kıyas ve kelime iştikakiyle meşgul olmaktan kaçınmışlar ve kıymetli vakitlerini pek az faydası olan bu gibi şeylerle zayi etmemişleridir.”[3]
Meşhur Cibril hadisinde Efendimize (aleyhissalatu ve selam) üç soru yöneltilmiştir. İman, İslam ve İhsan. İman meseleleri ile ilgili itikadi mezhepler, İslam hususları ile ilgili fıkhi mezhepler, İhsan konuları ile alakalı da tasavvufi mezhepler oluşmuştur. İşte yol anlamına gelen tarikatlar kaynağını ihsandan alan tasavvufi birer mezheptirler. Zahiri ilimleri tahsil etmek, batıni ilimlerden kişiyi müstağni kılamaz. Nitekim mütekaddimin alimler (öncekiler) mütehhirin alimler (sonrakiler), ve muhakkikin alimler, tasavvuf ilmini hem nazari (teorik) ve hem de ameli (pratik) olarak tahsil etmişler ve yaşamışlardır. Mesela;
Hanefi İmamlarından;
İbni Hümam (Kemaleddin Muhammed – M. 1386-1457 – H.788-861)
İbni Şibli (Cafer ibni Şibli – M. D.861-247 – M. V.945-334- H.247-334)
Şürün Bilali,Hayrettin Remli,Hamevi (Hamevi Şazli –D. M.1468-H. 873 – V.M. 1530-H.936)
Şafi Alimlerinden;
Sultan-ı Ulema İzz b. Abdusselam (Muhammed b.Mühezzib – D.H.577-M.1181 – V.H.660-M.1262)
İmam-ı Gazali (Muhammed b. Ahmed – D.M.1058-H.450 – V.M.1111-H.505)
Taceddin Subki (Ebu Nasr – V.771-1370)
İmam-ı Suyuti (Muhammed b. Sabık el-Hudeyri – D.H.849-M.1445 – V.H.911-M.1505)
Şeyh ul İslam Kadı Zekerriya
Alleme Şiyab ibni Haceri Heytemi (Muhammed b.Hacer Heytemi – D.899-1494 – V.974-1566)
Maliki İmamlarından;
Ebul Hasan Eş-Şazeli (D.H. 553-M.1196 - V.H. 655-M.1257)
Şeyh Ebul Hasan el-Mersi
Şeyh İbn Ataullah el-İskenderi (V.M.1309)
Hanbeli İmamlarından;
Abdulkadir el-Cili (Seyyid Abdulkadir Geylani, D.H.471 – V. H. 561)
Şeyhul İslam Abdullah el-Ensari el-Herevi ve diğer şahsiyetler. (V.H. 481)
Aynı şekilde Yusuf Hemedani, Şahı Nakşibend, Alaaddin Attar, İmam-ı Rabbani, Mevlana Halid Şehrezuri (keddesellahu esrarehum) gibi şahsiyetler zahiri ilimlerde zirveye ulaştıkları halde tasavvufla meşgul olmuşlar ve bu yolda insanlara yol gösterici rehber olmuşlardır. Yaptığımız araştırmalarda şu kanaate vardık :
Mezhepler hakkında lakayd davrananlar ve mezhepleri hafife alanlar tasavvufu da inkar etmektedirler.
Fıkıh için İlmul Evrak veya Fıkhı zahiri, tasavvuf için ise İlmul Ezvak veya Fıkhı batıni denilmiştir. Tasavvufsuz fakih yerilmiş, fıkıhtan mahrum olan sufi ise hiç kabul görmemiştir.İmam-ı Şafii (rahmetullahi aleyh) bir şiirinde şunu ifade etmişlerdir:
"Fakih ve Sufi ol, sadece ikisinden biri olma,
Allah hakkı için ben sana nasihat ediyorum.
Çünkü O (fakih) katıdır O’nun kalbi takvayı tatmamıştır.
Bu (sufi) ise cahildir, cahil olan nasıl ıslah eder.”[4]
Fıkıh ölçülerinin dışındaki zevklerin, şevklerin ve vecdlerin hiçbir kıymetinin olmadığını tasavvuf alimleri bildirmektedir. Nitekim Ebu Said el-Harraz bu durumu "Zahiri hükümlere aykırı olan her batın batıldır."[5] şeklinde ifade etmektedir. Beyazıd Bistami: "Bir adamın havada bağdaş kurup oturacak kadar keramete sahip olduğunu görseniz, o adamın Allah'ın emir ve yasaklarına, hududullahı muhafazası ve şeriata riayet hususunda nasıl hareket ettiğini tetkik edinceye kadar ona aldanmayınız." İmam Rabbani hazretleri “Bizim yolumuzda bir adaba riayet ve mekruhlardan ictinab, zikirden, fikirden, teveccühten birkaç derece üstündür. Bunlara riayetle beraber zikir, fikir olunca o zaman nur üstüne nurdur” şeklinde buyurmaktadır. Mutasavvıflardan Murtaişe’ye (V. H. 328) söylendi: Falan su üzerinde yürüyor. Şöyle cevap verdi: Heva ve hevesine nefsinin kötülüklerine karşı sabır gücüne sahip olan kimse su üzerinde yürümekten daha büyüktür." Bu bakımdan mutasavvıflar için fıkıh tasavvufun olmazsa olmazlarındandır.
2-Tasavvufun Tarifi:
Tasavvufun çokça tarifleri yapılmıştır. Tariflerinden bir tanesi şöyledir:
Tasavvuf, ebedi saadete nail olmak için nefsi tezkiye, ahlakı tasfiye, zahir ve batını tamir hallerinden bahseden bir ilimdir.[6]
Nasrabadi (rahmetullahi aleyh) demiştir ki; Tasavvufun temelini şunlar oluşturur: Kur'an ve Sünnet'e yapışmak,kötü arzuları ve bid'at türü işleri terk etmek,şeyhlere hürmet göstermeyi önemsemek, halkın özürlerini kabul edip kendilerine müsamahalı davranmak, evrada devam etmek. ruhsatları ve (açık hükümlerin dışındaki) yorumları terk etmek.[7]
Yukarıda özet sadedinde tasavvufla ilgili vermeye çalıştığımız bilgiler muteber tasavvuf kitaplarından ve mutasavvıfların mübarek sözlerinden iktibas edilmiştir.
Bir Mutasavvıf Olarak Seyyid Sıbğatullah Arvasi
1-Seyyid Sıbğatullah Arvasi’nin Kısaca Hayatı:
Bölgede ve bölge dışında ilim, ahlak, edeb ve fazilet yönü ile tanınan Seyyid Sıbğatullah Arvasi(kuddise sirruhu) Van’ın Bahçesaray (Müküs) ilçesinin Arvas köyünde dünyaya gelmiştir. İsmi Sıbğatullah olup, Arvasi ailesine mensubiyetinden dolayı Seyyid Sıbğatullah Arvasi, Hizan'da medfun olması sebebiyle de "Ğavsı Hizanı Seyyid Sıbğatullah Arvasi" olarak şöhret bulmuş, Ğavsul Azam, Ğavsı Hizani veya kısaca Ğavs lakabıyla tanınagelmiştir. Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruh) kardeşleri arasında mümtaz bir şahsiyet sahip olup, o güne kadar bölgede kendisine verilen isme benzeyen bir ismin olduğuna dair herhangi bir rivayete rastlanamamıştır. Her isimden sahibine bir nasip vardır.
Seyyid Sıbğatullah’ın halifelerinden Şeyh Halid Oreki (kuddise sirruh) Sığbatullah isminin, Bakara suresinin 138. ayetinden iktibas ettiği rivayet edilmiştir. (Rengi Allah’ın renginden daha güzel kim vardır.)[8]
1870 yılında Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Gayda köyünde vefat etmiş ve oraya defnedilmiştir. Nesebi İmam Ali Rıza (rahmetullahi aleyh) yoluyla Hz. Ali (kerremellahu vechehu) ulaşmaktadır. Büyük dedeleri Bağdat’tan Anadolu’ya hicret etmişlerdir. Babasının adı el-Hac Seyyid Lütfullah, dedesinin adı Abdurrahman-ı Kutub’tur. Seyyid-i Büzürk(Büyük Seyyid) Seyyid Taha Hazretleri bu zat hakkında “Abdurrahman-ı Nikunam, Kutbi Arvasi" yani “adı güzel şan ve şeref sahibi” şeklinde beyanda bulunmuştur. Seyyid Sıbğatullah Nakşıbendi tarikatı silsilesinde ise aşağıda belirtildiği üzere 32. halkayı teşkil etmektedir.
2-Seyyid Sıbğatullah’ın Tahsil Hayatı Ve İlmi Şahsiyeti:
Seyyid Sıbğatullah son derece feyizli ve alim bir aileye mensubtur.Küçük yaşlarda doğum yeri olan Arvas'ın geniş ilmi ortamı içerisinde yetişir. Bütün hocalarının isimleri hususunda kesin bilgimiz yoktur. Ancak Artuklu Üniversitesi Öğretim üyelerinden Prof.Dr. Abdulkadir YILDIRIM “Halidi’lik” konulu bir televizyon programında Seyyid Sıbğatullah’ın Mollakentli Molla Abdurrahman’ın yanında tedris ettiğini belirtmiştir. Molla Abdurrahman’ın ise Molla Yunus’un yazmış olduğu “Terkiba Mela Yunus” adlı eser üzerinde haşiye yazdığını biliyoruz.Seyyid Sıbğatullah Arvasi hazretlerinin halifelerinden Şeyh Halid eş-Şirvani el-Oreki'nin O’nun sohbetlerinden derlenerek kaleme aldığı “Minah” isimli eserde Seyyid Sıbğatullah’ın (kuddise sirruhu) mütekaddimin ve müteahirin olmak üzere elli üç alim ve mutasavvıfa atıf yaptığını görmekteyiz. Bu da Seyyid Sıbğatullah Arvasi hazretlerinin ilmi seviyesinin çok yüksek olduğunu ve ilmi eserleri tetkik ettiğini göstermektedir. Minah isimli eserle alakalı Şeyh Fethullah Verkanisi’nin (kuddise sirruhu)oğlu Şeyh Aladdin (kuddise sirruhu) (D.H.1299-M.1882 – V. H.28 Safer 1369- M.1949) manzum bir methiyye yazmıştır. Methiyeyi tercümesinin yararlı olacağı kanaatiyle aktarmak istiyoruz.
Müeyyid (destekleyici) Kerim olan Allah’ın zihin açmasıyla
Övgüye layık olan parlak fikir sahibinin zihni cömertlik etmiştir.
O Halid’dir ki, ilmi ile, yüksek irfanı ile, zühd ve takvası ile
İnsanlar arasında üstünlük sağlamıştır.
O (Halid) şeyhinin bazı kelam ve işaretlerini açıklamıştır.
O ( yani Seyyid Sibğatullah) ki müceddidin (İmam-ı Rabbani muceddidi elfi sani kuddise sirruhu) yolunun binasının sağlamlayıcısıdır.
Öylesine bir kitap ki, sağlam (muhkem) olan yola doğru
İrşadıyla ve üslub güzelliği ile tüm kitaplara üstünlük sağlamıştır.
O (Minah) gümüş sahifelere, yakutdan kalemlerle ve altınla (mürekkep) yazılmaya layıktır.
Yeri gelmişken şunu ifade etmemiz yerinde olacaktır. Bazı kimseler hiçbir bilgiye dayanmadan, Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruhu)'ın ilmi seviyesinin yüksek olmadığını, hatta “Şerhil Muğni” isimli esere kadar okuduğuna dair sözler sarf etmişlerdir. Halbuki “Şerhil Muğni” meselesi kendisiyle halifesi Şeyh Halid arasında geçen şu olaydan kaynaklanmaktadır:
Birgün Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruhu) seyr u sülukünü henüz tamamlamayan Şeyh Halid'e sorar: "Molla Halid senin ilmin ne kadardır?” O da: “Efendim! Elhamdulillah. Seyyid Şerif Cürcani ve Teftezani kadar ilmi bilgiye sahibim.”diye cevap verir.Molla Halid dışarı çıkınca sohbette bulunanlar onu yadırgamaya başlarlar. “Sen Ğavsın yanında nasıl böyle cevap verirsin? Bu ne cesaret?” dediklerinde O da: “Soruyu soran benim mürşidim Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruhu) olunca ben gerçek neyse onu söylemek zorundayım, gerçeği gizleyemem. Bunda tevazu benim için zillet olurdu. Ama eğer bu soruyu siz sorsaydınız ben de size ilmimin Şerhul Muğni okuyan bir talebe seviyesinde olduğumu söyleyecektim." diye cevap verir.
Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruh)'ın Kur'an, hadis ve fıkıh ilimlerine son derece vakıf olduğunu, zaman zaman ayet ve hadislere işari manalar verdiğini de eser ve sohbetlerinden anlıyoruz. Ayrıca İmamı Rabbani’nin (kuddise sirruhu) Mektubat’ında yer alan bir mektuba Dürretül Beyda (Beyaz İnci) ismini verdiğini ve “Bu beyaz inciyi yazın” emrini verdiğini Kelimat’ul Kudsiye adlı eserden anlıyoruz. Bunun yanında Hafız-ı Şirazi'nin, Ahmed-i Cüzeyri’nin divanına ve buna benzer manzum eserlere de son derece hakim olduğunu, güçlü te'vil ve yorumlar getirdiğini biliyoruz. Kendisine tabi olan şahsiyetlerin kendi dönemlerindeki akranlarından çok üstün derecede ilmi seviyeye sahip olmaları Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruh)'ın ilmi seviyesinin çok yüksek olduğunu göstermektedir. Şu kadar var ki, O’nun Sünnet-i Seniyye’ye bağlılığı ve ameli, ilminin önünde olduğu için, ilmi adeta perde arkasında kalmış, ameli ön plana çıkmıştır. Zaten ilmin amacı da ameldir. İlim amel içindir.
3-Mürşidleri:
Küçük yaşlarda bile kendisinde harikulade hallerin meydana geldiğini, dünya kelamı ile meşgul olanların sohbetinden sıkıldığını ve böyle ortamlarda çirkin kokuların kendisini rahatsız ettiğini, bu nedenle kendisinin zaman zaman insanlardan uzak kalarak inzivaya çekildiğini gerek yazılı menkıbelerden ve gerekse şifahi rivayetlerden öğreniyoruz. Seyyid Sıbğatullah tasavvufi hayatında değişik mürşidlerin hizmetlerine girmiş ve onlardan istifade etmiştir.
Bunlardan bir kaçı:
a- Şeyh Muhyeddin (kuddise sirruh): Van'da ikamet eden, bu zat Abdullah-ı Dehlevi'(kuddise sirruh)nin halifelerinden Derviş Muhammed'in halifesidir. Kendisi ile alakalı çok fazla malumatımız olmamakla beraber Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruh) bu zata hicri 1245 tarihinde gider ve yanında ilk Nakşi tarikat eğitimini alır.Şeyh Muhyeddin kendisine “Artık sen ehlulullah'ın ruhaniyetinden istifade edecek dereceye geldin, bundan sonra buraya gelmenize gerek kalmamıştır.” şeklinde ifadesinden sonra Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruh) onun vefatına kadar o hal üzere devam eder.
b- Bitlis'li Şeyh Musa Efendi: Şeyh Muhyeddin'in vefatından sonra kendisine intisab eder. Seyyid Sıbğatullah bu zatı çok över. Kendisine“Şeyhin kimdir? diye sorulduğunda “ Şeyhi Uryan (çıplak şeyh)dır.Nitekim Seyyid Sıbğatullah :”Eğer ben Seyyid Taha'yı (kuddise sirruh) görmeseydim, bu zattan ayrılmazdım.” demiştir.
c- Şeyh Abdulkadir el-Bitlisi (kuddise sirruh) :
d-Şeyh Halid el-Cezeri (kuddise sirruh): Bu zat, Mevlana Halid-i Bağdadi’nin (kuddise sirruh) halifelerindendir. Seyyid Sıbğatullah’a “Sen ilim menbaı bir ailedensin buraya niçin geldin?” diye sorulduğunda; “Eğer elindeki kabı dolduramıyorsam doldurmak için başka bir yere yönelmek zorundayım.” diye cevap verir. Seyyid Sıbğatullah şeyh Halidi Cezeri’nin vefatına kadar yanında kalır, vefatından sonra şeyh Salih Sıbkiye yönelir.
e-Seyyid Taha-i Hakkari (kuddise sirru): Seyyid Sıbğatullah, Salih es-Sıbki’nin (kuddise sirruh) yanında iken, Seyyid Taha hazretleri,talebelerinden Molla Ömer el-Horosi ile vasıtasıyla bir mektup gönderip “Artık dostlarınla beraber yuvana dön.” emrini verir. Bu söz Seyyid Sıbğatullah Arvasi Hazretlerini kutlu yolun büyükleri olan sadat-ı kiramın arasına katılmaya davet anlamı taşıyordu. Bu emir üzerine Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruh) hiç tereddüt göstermeden büyük bir şevk ve iştiyakla emelinin gerçekleşeceği Nehri’ye gider. Böylece hakiki ve esas yuvasına kavuşur. Seyyid Taha’nın paha biçilmez sohbetlerini çölde susuz kalmış kimseler gibi ruhuna hayat verici bulur. 1256/1840 yılından mürşidi Seyyid Taha hazretlerinin 1269/1853 yılındaki vefatına kadar tam on üç yılını onun irşad halkasında geçirir.
4-Seyyid Sıbğatullah Arvasi(kuddise sirruh) 'nin Nakşi Tarikatına Dair Silsilesi:
Medfun Oldukları Yer
1- Hz. Muhammed Mustafa (sallalahu aleyhi vesselam) (571 - 632)
2- Ebubekir es-Sıddık (radıyallahu anh) (573 - 634) Hücre-i Seadet
3- Selman-i Farisi(radıyallahu anh) (V.654) Medayin, Irak
4- Kasım Muhammed bin Ebubekir es- Sıddık (650 - 725) Kudeyd (Mekke –Medine arası)
5- Cafer-i es-Sadık bin Muhammed Bakır (rahmetullahi aleyh) (699 - 765)Cennet ül Baki
6- Bayezid-i Bistami (777 - 848) Bistam, İran
7- Ebu'l Hasan el-Harakani (963 - 1033) Harkân, İran
8- Ebu Ali el-Fadl el-Farmedi (1010 - 1084) Meşhed, İran
9- Ebu Yakub Yusuf el-Hemedani (1049 - 1140) Merv,Türkmenistan
10- Abdulhalik el-Gucdüvani (1179 - 1220) Buhara, Özbekistan
11- Arif er-Rivegeri (V.1237) Buhara, Özbekistan
12- Mahmud el-İncir el-Fagnevi (V.1286) Buhara, Özbekistan
13- Hoca Azizan Ali Ramiteni (V.1321) Daşoğuz,Türkmenistan
14- Muhammed Baba Semmasi (V.1335) Buhara, Özbekistan
15- Seyyid Emir Külal (1281 - 1370) Buhara, Özbekistan
16- Şah-i Nakşibendi Muhammed el-Buhari (1318 - 1389) Buhara, Özbekistan
17- Alaudin el-Attar (V.1400) Denov, Özbekistan
18- Yakub el-Çerhi (V.1447) Duşanbe, Tacikistan
19- Hoca Ubeydullah el-Ahrar (1404 - 1490) Semerkand, Özbekistan
20- Muhammed ez-Zahid (V.1529) Denov, Özbekistan
21- Derviş Muhammed es-Semerkandi (V.1562) Kitab, Özbekistan
22- Muhammed el-Hacegi el-Emkengi (1512 - 1600) Kitab, Özbekistan
23- Muhammed Bakibillah (1564 - 1603) Delhi, Hindistan
24- İmam-i Rabbani Ahmed Faruki es-Serhendi (1564 - 1624) Serhend, Hindistan
25- Muhammed Masum Serhendi Urvetul Vuska (1599 - 1668) Serhend, Hindistan
26- Muhammed Seyfeddin Serhendi (1639 - 1684) Serhend, Hindistan
27- Seyyid Nur Muhammed el-Bedayuni (V.1722) Delhi, Hindistan
28- Habibullah Mirza Can-i Canan Mazhar (1701 - 1781) Delhi, Hindistan
29- Şeyh Abdullah Dehlevi (1743 - 1824) Delhi, Hindistan
30- Diyaeddin Zul Cenaheyn Mevlana Halid (1779 - 1827) Şam, Suriye
31- Seyyid Taha en-Nehri el-Hakkari (V.1853) Nehri, Şemdinli
32- Seyyid Sıbgatullâh-i Arvâsî (V.1870) Ğayda, Bitlis
Seyyid Sıbğatullah Arvasi’nin (kuddise sirruh) hayatından bahseden eserler genellikle el yazması olup, matbu değildir. Fakat bu eserlerin bir kısmı da tercüme edilmiş olup basılmıştır. On risaleden oluşan "El-Kelimatul Kudsiyye" adlı eserde başta kendi eseri olan Minah bulunmakta, diğer bölümler ise konusuna göre kendisinden atıflar da yapılmıştır.
