ASLIMIZDAN UZAKLAŞMAYALIM

"Balkan ülkelerinin birinde,yaşlı bir teyze ölüm döşeğinde..

Akrabaları tek tek helallik almaya geliyor,odaya biri giriyor diğeri çıkıyor..

Köye yeni bir gelin gelmiş,duyunca bu teyzenin vaktinin ahirinde olduğunu ziyaret etmek istemiş..

Usulca girmiş odaya oturmuş bir kenara.

Yaşlı teyze başını kaldırmış ve içeri son giren ve köyün yabancısı olan bu geline seslenmiş:

-Osman mı senin deden?

Gelinceğiz şaşırmış ve bir o kadarda hayretle sormuş:

-Evet,Türk'üm Osmanlı'dan geldim..Peki,bunu sen nasıl anladın?

Yaşlı teyzemiz derin bir iç çekerek:

-Yavrum,sizin kapıyı açmanız,kapatmanız,yürümeniz ve oturmanız dahi bir nizam ve edep üzeredir.. Sen hasta var diye öyle narin açtın ki kapıyı ben ilk anda bunu anladım.."

Muallimem, ki kendiside Balkan göçmenidir bu misali verdikten sonra Talim'ul Müteallim dersimiz sona ermişti..

Arkadaşlarımdan ayrılıp düşünmeye başladım.

Nasıl olur? Altı üstü bir kapı açmak değil mi ? Buna dahi dikkat eden bir insan nasıl yetiştirilir?

Şimdi kızlar istedikleri olmayınca kapıları çarparken,nerede ve nasıl bir hata yapıldı da iki nesil arasında uçurumlar oluştu diye sorgulamaya başladım.. Öyle ya,hep suç gençlerde değil ki.

Ne olur? Ne yaşanır? Ne yenilip içilir de;

Böyle hassas bir nesil ifsad olur?

Elbette ki, evvela aile bağlarını koparmakla.. Çünkü eğitimi ana-babasından almayı kabul etmeyen bir çocuğa istediğiniz herşeyi kolayca empoze edebilirsiniz..

Peki bir çocuk ana-babasından nasıl kopar? Bu mümkün mü? Eğer o çocuk ebeveyninden "utanmaya(!) başlarsa" pekala mümkün..

Çocuklar;

Kitaplarında gördükleri resimlerde,okudukları hikayelerde ne ailelerini nede kendilerini bulamadılar.

Bir resimde kapalı köylü kadını, diğerinde modern masada yemek yiyen ve hiç görmediği kıyafetleri giyinmiş elit insanlar..

Çocuk baktı,baktı,baktı..

Kitaplarda gördüğü köylü insan tamda kendi annesine benziyordu.. Sonra utanmaya başladı annesinin okula gelmesinden,onu basmasıyla ve oyalı yazmasıyla ortamlarına sokmaktan..

Eve davet ettiği arkadaşlarını dedesiyle nenesiyle konuşturmadı..

Bu şive bozukluğu alay konusu olurdu.

Çünkü televizyonlarda hep fakir aileler,kapıcılar,cahiller şiveli bir Türkçe konuşuyordu.

Hem kahretsin ki isminide dedesi koymuştu "Emine" nedir!

Okul fişlerinde "Mine" diyorduk ne güzel!

Jülide,Işık,Jale.. bu isimler dururken Emine'yi nereden bulmuşlar ki!

Bak, yine akşam ezanı okunuyor bizimkiler hala çıkamadı köy kafasından,akşam ezanıyla mı belirlenir insanın eve dönüş saati?

Olacak iş değil!

Gecenin daha yeni başladığını "akşam ezanıyla şeytanlar çözülür" diyen aileme nasıl izah edeyim!

Zaten çizgi filmlerde kaplumbağalar dahi pizza yiyor,biz hala tarhana kaşıklıyoruz! Biraz modernleşin artık! Nidalarıyla, en son sofrasından da burun çeviren bir genç varolmuştur artık..

Bu zihniyete erişen gençler ebeveynlerinden nasihat almayı, onlar tarafından eğitilmeyi kabul eder mi sanıyorsunuz?

Artık onların tek eğitmenleri youtube videolarında abuk sabuk saatlerce konuşan şahıslar, göz kırpmadan izlenilen film sahneleri, hayran oldukları artistlerin hayatı olmuştur.

Bakın bilinç altına oynanan küçük bir oyun,izlenen tek bir kare;

Önce sinsice ailenize savaş açtı..Babaların mesleğinden,anaların giyinişinden utandırdı.Tabi buna paralel olarak sözlerinizi değersiz kıldı ve bir ailenin mihenk taşı olan "sofranızı" yok etti.. Artık boş tabaklar bilgisayar masasında birikiyor,koltuk kenarlarından bardak toplanıyor.

Aileler akşam bir araya gelip,aynı kaba el uzatamıyorlarsa çok şeyi yitirmişler demektir..

Çünkü İslam medeniyetlerinde ailenin,ailede de sofranın önemi büyüktür.

