CENNETİN KAPISINDA NE YAZIYOR BİLİYOR MUSUNUZ ?

Bayezid-i Bistami hazretleri 40. hacını eda ediyordu. Bir bayram akşamı Arafat’ta beklerken.

Nefsi “Ey Eba Yezid şu mahşeri kalabalığa bak. Kim senin gibi 40 kez hacca gelmiş?”

Gönlünden bu geçince ayağa kalktı ve yüksek bir sesle:
“-Ey ahali ben kırk kez hac farizasını yerine getirdim! Bu kırk haccımın sevabını iki ekmeğe satıyorum, alan var mı?” diye seslendi.

Biri ayağa kalkıp:
-“Ben alıyorum” dedi
-“Ver iki ekmek” dedi.

Adam iki ekmek verince ekmekleri bir köpeğin önüne yemesi için attı. Sonra nefsine dönerek “Artık övünceğin bir şey kaldı mı?” diye onu kınadı. Sonra Hac vazifesi bitince kafileden ayrılarak. Rum ellerine doğru gitti. Bir yerde mola vermek için durduğunda bir Hıristiyan rahip ondaki değişikliği fark edip onu evine davet etti. Evinde rahat ibadet etmesi için ona uygun ortam oluşturdu. Rahip ondaki değişik halleri müşahade edince onu ağırlamakla iyi ettiğini düşünerek memnun oldu. Bir süre sonra Beyazıd hazretleri rahibin konukseverliğine teşekkür ederek oradan ayrılmak istedi.

Ama rahip bunu kabul etmeyip biraz daha kalmasını ısrarla rica etti ve:
-“Yalvarırım birkaç gün daha burada kalın. Çünkü birkaç gün sonra bizim bir bayramımız var. Bu bayramda bütün rahipler ve din büyüklerimiz gelir, halkla birlikte bu bayramı kutlarız. Hem büyük rahibimiz de gelip ayine katılır. Sanırım Büyük rahibimizle görüşüp konuşmanda fayda var.”

Beyazıd hazretleri bu işte bir hikmet var diyerek bu teklifi kabul etti ve birkaç gün daha kalmaya karar verdi. Bayram günü gelince herkes kiliseye bayram ayinine katılmaya gitti. Rahipler ve büyük rahip de geldiler. Beyazıd hazretleri de yerel bir elbise giyerek ev sahibi rahip ile birlikte kiliseye gidip oturdu. Biraz sonra baş rahip ayin için kürsüye çıktı. Ama hiçbir şey konuşmadı.

Biraz böyle bekleyince rahipler:
-“Niçin susuyorsunuz?” diye sordu. O da:
-“Nasıl konuşayım ki aramızda bir MUHAMMED’i var!” dedi. Halk birden galeyana geldi. Bayramı sabote ettiğini düşünerek:
-“Göster onu bize parçalayalım! Diye haykırmaya başladılar.

Baş rahip:
-“Böyle taşkınlık yaparsanız onu size göstermem. Ama ona dokunmayacağınıza söz verirseniz onu size gösteririm.” Deyince halk ona dokunmayacağına söz verdi.

Bunun üzerine Baş Rahip:
“Ey MUHAMMED’i ALLAH için ayağa kalk” dedi.

Bunu diyince Beyazıd hazretleri ayağa kalktı.

Baş Rahip ona:
-“Adın ne?
-“Beyazıd”

Tahsilin varmı?
-“Rabbimin öğrettiği kadar”
“O zaman sana kırk sorum olacak bakalım bile bilecekmisin”.

Beyazıd Hazretleri:
-“Buyrun sorun” dedi.

Baş Rahip:
-“O halde bana ikincisi olmayan biri, üçüncüsü olmayan ikiyi, dördüncüsü olmayan üçü, beşincisi olmayan dördü, altıncısı olmayan beşi, yedincisi olmayan altıyı, sekizincisi olmayan yediyi, dokuzuncusu olmayan sekizi, onuncusu olmayan dokuzu ,on birincisi olmayan onu , on ikincisi olmayan on biri , on üçü olmayan on ikiyi söyle.” Dedi.

Beyazıd hazretleri:

- ikincisi olmayan bir eşi ortağı , dengi-benzeri olmayan ALLAH,ü Teala dır.

- Üçüncüsü olmayan iki GECE İLE GÜNDÜZDÜR.