Kendisi ile alakalı değişik ansiklopedi ve arşivlerde malumatlar bulunmaktadır. Mürşidi Seyyid Taha hazretlerinin kendisine gönderdiği bazı mektuplarında Seyyid Taha hazretlerinin mührü bulunmaktadır. Bazı mektuplar ise mektub suretidir.[9]
Seyyid Sıbğatullah birgün Seyyid Taha tarafından cevaplamasını istediği çok önemli bir konu hakkında özel postacısıyla bir mektub gönderdi. Hazreti Seyyid Taha’dan cevabi mektubu getiren şahsın köye yaklaştığı kendisine haber verilince Hazreti Ğavs dama çıkarak Molla Ahmed el-Cuzeyri hazretlerine ait şu beyitleri tekrarladı:
Kasıd bı meksudame hat, ba müjde u emru berat
Nişan hınarın hem xelat ev padşehı gülgun qeba
(Elçi arzuladığımız maksadımızla müjde ile, emir ve beratla geldi
Gül renkli aba (giysi) sahibi padişahtan hem nişan ve hem de ödül getirdi.)
5-Halifeleri
Abdurrahman Taği: Evliyanın büyüklerindendir. Norşinli’dir. Üstad-ı Azam ismiyle meşhurdur. 1304 (M.1886) yılında vefat etti. Sultan Abdulhamid Han, asrının müceddidi olduğunu bildirmiştir.
Oğlu Seyyid Bahauddin:
Şeyh Halid Şirvani: Şark vilayetinin adliye müfettişi iken Seyyid Sıbğatullah Arvasi hazretlerine intisap etmiştir. Vaktinin Sibeveyh’i olarak meşhur olmuştur. (Hz. Ömer’in soyundan geldiği için Ömeri, Şirvan’da doğup büyüdüğü için Şirvani lakabıyla anılmıştır. Molla Halidi Oreki olarak da bilinir. Bu meşhur zatın ne yazık ki doğum ve vefat tarihi kayd edilmemiştir. Ancak 93 harbinde (1877-1878 Osmanlı – Rus savaşında Doğubeyazıt cephesinde Seyyid Sıbğatullah Arvasi hazretlerinin abisi olan Seyyid Abdulğaffar Arvasi hazretleri ile beraber cihad ederken şehiden vefat etmiştir. Zaten kendisi birgün şeyhine şehid olma arzusunda olduğunu da bildirmiş, bu arzusu da gerçekleşmiştir. Şeyhi kendisine: “Bizden de Bedir ve Uhud şehidlerine selam söyle.” demiştir. Mudakkık ve muhakkık bir alim olan Şeyh Halid’e zamanın Şafii’si de denmiştir. Tefsir, fıkıh gibi zahiri ilimlerde İbni Hacer ve Seyyid Şerif Cürcani hazretleri kadar alim olduğunu bizzat kendisi şeyhine itiraf etmiştir. Seyyid Sıbğatullah kendisine seyda diye hitap ederdi.
Şeyh Abdurrahman Behtani:
Sofi Mustafa Külati: Birgün Ğavs, kendisine, “Sus!” demişti. Bundan sonra ölünceye kadar ona cevap vermekten başka bir şey konuşmadı.
Ali Can Külpiki[10]
6-Evlatları
Seyyid Sıbğatullah’ın Sekiz evladı vardı. Bunların isimleri şöyledir:
Şeyh Celalüddin: Kardeşi Şeyh Bahauddinden sonra babasının yerine o geçmiş ve bu hizmeti yürütmüştür. 1294/1877 yılında vefat etmiştir.
Şeyh Bahauddin: Şeyh Celalüddin’in küçüğüdür. Babasının halifesi olup, babasından sonra yerine geçti. İki ay irşad yaptıktan sonra vefat etti.
Sultan Veled
Seyyit Bahri
Burhaneddin
Şeyh Hamza
Seyyid Nur Muhammed: Şeyh Celalüddin’den sonra tarikat hizmetinde bulunmuş ve birçok müridi olmuştur.
Şeyh Hasan: Melami Meşrebli değişik halleri vardı.Şeyh Fethullah Verkanisi hazretlerinin halifesidir.
Seyyid Sıbğatullah Arvasi (kuddise sirruh)’nin Ğavs Oluşu İle İlgili Bazı Tesbitler
Şeyh Muhammed Asım hazretlerinin Birkatul Kelimat adlı el yazması eserinin 17. Sahifesinde Ğavsiyeti ile ilgili şöyle ifade etmektedir:
“Kendi döneminde alimler onun Ğavsiyeti hususunda delillerle ittifak etmiş ve delilleri ile Ğavsiyetini izah etmişlerdir.”
Abdurrahman Taği (kuddise sirruh)’nin Tesbiti:
a) Abdurrahman Taği (kuddise sirruhu) “Ben Onun Ğavs olduğuna dair yemin ederim. Çünkü biz onun ebdalları arasında idik. Ebdallar dönemin Ğavsının emri altındadırlar. Şöyle ki; Bizleri ebdallık vazifesi için uzak yerlere gönderirdi. Bu esnada bize “Tayyı Mekan” vaki olurdu. Ayaklarımıza taşlar,ağaçlar değdiği halde bunu hissetmezdik. Döndükten sonra Ğavsın ayaklarının yaralandığını ve kanadığını müşahede ederdik.
b) Ğavs, mühim bir mesele olunca Seyyid Taha’dan sorar, emri ondan alırdı. Çünkü O umumi Kutub idi. Seyyid-uI Fedevi’nin vefatından sonra Mevlana Halidin halifesi Şeyh Osman et-Tavili’ye gönderirdi.Onun da vefatından sonra Seyyid Nureddin Birifkiye, o da vefat edince artık kimseye sorma ihtiyacı duymadı. Biz de bundan kutubluk makamının kendisine geçtiğini anladık.
2. Halifelerinden Şeyh Halid-i Oreki, (Şirvani)’nin Tesbitleri:
Zamanın Allamesi, asrının birtanesi Şeyh Halid eş-Şirvani el Ureki hazretleri ise onun Ğavsiyeti hususunda şöyle demiştir:
“O’nun Ğavs olduğunu bildiğim halde mel’un içime bir vesvese düşürdü. Ben de eğer O Ğavs ise alimin ilmini selb (geçici olarak unutturur) eder diye söylendim. Ezan okundu. Ben hücremden çıktım. Namaz için acele ettim. Ğavs: “Üstat gel bize namaz kıldır.” dedi. Öne geçtim niyyet ettim. Hiçbir şey hatırlayamaz oldum. Namaz kıldırmak üzere bir kişi yerime tayin ettim dışarı çıktım. Şu beyti terennüm ettim:”
Rehnuma u Şeyhi Piri Sıbğatullah el meded
Şahi Sultan-ı Seriri ĞAVS’İ AZAM el Meded
3-Diğer Bazı Tesbitler :
Abdurrahman Taği’nin (kuddise sirruh) daha önce Kadiri halifesi iken Seyyid Sıbğatullah’a intisab etmesi, Halid-i Oreki’nin onu imtihan etmek için hazırladığı on soruyu o henüz sormadan Ğavs’ın cevaplaması, müridleri ile arasında meydana gelen bazı harika haller ve kendi döneminde yaşayan çevrede halk üzerinde nüfuz sahibi olan bazı kimselerle olan münasebetlerinde cereyan eden hadiseler onun Ğavsiyetini ayrıca ispat etmektedir.
Şeyh Asım bin Şeyh Alaaddin bin Şeyh Fethullah Verkanisi (kuddise sirruhum) (D.1921 – V. 12 Temmuz 2011) özetle şöyle zikretmiştir:
“Ğavs ile alakalı hal ve durumların onun dışında hiçbir Meşayihi Kiramdan vaki olduğu duyulmamıştır.”
Seyyid Sıbğatullah hazretlerinin manevi şahsiyeti:
Şeyh Halid eş-Şirvani El-Ureki bir defasında O’nun Ğayda’daki kabrini ziyaretinde olağanüstü hallerle hallenmiş, bunun üzerine aşağıdaki Farsça dizeleri kaleme almıştır. Bu dizelerin bir kısmı önce Latin harfleriyle daha sonra orijinal Arabi harflerle mezar taşına yazılmıştır:
“Ben kimim ki, yüzünü görmeyi dileyeyim. Keşki (kaşki) felek gibi onun haremini tavaf (ziyaret) edebilseydim.
Her kim ki, yüzünü gözleriyle bizatihi görürse Celaleddin-i Suyuti’nin “Tenvirul Halak’ta ne dediğini anlayacaktır.
Nübuvvet dışında beşere verilen ne kadar kemalat (üstün sıfatlar) varsa O’nun için çekinmeden söyleyebilirsin. Zira bana felek ilminden fetva verilmiştir.
Eğer Meşhedini (makberini) ziyaret edenlerin gözlerinden manevi perde kaldırılsaydı, Kıyamete kadar meleklerin onun üzerindeki izdihamını göreceklerdi.
Ey Halid onunun kamet ve bedenine sözlerden bir elbise dikmeye kalkışırsan yakıştıramazsın.
Sahban ve Kıss (meşhur terziler) telekten (kuş tüyünden) bile dikse yine üstüne oturtamaz.”
Not: Telek ve Çelek kelimeleri Tıl ve Cıl’den, sonundaki kaf harfi tek manasını ifade eder. İkisi de elbise için kullanılmıştır.
(“Tenvirul Halek fi Ru’yet’in Nebiyyi vel Melek”, İmam Suyuti’nin bazı olağanüstü halleri uyanık iken görme ile ilgili telif ettiği,kendi alanında değerli bir kitaptır.)
Muhammed Sami Erzincani hazretlerinin mürid ve aşıklarından olan Salih Baba da divanında;
Himmeti evliya bize yar iken
Şahı Nakşibendi ser hünkar iken
Seyyid Taha Sıbgatullah var iken
Kabe kavseyne dek seyranımız var
Başka bir şiirinde ise :
“İltica edelim Sibgatullaha
Kendi boyası ile boyaya bizi” demek suretiyle Seyyid Sıbğatullah Arvasi’den iştiyakla bahsetmektedir.
Bunun yanında Seyyid Sıbğatullah, aşağıda belirtildiği gibi mutad olarak okunan silsilelerde sekiz elkab- sıfat ile zikredilmektedir.
“Sultan ul Kubara ul Mutakaddimin (Geçmiş büyüklerin sultanı)
Ve Kudvetul Kubara ul Mutaehirin (sonradan gelenlerin kudvası, önderi)
Ğavsul Ammeti vel haifin (Allah’ın emirlerine karşı gelmekten korkan ve muttakilerin ve umumun yani herkesin Ğavsı)
Kutbul eimmeti vessalikin (Önder ve süluk ehli olanların Kutbu)
Muğisul müsteğisin (Kendisinden yardım dileyenlere yardım edicisi)
Munisul ğuraba-ı vel aşikin (Garip ve aşıkların kendisinden ünsiyet, rahatlık bulduğu)
Şeyhina el Uveysi (Uveysi şeyhimiz)
Mevlana hazreti eş-Şeyh es-Seyyid Sıbğatullah Arvasi”
Şeyh Muhammed Asım Hazretlerinin Birketu’l Kelimat adlı eserinde Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruh) hazretleri hakkında yazdığı bölümden bazı seçmeler:
“Medreselerden zahiri ilmi tahsil ettikten sonra büyük bir iştiyakla (h.1245) batıni marifetler ve ruhi riyazatlara yönelerek bütün vasıfları haiz meşayihlerin hizmetine girdi.H. 1256’da Seyyid ul Fedevi Seyyid Taha’nın kendisine gönderdiği davet mektubu üzerine Seyyid Taha’ya yöneldi. Bu arada Allah u Teala’dan başka hiç kimsenin bilemeyeceği makamlara ulaştı. Her sene şeyhini iki defa Nehri’de ziyaret ederdi. Hicri 1268’de şeyhin vefatına kadar bu hal böyle devam etti. Bu ziyaret adeti Seyyid Taha’nın kardeşi Seyyid Salihin (V. H.1280)vefatına dek sürdü. Ondan sonra insanları irşat ederek gönülleri fethetmeye başladı. Sohbetine 400 den fazla salih erkekler ve saliha hanımların katılımıyla gerçekleştiği olmuştur. Sabah namazından sonra özellikle Pazartesi ve Perşembe günleri teveccüh yapılırdı. Teveccühe çok önem verirdi. Teveccühten sonra çorba dağıtılırdı.
Oğlu Şeyh Celaleddin’in Nehri’de karşılaştığı bazı durumlar ve Seyyid Taha’nın (kuddise sirruhu) kendisine iltifatları:
Seyyid Sıbğatullah Hazretleri bir defasında oğlu Şeyh Celaleddini de beraberinde Nehri’ye götürdü. Bu seyahatte Nehri de değişik bazı olaylar vuku bulmuştur. Birkaçını aktarmakta yarar mülahaza etmekteyiz:
a) Nehri’deki değirmenin yapımı sırasında, değirmen taşının bir tarafta Şeyh Celaleddin, diğer tarafta 7 kişi ile beraber yerine yerleştirilmesi manzarası karşısında, Seyyid Taha’nın “Sen benim hamilim yükümsün, yani bana aitsin.” diye hitap etmeleri
b) Şey Celaleddin’in tavan arasından yılanı çekip alması:
Sohbet esnasında tavan arasında görülen bir yılan sebebiyle mecliste bulunanlar Seyyid Taha hazretlerini oradan uzaklaştırmak için ayaklandıklarında Şeyh Celaleddin “Oturunuz, bu iş bana aittir. Çünkü siz defalarca bunu gördünüz fakat bir şey yapamadınız der ve güçlü bir şekilde yılanın boğazından sıkmış ve yılanı öldürmüştür.
c) Kuşun Seyyid Taha’dan imdat dilemesi:
Seyyid Taha yazlıkta sohbet esnasında iken, onun omuzlarına bir kuşun konduğunu görür. Kuş sağa sola bakınır. Seyyid Taha kuşun, kendisine yumurtadan yeni çıkan yavrularına bir yılanın musallat olduğunu söyler. Seyyid Taha mecliste hazır olan Şeyh Celaleddine işaret eder. Şeyh Celaleddin ağaçlar arasında bulunan yılanı etkisiz hale getirir.
d) Şeyh Celaleddin’in Nehri’ye yaklaşırken cezbe ile hallenmesi :
Bir defasında Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruh) Nehri’ye giderken Şeyh Celaleddin kafileden ayrı olarak tek başına kafileyi takip ediyordu. Nehri yakınlarında Ğavs atından indi, abdest almak için bir eve gitti. Bu esnada Şeyh Celaleddin uzak bir yerde durmakta ve şu şiiri terennüm etmekteydi:
“Ez xezalım, xezalım xezala wé beriyé
Dewé mın lı çériyé guhımin lı gaziyé
Xeziya bu mıra bı buya kısmetémın
Awu beré wé Nehriyé
Ben bu ovanın ceylanıyım, ceylanıyım ceylanı.
Ağzım otlakta, kulağım çağrıda.
Keşke benim için, bana kısmet olsaydı,
Nehri’nin suyu ve taşı. (kayalıkları)”
Ğavs bu şiiri işitince onu yanına çağırdı ve beraber emellerinin kabesine kavuştular.
Ğavs, Şeyh Celaleddin’i, galebe çalan yiğitliği ve tabiatının şiddeti sebebiyle Hz. Seyyid-i Fedeviyye şikayet ettiğinde Seyyid Taha Ğavs’a “Senin bütün oğulların senin olsun Celaleddin de benim oğlum olsun.”cevabını almıştır. Nehriden ayrılma vakti geldiğinde Şeyh Celaleddin, mübarek eyvanının sütunlarına dayanarak “Ben sizinle gelmeyeceğim. Ben Hazreti Seyyid’in oğluyum, burada kalacağım.” demiş bunun üzerine Seyyid ul Fedevi Seyyid Taha hazretleri:
-Sen babanla git yine benim oğlumsun. buyurmuştur.”[11]
C-Seyyid Sıbğatullah’ın Minah Adlı Eserinde Hikmetli Bazı Sözler
Ğavs’ın en önemli eseri Minah adlı eseridir. Minah (Hediye edilen, bağışlanan, Allah tarafından verilen vergiler, nimetler, hikmetler anlamını taşır.) Bu eser Sıbğatullah Arvasi’nin halifelerinden Allame Halid-i Şirvan el-Oreki tarafından derlenmiş, kaleme alınmıştır. 1979 yılında “Kelime-i Kudsiyye Lisadati Nakşibendiyye” ismiyle Arapça olarak medrese hocalarından oluşan bir komisyon tarafından el yazısı ile tekrar yazılmış ve teksir edilmiştir. Eser, ilk defa 1982 yılında Urfa Halilurrahman Camii İmamı merhum Yahya PAKİŞ tarafından tercüme edilmiş, İstanbul’da neşr edilmiştir. Bunun yanında Seyyid Sıbğatullah’ın sözlerinin yer aldığı, kendisinden sıkça atıflar yapıldığı 10 risaleden oluşan EL-KELİMAT’UL KUDSİYYE isimli eser Salih UÇAN tarafından “Nakşibendi Şeyhlerinin Hikmetli Sözleri” 1983 yılında tercüme edilmiştir.[12]
Minah 2013 yılında Siraceddin ÖNLÜER – Hüseyin OKUR tarafından tekrar tercüme edilmiş, Semerkand yayınları, Hacegan klasikleri arasında yayımlanmıştır.
Şeyh Ahmed Taşkesani hazretlerinin oğlu Molla Diyauddin tarafından Minah’a Atiyye ismini verdiği bir haşiyesi de yazılmıştır.
Seyyid Sıbğatullah’ın Minah’ından Semerkand yayınlarından yayımlanan tercümesinden iktibas ederek, bir kısmını aşağıda sunuyoruz.
3. MİNAH
NAZAR BER-KADEM
Gavs-ı Hizânî Seyyid Sıbgatullah Arvâsî (kuddise sırruhu), Abdülhâlik-ı Gucdüvânî hazretlerinin (kuddise sırruhu),
“Nazar ber-kadem” sözünü şöyle açıklardı: “Buradaki kadem (?????? ), ‘ayak’ manasına gelen ‘kaf’ harfinin üstün olması iledir. Yoksa ‘kaf’ harfini esre okuyarak, hudûs kelimesinin zıt anlamlısı olan kıdem (?????? ) yani , evveli olmamak’ manasında bir kelime değildir.”Bundan maksat, müridin bakışlarının namaz kılan birinin secde mahalline olan bakışları gibi olmasıdır.