Bizler; mideden çok gönlü ve ruhu doyurmak için, ekmeği bölüp pay ettiğimiz gibi muhabbetimizi de bölüştürmek için kurmalıydık sofralarımızı.

Baba nasihat etmeli,en cok sofrada anlatmalı ve o anın bereketiyle rahmet yağdırmalıydık üzerimize..

Vel hasıl bu nimetlerden mahrum büyüyen "plastik" bir nesil geldi.

Annesi bırakın hasta ziyaretinde kapı açma adabını,eve gelene dahi kapıyı açmayı,misafire hoşgeldin demeyi öğretemedi.

Çünkü geçmişi unutturulan,atalarından utandırılıp bağları koparılan bir nesil ne iflah oldu nede ıslah..

Artık hicret zamanı gelmedi mi ?

Haydi,özümüze dönelim!

Bizede sorar belki bir ihtiyar cılız sesiyle:

-Osman oğlu değil misin sen?

Yağmur İbiç

Hiç kimse kimsenin rızkını yiyemez

Hiç kimse, kimsenin rızkını yiyemez, hiç kimse, rızkını bitirmeden ölmez

Her rızkın üzerinde, kime âitse, onun ismi yazılıdır. O rızık döner dolaşır, o kimseye nasîb olur. Yâni kimse, kimsenin rızkını yiyemez. Herkes, kendi rızkını yer. Meselâ Afrika’daki bir“elma”nın üzerinde kimin ismi yazılıysa, döner dolaşır, sonunda o elma, o kimseye nasîb olur. Çünki üzerinde onun ismi var. Başkası onu yiyemez. Onun için dünyânın en ahmak insanı, rızkı için üzülendir. Bir kedi yavrusuna, tâ İstanbul’dan pirinç tânesi gidiyor kardeşim.

Çünki cenâb-ı Hak, daha biz yaratılmadan evvel, daha biz dünyâya gelmeden evvel, rızkımızı ve nefes sayımızı yazdı. O, ezelde biliyordu ve takdîr etdi, yazdı. O, bir programdır ve mutlaka olacakdır. Onun için insan ömrü, ne bir nefes ileri gider, ne bir nefes geri gelir. Ezelde nasıl takdîr edildiyse, öyle olur. Hiç kimse, hiç kimsenin rızkını yiyemez, hiç kimse, rızkını bitirmeden ölmez. Ölmek, rızkın bitdiğine alâmetdir. Bir insanın rızkı bitdi mi, o artık yaşıyamaz, ölür.
(Hüseyin Hilmi Işık rahmetullahi aleyh)

Bizi düşün uyursun

Hâlid Turan bey vardı Allah rahmet eylesin. Menemen’e götürdüler onu. Efendi hazretlerine demiş ki: (Efendim, ben gece hiç uyuyamıyorum). Efendi hazretleri pek söylemez böyle şeyi, ama o zaman söylemiş. Buyurmuş ki: (Bizi düşün, uyursun). Ondan sonra Hâlid Turan bey kendisi anlatıyor. (Ondan sonra hep uyuyabildim) dedi bana. Yaa, uyumak da bir (ni’met) efendim. Uyuyabilmek, bir (seâdet).

Kardeşim, bu teknoloji, değil (namaz kılmak), insana bir (Allah) demeye bile vakit bırakmıyor. Onun için, bu büyükler (dünyâ)yı, gölgeye benzetmişler. Sen, (güneş)i arkana alır da, gölgene yetişmek istersen, ömrün biter de, ona yetişemezsin. Çünki sen gidersin, o da gider. Ama gölgeni arkana alırsan, bu defâ o senin peşinden gelir. Bu iş böyledir. Sen (dünyâ)dan kaçarsan, o, arkandan gelir. Tersine sen dünyânın peşinde koşarsan, o senden kaçar, yetişemezsin.
(Hüseyin Hilmi Işık rahmetullahi aleyh)

NOT:
Bir gece, Abdülhakim efendi, Halid Turan bey, bazı diğer muhterem zevat İstanbuldan derdest edilerek Menemene götürülür. Orada idamla yargılanırlar.

Biz İbrâhîm Edhemi tahtından etmeden mürşid yapardık

Hüseyn Hilmi Işık hocamız buyurdu ki: “İbrâhîm Edhem hazretleri Allahü teâlâya kavuşmak için tacını tahtını terk etdi. Ancak çok uzun bir zemân sonra mürşidi kâmil oldu. Efendi hazretleri derdi ki: Biz İbrâhîm Edhemi tahtından etmeden mürşid yapardık”.

Enver (Ören) ağabeyden nakil

Enver (Ören) ağabeyden nakil:
Hilmi hocamız buyurmuşlar ki: "Hizmetlerin geleceğinden üzülmüyorum. Hizmetler devâm edecekdir. Arkadaşların arasında fitne çıkarak arkadaşların birbirlerine düşmelerinden korkuyorum. Bütün büyük devletleri, Osmânlıyı, cemiyetleri fitne, birbirine düşme yıkmışdır”.