- Dördüncüsü olmayan üç TALAK,TIR.

- Beşincisi olmayan dört TEVRAT, ZEBUR, İNCİL VE KURANI KERİM’dir.

- Altıncısı olmayan beş BEŞ VAKİT NAMAZDIR.

- Yedincisi olmayan altı GÖKLERİN VE YERİN YARATILDIĞI GÜN SAYISIDIR.

- Sekizincisi olmayan yedi, YEDİ KAT GÖKTÜR.

- Dokuzuncusu olmayan sekiz KIYAMET GÜNÜ ARŞI TAŞIYACAK MELEKLERİN SAYISIDIR.

- Onuncusu olmayan dokuz, HAMİLELİK MÜDDETİDİR.

- On birincisi olmayan on , MUSA a.s ŞUAYB PEYGAMBERE ÇOBANLIK ETTİĞİ YILLARDIR.

- Onikincisi olmayan on bir YUSUF PEYGAMBERİN KARDEŞLERİDİR.

- On üçüncüsü olmayan on iki SENENİN YILLARIDIR.”

Baş Rahip:
-“Doğru dedin Peki söyle bakayım Havadan ne yaratıldı, havada ne muhafaza olundu ve hava ile kim helak edildi?”

Beyazıd Hazretleri:
-“İsa a.s Hava’dan yaratıldı, havada muhafaza edildi.
Ad kavmi Hava ile helak edildi..”

Baş rahip:
-“Peki ne ağaçtan yaratıldı, Ağaçta kim korundu ve ağaç ile kim helak oldu?”

Beyazıd Hazretleri:
-“Musa a.s’ın asası Ağaçtan yaratıldı. Nuh a.s ağaç içinde gemide korundu.
Zekeriya a.s ise ağaç içinde testere ile biçildi.”

Baş Rahip:
-“Pes doğrusu, peki ateşten kim yaratıldı ,ateşten kim korundu ve kim ateş ile helak oldu?”

”-İblis ateşten yaratıldı. İbrahim a.s ateşten korundu. Ebu Cehil ateş ile helak oldu.”

-“Ya taştan kim yaratıldı , taş içinde kim korundu ve taş ile kim helak oldu?”

-“Salih a.s’ın devesi taştan yaratıldı .

- Ashabı Kehf taşta korundu.

- Ebrehe ve ordusu taş ile helak edildi.”

Baş Rahip:

-“Hepsi doğru” dedi. Ve sormaya devam etti:

-“Bir ağaç düşünki on iki dalı her dalında otuz yaprağı ve her yaprağında beş çiçek bulunsun. bu çiçeklerden ikisi güneşe, üçü karanlığa baksın?”

-“Bu ağaç bir yılı temsil eder. On iki dalı on iki aya, Otuz yaprağı otuz güne, Beş yaprak beş vakit namaza, güneşe bakan iki yaprak öğle ve ikindi, geceye bakan üç yaprak ise akşam, yatsı ve sabah namazını temsil eder.”

Baş Rahip her cevapta:
-”Doğru diyorsun” diye itiraf etmekten kendini alamadı ve devam etti:

-“Söylermisin bana:” Alimleriniz ‘Cennette dört nehir vardır: Biri baldan , Biri sütten , Biri sudan, Biri de şerbettendir’ diyorlar. Aynı kaynaktan beslenen dört nehir nasıl farklı farklı akabilir ki?”

Beyazid hazretleri cevap verdi:
- "İnsanın kafasından dört küçük nehir akar. Kulak yağı acı, Göz yaşı tuzlu, Burun salgısı iğrenç, Ağız suyu leziz değimlidir?” Buna ne dersin?

Baş rahip:
-“Birde şu var sizin alimleriniz ‘Cennet ehli yer içer fakat abdest bozmaz, su dökmez’ diyorlar.”

Hazret:
-“Ana rahmindeki cenin de öyle değimlidir?”
-“Peki hacca giden tavaf eden ama canı ruhu olmayan bir şey ne olabilir?”
Beyazıd Hazretleri:
-“Nuh a.s’ın gemisidir. Tufanda Kabe’yi tavaf etmiştir.” dedikten sonra Baş Rahibe döndü ve
-“Sanırım bu kadar soruya cevap verdikten sonra bana da soru sorma hakkı doğdu” dedi. Ve:
-“Ben müsaade ederseniz size sadece bir soru soracağım ve cevabını bildiğinizden de adım gibi eminim.”
-“Buyurun sizi dinliyorum.”
-“Cennet Kapılarının üzerinde ne yazar?”
Baş Rahip konuşmadı. Etrafındakiler rahatsız oldu ve Ey Büyüğümüz Cevabını ver ve bizi mahcup etme!” diye yalvarmaya başladılar.