7. MİNAH
İSTİKAMET ÜZERE OLMANIN ÖNEMİ
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) anlatıyor: Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem), “Hûd sûresi beni ihtiyarlattı” buyurmasının nedeni, bu sûrede kendisine, istikamet üzerine olmasının emredilmesindendir. Nitekim bu sûrede Hak Teâlâ,
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd 11/112) buyurmuştur. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Yâsin sûresinin,
“Yâsîn. Hikmet dolu Kur’an hakkı için. Sen şüphesiz peygamberlerdensin. Dosdoğru bir yol üzerindesin”(Yasin 36/1-4) âyetlerinin nazil olmasıyla ancak rahatlayabilmişti. Çünkü Allah Teâlâ O'na istikamet üzerinde olduğunu bildirmiştir.
22. MİNAH
ŞEKLİ ve MANEVİ DEĞİŞME
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) anlatıyor: Mesh, şeklî ve manevî olmak üzere iki türlüdür. Şeklî değişme, Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) hürmetine ümmet-i davetten kaldırılmıştır. Manevî değişme ise devam etmektedir. Ancak günah işlemek suretiyle manevî değişmeye duçar olanlar, manen çevrildikleri hayvanın ahlâkına müptela olurlar. İşte böyle kimselerin tövbe istiğfar etmeleriyle tekrar eski suretlerine dönmeleri mümkün olabileceği gibi, tövbe etmedikleri takdirde bu hal üzerine ölmeleri de mümkündür. Şeklî değişmeye gelince; şeklen değişen bir kimsenin eski haline dönüşüp dönüşmeyeceği hakkında bu fakire (Hâlid- Şirvânî) sordu. Ben “bunun mümkün olup olmayacağı hususunda herhangi bir bilgimin olmadığını” söyledim. Gavs (kuddise sırruhu) kendisi de bu konuda bir açıklamada bulunmadı.
30. MİNAH
GECE İBADETİNİN ÖNEMİ
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) diyor ki: “Hakiki müridler, gece ibadetlerine kalkanlardır. İşte bunlar, sâdâtların iltifat nazarlarına mazhar olanlardır. Diğerleri ise gerçek manada mürid sayılmazlar.”
32. MİNAH
İRŞAD UMUMİDİR
Bir gün Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) hazretlerine, şeyhlik iddiasında bulunan ve avamın zihinlerini bulandıran bazı kişilerin, “İrşad için her şeyhe taksim edilmiş bir bölgenin olduğunu, bu bölgenin dışına çıkıp irşad yapılamayacağını” söylediklerini anlattılar ve bu hususta Gavs’ın fikrini sordular. Gavs (kuddise sırruhu), “Bu asılsız bir iftiradır. Aslı astarı yoktur” dedi ve buna delil olarak, Nefehâtü’l-Üns kitabında tercüme-i hali zikredilen Şeyhülislâm Ahmed-i Nâmekî-i Câmî hazretlerinin Çiştî tarikatına mensup olduğunu iddia eden bazı noksan şeyhlerle yaptığı mücadeleleri gösterdi.
Aynı şekilde Şeyh Tâhir’in (kuddise sırruhu) “Eğer dünya büyüklerini (padişah, vali, hakim vb.) irşad etmekle görevlendirilmiş olmasaydım, dünyada hiçbir şeyhe mürid bırakmazdım” sözünü de nakletti.
39. MİNAH
MİNAHLARIN YAZILMAYA BAŞLANMASI
Bu fakir (Hâlid-i Şirvânî), Gavs’ın (kuddise sırruhu) mukaddes sözlerini kaleme almakta geç kaldığımdan ötürü gerçekten büyük üzüntü duyuyordum. Bu üzüntümün üçüncü gününde Gavs hazretleri, sohbet meclislerinde şu beyiti okudular:
“Bu mesnevi (yazılmakta) bir müddet gecikti.
Ancak kanın süte dönüşmesi için bir müddet beklemek gerekliydi.”
43. MİNAH
BİD’ATLARDAN SAKINMAK
Gavs-ı Hizânî Seyyid Sıbgatullah Arvâsî (kuddise sırruhu), “Sadece farz ibadetleri yapıp bid’atlardan sakınan kimse, bütün ibadetleri yerine getirip birçok hal ve makama ulaşmasına rağmen bir tek bid’at işleyen kimseden çok daha faziletlidir” dedi ve peşinden, bir bedevinin Hz. Peygamber’e (sallallahu aleyhi vesellem), “Bu anlattıklarından ne fazlasını ne de eksiğini yaparım” demesinin üzerine, Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem), “ Eğer doğru söylüyorsa kurtulmuştur” diye şahitlik ettiğini gösteren hadisini nakletti.
51. MİNAH
SOHBET VE ÇİLENİN FARKI
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) derdi ki: “Çilehanede kırk gün kalıp çile çeken bir mürid, bazı makam veya hallere ulaşabilir. Ancak Nakşibendi yolundaki bir sâlikin sohbet yoluyla elde ettiği manevi feyiz ve bereket apayrı bir şeydir. Sohbet onu daha olgun hale getirerek kemale erdirir.”
85. MİNAH
GÜNAHKARA DEĞİL GÜNAHINA KIZILIR
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) buyuruyor ki: “Şeriflerden (seyyid) biri, Şiî veya bid’at ehli olduğunda, onun zatına değil vasfına yani yapıp ettiklerine kızılır. Aynı durum münkirlik yapan seyyid için de geçerlidir.”
102. MİNAH
MANEVİ MİRASA SAHİP OLMAK
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) bir sohbetinde şöyle buyurmuştur: “Bir şeyhin kendi oğlunun, babasının silsilesini devam ettirmesi çok az görülmüştür. Bu durum, bizim yüce silsilemizde ise sadece İmam-ı Rabbani’de (kuddise sırruhu) görülmüştür. Nitekim İmam-ı Rabbani’den sonra bu silsile onun oğlu Muhammed Masum (kuddise sırruhu) ile devam etmiş, aynı şekilde Muhammed Masum’dan sonra da oğlu Şeyh Seyfeddin (kuddise sırruhu) silsileyi devam ettirmiştir.
Gerçek manada büyüklere evlat olmak, manen onlara varis olmakla olur. Zahiren onların evladı olmak, onların manevi miraslarına varis olmak için yeterli değildir.”
108. MİNAH
İNSANLARIN EN HAYIRLISI
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu)
“İnsanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olanıdır” mealindeki meşhur hadisi şöyle yorumlamıştır:
“Hadis-i şerifin ibaresinde hayrunnasgeçmektedir; hayrul insan kelimesi geçmemektedir. Nitekim hadis-i şerifin buyrulduğu lafız üzerine manası, “Arif olan kimselerin en hayırlısı…” şeklindedir. Eğer, hayrul insan lafzı olsaydı arif olmayan, fakat insanlara faydası dokunan her kişinin ‘insanların en hayırlısı’ kapsamına girmesi gerekecekti. Bu da, arif olmayanların, ariflerden üstün olması anlamına gelecekti. Bu şekilde düşünmek ise uygun değildir.”
Gavs hazretleri daha sonra, “Şüphesiz, arif olan kimsenin fayda vermemesi de düşünülemez” dedi.
122. MİNAH
MUHABBETULLAH
Hâlid-i Şirvânî (kuddise sırruhu) anlatıyor: “Yemin etmese dahi sözlerine güvendiğim bir dostum, bana yemin ederek Gavs’ın (kuddise sırruhu) şöyle buyurduğunu anlattı: ‘Allah korkusu (mehafetullah), kalp hastalıklarının tümünü siler, tedavi eder. Muhabbetullah ise kalp hastalıklarını giderdiği gibi küfrü de silip atar.’
Daha sonra Gavs’ın (kuddise sırruhu) bu konuyla ilgili bir hikaye anlattığını söyledi. Bu hikayede, bu taifeden bir müridin, Yahudi bir kadınla olan aşkından bahsetti. Öyle ki kadın bu muhabbetin tesiriyle, o müridle hiç yüz yüze gelmeden Müslüman olmuştu. Yine bu muhabbet vesilesiyle bu tarikatın edep ve adabıyla ahlaklanmıştı.
131. MİNAH
GAVS’IN HAKSIZLIĞA ÖFKESİ
Bir gün Gavs_ı Hizânî’nin (kuddise sırruhu) yüce meclisinde, şeyhlik iddiasında bulunan bir kimsenin, bir başkasının malına el koyduğundan bahsedildi. Bu şeyh, dinen kendisine verilmesi gereken hak sahibi birinin hakkına, kanunların arkasına sığınarak sahip olmuştu. Gavs (kuddise sırruhu) bu anlatılanları işitince öfkelendi ve şöyle dedi:
“Bakınız! Şu birbiriyle asla bağdaşmayan hatta birbiriyle çelişen şu iki iddiaya bakınız… Hem şeyhlik iddiasında bulunuyor hem de dine muhalefet ederek insanların koyduğu kuralların ardına sığınıyor.”
Hâlid-i Şirvânî (kuddise sırruhu) diyor ki: “Gavs hazretlerinin o güne kadar böyle öfkelendiğini hiç görmemiştik. O kadar çok kızdı, öfkelendi ve, ‘Bakınız! Bakınız!’ diye söylendi ki, içimizden keşke sussa diye geçirdik.”
155. MİNAH
TASAVVUFİ KİTAPLARI MÜTALAA ETMENİN EDEBİ
Gerçek Marifet Zevki Olandır.
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu), “Bir kişinin, bâtını (iç alemi), zâhirinden (dış aleminden) daha hayırlı olmadıkça, velayet makamına ulaşamaz” buyurdu ve şu beyti okudu:
“Elbiselerine misk sürmen sana bir fayda sağlamaz.
Sen ki koltuk altının kirlerini temizlemeyen birisin.”
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) bu son mısrayı okuduktan sonra “Giyim kuşam hususunda bid’at söz konusu olmaz. Zira baktığınızda, son asır insanlarının kıyafetlerini ilk asır (sahabe ve tâbiîn) döneminin kıyafetlerine uymadığını görürsünüz. Bid’at sadece taat ve ibadetlerde olur” buyurdu.
159. MİNAH
NÂKIS ŞEYH KÖRELTİR
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) tarikata girmek isteyen kimsenin kâmil bir şeyhe intisap etmesi ve nâkıs şeyhten de uzak durması gerektiğini belirtmek üzere şu noktalara değindi:
“Kâmil olmayan mürşid, tarikata yeni giren kimsenin kabiliyetini köreltir ve şevkini de öldürür. Oysa şevk her türlü gayenin öncüsüdür. Çünkü insandaki şevk, ancak kendisinin içinde bulunduğu durumdan daha yüksek ve yüce hallere vâkıf olmakla gelişir. İşte kâmil olmayan nâkıs ve miskin kimse, tarikata yeni giren kimseler bu yüce halleri göstermeye güç yetiremez.”
Gavs (kuddise sırruhu) daha sonra şöyle buyurdu: “Rücû halinde, âlem-i emirden âlem-i halka dönen ve şevki sönmüş olan sâlik, peygamberlerin kabirlerini ziyaret etmekle kaybetmiş olduğu şevke tekrar kavuşabilir.”
166. MİNAH
HER GÖRDÜĞÜNÜ HIZIR BİL!
Gavs-ı Hizânî Seyyid Sıbgatullah Arvâsî (kuddise sırruhu) müridlerine nasihat mahiyetinde şöyle demişti: “Açıkça günah işlediği bilinen bir kimseye, meclislerde sırt çevirip oturmak ve ona karşı soğuk davranmak caiz ise de, ‘Her gördüğünüzü Hızır bil!’ kaidesince sizler, her gördüğünüzü Hızır biliniz ve kimseye sırt çevirmeyiniz.”
172. MİNAH
VUSÛL İÇİN USÛL
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) bir sohbetlerinde şöyle anlatmıştı: “Bir zaman, akrabalarımızdan bazıları, şeyhimizin değirmeninin inşaatında hizmet ediyorlardı. Tabii ki ben de onların arasındaydım. Bir ara çalışanlardan birine, şeyhimizin kulağına ilişmesi için şu beyti okumuştum:
“Gözlerimizin dikildiği eyvan senin eşiğindir.
Kerem eyle de aşağı buyur; zira hane senindir.”
Şeyhimiz Seyyid Tâhâ (kuddise sırruhu) bu beyti duyar duymaz yanımıza çıkageldi.
Hâlid-i Şirvânî (kuddise sırrıhu) diyor ki: “Anlayabildiğim kadarıyla Gavs (kuddise sırruhu) bu minahta şu hususlara işaret etmek istemişti:
Allah yolunda kendini hizmete adamak, O’na hakkıyla kulluk yapmak ve sır evi olan kalbi mâsivadan (Allah’tan gayri her şey) temizlemekle beraber, müridin dille istemesinin de gayeye ulaşmasında tesiri olduğu muhakkaktır.Ayrıca hedefe varmak isteyen mürid, istenilen hedefin (matlup) isteyene (talip) gelebileceğine itikad etmelidir. Yoksa asıl iş, talibin matluba gitmesinde değildir. Matlubun istenildiği anda tenezzül etmesi de (çıkıp gelmesi) onun ne derece faziletli biri olduğunun göstergesidir.”
177. MİNAH
HASET TEDAVİYE MANİDİR
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) kimi zaman kendinden kimi zaman da şeyhi Seyyid Tâhâ’dan (kuddise sırruhu) naklederek derdi ki: “Her münkirin inkârcılığını bırakması mümkündür, ancak hasedinden dolayı inkâr edeninki mümkün değildir.” Bunun üzerine mecliste bulunan sâliklerden biri, “Haset de mürşidlerin gidermeye çalıştıkları diğer kalbi marazlar gibi bir hastalık değil midir?” diye sordu. Gavs (kuddise sırruhu) şöyle cevap verdi: “Evet, dediğin gibidir, ancak haset, mürşidlerin müridlerini tedavi etmesini sağlayan teslimiyete engel olan ciddi bir hastalıktır.”
180. MİNAH
İNKÂRIN ZARARI ZÜRRİYETE DE SİRAYET EDER
Gavs hazretleri bir sohbetinde şöyle buyurmuştu: “Zâhirî âlimlerin bu tarikata ve onun büyüklerine karşı münkirlik yapmaları, halkın kendilerinden ve yazdıkları kitaplardan faydalanmasını kaldırır, engeller. Onlar, bu inkarcılıkları sebebiyle sıkıntıya ve zillete düşerler. Hatta bu hal, Allah Teâlâ’nın dilediği bir müddete dek onların zürriyetlerine dahi sirayet eder.”
Gavs (kuddise sırruhu) daha sonra buna örnek olarak şunları söyledi: “Pek çok zâhirî ilim dalında zamanının mercii olan bir âlim vardı. Bu âlim hemen hemen asrının bütün ilim dallarında kitap kaleme almıştı. Fakat o, bunca ilme rağmen, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdi (kuddise sırruhu) gibi büyük bir veliye münkirlik ediyordu. İşte onun yapageldiği bu münkirlikten ötürü hiç kimse onun kitaplarından faydalanamadığı gibi, kitaplarının varlığından da kimse haberdar olmadı. Bu kişi ikamet ettiği bölgenin en saygın kişilerinden olmasına rağmen ömrünün sonlarında çeşitli bela ve sıkıntılara müptela olmuş ve hatta bu durum onun evlatlarına kadar sirayet etmişti.
Şeyh İsmail Fakîrullah et-Tillovi (kuddise sırruhu) zamanında yaşayan, aynı zamanda bizim de akrabamız olan bir adam vardı. Bu adam Şeyh İsmail’e (kuddise sırruhu) münkirlik ederdi. Bu sebeple ne o ne de evlatları, - onun vefatından bu zamana kadar üç veya dört göbek geçirmelerine rağmen – hâlâ iflah olmuş değillerdir.”
204. MİNAH
HALİFELİĞİN MAKAMLARI
Gavs hazretleri derdi ki: “Halife seçiminin üç mertebesi vardır:
İşârî (Resûlullah’tan (sallallahu aleyhi vesellem) veya sâdât-ı kiramın herhangi birinin işaretiyle verilen halifelik). Bu, halifeliğin en üstün mertebesidir.
İbârî (Mürşidin halifelik vereceği kimseye, bu vazifeyi sözlü, şifahi olarak vermesidir). Bu ise halifeliğin orta derecesidir.
Kitâbî (Mürşidin, halifelik vereceği kimseye, bu vazifeyi bir kitabe şeklinde yazılı olarak vermesidir). Bu da halifeliğin en alt derecesidir.
211. MİNAH
ARKADAŞANIN RENGİYLE BOYANMAK
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) bir sohbetlerinde şu konuya değindiler: “Arkadaşlık (sohbet) öyle bir haldir ki, arkadaş olanların birbirlerinin renkleriyle (huy, ahlak vb.) boyanmalarını kaçınılmaz kılar. Bu renkle boyanmayı istemese ve hatta bundan kaçınsa da bu böyledir… İstemeseler dahi, bu renk kendisinde veya ona tabi olanlarda mutlaka görülür.”
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) sözlerini şöyle bağladı: “Bu Nakşibendi taifesine ilk girenlerin bir kısmında görülen zikr-i minşârînin (testere zikri) onlara sirayet etmesinin sebebi, Şah-ı Nakşibend hazretlerinin, bazı Türk şeyhleriyle olan arkadaşlığı sebebiyledir. Nitekim bahsi geçen şeyhler minşâri zikir yaparlardı.”
216. MİNAH
SOHBET İMANIN KUVVETLENMESİNE VESİLEDİR
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) şöyle derdi: “Sohbet, müridin dünya ile olan alakalarını keser ve onu hakiki imana erdirir. Nitekim Pîr-i Nessâc Azîzân Râmîtenî (kuddise sırruhu) sohbeti, mesleğine uygun olarak şöyle tefsir etmişti:
“Sohbet, çözmek ve bağlamaktır.”
Gavs-ı Hizânî hazretleri bazı sahabilerin,
“Gelin bir saat iman edelim” sözlerindeki (iman edelim) kelimesini yani “imanı”, imanın kuvvetlenmesine sebep olan sohbet ile tefsir etmiştir (Gavs hazretleri (kuddise sırruhu) bu teville, “Gelin bir saat sohbet edelim de imanımız kuvvetlensin” demek istemiştir.)
217. MİNAH
MELEKLER SOHBET MECLİSLERİNE GELİR
Gavs (kuddise sırruhu) bir sohbetlerinde şöyle buyurmuştu: “Melekler, sohbet yapılan meclislere teşrif ederler. Bu nedenledir ki sohbet eden şeyhe, ‘pîr-i muğan’ denilmiştir. Çünkü keşif veya rüya yoluyla görülen muğan, melek diye tabir edilmiştir.”
Bunun ardından mecliste bulunan sâliklerden biri Gavs hazretlerine, “Melekler ne maksatla şeyhlerin sohbetlerine gelirler? Şayet huzur elde etmek içinse, zaten onlar daima huzur halindedirler. Yok, terakki (manevi yükselme) içinse, zaten onların belli bir makamları vardır ve bundan ilerisine de geçemezler” diye sordu.
Gavs (kuddise sırruhu) cevabında şöyle buyurdu: “Onlar bu meclislere lezzet almak için gelirler.”
225. MİNAH
SAHTE ŞEYHİN DURUM
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) münkiri, sahte şeyhlik iddiasında bulunanlara tercih eder ve,
- Münkirin hatasını anlayıp doğru yola dönmesi mümkün iken, iddia sahibi sahte kişinin dönmesi ve iddiasını bırakması mümkün değildir. Çünkü iddiacılık bütün menfaatleri örten bir perdedir, derdi.
234. MİNAH
BÂTINÎ KUVVETİ OLMAYAN ŞEYHLERİN SOHBETİ
Bir gün Gavs hazretleri (kuddise sırruhu) meclislerde kıssa anlatmanın ve vaaz vermenin şeyhlikle bağdaşmayacağını ifade ettikten sonra şöyle buyurdu: “Günümüz halifelerinin, meclislerini vaaz ve hikaye türü şeylerle süslemeleri, onlarda şeyhliğin sermayesi olan bâtınî kuvvet ve nisbet gibi şeylerin yokluğundan ileri gelmektedir. Onların bu yaptıkları silsiledeki meşâyihlerin hiçbirinde görülmemiştir.
Bakınız, bizim tarikatımızın kurucusu Şah-ı Nakşibend (kuddise sırruhu) ne buyuruyor: “Tarikatımız sohbetten ibarettir.”
258. MİNAH
GAFİL KALPLERE TESİR ZORDUR
Gavs-ı Hizânî Seyyid Sıbgatullah Arvâsî (kuddise sırrıhu) bir sohbetlerinde buyurdular ki: “İrşadla görevli şeyhler için, mukaddes yerlerin fethi gayet zordur.”
Gavs hazretleri (kuddise sırrıhu) sâliklerden birine bunun hikmetini bilip bilmediğini sordu. Sâlik,
- Bilmiyorum, ancak bu durum Mekke’nin zor fethedilmesiyle bağdaşıyor, dedi.
Bu cevap karşısında Gavs (kuddise sırruhu) sustu, hiçbir şey söylemedi.
Gavs (kuddise sırruhu) bir defasında da bu konuyla ilgili olarak şöyle demişti: “Şehirlerde ikamet edenlerin kalplerini etkilemek, köylerdekileri etkilemekten daha geç ve zordur.Zira şehirdekiler gafletin istilası altın kalmışlardır.”
288. MİNAH
ALLAH DOSTLARI ÖLÜ DEĞİLDİR
Gavs (kuddise sırruhu) anlatıyor: “Şeyhim Seyyid Tâhâ’nın (kuddise sırruhu) vefatından sonra postuna oturan kardeşi Şeyh Salih (kuddise sırruhu) sohbetlerinde şöyle derdi:
“Diri kedi ölmüş aslandan iyidir.”
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) buyurdular ki: “Bunun akabinde rüyalarımda şeyhimi gördüm. Şöyle diyordu: “Salih benim ölü olduğumu sanıyor, oysa ben ölü değilim.”
295. MİNAH
KABI DOLDURMAK İÇİN ÇALIŞMAK GEREKİR
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) anlatıyor: “ Bu yolun ilk başlarında Şeyh Hâlid-i Cezerî’nin (kuddise sırruhu) dergâhına gidip gelirdim. Günün birinde, bizim nesebimizi, ev halkımızı iyi bilen adamın biri bana,
- Hayret doğrusu! Herkes bir fayda elde edebilmek için sizin kapınıza gelirken sen başkasının kapısına gidiyorsun, dedi. Ben o adama,
- Kişinin kabında bir şey olmayınca, bunu doldurmak için zahmetlere katlanması gerekir, diye cevap verdim.”
301. MİNAH
GAVS’IN MERTEBESİ
Bir dostumun anlattığına göre Gavs hazretleri şöyle buyurmuştu:
“Ben gerçekten beş letâifin hepsinde de fenâ mertebesine ulaştım.Beş letâifte fena makamına ulaşan veliler pek azdır.
Gavs-ı Hizânî hazretleri, sünnete aykırı bir durum gördüğü zaman, “İslâmiyet’in emirlerini okumadın veya duymadın mı da böyle yaparsın?” derdi. Hatta sünnetlere riayet etme hususunda o kadar titizdi ki, elbisesini veya ayakkabısının sünnete uygun olmayan bir şekilde giyen birini gördüğünde, “Giyerken önce sağ taraftan başlanılacağını ve çıkarırken de sol taraftan başlanılacağını bilmez misin?” buyurdu.
Teheccüd ve evvâbin namazlarına devam ederdi.
SONUÇ
Seyyid Sıbğatullah’ın bazı şahsiyetlerin tespitlerine göre Bölgenin Mevlana’sı olarak addedilmesi, üzerinde durulması gereken bir husustur. Zira O, ehli tasavvufun takip ettiği yolu takib ederek;
Akaid hususunda;
Selefi salihin yani Ehli Sünnet yolunu takip etmiş
Hüküm konularında;
Fıkha tabi olmuş, ihtiyaç olmadıkça ruhsatlarla amel etmemiş, azimeti ön planda tutmuştur. Ruhsatlara tabiri caiz ise sempati ile hiç bakmamıştır.
Fezailu’l-Amal'da;
Yani amellerin faziletleri hususunda ise hadis ehline, sünneti seniyyeye titizlikle bağlı kalmıştır. Huzurunda Sünneti Seniyye’ye muhalif hareket edenleri ikaz etmiş,bu şahıslara nazar-ı müsamaha ile bakmamıştır.
Adab'da ;
Kalbin ıslahı ile alakalı hususlarla meşgul olmuştur.Zira kalb ıslah olmadıkça bedenin islahı mümkün olamayacağı hadisi şerifte bildirilmiştir."Dikkat edin, bedende bir et parçası vardır. O düzelirse beden düzelir, O bozulursa beden bozulur. Dikkat edin işte o kalbdir"[13] tasavvufun esas konusu kalbin ıslahıdır. Göz,kulak ve dilin ıslahı kalbe bağlıdır. Kalb islah olmadıkça, bedinin diğer organlarının islahının mümkün değildir. Kalb ise, ancak Allah’ı anmakla rahata kavuşur, huzur bulur. Kur’an-ı Kerimde “Biliniz ki, Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”[14] buyrulmuştur.
“Allah’ı zikret, senin için zikir hayattır. Gönül temizliği, Allah’ı zikriledir.”
Kalb ise çok değişkendir. Özelliklerinden bazılarını şöyle sıralamak mümkündür;
a) Nazargahı İlahi
b) Organların ıslahı kalbe bağlıdır.
c)Kalp çok değişkendir.
d)Kalp fitnelere açıktır.
e) Ameller kalbe göre değerlendirilir.
f)Kalp şeytan için hedeftir.
g) Kalbin hastalıkları gizlidir.
h) İman ile küfrün itibarı kalp iledir.
ı) İlham kalbe gelir.
i) İhlas, Riya, Şirk kalble ilişkilidir.
j) Allah'ı zikir ve ondan gaflet kalp iledir.
k) Ayrıca Rahmet ve Kasvet, ilim cehalet, sevgi nefret, saadet ve şekavet, mutluluk ve mutsuzluk kalp ile alakalıdır.
Sonuç olarak: Allah’u Teâlâ kullarından takva sahibi olmalarını istemekte ve emretmektedir. Takvanın mahalli de kalptir.[15]
Seyyid Sıbğatullah’ın Seyyid Taha ile olan ilişkisi en üst seviyedeydi. Seyyid Taha’nın vefatına kadar her yıl iki defa kendisini ziyaret ederlerdi. Bunun dışında, mürşidiyle sürekli mektublaştıklarını araştırdığımız kaynaklardan öğrenmekteyiz.Seyyid Taha’nın Seyyid Sıbğatullah’ın oğlu Şeyh Celaleddin ile münasebeti bir aile ferdine mahsus ölçüdeydi.
Seyyid Sıbğatullah’ın bölgemizdeki bazı şahsiyetlerin tespitlerine göre “Bölgenin Mevlana’sı” olarak adedilmesi üzerinde durulması gereken bir husustur. Müceddidi ve Nakşi yolunun Bölgemizde,Anadolu’da ve hatta sınır ötesine kadar yayılmasında büyük tesiri olmuştur.
Sosyolog Şerif Mardin, 19. Yüzyılda Bitlis’in Hizan kazası ve çevresinin Nakşibendilik ve Müceddiliğin merkezi haline geldiğini ifade etmektedir.[16]
Gerek Seyyid Taha hazretleri ve gerekse halifesi Seyyid Sıbğatullah hazretleri’nin hayatları ve örnek kişilikleri ile alakalı akademik çalışmaların yapılmasını önemsiyoruz. Zira bu gibi şahsiyetlerin gelecek nesiller tarafından tanınmaları çok önemlidir.Çünkü geçmişten habersiz gelecek inşa edilemez. Seyyid Taha ve halifesi Seyyid Sıbğatullah’ın bir model şahsiyetler olduğu göz ardı edilmemelidir. Kendilerinin de içinde bulunduğu Silsile’de isimleri geçen büyük şahsiyetlerin değişik ırk ve dillere mensubiyetleri bariz bir biçimde görülmektedir. Bu büyük şahsiyetler çoklukta birliği tesis etmişlerdir.
Bu güzel sempozyumun Hakkari’de icra edilmesi ayrıca önemlidir. Bu münasebetle başta Hakkari Valimiz ayrıca bir edib olan Sayın Orhan ALİMOĞLU beyefendiye ve Hakkari Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Ebubekir CEYLAN beyefendiye ve bu organizasyonda emeği geçen tüm akademisyenlere, öğretim görevlilerine ve emeği geçen herkese teşekkür ederim. Muvaffak olmaları için duacıyız.
Saygılarımla.
Belge 1
Mektub
Şeyh Muhammed Asım İbnu Şeyh Aladdin (kuddise sirruhu) İbnu eş-Şeyh Fethullah (kuddise sirruhu) el-Verkanisi Birket ul Kelimat kitabından alınmıştır.
HZ. SEYYİD TAHA’NIN ĞAVS-I AZAM ŞEYH SEYYİD SIBĞATULLAH’A MEKTUBUDUR. (ALLAH SIRLARINI YÜCELTSİN VE ALEMLERİN ÜZERİNE DÖKTÜĞÜ GİBİ BİZİM ÜZERİMİZE DE ONLARIN NURLARINI DÖKSÜN, AMİN)
Lakaplardan müstağni olan (herkes tarafından bilindiği için lakap takılmasına ihtiyacı olmayan) feyz, fayda, (istifade) ve meşihatmeab makamı, Molla Sıbğatullah Cenablarına selam ve dualarımı bildiriyorum. Duadan sonra malum ola ki, elimize ulaşan mektubunuz sevinç vesilesi olmuştur.Her türlü noksan sıfatlardan beri,kemal sıfatlarla muttasıf Allah’a hamd ve minnet olsun. Zira fakirlerin (Seyyid Taha hazretleri kendilerini işaret ediyor.) muhabbeti dünya ve ahiret saadetinin sermayesidir.Anlaşılıyorki, ayrılık günleri bile bu muhabbetın azalmasına tesir etmemiştir.
İki şeyi muhafaza etmek lazımdır. Birincisi, Şeriatın sahibine ittiba (kendisine ve ailesine salat ve selam olsun)ikincisi, uyulan şeyh’e muhabbet ve ihlas. Başka hiçbir şey olmasa bile bu ikisi nimettir. Ve eğer bu ikisi derinleşmişse hiçbir gam keder yoktur. Nihayetinde istenilen olmuştur. Eğer Allah u Teala muhafaza buyursun, bu ikisinden birinde bir halel (zarar) meydana gelirse ve bununla beraber haller ve zevkler aynı anda devam etse bile bunun bir keramet değil, istidraç olduğunu bilmek gerekir. O zaman harab olduğunu kesin bilmek lazımdır. Doğruluk yolu budur. İnsanı başarıya ulaştıran Allah’tır.
İkinci olarak eğer duacınızın (Seyyid Taha kuddise sirruh) halini sorarsanız, belaları def eden atiyyeleri (nimetleri) veren Allah’a hamd ve şükürler olsun. Selametteyim. Dostların arzuladığı gibiyim. Araştırdım ki, kardeşlerimiz birkaç dille (defa) bu miskinin dergahına gelmek için (icaze) musaade-izin almak isterler. Hoş ve hayırla gelsinler. Rahatsızlık duymasınlar. Ki Cenabınız buraya nasıl olsa insanlarla birdaha gelecekler. Ne kadar isterlerse yanımızda dursunlar, ne zaman gitmek isterlerse gitsinler. Selam ve dua ile……..
Kulların en zayıfı Seyyid Taha’i Nakşıbendi Halidi.
SEYYİD TAHA HAZRETLERİNİN ĞAVS-I AZAM SEYYİD SIBĞATULLAH’A GÖNDERDİĞİ MÜHÜRLÜ BİR MEKTUBUN TERCÜMESİ
Lakaplarla anılmaya ihtiyacı olmayan Molla Sıbğatullah cenablarına selam ve dua ediyorum.
Onu hakiki hafız (koruyan) Allah’a ve Pirani kiramın (büyüklerin) himmetlerine emanet ediyorum. Malumunuz olsun ki, maksadımıza şafi,(uygun) muhabbet ihtiva eden güzel mektubunuz duacınızın (Seyyid Taha) postacısı Sufi Ali’nin eliyle bize ulaştı.
Güzel sıfatlara sahip zatınızın sıhhat ve selameti bizim için sevinç kaynağı oldu. Molla Nasır mektubta bütün hususları yazmıştır. Sofi Ali de bu kasdedilen haberi tasdik ediyor. Molla Celaleddin’e selam ve sonsuz dualar ediyorum. Bu sene duacının (Seyyid Taha) müsamahası oldu. Onun emrinden dışarı çıkmaması gerekir. Duacının (Seyyid Taha) duası,Necati’nın yanında okuması şartı ile kendisi iledir. Aksi halde duacının (Seyyid Taha) hatırını kıracaktır. Baki selam sizin ve sizin yanınızdaki ihvanın üzerine olsun.
MÜHÜR
Edaful İbad
Seyyid Taha el-Halid-i en-Nakşibendi
[1] Van İl Müftüsü
[2] Şeyhul İslam Zekeriyya b. Muhammed el-Ensari, Vefat 926, Netaicul Efkarul Kudsiye 1. cild s.127 (2000 Beyrut)
[3] KISAKÜREK Necib Fazıl, Esseyyid Abdülhakim Arvasi Tasavvuf Bahçeleri, sf.10, Temmuz 2011Büyükdoğu Yayınları- İstanbul.
[4] İmam-ı Şafii, Divanı, Tahkik ve şerh eden Dr. İmyel Bedi’ Yakub Darul Kutubul arabiye sh.64 Lübnan- Beyrut 2010
[5] İlmihal, Türkiye Diyanet Vakfı 1. Cilt sh.66, 2010 Ankara.
[6] Şeyhul İslam Zekeriyya b. Muhammed el-Ensari, Vefat 926, Netaicul Efkarul Kudsiye 1. cild 104
[7] A.g.e, 2. cild 24
[8] Şeyh Muhammed Asım, Birketul Kelimat ek sh.11.
[9] Belge 1- Belge 2
[10] Abdullatif Uyan, Menkıbelerle İslam Meşhurları Ansiklopedisi, Bereket Yay. Sf.1822, 1983 İstanbul.
[11] Şeyh Muhammed Asım, Birketul Kelimat, sh.14-21 .
[12] Uçan Salih, Nakşibendi Şeyhlerinin Hikmetli Sözleri, sh. 9-122, 1983 İstanbul.
[13] Buhari, İman 39
[14] Ra’d 13/28
[15] Müslim, Bırr 32
[16] Türkiye'de Din ve Siyaset Şerif MARDİN, İletişim Yayınları 2. Baskı 1993 sf.14 İstanbul.
Nimetullah ARVAS
(Bu makale 24-26 Mayıs Tarihleri arasında Hakkari’de Düzenlenen “Uluslar arası Seyyid Taha-i Hakkari Sempozyumu’na tebliğ olarak sunulmuştur)
Ameli ve nazari ciheti ile tasavvuf ilminde mütehassıs, tasavvuf tarihi hocalarından Seyyid Abdulhakim Arvasi (1865-1943) (kuddise sirruh) "Er-Riyadüt-Tasavvufiyye" adlı eserinde tasavvufun risalet ve nübuvvetle başladığını,kaynağının nübuvvet ve risalet olduğunu ifade etmektedir.Gerçekten her peygamber tebliğ vazifesi yanında nefis tezkiyesi de yapmıştır. Zaten tasavvufun konusu da kalbin tasfiyesi ve nefsin tezkiyesidir.İslami ilimler tedvin edilmeden önce, ayeti kerimeler ve hadisi şerifler tasavvuf konuları arasında yer alan zühd ve takva kavramlarını, nefsin tezkiyesi ve kalbin kötülüklerden arındırılması olarak belirtmiş ve bu hallerin yaşanması emredilmiştir.Hüküm yönüyle emir vucubiyeti gerektirir.Tasavvufun amacı da bunun tahakkukudur. Zira maksada ulaştıran her şey maksat hükmündedir.Usulsüzlük, Vusulsüzlüktür.
1-Tasavvuf Kelimesinin Ve İlminin Menşei
Tasavvuf kelimesinin menşei hakkında çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Hangi mastardan türetildiği müştak(türemiş) olup olmadığı hususu itilaf konusu olmuştur.Tasavvuf kelimesinin camid (türetilmeyen) bir kelime olduğu üzerinde durulmuştur.Ancak bazı alimler kelimenin "Safa"dan türetildiği hususunda görüş bildirmiştir. Bunu yanında kelimenin yün giysisi anlamına gelen “Suf”tan türetildiğine dair görüş de bir ihtimal olarak değerlendirilmektedir. Kalb tasfiyesini, nefis tezkiyesini konu alan tasavvufun kelime olarak sadece yün giysisinden türediğini iddia etmek bizce tartışmaya açık bir konudur. Nitekim Kuşeyri, Kuşeyri Risalesi isimli eserinde tasavvufu, (Dünyanın safası gitti kederi kaldı) hadisi şerif üst başlığı altında zikrettikten sonra konu olarak işler. Sırrı Sakati Hazretleri tasavvufun safa kelimesinden müştak(türemiş) olduğunu kesin olarak ifade etmektedir.[2]
Tasavvuf ile alakalı kitapların tedvini, bu ismin ortaya çıkması Hicri ikinci asrın başlarında olmuştur. İslami ilimlerle iştigal edenler mesela, tefsir ilmiyle uğraşanların Müfessirun, hadis ilmiyle uğraşanların Muhaddisun, nahiv ilmiyle uğraşanların Nahviyyun, fıkıh ilmiyle uğraşanların Fukaha, nefis tezkiyesi zühd ve takva ile meşgul olanların Mutasavvıf lakapları ile meşhur oldukları erbabınca bilinmektedir.
Nitekim, tasavvuf kelimesinin doğuşu ve isimlendirmesi hususunda, nazari ve ameli yönden tasavvuf muallimi olan es-Seyyid Abdulhakim Arvasi Hazretleri merhum Necip Fazıl Kısakürek’in (1905-1983)“Tasavvuf Bahçeleri” olarak sadeleştirdiği er-Riyadu-t Tasavvufiye adlı kitabında şu ifadelere yer vermektedir:
“Safa” kelimesi, her lisanda övülen ve zıddı olan “keduret-bulanıklık” ise kınanan hallerden sayılmıştır.”