Bunun üzerine Baş Rahip:
-Doğrusunu sorarsanız bu sorunun cevabını biliyorum. Ama…”
-“Ama ne?”
-“Siz bu cevabı kaldıramazsınız.”
-Söz veriyoruz katlanacağız, Bedeli ne olursa olsun ödemeye hazırız.”

Bunun üzerine Baş Rahip:
-“O halde beni iyi dinleyin.”
-Cennetin anahtarı ve cennet kapılarının üzerinde yazılan şey aynı şeydir. O da "LA İLAHE İLLALLAH MÜHAMMEDÜRRESULULLAH" dır. Cennet kapılarının üzerinde bu ibare yazılıdır.”

Bunu deyince oradaki herkes kelime i şahadet getirerek Müslüman oldu.

Sonra baş Rahip Beyazıd hazretlerine dönerek:
-“Ben çoktan Müslüman olmuştum ama beni öldürürler diye bunu herkesten saklıyordum. Allah’a dua ederek kamil bir dostunu göndererek bana yardımcı olmasını, etrafımdakilerin de islam ile müşerref olmasını nasip etmesini istemiştim.

Allah seni gönderdi” dedi...

Teslis inancı

Teslis inancı iyice kafamı karıştırmıştı. Katolikler Hz. İsa’nın hem Tanrı olduğuna, hem de Tanrının Oğlu olduğuna inanıyorlar. Bu nasıl olabilirdi? Hıristiyanlar İsa Mesih’in insanların günahlarına kefaret olması için öldüğüne inanıyorlar. Bu inanışı da sorgulamaya başladım.

–Ziyaretine gittiğiniz papaz sorularınıza nasıl cevaplar verdi?

Bu konuları fazla karıştırmamam gerektiğini, İsa Mesih’e inanmaya devam edersem mutlu olacağımı söyledi. Bu papazın dışında üç papazı daha ziyaret ettim. Onlardan başta teslis olmak üzere Hıristiyanlıktan şüphe duymama neden olan sorularımı cevaplamalarını istedim. En son ziyaret ettiğim papaz sorularımı dinledikten sonra sessiz bir şekilde ağlamaya başladı. Kendisine niye ağladığını sorduğumda cevap olarak “Ben de yıllardır teslis konusunda şüpheler taşıyorum. Bu soruya bir türlü cevap bulamadım. Bence doğru yoldasın, İslam’ı araştırmaya devam et” dedi.

Papazın bu cevabı beni çok şaşırttı ve son ziyaretimden sonra Allah’ın tek olduğuna kesin olarak inanmaya başladım. Bu süreçte gerçeğin peşine düştüm ve sabah akşam İslam hakkında kitaplar okudum. Kur-an’ı ve İncil’i yanımdan ayırmıyordum, sürekli olarak İncil’le Kur-an arasında kıyaslamalar yapıyordum. Belli bir süre sonra İslam’ı daha iyi tanımak için bir İslam Ülkesi’ne gitmeye karar verdim ve 3.5 yıl önce Mısır’a yaptığım gezi sırasında Müslüman olmaya karar verdim.

Müslüman olan İtalyan kız Rahme (Elisa)

Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin bir kerameti

Türkler Dinlerini İyi Bilir!

Nâmık Bulut Bey anlattı:
“Dârüşşafaka Lisesi’ni bitirip Almanya’nın Konstanz şehrine mühendislik tahsiline giderken, veda edip ellerini öpmek üzere Abdülhakim Efendi hazretlerine uğradım. Ellerini öptükten sonra ‘Cebindeki defteri çıkar!’ buyurdular. Ben de defteri çıkardım.