Rivayet edilmiştir ki, Allah’ın Resulü (aleyhisselatu vesselam), mübarek peygamberlik simalarında açık bir hüzün ve değişiklik eseri olduğu halde, eshabın meclisini şereflendirmişler ve “Bu dünyanın safası gitti, kederi kaldı” buyurmuşlardır. Bu Hadis-i Şerif’te “tasavvuf” kelimesinin, “sufi” ve “mutasavvıf” kelimesinin, “safvet”den geldiğine bir remz ve işaret vardır. “Safv” kelimesinde “f” harfinin önce gelmesi, “sufi” de ise sonra gelmiş olması, bu kelimelerin değişik köklerden geldiğini gösterirse de, tasavvuf kelimesinin çokça kullanılmasından, “f” harfinin “v”harfinden önce söylenmesinin kelimeye hafiflik kazandırmak için olduğu, yani bir telaffuz galatı bulunduğu bazı tasavvuf kitaplarında zikredilmiştir. Hatta, peygamberlerin (aleyhimusselam) “safvet”le vasıflanmış olmalarındandır ki, Kur’an da “Istıfa, Estafi, Yestafi, Mustafa” kelimeleri ile onların üstün halleri bu meyanda zikredilmiştir. Demek ki, tasavvufi hakikatlerle vasıflanmak, bütün Resul ve Nebilerde görülmüş ve bu durum muteber olagelmiştir.
“Her nebinin kendi zamanında, şeriatı yürürlükte olduğu, her nebi ümmetinin seçkinlerine, kendisinin manevi hallerinin üstün meziyetleriyle de donanmayı da, feyizleriyle ifade buyururlardı. Bu bağlamda manevi safvet, risalet ve nübüvvetle başlamıştır. Tasavvuf, şeriatların manevi kıymetlerini kazandırıcı ve onları kolaylaştırıcıdır.
Üstad Ebul Kasım der ki: “Bu taife için sufi (sofi) tabiri, galip halde çokça kullanılmış ve filan kimse sufidir, falan cemaat sufiyye ve mutasavvifedir denilmiştir. Yoksa bu isim için, bu manada kullanılışına dair Arapça da herhangi bir işaret bir kıyas ve bir kelime türemesi söz konusu değildir. Açık olan şey, bu ismin yani sufi isminin bu taifeye lakap olarak kullanılmasıdır.”
Bazıları, “kamis” giyenden bahsedilirken “tekammus” denildiği gibi, bu taife de “sof-yün” elbise giydiklerinden, onlardan bahsedilirken “sofi” denildiği görüşünü ileri sürmüşlerdir. Bu çevrenin yalnızca sof elbise giymediği biliniyorsa da, bu sebebin ileri sürülmesi hükmün çokluğa bina edilmiş olmasına göredir.
Şeyh Sühreverdi’nin “Avarif” isimli eserinde şöyle denilmiştir: “Bazıları “sufi” kelimesinin isim olarak kullanılmasındaki münasebeti tetkik ederken demişlerdir ki; kıymette en düşük ve tevazua en yakın bulunan ve çok zaman Peygamberlerin giydikleri sof elbiseler taşıdıklarından onlara Arapça kıyasa bakmayarak “sufi” lakabı verilmiştir.”
Gerçekten Kainatın Efendisi de, yetmiş kadar peygamberin sof giydiklerini haber vermişlerdir. İsa aleyhisselamın, softan elbise giydikleri malumdur. Hasan Basri hazretleri, “Ben Bedir Eshabı’ndan yetmiş kadarıyla görüştüm ki, hepsinin de elbisesi softandı.” demiştir. Ebu Hureyre ve Feddal bin Ubeyd,(radıyallahu anhum) Bedir sahabilerini (radıyallahu anhum ecmain) anlatırken bütün elbiselerinin softan olduğunu söylemişlerdir.
Bazıları da nasıl “Kufi” , Kufe’ye mensup demekse, “sufi”de “suf”a mensuptur demişlerdir. Suf (sof), bir çeşit yünden mamul hırka demektir. Bazıları ise, bu ismi ariflerin ilahi huzurda “saf” olmalarına nisbet etmişlerdir. Bunlar mana bakımından tezlerinde doğruysalar da, lügat bakımından “sufi”, “saf”a nisbet edilemez.
Bazıları da “sufi”yi Mescid-i Suffe’ye nisbet etmişlerse de nisbetin kaideye aykırılığından dolayı bu görüş reddolunmuştur.
Hülasa, “sufi” kelimesi bir sebep ve münasebet aranmaksızın, kalp safasına, gönlü bütün yabancılardan arındırma ve ilahi zikirle ruhu donatmaya malik olanlara isim olarak verilmiştir. Bu üstün taife ise, “ehemmi takdim” ölçüsüne riayetle böyle kıyas ve kelime iştikakiyle meşgul olmaktan kaçınmışlar ve kıymetli vakitlerini pek az faydası olan bu gibi şeylerle zayi etmemişleridir.”[3]
Meşhur Cibril hadisinde Efendimize (aleyhissalatu ve selam) üç soru yöneltilmiştir. İman, İslam ve İhsan. İman meseleleri ile ilgili itikadi mezhepler, İslam hususları ile ilgili fıkhi mezhepler, İhsan konuları ile alakalı da tasavvufi mezhepler oluşmuştur. İşte yol anlamına gelen tarikatlar kaynağını ihsandan alan tasavvufi birer mezheptirler. Zahiri ilimleri tahsil etmek, batıni ilimlerden kişiyi müstağni kılamaz. Nitekim mütekaddimin alimler (öncekiler) mütehhirin alimler (sonrakiler), ve muhakkikin alimler, tasavvuf ilmini hem nazari (teorik) ve hem de ameli (pratik) olarak tahsil etmişler ve yaşamışlardır. Mesela;
Hanefi İmamlarından;
İbni Hümam (Kemaleddin Muhammed – M. 1386-1457 – H.788-861)
İbni Şibli (Cafer ibni Şibli – M. D.861-247 – M. V.945-334- H.247-334)
Şürün Bilali,Hayrettin Remli,Hamevi (Hamevi Şazli –D. M.1468-H. 873 – V.M. 1530-H.936)
Şafi Alimlerinden;
Sultan-ı Ulema İzz b. Abdusselam (Muhammed b.Mühezzib – D.H.577-M.1181 – V.H.660-M.1262)
İmam-ı Gazali (Muhammed b. Ahmed – D.M.1058-H.450 – V.M.1111-H.505)
Taceddin Subki (Ebu Nasr – V.771-1370)
İmam-ı Suyuti (Muhammed b. Sabık el-Hudeyri – D.H.849-M.1445 – V.H.911-M.1505)
Şeyh ul İslam Kadı Zekerriya
Alleme Şiyab ibni Haceri Heytemi (Muhammed b.Hacer Heytemi – D.899-1494 – V.974-1566)
Maliki İmamlarından;
Ebul Hasan Eş-Şazeli (D.H. 553-M.1196 - V.H. 655-M.1257)
Şeyh Ebul Hasan el-Mersi
Şeyh İbn Ataullah el-İskenderi (V.M.1309)
Hanbeli İmamlarından;
Abdulkadir el-Cili (Seyyid Abdulkadir Geylani, D.H.471 – V. H. 561)
Şeyhul İslam Abdullah el-Ensari el-Herevi ve diğer şahsiyetler. (V.H. 481)
Aynı şekilde Yusuf Hemedani, Şahı Nakşibend, Alaaddin Attar, İmam-ı Rabbani, Mevlana Halid Şehrezuri (keddesellahu esrarehum) gibi şahsiyetler zahiri ilimlerde zirveye ulaştıkları halde tasavvufla meşgul olmuşlar ve bu yolda insanlara yol gösterici rehber olmuşlardır. Yaptığımız araştırmalarda şu kanaate vardık :
Mezhepler hakkında lakayd davrananlar ve mezhepleri hafife alanlar tasavvufu da inkar etmektedirler.
Fıkıh için İlmul Evrak veya Fıkhı zahiri, tasavvuf için ise İlmul Ezvak veya Fıkhı batıni denilmiştir. Tasavvufsuz fakih yerilmiş, fıkıhtan mahrum olan sufi ise hiç kabul görmemiştir.İmam-ı Şafii (rahmetullahi aleyh) bir şiirinde şunu ifade etmişlerdir:
"Fakih ve Sufi ol, sadece ikisinden biri olma,
Allah hakkı için ben sana nasihat ediyorum.
Çünkü O (fakih) katıdır O’nun kalbi takvayı tatmamıştır.
Bu (sufi) ise cahildir, cahil olan nasıl ıslah eder.”[4]
Fıkıh ölçülerinin dışındaki zevklerin, şevklerin ve vecdlerin hiçbir kıymetinin olmadığını tasavvuf alimleri bildirmektedir. Nitekim Ebu Said el-Harraz bu durumu "Zahiri hükümlere aykırı olan her batın batıldır."[5] şeklinde ifade etmektedir. Beyazıd Bistami: "Bir adamın havada bağdaş kurup oturacak kadar keramete sahip olduğunu görseniz, o adamın Allah'ın emir ve yasaklarına, hududullahı muhafazası ve şeriata riayet hususunda nasıl hareket ettiğini tetkik edinceye kadar ona aldanmayınız." İmam Rabbani hazretleri “Bizim yolumuzda bir adaba riayet ve mekruhlardan ictinab, zikirden, fikirden, teveccühten birkaç derece üstündür. Bunlara riayetle beraber zikir, fikir olunca o zaman nur üstüne nurdur” şeklinde buyurmaktadır. Mutasavvıflardan Murtaişe’ye (V. H. 328) söylendi: Falan su üzerinde yürüyor. Şöyle cevap verdi: Heva ve hevesine nefsinin kötülüklerine karşı sabır gücüne sahip olan kimse su üzerinde yürümekten daha büyüktür." Bu bakımdan mutasavvıflar için fıkıh tasavvufun olmazsa olmazlarındandır.
2-Tasavvufun Tarifi:
Tasavvufun çokça tarifleri yapılmıştır. Tariflerinden bir tanesi şöyledir:
Tasavvuf, ebedi saadete nail olmak için nefsi tezkiye, ahlakı tasfiye, zahir ve batını tamir hallerinden bahseden bir ilimdir.[6]
Nasrabadi (rahmetullahi aleyh) demiştir ki; Tasavvufun temelini şunlar oluşturur: Kur'an ve Sünnet'e yapışmak,kötü arzuları ve bid'at türü işleri terk etmek,şeyhlere hürmet göstermeyi önemsemek, halkın özürlerini kabul edip kendilerine müsamahalı davranmak, evrada devam etmek. ruhsatları ve (açık hükümlerin dışındaki) yorumları terk etmek.[7]
Yukarıda özet sadedinde tasavvufla ilgili vermeye çalıştığımız bilgiler muteber tasavvuf kitaplarından ve mutasavvıfların mübarek sözlerinden iktibas edilmiştir.
Bir Mutasavvıf Olarak Seyyid Sıbğatullah Arvasi
1-Seyyid Sıbğatullah Arvasi’nin Kısaca Hayatı:
Bölgede ve bölge dışında ilim, ahlak, edeb ve fazilet yönü ile tanınan Seyyid Sıbğatullah Arvasi(kuddise sirruhu) Van’ın Bahçesaray (Müküs) ilçesinin Arvas köyünde dünyaya gelmiştir. İsmi Sıbğatullah olup, Arvasi ailesine mensubiyetinden dolayı Seyyid Sıbğatullah Arvasi, Hizan'da medfun olması sebebiyle de "Ğavsı Hizanı Seyyid Sıbğatullah Arvasi" olarak şöhret bulmuş, Ğavsul Azam, Ğavsı Hizani veya kısaca Ğavs lakabıyla tanınagelmiştir. Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruh) kardeşleri arasında mümtaz bir şahsiyet sahip olup, o güne kadar bölgede kendisine verilen isme benzeyen bir ismin olduğuna dair herhangi bir rivayete rastlanamamıştır. Her isimden sahibine bir nasip vardır.
Seyyid Sıbğatullah’ın halifelerinden Şeyh Halid Oreki (kuddise sirruh) Sığbatullah isminin, Bakara suresinin 138. ayetinden iktibas ettiği rivayet edilmiştir. (Rengi Allah’ın renginden daha güzel kim vardır.)[8]
1870 yılında Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Gayda köyünde vefat etmiş ve oraya defnedilmiştir. Nesebi İmam Ali Rıza (rahmetullahi aleyh) yoluyla Hz. Ali (kerremellahu vechehu) ulaşmaktadır. Büyük dedeleri Bağdat’tan Anadolu’ya hicret etmişlerdir. Babasının adı el-Hac Seyyid Lütfullah, dedesinin adı Abdurrahman-ı Kutub’tur. Seyyid-i Büzürk(Büyük Seyyid) Seyyid Taha Hazretleri bu zat hakkında “Abdurrahman-ı Nikunam, Kutbi Arvasi" yani “adı güzel şan ve şeref sahibi” şeklinde beyanda bulunmuştur. Seyyid Sıbğatullah Nakşıbendi tarikatı silsilesinde ise aşağıda belirtildiği üzere 32. halkayı teşkil etmektedir.
2-Seyyid Sıbğatullah’ın Tahsil Hayatı Ve İlmi Şahsiyeti:
Seyyid Sıbğatullah son derece feyizli ve alim bir aileye mensubtur.Küçük yaşlarda doğum yeri olan Arvas'ın geniş ilmi ortamı içerisinde yetişir. Bütün hocalarının isimleri hususunda kesin bilgimiz yoktur. Ancak Artuklu Üniversitesi Öğretim üyelerinden Prof.Dr. Abdulkadir YILDIRIM “Halidi’lik” konulu bir televizyon programında Seyyid Sıbğatullah’ın Mollakentli Molla Abdurrahman’ın yanında tedris ettiğini belirtmiştir. Molla Abdurrahman’ın ise Molla Yunus’un yazmış olduğu “Terkiba Mela Yunus” adlı eser üzerinde haşiye yazdığını biliyoruz.Seyyid Sıbğatullah Arvasi hazretlerinin halifelerinden Şeyh Halid eş-Şirvani el-Oreki'nin O’nun sohbetlerinden derlenerek kaleme aldığı “Minah” isimli eserde Seyyid Sıbğatullah’ın (kuddise sirruhu) mütekaddimin ve müteahirin olmak üzere elli üç alim ve mutasavvıfa atıf yaptığını görmekteyiz. Bu da Seyyid Sıbğatullah Arvasi hazretlerinin ilmi seviyesinin çok yüksek olduğunu ve ilmi eserleri tetkik ettiğini göstermektedir. Minah isimli eserle alakalı Şeyh Fethullah Verkanisi’nin (kuddise sirruhu)oğlu Şeyh Aladdin (kuddise sirruhu) (D.H.1299-M.1882 – V. H.28 Safer 1369- M.1949) manzum bir methiyye yazmıştır. Methiyeyi tercümesinin yararlı olacağı kanaatiyle aktarmak istiyoruz.
Müeyyid (destekleyici) Kerim olan Allah’ın zihin açmasıyla
Övgüye layık olan parlak fikir sahibinin zihni cömertlik etmiştir.
O Halid’dir ki, ilmi ile, yüksek irfanı ile, zühd ve takvası ile
İnsanlar arasında üstünlük sağlamıştır.
O (Halid) şeyhinin bazı kelam ve işaretlerini açıklamıştır.
O ( yani Seyyid Sibğatullah) ki müceddidin (İmam-ı Rabbani muceddidi elfi sani kuddise sirruhu) yolunun binasının sağlamlayıcısıdır.
Öylesine bir kitap ki, sağlam (muhkem) olan yola doğru
İrşadıyla ve üslub güzelliği ile tüm kitaplara üstünlük sağlamıştır.
O (Minah) gümüş sahifelere, yakutdan kalemlerle ve altınla (mürekkep) yazılmaya layıktır.
Yeri gelmişken şunu ifade etmemiz yerinde olacaktır. Bazı kimseler hiçbir bilgiye dayanmadan, Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruhu)'ın ilmi seviyesinin yüksek olmadığını, hatta “Şerhil Muğni” isimli esere kadar okuduğuna dair sözler sarf etmişlerdir. Halbuki “Şerhil Muğni” meselesi kendisiyle halifesi Şeyh Halid arasında geçen şu olaydan kaynaklanmaktadır:
Birgün Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruhu) seyr u sülukünü henüz tamamlamayan Şeyh Halid'e sorar: "Molla Halid senin ilmin ne kadardır?” O da: “Efendim! Elhamdulillah. Seyyid Şerif Cürcani ve Teftezani kadar ilmi bilgiye sahibim.”diye cevap verir.Molla Halid dışarı çıkınca sohbette bulunanlar onu yadırgamaya başlarlar. “Sen Ğavsın yanında nasıl böyle cevap verirsin? Bu ne cesaret?” dediklerinde O da: “Soruyu soran benim mürşidim Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruhu) olunca ben gerçek neyse onu söylemek zorundayım, gerçeği gizleyemem. Bunda tevazu benim için zillet olurdu. Ama eğer bu soruyu siz sorsaydınız ben de size ilmimin Şerhul Muğni okuyan bir talebe seviyesinde olduğumu söyleyecektim." diye cevap verir.
Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruh)'ın Kur'an, hadis ve fıkıh ilimlerine son derece vakıf olduğunu, zaman zaman ayet ve hadislere işari manalar verdiğini de eser ve sohbetlerinden anlıyoruz. Ayrıca İmamı Rabbani’nin (kuddise sirruhu) Mektubat’ında yer alan bir mektuba Dürretül Beyda (Beyaz İnci) ismini verdiğini ve “Bu beyaz inciyi yazın” emrini verdiğini Kelimat’ul Kudsiye adlı eserden anlıyoruz. Bunun yanında Hafız-ı Şirazi'nin, Ahmed-i Cüzeyri’nin divanına ve buna benzer manzum eserlere de son derece hakim olduğunu, güçlü te'vil ve yorumlar getirdiğini biliyoruz. Kendisine tabi olan şahsiyetlerin kendi dönemlerindeki akranlarından çok üstün derecede ilmi seviyeye sahip olmaları Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruh)'ın ilmi seviyesinin çok yüksek olduğunu göstermektedir. Şu kadar var ki, O’nun Sünnet-i Seniyye’ye bağlılığı ve ameli, ilminin önünde olduğu için, ilmi adeta perde arkasında kalmış, ameli ön plana çıkmıştır. Zaten ilmin amacı da ameldir. İlim amel içindir.
3-Mürşidleri:
Küçük yaşlarda bile kendisinde harikulade hallerin meydana geldiğini, dünya kelamı ile meşgul olanların sohbetinden sıkıldığını ve böyle ortamlarda çirkin kokuların kendisini rahatsız ettiğini, bu nedenle kendisinin zaman zaman insanlardan uzak kalarak inzivaya çekildiğini gerek yazılı menkıbelerden ve gerekse şifahi rivayetlerden öğreniyoruz. Seyyid Sıbğatullah tasavvufi hayatında değişik mürşidlerin hizmetlerine girmiş ve onlardan istifade etmiştir.
Bunlardan bir kaçı:
a- Şeyh Muhyeddin (kuddise sirruh): Van'da ikamet eden, bu zat Abdullah-ı Dehlevi'(kuddise sirruh)nin halifelerinden Derviş Muhammed'in halifesidir. Kendisi ile alakalı çok fazla malumatımız olmamakla beraber Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruh) bu zata hicri 1245 tarihinde gider ve yanında ilk Nakşi tarikat eğitimini alır.Şeyh Muhyeddin kendisine “Artık sen ehlulullah'ın ruhaniyetinden istifade edecek dereceye geldin, bundan sonra buraya gelmenize gerek kalmamıştır.” şeklinde ifadesinden sonra Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruh) onun vefatına kadar o hal üzere devam eder.
b- Bitlis'li Şeyh Musa Efendi: Şeyh Muhyeddin'in vefatından sonra kendisine intisab eder. Seyyid Sıbğatullah bu zatı çok över. Kendisine“Şeyhin kimdir? diye sorulduğunda “ Şeyhi Uryan (çıplak şeyh)dır.Nitekim Seyyid Sıbğatullah :”Eğer ben Seyyid Taha'yı (kuddise sirruh) görmeseydim, bu zattan ayrılmazdım.” demiştir.
c- Şeyh Abdulkadir el-Bitlisi (kuddise sirruh) :
d-Şeyh Halid el-Cezeri (kuddise sirruh): Bu zat, Mevlana Halid-i Bağdadi’nin (kuddise sirruh) halifelerindendir. Seyyid Sıbğatullah’a “Sen ilim menbaı bir ailedensin buraya niçin geldin?” diye sorulduğunda; “Eğer elindeki kabı dolduramıyorsam doldurmak için başka bir yere yönelmek zorundayım.” diye cevap verir. Seyyid Sıbğatullah şeyh Halidi Cezeri’nin vefatına kadar yanında kalır, vefatından sonra şeyh Salih Sıbkiye yönelir.
e-Seyyid Taha-i Hakkari (kuddise sirru): Seyyid Sıbğatullah, Salih es-Sıbki’nin (kuddise sirruh) yanında iken, Seyyid Taha hazretleri,talebelerinden Molla Ömer el-Horosi ile vasıtasıyla bir mektup gönderip “Artık dostlarınla beraber yuvana dön.” emrini verir. Bu söz Seyyid Sıbğatullah Arvasi Hazretlerini kutlu yolun büyükleri olan sadat-ı kiramın arasına katılmaya davet anlamı taşıyordu. Bu emir üzerine Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruh) hiç tereddüt göstermeden büyük bir şevk ve iştiyakla emelinin gerçekleşeceği Nehri’ye gider. Böylece hakiki ve esas yuvasına kavuşur. Seyyid Taha’nın paha biçilmez sohbetlerini çölde susuz kalmış kimseler gibi ruhuna hayat verici bulur. 1256/1840 yılından mürşidi Seyyid Taha hazretlerinin 1269/1853 yılındaki vefatına kadar tam on üç yılını onun irşad halkasında geçirir.
4-Seyyid Sıbğatullah Arvasi(kuddise sirruh) 'nin Nakşi Tarikatına Dair Silsilesi:
Medfun Oldukları Yer
1- Hz. Muhammed Mustafa (sallalahu aleyhi vesselam) (571 - 632)
2- Ebubekir es-Sıddık (radıyallahu anh) (573 - 634) Hücre-i Seadet
3- Selman-i Farisi(radıyallahu anh) (V.654) Medayin, Irak
4- Kasım Muhammed bin Ebubekir es- Sıddık (650 - 725) Kudeyd (Mekke –Medine arası)
5- Cafer-i es-Sadık bin Muhammed Bakır (rahmetullahi aleyh) (699 - 765)Cennet ül Baki
6- Bayezid-i Bistami (777 - 848) Bistam, İran
7- Ebu'l Hasan el-Harakani (963 - 1033) Harkân, İran
8- Ebu Ali el-Fadl el-Farmedi (1010 - 1084) Meşhed, İran
9- Ebu Yakub Yusuf el-Hemedani (1049 - 1140) Merv,Türkmenistan
10- Abdulhalik el-Gucdüvani (1179 - 1220) Buhara, Özbekistan
11- Arif er-Rivegeri (V.1237) Buhara, Özbekistan
12- Mahmud el-İncir el-Fagnevi (V.1286) Buhara, Özbekistan
13- Hoca Azizan Ali Ramiteni (V.1321) Daşoğuz,Türkmenistan
14- Muhammed Baba Semmasi (V.1335) Buhara, Özbekistan
15- Seyyid Emir Külal (1281 - 1370) Buhara, Özbekistan
16- Şah-i Nakşibendi Muhammed el-Buhari (1318 - 1389) Buhara, Özbekistan
17- Alaudin el-Attar (V.1400) Denov, Özbekistan
18- Yakub el-Çerhi (V.1447) Duşanbe, Tacikistan
19- Hoca Ubeydullah el-Ahrar (1404 - 1490) Semerkand, Özbekistan
20- Muhammed ez-Zahid (V.1529) Denov, Özbekistan
21- Derviş Muhammed es-Semerkandi (V.1562) Kitab, Özbekistan
22- Muhammed el-Hacegi el-Emkengi (1512 - 1600) Kitab, Özbekistan
23- Muhammed Bakibillah (1564 - 1603) Delhi, Hindistan
24- İmam-i Rabbani Ahmed Faruki es-Serhendi (1564 - 1624) Serhend, Hindistan
25- Muhammed Masum Serhendi Urvetul Vuska (1599 - 1668) Serhend, Hindistan
26- Muhammed Seyfeddin Serhendi (1639 - 1684) Serhend, Hindistan
27- Seyyid Nur Muhammed el-Bedayuni (V.1722) Delhi, Hindistan
28- Habibullah Mirza Can-i Canan Mazhar (1701 - 1781) Delhi, Hindistan
29- Şeyh Abdullah Dehlevi (1743 - 1824) Delhi, Hindistan
30- Diyaeddin Zul Cenaheyn Mevlana Halid (1779 - 1827) Şam, Suriye
31- Seyyid Taha en-Nehri el-Hakkari (V.1853) Nehri, Şemdinli
32- Seyyid Sıbgatullâh-i Arvâsî (V.1870) Ğayda, Bitlis
Seyyid Sıbğatullah Arvasi’nin (kuddise sirruh) hayatından bahseden eserler genellikle el yazması olup, matbu değildir. Fakat bu eserlerin bir kısmı da tercüme edilmiş olup basılmıştır. On risaleden oluşan "El-Kelimatul Kudsiyye" adlı eserde başta kendi eseri olan Minah bulunmakta, diğer bölümler ise konusuna göre kendisinden atıflar da yapılmıştır.
Kendisi ile alakalı değişik ansiklopedi ve arşivlerde malumatlar bulunmaktadır. Mürşidi Seyyid Taha hazretlerinin kendisine gönderdiği bazı mektuplarında Seyyid Taha hazretlerinin mührü bulunmaktadır. Bazı mektuplar ise mektub suretidir.[9]
Seyyid Sıbğatullah birgün Seyyid Taha tarafından cevaplamasını istediği çok önemli bir konu hakkında özel postacısıyla bir mektub gönderdi. Hazreti Seyyid Taha’dan cevabi mektubu getiren şahsın köye yaklaştığı kendisine haber verilince Hazreti Ğavs dama çıkarak Molla Ahmed el-Cuzeyri hazretlerine ait şu beyitleri tekrarladı:
Kasıd bı meksudame hat, ba müjde u emru berat
Nişan hınarın hem xelat ev padşehı gülgun qeba
(Elçi arzuladığımız maksadımızla müjde ile, emir ve beratla geldi
Gül renkli aba (giysi) sahibi padişahtan hem nişan ve hem de ödül getirdi.)
5-Halifeleri
Abdurrahman Taği: Evliyanın büyüklerindendir. Norşinli’dir. Üstad-ı Azam ismiyle meşhurdur. 1304 (M.1886) yılında vefat etti. Sultan Abdulhamid Han, asrının müceddidi olduğunu bildirmiştir.
Oğlu Seyyid Bahauddin:
Şeyh Halid Şirvani: Şark vilayetinin adliye müfettişi iken Seyyid Sıbğatullah Arvasi hazretlerine intisap etmiştir. Vaktinin Sibeveyh’i olarak meşhur olmuştur. (Hz. Ömer’in soyundan geldiği için Ömeri, Şirvan’da doğup büyüdüğü için Şirvani lakabıyla anılmıştır. Molla Halidi Oreki olarak da bilinir. Bu meşhur zatın ne yazık ki doğum ve vefat tarihi kayd edilmemiştir. Ancak 93 harbinde (1877-1878 Osmanlı – Rus savaşında Doğubeyazıt cephesinde Seyyid Sıbğatullah Arvasi hazretlerinin abisi olan Seyyid Abdulğaffar Arvasi hazretleri ile beraber cihad ederken şehiden vefat etmiştir. Zaten kendisi birgün şeyhine şehid olma arzusunda olduğunu da bildirmiş, bu arzusu da gerçekleşmiştir. Şeyhi kendisine: “Bizden de Bedir ve Uhud şehidlerine selam söyle.” demiştir. Mudakkık ve muhakkık bir alim olan Şeyh Halid’e zamanın Şafii’si de denmiştir. Tefsir, fıkıh gibi zahiri ilimlerde İbni Hacer ve Seyyid Şerif Cürcani hazretleri kadar alim olduğunu bizzat kendisi şeyhine itiraf etmiştir. Seyyid Sıbğatullah kendisine seyda diye hitap ederdi.
Şeyh Abdurrahman Behtani:
Sofi Mustafa Külati: Birgün Ğavs, kendisine, “Sus!” demişti. Bundan sonra ölünceye kadar ona cevap vermekten başka bir şey konuşmadı.
Ali Can Külpiki[10]
6-Evlatları
Seyyid Sıbğatullah’ın Sekiz evladı vardı. Bunların isimleri şöyledir:
Şeyh Celalüddin: Kardeşi Şeyh Bahauddinden sonra babasının yerine o geçmiş ve bu hizmeti yürütmüştür. 1294/1877 yılında vefat etmiştir.
Şeyh Bahauddin: Şeyh Celalüddin’in küçüğüdür. Babasının halifesi olup, babasından sonra yerine geçti. İki ay irşad yaptıktan sonra vefat etti.
Sultan Veled
Seyyit Bahri
Burhaneddin
Şeyh Hamza
Seyyid Nur Muhammed: Şeyh Celalüddin’den sonra tarikat hizmetinde bulunmuş ve birçok müridi olmuştur.
Şeyh Hasan: Melami Meşrebli değişik halleri vardı.Şeyh Fethullah Verkanisi hazretlerinin halifesidir.
Seyyid Sıbğatullah Arvasi (kuddise sirruh)’nin Ğavs Oluşu İle İlgili Bazı Tesbitler
Şeyh Muhammed Asım hazretlerinin Birkatul Kelimat adlı el yazması eserinin 17. Sahifesinde Ğavsiyeti ile ilgili şöyle ifade etmektedir:
“Kendi döneminde alimler onun Ğavsiyeti hususunda delillerle ittifak etmiş ve delilleri ile Ğavsiyetini izah etmişlerdir.”
Abdurrahman Taği (kuddise sirruh)’nin Tesbiti:
a) Abdurrahman Taği (kuddise sirruhu) “Ben Onun Ğavs olduğuna dair yemin ederim. Çünkü biz onun ebdalları arasında idik. Ebdallar dönemin Ğavsının emri altındadırlar. Şöyle ki; Bizleri ebdallık vazifesi için uzak yerlere gönderirdi. Bu esnada bize “Tayyı Mekan” vaki olurdu. Ayaklarımıza taşlar,ağaçlar değdiği halde bunu hissetmezdik. Döndükten sonra Ğavsın ayaklarının yaralandığını ve kanadığını müşahede ederdik.
b) Ğavs, mühim bir mesele olunca Seyyid Taha’dan sorar, emri ondan alırdı. Çünkü O umumi Kutub idi. Seyyid-uI Fedevi’nin vefatından sonra Mevlana Halidin halifesi Şeyh Osman et-Tavili’ye gönderirdi.Onun da vefatından sonra Seyyid Nureddin Birifkiye, o da vefat edince artık kimseye sorma ihtiyacı duymadı. Biz de bundan kutubluk makamının kendisine geçtiğini anladık.
2. Halifelerinden Şeyh Halid-i Oreki, (Şirvani)’nin Tesbitleri:
Zamanın Allamesi, asrının birtanesi Şeyh Halid eş-Şirvani el Ureki hazretleri ise onun Ğavsiyeti hususunda şöyle demiştir:
“O’nun Ğavs olduğunu bildiğim halde mel’un içime bir vesvese düşürdü. Ben de eğer O Ğavs ise alimin ilmini selb (geçici olarak unutturur) eder diye söylendim. Ezan okundu. Ben hücremden çıktım. Namaz için acele ettim. Ğavs: “Üstat gel bize namaz kıldır.” dedi. Öne geçtim niyyet ettim. Hiçbir şey hatırlayamaz oldum. Namaz kıldırmak üzere bir kişi yerime tayin ettim dışarı çıktım. Şu beyti terennüm ettim:”
Rehnuma u Şeyhi Piri Sıbğatullah el meded
Şahi Sultan-ı Seriri ĞAVS’İ AZAM el Meded
3-Diğer Bazı Tesbitler :
Abdurrahman Taği’nin (kuddise sirruh) daha önce Kadiri halifesi iken Seyyid Sıbğatullah’a intisab etmesi, Halid-i Oreki’nin onu imtihan etmek için hazırladığı on soruyu o henüz sormadan Ğavs’ın cevaplaması, müridleri ile arasında meydana gelen bazı harika haller ve kendi döneminde yaşayan çevrede halk üzerinde nüfuz sahibi olan bazı kimselerle olan münasebetlerinde cereyan eden hadiseler onun Ğavsiyetini ayrıca ispat etmektedir.
Şeyh Asım bin Şeyh Alaaddin bin Şeyh Fethullah Verkanisi (kuddise sirruhum) (D.1921 – V. 12 Temmuz 2011) özetle şöyle zikretmiştir:
“Ğavs ile alakalı hal ve durumların onun dışında hiçbir Meşayihi Kiramdan vaki olduğu duyulmamıştır.”
Seyyid Sıbğatullah hazretlerinin manevi şahsiyeti:
Şeyh Halid eş-Şirvani El-Ureki bir defasında O’nun Ğayda’daki kabrini ziyaretinde olağanüstü hallerle hallenmiş, bunun üzerine aşağıdaki Farsça dizeleri kaleme almıştır. Bu dizelerin bir kısmı önce Latin harfleriyle daha sonra orijinal Arabi harflerle mezar taşına yazılmıştır:
“Ben kimim ki, yüzünü görmeyi dileyeyim. Keşki (kaşki) felek gibi onun haremini tavaf (ziyaret) edebilseydim.
Her kim ki, yüzünü gözleriyle bizatihi görürse Celaleddin-i Suyuti’nin “Tenvirul Halak’ta ne dediğini anlayacaktır.
Nübuvvet dışında beşere verilen ne kadar kemalat (üstün sıfatlar) varsa O’nun için çekinmeden söyleyebilirsin. Zira bana felek ilminden fetva verilmiştir.
Eğer Meşhedini (makberini) ziyaret edenlerin gözlerinden manevi perde kaldırılsaydı, Kıyamete kadar meleklerin onun üzerindeki izdihamını göreceklerdi.
Ey Halid onunun kamet ve bedenine sözlerden bir elbise dikmeye kalkışırsan yakıştıramazsın.
Sahban ve Kıss (meşhur terziler) telekten (kuş tüyünden) bile dikse yine üstüne oturtamaz.”
Not: Telek ve Çelek kelimeleri Tıl ve Cıl’den, sonundaki kaf harfi tek manasını ifade eder. İkisi de elbise için kullanılmıştır.
(“Tenvirul Halek fi Ru’yet’in Nebiyyi vel Melek”, İmam Suyuti’nin bazı olağanüstü halleri uyanık iken görme ile ilgili telif ettiği,kendi alanında değerli bir kitaptır.)
Muhammed Sami Erzincani hazretlerinin mürid ve aşıklarından olan Salih Baba da divanında;
Himmeti evliya bize yar iken
Şahı Nakşibendi ser hünkar iken
Seyyid Taha Sıbgatullah var iken
Kabe kavseyne dek seyranımız var
Başka bir şiirinde ise :
“İltica edelim Sibgatullaha
Kendi boyası ile boyaya bizi” demek suretiyle Seyyid Sıbğatullah Arvasi’den iştiyakla bahsetmektedir.
Bunun yanında Seyyid Sıbğatullah, aşağıda belirtildiği gibi mutad olarak okunan silsilelerde sekiz elkab- sıfat ile zikredilmektedir.
“Sultan ul Kubara ul Mutakaddimin (Geçmiş büyüklerin sultanı)
Ve Kudvetul Kubara ul Mutaehirin (sonradan gelenlerin kudvası, önderi)
Ğavsul Ammeti vel haifin (Allah’ın emirlerine karşı gelmekten korkan ve muttakilerin ve umumun yani herkesin Ğavsı)
Kutbul eimmeti vessalikin (Önder ve süluk ehli olanların Kutbu)
Muğisul müsteğisin (Kendisinden yardım dileyenlere yardım edicisi)
Munisul ğuraba-ı vel aşikin (Garip ve aşıkların kendisinden ünsiyet, rahatlık bulduğu)
Şeyhina el Uveysi (Uveysi şeyhimiz)
Mevlana hazreti eş-Şeyh es-Seyyid Sıbğatullah Arvasi”
Şeyh Muhammed Asım Hazretlerinin Birketu’l Kelimat adlı eserinde Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruh) hazretleri hakkında yazdığı bölümden bazı seçmeler:
“Medreselerden zahiri ilmi tahsil ettikten sonra büyük bir iştiyakla (h.1245) batıni marifetler ve ruhi riyazatlara yönelerek bütün vasıfları haiz meşayihlerin hizmetine girdi.H. 1256’da Seyyid ul Fedevi Seyyid Taha’nın kendisine gönderdiği davet mektubu üzerine Seyyid Taha’ya yöneldi. Bu arada Allah u Teala’dan başka hiç kimsenin bilemeyeceği makamlara ulaştı. Her sene şeyhini iki defa Nehri’de ziyaret ederdi. Hicri 1268’de şeyhin vefatına kadar bu hal böyle devam etti. Bu ziyaret adeti Seyyid Taha’nın kardeşi Seyyid Salihin (V. H.1280)vefatına dek sürdü. Ondan sonra insanları irşat ederek gönülleri fethetmeye başladı. Sohbetine 400 den fazla salih erkekler ve saliha hanımların katılımıyla gerçekleştiği olmuştur. Sabah namazından sonra özellikle Pazartesi ve Perşembe günleri teveccüh yapılırdı. Teveccühe çok önem verirdi. Teveccühten sonra çorba dağıtılırdı.
Oğlu Şeyh Celaleddin’in Nehri’de karşılaştığı bazı durumlar ve Seyyid Taha’nın (kuddise sirruhu) kendisine iltifatları:
Seyyid Sıbğatullah Hazretleri bir defasında oğlu Şeyh Celaleddini de beraberinde Nehri’ye götürdü. Bu seyahatte Nehri de değişik bazı olaylar vuku bulmuştur. Birkaçını aktarmakta yarar mülahaza etmekteyiz:
a) Nehri’deki değirmenin yapımı sırasında, değirmen taşının bir tarafta Şeyh Celaleddin, diğer tarafta 7 kişi ile beraber yerine yerleştirilmesi manzarası karşısında, Seyyid Taha’nın “Sen benim hamilim yükümsün, yani bana aitsin.” diye hitap etmeleri
b) Şey Celaleddin’in tavan arasından yılanı çekip alması:
Sohbet esnasında tavan arasında görülen bir yılan sebebiyle mecliste bulunanlar Seyyid Taha hazretlerini oradan uzaklaştırmak için ayaklandıklarında Şeyh Celaleddin “Oturunuz, bu iş bana aittir. Çünkü siz defalarca bunu gördünüz fakat bir şey yapamadınız der ve güçlü bir şekilde yılanın boğazından sıkmış ve yılanı öldürmüştür.
c) Kuşun Seyyid Taha’dan imdat dilemesi:
Seyyid Taha yazlıkta sohbet esnasında iken, onun omuzlarına bir kuşun konduğunu görür. Kuş sağa sola bakınır. Seyyid Taha kuşun, kendisine yumurtadan yeni çıkan yavrularına bir yılanın musallat olduğunu söyler. Seyyid Taha mecliste hazır olan Şeyh Celaleddine işaret eder. Şeyh Celaleddin ağaçlar arasında bulunan yılanı etkisiz hale getirir.
d) Şeyh Celaleddin’in Nehri’ye yaklaşırken cezbe ile hallenmesi :
Bir defasında Seyyid Sıbğatullah (kuddise sirruh) Nehri’ye giderken Şeyh Celaleddin kafileden ayrı olarak tek başına kafileyi takip ediyordu. Nehri yakınlarında Ğavs atından indi, abdest almak için bir eve gitti. Bu esnada Şeyh Celaleddin uzak bir yerde durmakta ve şu şiiri terennüm etmekteydi:
“Ez xezalım, xezalım xezala wé beriyé
Dewé mın lı çériyé guhımin lı gaziyé
Xeziya bu mıra bı buya kısmetémın
Awu beré wé Nehriyé
Ben bu ovanın ceylanıyım, ceylanıyım ceylanı.
Ağzım otlakta, kulağım çağrıda.
Keşke benim için, bana kısmet olsaydı,
Nehri’nin suyu ve taşı. (kayalıkları)”
Ğavs bu şiiri işitince onu yanına çağırdı ve beraber emellerinin kabesine kavuştular.
Ğavs, Şeyh Celaleddin’i, galebe çalan yiğitliği ve tabiatının şiddeti sebebiyle Hz. Seyyid-i Fedeviyye şikayet ettiğinde Seyyid Taha Ğavs’a “Senin bütün oğulların senin olsun Celaleddin de benim oğlum olsun.”cevabını almıştır. Nehriden ayrılma vakti geldiğinde Şeyh Celaleddin, mübarek eyvanının sütunlarına dayanarak “Ben sizinle gelmeyeceğim. Ben Hazreti Seyyid’in oğluyum, burada kalacağım.” demiş bunun üzerine Seyyid ul Fedevi Seyyid Taha hazretleri:
-Sen babanla git yine benim oğlumsun. buyurmuştur.”[11]
C-Seyyid Sıbğatullah’ın Minah Adlı Eserinde Hikmetli Bazı Sözler
Ğavs’ın en önemli eseri Minah adlı eseridir. Minah (Hediye edilen, bağışlanan, Allah tarafından verilen vergiler, nimetler, hikmetler anlamını taşır.) Bu eser Sıbğatullah Arvasi’nin halifelerinden Allame Halid-i Şirvan el-Oreki tarafından derlenmiş, kaleme alınmıştır. 1979 yılında “Kelime-i Kudsiyye Lisadati Nakşibendiyye” ismiyle Arapça olarak medrese hocalarından oluşan bir komisyon tarafından el yazısı ile tekrar yazılmış ve teksir edilmiştir. Eser, ilk defa 1982 yılında Urfa Halilurrahman Camii İmamı merhum Yahya PAKİŞ tarafından tercüme edilmiş, İstanbul’da neşr edilmiştir. Bunun yanında Seyyid Sıbğatullah’ın sözlerinin yer aldığı, kendisinden sıkça atıflar yapıldığı 10 risaleden oluşan EL-KELİMAT’UL KUDSİYYE isimli eser Salih UÇAN tarafından “Nakşibendi Şeyhlerinin Hikmetli Sözleri” 1983 yılında tercüme edilmiştir.[12]
Minah 2013 yılında Siraceddin ÖNLÜER – Hüseyin OKUR tarafından tekrar tercüme edilmiş, Semerkand yayınları, Hacegan klasikleri arasında yayımlanmıştır.
Şeyh Ahmed Taşkesani hazretlerinin oğlu Molla Diyauddin tarafından Minah’a Atiyye ismini verdiği bir haşiyesi de yazılmıştır.
Seyyid Sıbğatullah’ın Minah’ından Semerkand yayınlarından yayımlanan tercümesinden iktibas ederek, bir kısmını aşağıda sunuyoruz.
3. MİNAH
NAZAR BER-KADEM
Gavs-ı Hizânî Seyyid Sıbgatullah Arvâsî (kuddise sırruhu), Abdülhâlik-ı Gucdüvânî hazretlerinin (kuddise sırruhu),
“Nazar ber-kadem” sözünü şöyle açıklardı: “Buradaki kadem (?????? ), ‘ayak’ manasına gelen ‘kaf’ harfinin üstün olması iledir. Yoksa ‘kaf’ harfini esre okuyarak, hudûs kelimesinin zıt anlamlısı olan kıdem (?????? ) yani , evveli olmamak’ manasında bir kelime değildir.”Bundan maksat, müridin bakışlarının namaz kılan birinin secde mahalline olan bakışları gibi olmasıdır.
7. MİNAH
İSTİKAMET ÜZERE OLMANIN ÖNEMİ
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) anlatıyor: Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem), “Hûd sûresi beni ihtiyarlattı” buyurmasının nedeni, bu sûrede kendisine, istikamet üzerine olmasının emredilmesindendir. Nitekim bu sûrede Hak Teâlâ,
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd 11/112) buyurmuştur. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Yâsin sûresinin,
“Yâsîn. Hikmet dolu Kur’an hakkı için. Sen şüphesiz peygamberlerdensin. Dosdoğru bir yol üzerindesin”(Yasin 36/1-4) âyetlerinin nazil olmasıyla ancak rahatlayabilmişti. Çünkü Allah Teâlâ O'na istikamet üzerinde olduğunu bildirmiştir.
22. MİNAH
ŞEKLİ ve MANEVİ DEĞİŞME
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) anlatıyor: Mesh, şeklî ve manevî olmak üzere iki türlüdür. Şeklî değişme, Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) hürmetine ümmet-i davetten kaldırılmıştır. Manevî değişme ise devam etmektedir. Ancak günah işlemek suretiyle manevî değişmeye duçar olanlar, manen çevrildikleri hayvanın ahlâkına müptela olurlar. İşte böyle kimselerin tövbe istiğfar etmeleriyle tekrar eski suretlerine dönmeleri mümkün olabileceği gibi, tövbe etmedikleri takdirde bu hal üzerine ölmeleri de mümkündür. Şeklî değişmeye gelince; şeklen değişen bir kimsenin eski haline dönüşüp dönüşmeyeceği hakkında bu fakire (Hâlid- Şirvânî) sordu. Ben “bunun mümkün olup olmayacağı hususunda herhangi bir bilgimin olmadığını” söyledim. Gavs (kuddise sırruhu) kendisi de bu konuda bir açıklamada bulunmadı.
30. MİNAH
GECE İBADETİNİN ÖNEMİ
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) diyor ki: “Hakiki müridler, gece ibadetlerine kalkanlardır. İşte bunlar, sâdâtların iltifat nazarlarına mazhar olanlardır. Diğerleri ise gerçek manada mürid sayılmazlar.”
32. MİNAH
İRŞAD UMUMİDİR
Bir gün Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) hazretlerine, şeyhlik iddiasında bulunan ve avamın zihinlerini bulandıran bazı kişilerin, “İrşad için her şeyhe taksim edilmiş bir bölgenin olduğunu, bu bölgenin dışına çıkıp irşad yapılamayacağını” söylediklerini anlattılar ve bu hususta Gavs’ın fikrini sordular. Gavs (kuddise sırruhu), “Bu asılsız bir iftiradır. Aslı astarı yoktur” dedi ve buna delil olarak, Nefehâtü’l-Üns kitabında tercüme-i hali zikredilen Şeyhülislâm Ahmed-i Nâmekî-i Câmî hazretlerinin Çiştî tarikatına mensup olduğunu iddia eden bazı noksan şeyhlerle yaptığı mücadeleleri gösterdi.
Aynı şekilde Şeyh Tâhir’in (kuddise sırruhu) “Eğer dünya büyüklerini (padişah, vali, hakim vb.) irşad etmekle görevlendirilmiş olmasaydım, dünyada hiçbir şeyhe mürid bırakmazdım” sözünü de nakletti.
39. MİNAH
MİNAHLARIN YAZILMAYA BAŞLANMASI
Bu fakir (Hâlid-i Şirvânî), Gavs’ın (kuddise sırruhu) mukaddes sözlerini kaleme almakta geç kaldığımdan ötürü gerçekten büyük üzüntü duyuyordum. Bu üzüntümün üçüncü gününde Gavs hazretleri, sohbet meclislerinde şu beyiti okudular:
“Bu mesnevi (yazılmakta) bir müddet gecikti.
Ancak kanın süte dönüşmesi için bir müddet beklemek gerekliydi.”
43. MİNAH
BİD’ATLARDAN SAKINMAK
Gavs-ı Hizânî Seyyid Sıbgatullah Arvâsî (kuddise sırruhu), “Sadece farz ibadetleri yapıp bid’atlardan sakınan kimse, bütün ibadetleri yerine getirip birçok hal ve makama ulaşmasına rağmen bir tek bid’at işleyen kimseden çok daha faziletlidir” dedi ve peşinden, bir bedevinin Hz. Peygamber’e (sallallahu aleyhi vesellem), “Bu anlattıklarından ne fazlasını ne de eksiğini yaparım” demesinin üzerine, Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem), “ Eğer doğru söylüyorsa kurtulmuştur” diye şahitlik ettiğini gösteren hadisini nakletti.
51. MİNAH
SOHBET VE ÇİLENİN FARKI
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) derdi ki: “Çilehanede kırk gün kalıp çile çeken bir mürid, bazı makam veya hallere ulaşabilir. Ancak Nakşibendi yolundaki bir sâlikin sohbet yoluyla elde ettiği manevi feyiz ve bereket apayrı bir şeydir. Sohbet onu daha olgun hale getirerek kemale erdirir.”
85. MİNAH
GÜNAHKARA DEĞİL GÜNAHINA KIZILIR
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) buyuruyor ki: “Şeriflerden (seyyid) biri, Şiî veya bid’at ehli olduğunda, onun zatına değil vasfına yani yapıp ettiklerine kızılır. Aynı durum münkirlik yapan seyyid için de geçerlidir.”
102. MİNAH
MANEVİ MİRASA SAHİP OLMAK
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) bir sohbetinde şöyle buyurmuştur: “Bir şeyhin kendi oğlunun, babasının silsilesini devam ettirmesi çok az görülmüştür. Bu durum, bizim yüce silsilemizde ise sadece İmam-ı Rabbani’de (kuddise sırruhu) görülmüştür. Nitekim İmam-ı Rabbani’den sonra bu silsile onun oğlu Muhammed Masum (kuddise sırruhu) ile devam etmiş, aynı şekilde Muhammed Masum’dan sonra da oğlu Şeyh Seyfeddin (kuddise sırruhu) silsileyi devam ettirmiştir.
Gerçek manada büyüklere evlat olmak, manen onlara varis olmakla olur. Zahiren onların evladı olmak, onların manevi miraslarına varis olmak için yeterli değildir.”
108. MİNAH
İNSANLARIN EN HAYIRLISI
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu)
“İnsanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olanıdır” mealindeki meşhur hadisi şöyle yorumlamıştır:
“Hadis-i şerifin ibaresinde hayrunnasgeçmektedir; hayrul insan kelimesi geçmemektedir. Nitekim hadis-i şerifin buyrulduğu lafız üzerine manası, “Arif olan kimselerin en hayırlısı…” şeklindedir. Eğer, hayrul insan lafzı olsaydı arif olmayan, fakat insanlara faydası dokunan her kişinin ‘insanların en hayırlısı’ kapsamına girmesi gerekecekti. Bu da, arif olmayanların, ariflerden üstün olması anlamına gelecekti. Bu şekilde düşünmek ise uygun değildir.”
Gavs hazretleri daha sonra, “Şüphesiz, arif olan kimsenin fayda vermemesi de düşünülemez” dedi.
122. MİNAH
MUHABBETULLAH
Hâlid-i Şirvânî (kuddise sırruhu) anlatıyor: “Yemin etmese dahi sözlerine güvendiğim bir dostum, bana yemin ederek Gavs’ın (kuddise sırruhu) şöyle buyurduğunu anlattı: ‘Allah korkusu (mehafetullah), kalp hastalıklarının tümünü siler, tedavi eder. Muhabbetullah ise kalp hastalıklarını giderdiği gibi küfrü de silip atar.’
Daha sonra Gavs’ın (kuddise sırruhu) bu konuyla ilgili bir hikaye anlattığını söyledi. Bu hikayede, bu taifeden bir müridin, Yahudi bir kadınla olan aşkından bahsetti. Öyle ki kadın bu muhabbetin tesiriyle, o müridle hiç yüz yüze gelmeden Müslüman olmuştu. Yine bu muhabbet vesilesiyle bu tarikatın edep ve adabıyla ahlaklanmıştı.
131. MİNAH
GAVS’IN HAKSIZLIĞA ÖFKESİ
Bir gün Gavs_ı Hizânî’nin (kuddise sırruhu) yüce meclisinde, şeyhlik iddiasında bulunan bir kimsenin, bir başkasının malına el koyduğundan bahsedildi. Bu şeyh, dinen kendisine verilmesi gereken hak sahibi birinin hakkına, kanunların arkasına sığınarak sahip olmuştu. Gavs (kuddise sırruhu) bu anlatılanları işitince öfkelendi ve şöyle dedi:
“Bakınız! Şu birbiriyle asla bağdaşmayan hatta birbiriyle çelişen şu iki iddiaya bakınız… Hem şeyhlik iddiasında bulunuyor hem de dine muhalefet ederek insanların koyduğu kuralların ardına sığınıyor.”
Hâlid-i Şirvânî (kuddise sırruhu) diyor ki: “Gavs hazretlerinin o güne kadar böyle öfkelendiğini hiç görmemiştik. O kadar çok kızdı, öfkelendi ve, ‘Bakınız! Bakınız!’ diye söylendi ki, içimizden keşke sussa diye geçirdik.”
155. MİNAH
TASAVVUFİ KİTAPLARI MÜTALAA ETMENİN EDEBİ
Gerçek Marifet Zevki Olandır.
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu), “Bir kişinin, bâtını (iç alemi), zâhirinden (dış aleminden) daha hayırlı olmadıkça, velayet makamına ulaşamaz” buyurdu ve şu beyti okudu:
“Elbiselerine misk sürmen sana bir fayda sağlamaz.
Sen ki koltuk altının kirlerini temizlemeyen birisin.”
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) bu son mısrayı okuduktan sonra “Giyim kuşam hususunda bid’at söz konusu olmaz. Zira baktığınızda, son asır insanlarının kıyafetlerini ilk asır (sahabe ve tâbiîn) döneminin kıyafetlerine uymadığını görürsünüz. Bid’at sadece taat ve ibadetlerde olur” buyurdu.
159. MİNAH
NÂKIS ŞEYH KÖRELTİR
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) tarikata girmek isteyen kimsenin kâmil bir şeyhe intisap etmesi ve nâkıs şeyhten de uzak durması gerektiğini belirtmek üzere şu noktalara değindi:
“Kâmil olmayan mürşid, tarikata yeni giren kimsenin kabiliyetini köreltir ve şevkini de öldürür. Oysa şevk her türlü gayenin öncüsüdür. Çünkü insandaki şevk, ancak kendisinin içinde bulunduğu durumdan daha yüksek ve yüce hallere vâkıf olmakla gelişir. İşte kâmil olmayan nâkıs ve miskin kimse, tarikata yeni giren kimseler bu yüce halleri göstermeye güç yetiremez.”
Gavs (kuddise sırruhu) daha sonra şöyle buyurdu: “Rücû halinde, âlem-i emirden âlem-i halka dönen ve şevki sönmüş olan sâlik, peygamberlerin kabirlerini ziyaret etmekle kaybetmiş olduğu şevke tekrar kavuşabilir.”
166. MİNAH
HER GÖRDÜĞÜNÜ HIZIR BİL!
Gavs-ı Hizânî Seyyid Sıbgatullah Arvâsî (kuddise sırruhu) müridlerine nasihat mahiyetinde şöyle demişti: “Açıkça günah işlediği bilinen bir kimseye, meclislerde sırt çevirip oturmak ve ona karşı soğuk davranmak caiz ise de, ‘Her gördüğünüzü Hızır bil!’ kaidesince sizler, her gördüğünüzü Hızır biliniz ve kimseye sırt çevirmeyiniz.”
172. MİNAH
VUSÛL İÇİN USÛL
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) bir sohbetlerinde şöyle anlatmıştı: “Bir zaman, akrabalarımızdan bazıları, şeyhimizin değirmeninin inşaatında hizmet ediyorlardı. Tabii ki ben de onların arasındaydım. Bir ara çalışanlardan birine, şeyhimizin kulağına ilişmesi için şu beyti okumuştum:
“Gözlerimizin dikildiği eyvan senin eşiğindir.
Kerem eyle de aşağı buyur; zira hane senindir.”
Şeyhimiz Seyyid Tâhâ (kuddise sırruhu) bu beyti duyar duymaz yanımıza çıkageldi.
Hâlid-i Şirvânî (kuddise sırrıhu) diyor ki: “Anlayabildiğim kadarıyla Gavs (kuddise sırruhu) bu minahta şu hususlara işaret etmek istemişti:
Allah yolunda kendini hizmete adamak, O’na hakkıyla kulluk yapmak ve sır evi olan kalbi mâsivadan (Allah’tan gayri her şey) temizlemekle beraber, müridin dille istemesinin de gayeye ulaşmasında tesiri olduğu muhakkaktır.Ayrıca hedefe varmak isteyen mürid, istenilen hedefin (matlup) isteyene (talip) gelebileceğine itikad etmelidir. Yoksa asıl iş, talibin matluba gitmesinde değildir. Matlubun istenildiği anda tenezzül etmesi de (çıkıp gelmesi) onun ne derece faziletli biri olduğunun göstergesidir.”
177. MİNAH
HASET TEDAVİYE MANİDİR
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) kimi zaman kendinden kimi zaman da şeyhi Seyyid Tâhâ’dan (kuddise sırruhu) naklederek derdi ki: “Her münkirin inkârcılığını bırakması mümkündür, ancak hasedinden dolayı inkâr edeninki mümkün değildir.” Bunun üzerine mecliste bulunan sâliklerden biri, “Haset de mürşidlerin gidermeye çalıştıkları diğer kalbi marazlar gibi bir hastalık değil midir?” diye sordu. Gavs (kuddise sırruhu) şöyle cevap verdi: “Evet, dediğin gibidir, ancak haset, mürşidlerin müridlerini tedavi etmesini sağlayan teslimiyete engel olan ciddi bir hastalıktır.”
180. MİNAH
İNKÂRIN ZARARI ZÜRRİYETE DE SİRAYET EDER
Gavs hazretleri bir sohbetinde şöyle buyurmuştu: “Zâhirî âlimlerin bu tarikata ve onun büyüklerine karşı münkirlik yapmaları, halkın kendilerinden ve yazdıkları kitaplardan faydalanmasını kaldırır, engeller. Onlar, bu inkarcılıkları sebebiyle sıkıntıya ve zillete düşerler. Hatta bu hal, Allah Teâlâ’nın dilediği bir müddete dek onların zürriyetlerine dahi sirayet eder.”
Gavs (kuddise sırruhu) daha sonra buna örnek olarak şunları söyledi: “Pek çok zâhirî ilim dalında zamanının mercii olan bir âlim vardı. Bu âlim hemen hemen asrının bütün ilim dallarında kitap kaleme almıştı. Fakat o, bunca ilme rağmen, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdi (kuddise sırruhu) gibi büyük bir veliye münkirlik ediyordu. İşte onun yapageldiği bu münkirlikten ötürü hiç kimse onun kitaplarından faydalanamadığı gibi, kitaplarının varlığından da kimse haberdar olmadı. Bu kişi ikamet ettiği bölgenin en saygın kişilerinden olmasına rağmen ömrünün sonlarında çeşitli bela ve sıkıntılara müptela olmuş ve hatta bu durum onun evlatlarına kadar sirayet etmişti.
Şeyh İsmail Fakîrullah et-Tillovi (kuddise sırruhu) zamanında yaşayan, aynı zamanda bizim de akrabamız olan bir adam vardı. Bu adam Şeyh İsmail’e (kuddise sırruhu) münkirlik ederdi. Bu sebeple ne o ne de evlatları, - onun vefatından bu zamana kadar üç veya dört göbek geçirmelerine rağmen – hâlâ iflah olmuş değillerdir.”
204. MİNAH
HALİFELİĞİN MAKAMLARI
Gavs hazretleri derdi ki: “Halife seçiminin üç mertebesi vardır:
İşârî (Resûlullah’tan (sallallahu aleyhi vesellem) veya sâdât-ı kiramın herhangi birinin işaretiyle verilen halifelik). Bu, halifeliğin en üstün mertebesidir.
İbârî (Mürşidin halifelik vereceği kimseye, bu vazifeyi sözlü, şifahi olarak vermesidir). Bu ise halifeliğin orta derecesidir.
Kitâbî (Mürşidin, halifelik vereceği kimseye, bu vazifeyi bir kitabe şeklinde yazılı olarak vermesidir). Bu da halifeliğin en alt derecesidir.
211. MİNAH
ARKADAŞANIN RENGİYLE BOYANMAK
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) bir sohbetlerinde şu konuya değindiler: “Arkadaşlık (sohbet) öyle bir haldir ki, arkadaş olanların birbirlerinin renkleriyle (huy, ahlak vb.) boyanmalarını kaçınılmaz kılar. Bu renkle boyanmayı istemese ve hatta bundan kaçınsa da bu böyledir… İstemeseler dahi, bu renk kendisinde veya ona tabi olanlarda mutlaka görülür.”
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) sözlerini şöyle bağladı: “Bu Nakşibendi taifesine ilk girenlerin bir kısmında görülen zikr-i minşârînin (testere zikri) onlara sirayet etmesinin sebebi, Şah-ı Nakşibend hazretlerinin, bazı Türk şeyhleriyle olan arkadaşlığı sebebiyledir. Nitekim bahsi geçen şeyhler minşâri zikir yaparlardı.”
216. MİNAH
SOHBET İMANIN KUVVETLENMESİNE VESİLEDİR
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) şöyle derdi: “Sohbet, müridin dünya ile olan alakalarını keser ve onu hakiki imana erdirir. Nitekim Pîr-i Nessâc Azîzân Râmîtenî (kuddise sırruhu) sohbeti, mesleğine uygun olarak şöyle tefsir etmişti:
“Sohbet, çözmek ve bağlamaktır.”
Gavs-ı Hizânî hazretleri bazı sahabilerin,
“Gelin bir saat iman edelim” sözlerindeki (iman edelim) kelimesini yani “imanı”, imanın kuvvetlenmesine sebep olan sohbet ile tefsir etmiştir (Gavs hazretleri (kuddise sırruhu) bu teville, “Gelin bir saat sohbet edelim de imanımız kuvvetlensin” demek istemiştir.)
217. MİNAH
MELEKLER SOHBET MECLİSLERİNE GELİR
Gavs (kuddise sırruhu) bir sohbetlerinde şöyle buyurmuştu: “Melekler, sohbet yapılan meclislere teşrif ederler. Bu nedenledir ki sohbet eden şeyhe, ‘pîr-i muğan’ denilmiştir. Çünkü keşif veya rüya yoluyla görülen muğan, melek diye tabir edilmiştir.”
Bunun ardından mecliste bulunan sâliklerden biri Gavs hazretlerine, “Melekler ne maksatla şeyhlerin sohbetlerine gelirler? Şayet huzur elde etmek içinse, zaten onlar daima huzur halindedirler. Yok, terakki (manevi yükselme) içinse, zaten onların belli bir makamları vardır ve bundan ilerisine de geçemezler” diye sordu.
Gavs (kuddise sırruhu) cevabında şöyle buyurdu: “Onlar bu meclislere lezzet almak için gelirler.”
225. MİNAH
SAHTE ŞEYHİN DURUM
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) münkiri, sahte şeyhlik iddiasında bulunanlara tercih eder ve,
- Münkirin hatasını anlayıp doğru yola dönmesi mümkün iken, iddia sahibi sahte kişinin dönmesi ve iddiasını bırakması mümkün değildir. Çünkü iddiacılık bütün menfaatleri örten bir perdedir, derdi.
234. MİNAH
BÂTINÎ KUVVETİ OLMAYAN ŞEYHLERİN SOHBETİ
Bir gün Gavs hazretleri (kuddise sırruhu) meclislerde kıssa anlatmanın ve vaaz vermenin şeyhlikle bağdaşmayacağını ifade ettikten sonra şöyle buyurdu: “Günümüz halifelerinin, meclislerini vaaz ve hikaye türü şeylerle süslemeleri, onlarda şeyhliğin sermayesi olan bâtınî kuvvet ve nisbet gibi şeylerin yokluğundan ileri gelmektedir. Onların bu yaptıkları silsiledeki meşâyihlerin hiçbirinde görülmemiştir.
Bakınız, bizim tarikatımızın kurucusu Şah-ı Nakşibend (kuddise sırruhu) ne buyuruyor: “Tarikatımız sohbetten ibarettir.”
258. MİNAH
GAFİL KALPLERE TESİR ZORDUR
Gavs-ı Hizânî Seyyid Sıbgatullah Arvâsî (kuddise sırrıhu) bir sohbetlerinde buyurdular ki: “İrşadla görevli şeyhler için, mukaddes yerlerin fethi gayet zordur.”
Gavs hazretleri (kuddise sırrıhu) sâliklerden birine bunun hikmetini bilip bilmediğini sordu. Sâlik,
- Bilmiyorum, ancak bu durum Mekke’nin zor fethedilmesiyle bağdaşıyor, dedi.
Bu cevap karşısında Gavs (kuddise sırruhu) sustu, hiçbir şey söylemedi.
Gavs (kuddise sırruhu) bir defasında da bu konuyla ilgili olarak şöyle demişti: “Şehirlerde ikamet edenlerin kalplerini etkilemek, köylerdekileri etkilemekten daha geç ve zordur.Zira şehirdekiler gafletin istilası altın kalmışlardır.”
288. MİNAH
ALLAH DOSTLARI ÖLÜ DEĞİLDİR
Gavs (kuddise sırruhu) anlatıyor: “Şeyhim Seyyid Tâhâ’nın (kuddise sırruhu) vefatından sonra postuna oturan kardeşi Şeyh Salih (kuddise sırruhu) sohbetlerinde şöyle derdi:
“Diri kedi ölmüş aslandan iyidir.”
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) buyurdular ki: “Bunun akabinde rüyalarımda şeyhimi gördüm. Şöyle diyordu: “Salih benim ölü olduğumu sanıyor, oysa ben ölü değilim.”
295. MİNAH
KABI DOLDURMAK İÇİN ÇALIŞMAK GEREKİR
Gavs-ı Hizânî (kuddise sırruhu) anlatıyor: “ Bu yolun ilk başlarında Şeyh Hâlid-i Cezerî’nin (kuddise sırruhu) dergâhına gidip gelirdim. Günün birinde, bizim nesebimizi, ev halkımızı iyi bilen adamın biri bana,
- Hayret doğrusu! Herkes bir fayda elde edebilmek için sizin kapınıza gelirken sen başkasının kapısına gidiyorsun, dedi. Ben o adama,
- Kişinin kabında bir şey olmayınca, bunu doldurmak için zahmetlere katlanması gerekir, diye cevap verdim.”
301. MİNAH
GAVS’IN MERTEBESİ
Bir dostumun anlattığına göre Gavs hazretleri şöyle buyurmuştu:
“Ben gerçekten beş letâifin hepsinde de fenâ mertebesine ulaştım.Beş letâifte fena makamına ulaşan veliler pek azdır.
Gavs-ı Hizânî hazretleri, sünnete aykırı bir durum gördüğü zaman, “İslâmiyet’in emirlerini okumadın veya duymadın mı da böyle yaparsın?” derdi. Hatta sünnetlere riayet etme hususunda o kadar titizdi ki, elbisesini veya ayakkabısının sünnete uygun olmayan bir şekilde giyen birini gördüğünde, “Giyerken önce sağ taraftan başlanılacağını ve çıkarırken de sol taraftan başlanılacağını bilmez misin?” buyurdu.
Teheccüd ve evvâbin namazlarına devam ederdi.
SONUÇ
Seyyid Sıbğatullah’ın bazı şahsiyetlerin tespitlerine göre Bölgenin Mevlana’sı olarak addedilmesi, üzerinde durulması gereken bir husustur. Zira O, ehli tasavvufun takip ettiği yolu takib ederek;
Akaid hususunda;
Selefi salihin yani Ehli Sünnet yolunu takip etmiş
Hüküm konularında;
Fıkha tabi olmuş, ihtiyaç olmadıkça ruhsatlarla amel etmemiş, azimeti ön planda tutmuştur. Ruhsatlara tabiri caiz ise sempati ile hiç bakmamıştır.
Fezailu’l-Amal'da;
Yani amellerin faziletleri hususunda ise hadis ehline, sünneti seniyyeye titizlikle bağlı kalmıştır. Huzurunda Sünneti Seniyye’ye muhalif hareket edenleri ikaz etmiş,bu şahıslara nazar-ı müsamaha ile bakmamıştır.
Adab'da ;
Kalbin ıslahı ile alakalı hususlarla meşgul olmuştur.Zira kalb ıslah olmadıkça bedenin islahı mümkün olamayacağı hadisi şerifte bildirilmiştir."Dikkat edin, bedende bir et parçası vardır. O düzelirse beden düzelir, O bozulursa beden bozulur. Dikkat edin işte o kalbdir"[13] tasavvufun esas konusu kalbin ıslahıdır. Göz,kulak ve dilin ıslahı kalbe bağlıdır. Kalb islah olmadıkça, bedinin diğer organlarının islahının mümkün değildir. Kalb ise, ancak Allah’ı anmakla rahata kavuşur, huzur bulur. Kur’an-ı Kerimde “Biliniz ki, Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”[14] buyrulmuştur.
“Allah’ı zikret, senin için zikir hayattır. Gönül temizliği, Allah’ı zikriledir.”
Kalb ise çok değişkendir. Özelliklerinden bazılarını şöyle sıralamak mümkündür;
a) Nazargahı İlahi
b) Organların ıslahı kalbe bağlıdır.
c)Kalp çok değişkendir.
d)Kalp fitnelere açıktır.
e) Ameller kalbe göre değerlendirilir.
f)Kalp şeytan için hedeftir.
g) Kalbin hastalıkları gizlidir.
h) İman ile küfrün itibarı kalp iledir.
ı) İlham kalbe gelir.
i) İhlas, Riya, Şirk kalble ilişkilidir.
j) Allah'ı zikir ve ondan gaflet kalp iledir.
k) Ayrıca Rahmet ve Kasvet, ilim cehalet, sevgi nefret, saadet ve şekavet, mutluluk ve mutsuzluk kalp ile alakalıdır.
Sonuç olarak: Allah’u Teâlâ kullarından takva sahibi olmalarını istemekte ve emretmektedir. Takvanın mahalli de kalptir.[15]
Seyyid Sıbğatullah’ın Seyyid Taha ile olan ilişkisi en üst seviyedeydi. Seyyid Taha’nın vefatına kadar her yıl iki defa kendisini ziyaret ederlerdi. Bunun dışında, mürşidiyle sürekli mektublaştıklarını araştırdığımız kaynaklardan öğrenmekteyiz.Seyyid Taha’nın Seyyid Sıbğatullah’ın oğlu Şeyh Celaleddin ile münasebeti bir aile ferdine mahsus ölçüdeydi.
Seyyid Sıbğatullah’ın bölgemizdeki bazı şahsiyetlerin tespitlerine göre “Bölgenin Mevlana’sı” olarak adedilmesi üzerinde durulması gereken bir husustur. Müceddidi ve Nakşi yolunun Bölgemizde,Anadolu’da ve hatta sınır ötesine kadar yayılmasında büyük tesiri olmuştur.
Sosyolog Şerif Mardin, 19. Yüzyılda Bitlis’in Hizan kazası ve çevresinin Nakşibendilik ve Müceddiliğin merkezi haline geldiğini ifade etmektedir.[16]
Gerek Seyyid Taha hazretleri ve gerekse halifesi Seyyid Sıbğatullah hazretleri’nin hayatları ve örnek kişilikleri ile alakalı akademik çalışmaların yapılmasını önemsiyoruz. Zira bu gibi şahsiyetlerin gelecek nesiller tarafından tanınmaları çok önemlidir.Çünkü geçmişten habersiz gelecek inşa edilemez. Seyyid Taha ve halifesi Seyyid Sıbğatullah’ın bir model şahsiyetler olduğu göz ardı edilmemelidir. Kendilerinin de içinde bulunduğu Silsile’de isimleri geçen büyük şahsiyetlerin değişik ırk ve dillere mensubiyetleri bariz bir biçimde görülmektedir. Bu büyük şahsiyetler çoklukta birliği tesis etmişlerdir.
Bu güzel sempozyumun Hakkari’de icra edilmesi ayrıca önemlidir. Bu münasebetle başta Hakkari Valimiz ayrıca bir edib olan Sayın Orhan ALİMOĞLU beyefendiye ve Hakkari Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Ebubekir CEYLAN beyefendiye ve bu organizasyonda emeği geçen tüm akademisyenlere, öğretim görevlilerine ve emeği geçen herkese teşekkür ederim. Muvaffak olmaları için duacıyız.
Saygılarımla.
Belge 1
Mektub
Şeyh Muhammed Asım İbnu Şeyh Aladdin (kuddise sirruhu) İbnu eş-Şeyh Fethullah (kuddise sirruhu) el-Verkanisi Birket ul Kelimat kitabından alınmıştır.
HZ. SEYYİD TAHA’NIN ĞAVS-I AZAM ŞEYH SEYYİD SIBĞATULLAH’A MEKTUBUDUR. (ALLAH SIRLARINI YÜCELTSİN VE ALEMLERİN ÜZERİNE DÖKTÜĞÜ GİBİ BİZİM ÜZERİMİZE DE ONLARIN NURLARINI DÖKSÜN, AMİN)
Lakaplardan müstağni olan (herkes tarafından bilindiği için lakap takılmasına ihtiyacı olmayan) feyz, fayda, (istifade) ve meşihatmeab makamı, Molla Sıbğatullah Cenablarına selam ve dualarımı bildiriyorum. Duadan sonra malum ola ki, elimize ulaşan mektubunuz sevinç vesilesi olmuştur.Her türlü noksan sıfatlardan beri,kemal sıfatlarla muttasıf Allah’a hamd ve minnet olsun. Zira fakirlerin (Seyyid Taha hazretleri kendilerini işaret ediyor.) muhabbeti dünya ve ahiret saadetinin sermayesidir.Anlaşılıyorki, ayrılık günleri bile bu muhabbetın azalmasına tesir etmemiştir.
İki şeyi muhafaza etmek lazımdır. Birincisi, Şeriatın sahibine ittiba (kendisine ve ailesine salat ve selam olsun)ikincisi, uyulan şeyh’e muhabbet ve ihlas. Başka hiçbir şey olmasa bile bu ikisi nimettir. Ve eğer bu ikisi derinleşmişse hiçbir gam keder yoktur. Nihayetinde istenilen olmuştur. Eğer Allah u Teala muhafaza buyursun, bu ikisinden birinde bir halel (zarar) meydana gelirse ve bununla beraber haller ve zevkler aynı anda devam etse bile bunun bir keramet değil, istidraç olduğunu bilmek gerekir. O zaman harab olduğunu kesin bilmek lazımdır. Doğruluk yolu budur. İnsanı başarıya ulaştıran Allah’tır.
İkinci olarak eğer duacınızın (Seyyid Taha kuddise sirruh) halini sorarsanız, belaları def eden atiyyeleri (nimetleri) veren Allah’a hamd ve şükürler olsun. Selametteyim. Dostların arzuladığı gibiyim. Araştırdım ki, kardeşlerimiz birkaç dille (defa) bu miskinin dergahına gelmek için (icaze) musaade-izin almak isterler. Hoş ve hayırla gelsinler. Rahatsızlık duymasınlar. Ki Cenabınız buraya nasıl olsa insanlarla birdaha gelecekler. Ne kadar isterlerse yanımızda dursunlar, ne zaman gitmek isterlerse gitsinler. Selam ve dua ile……..
Kulların en zayıfı Seyyid Taha’i Nakşıbendi Halidi.
SEYYİD TAHA HAZRETLERİNİN ĞAVS-I AZAM SEYYİD SIBĞATULLAH’A GÖNDERDİĞİ MÜHÜRLÜ BİR MEKTUBUN TERCÜMESİ
Lakaplarla anılmaya ihtiyacı olmayan Molla Sıbğatullah cenablarına selam ve dua ediyorum.
Onu hakiki hafız (koruyan) Allah’a ve Pirani kiramın (büyüklerin) himmetlerine emanet ediyorum. Malumunuz olsun ki, maksadımıza şafi,(uygun) muhabbet ihtiva eden güzel mektubunuz duacınızın (Seyyid Taha) postacısı Sufi Ali’nin eliyle bize ulaştı.
Güzel sıfatlara sahip zatınızın sıhhat ve selameti bizim için sevinç kaynağı oldu. Molla Nasır mektubta bütün hususları yazmıştır. Sofi Ali de bu kasdedilen haberi tasdik ediyor. Molla Celaleddin’e selam ve sonsuz dualar ediyorum. Bu sene duacının (Seyyid Taha) müsamahası oldu. Onun emrinden dışarı çıkmaması gerekir. Duacının (Seyyid Taha) duası,Necati’nın yanında okuması şartı ile kendisi iledir. Aksi halde duacının (Seyyid Taha) hatırını kıracaktır. Baki selam sizin ve sizin yanınızdaki ihvanın üzerine olsun.
MÜHÜR
Edaful İbad
Seyyid Taha el-Halid-i en-Nakşibendi
[1] Van İl Müftüsü
[2] Şeyhul İslam Zekeriyya b. Muhammed el-Ensari, Vefat 926, Netaicul Efkarul Kudsiye 1. cild s.127 (2000 Beyrut)
[3] KISAKÜREK Necib Fazıl, Esseyyid Abdülhakim Arvasi Tasavvuf Bahçeleri, sf.10, Temmuz 2011Büyükdoğu Yayınları- İstanbul.
[4] İmam-ı Şafii, Divanı, Tahkik ve şerh eden Dr. İmyel Bedi’ Yakub Darul Kutubul arabiye sh.64 Lübnan- Beyrut 2010
[5] İlmihal, Türkiye Diyanet Vakfı 1. Cilt sh.66, 2010 Ankara.
[6] Şeyhul İslam Zekeriyya b. Muhammed el-Ensari, Vefat 926, Netaicul Efkarul Kudsiye 1. cild 104
[7] A.g.e, 2. cild 24
[8] Şeyh Muhammed Asım, Birketul Kelimat ek sh.11.
[9] Belge 1- Belge 2
[10] Abdullatif Uyan, Menkıbelerle İslam Meşhurları Ansiklopedisi, Bereket Yay. Sf.1822, 1983 İstanbul.
[11] Şeyh Muhammed Asım, Birketul Kelimat, sh.14-21 .
[12] Uçan Salih, Nakşibendi Şeyhlerinin Hikmetli Sözleri, sh. 9-122, 1983 İstanbul.
[13] Buhari, İman 39
[14] Ra’d 13/28
[15] Müslim, Bırr 32
[16] Türkiye'de Din ve Siyaset Şerif MARDİN, İletişim Yayınları 2. Baskı 1993 sf.14 İstanbul.
Nimetullah ARVAS
(Bu makale 24-26 Mayıs Tarihleri arasında Hakkari’de Düzenlenen “Uluslar arası Seyyid Taha-i Hakkari Sempozyumu’na tebliğ olarak sunulmuştur)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)