Üç tane sual ve o suallerin altına cevaplarını yazdırdı: Sana orada cihaddan sorarlar. Neden siz insanları öldürmek, memleketleri istilâ etmek için Viyana’ya kadar geldiniz? derler. Onlara, cihad Allahü teâlâ’nın dinini insanlara duyurmak demektir. Adam öldürmek ve memleket istilâ etmek için cihad yapılmaz. Sizin kendi aranızdaki din harblerinde ölenlerin sayısı müslümanların cihad neticesinde öldürdüğü insanların sayısından daha fazladır, dersin. Fransa’da Katoliklerin [1572’de] St. Barthelemy günü Protestanlara yaptığı ve binlerce kişinin öldüğü katliâmdan bahsedersin. Sonra sana taaddüd-i zevcâddan [birden fazla kadınla evlenme] sorarlar. Onlara dersin ki, İslâmiyyette bu bir emir değil, izindir. Bunun da sebepleri şunlar şunlardır. Siz bana temin eder misiniz ki Avrupa’da tek kadınla iktifâ eden ve metres tutmayan erkek yoktur, dersin.

Üçüncü olarak da domuz eti neden yemiyorsunuz? Artık çok temiz bir şekilde domuz yetiştiriliyor, derler. Sen de onlara, kul Allahın emirlerine uyar, sebebini sormaz. Allahü teâlâ bize pek çok şeyi helâl etmiş, domuz eti yemeği de yasak etmiş. Bu kadar helâl varken domuz eti yenmese ne olur? Rabbimizin hatırı yok mu? Dersin buyurdu ve ‘Şimdi bunu cebine koy!’ dedi. Ben de başka bir şey diyemedim. Avrupa’ya gittim.

İki buçuk sene geçti. Üniversitede bir yemek davetine gitmiştim. Herkes toplanmıştı. Benim Türk olduğumu öğrenince içlerinden, sonradan ilahiyatçı olduğunu öğrendiğim birisi, ‘Size suallerim var’ dedi. Bana Efendi Hazretleri’nin buyurduğu o üç suali sordu. Cevaplarını zaten ezberlemiştim. Defterdeki gibi cevap verdim. Adam bozuldu. ‘Türkler dinlerini çok iyi bilirler’ dedi.

Evliya var mıdır?

Mülkiye me’zunu olup müfettişlikten tekâüde ayrıldıktan sonra Hocapaşa camiinde va’z veren Üsküdarlı Mustafa Barçın anlattı:

Ben yıllar önce evliyâ var mıdır, varsa acabâ kimdir? diye merak ederdim. Bir defasında İstanbul’a gelmiştim. Bir dişçi ahbabıma gittim. O da bana seni âlim bir zâta götüreyim mi? dedi. Gidelim dedim. Bâyezid camiine gittik. Seyyid Abdülhakîm efendinin va’zını dinledik. Çıktıktan sonra bu zât acaba nasıl birisidir diye merak edip Eyyüb’ün iki meşhur hocasına gittim. Birincisine sordum. Biraz ilmi vardır dedi. İkincisine gittiğimde bu hocanın söylediğini de söyledim. Ikinci hoca efendi “Onu söyleyen hocanın Seyyid Abdülhakîm efendinin topuğuna erişmesi için kırk ambar arpa yemesi lâzım“ dedi ve

“Seyyid Abdülhakîm efendinin va’zını dinlerken, hârikulâde bir şey görmediniz mi?“ diye sordu. Ben de hayır dedim.

“O va’z vermeye başladığı zaman, önünde oturduğu pencerenin dışına iki güvercin gelir. Onun va’zını dinlerler. O va’zı bitirip de dua etmek için ellerini açtığı zaman, onlar da kanatlarını açarlar. O iki güvercin melektir“ dedi.

DÜNYA

“(Ma’rifetnâme)de yazılı hadîs-i şerîflerde buyuruyor ki, (Mes’ûd o kimsedir ki, dünyâ onu terk etmezden önce, o dünyâyı terk etmişdir), (Arzûsu âhıret olup, âhıret için çalışana, Allahü teâlâ dünyâyı hizmetci yapar), (Yalnız dünyâ için çalışana, yalnız kaderinde olan kadar gelir. İşleri karışık, üzüntüsü çok olur), (Âhıretin sonsuz olduğuna inanan kimsenin, bu dünyâya sarılması, çok şaşılacak şeydir), (Dünyâ sizin için yaratıldı. Siz de âhıret için yaratıldınız! Âhıretde ise, Cennetden ve Cehennem ateşinden başka yer yokdur), (Paraya, yiyeceğe tapınan kimse helâk olsun!), (Sizlerin fakîr olacağınızı düşünmiyor, bunun için üzülmiyorum. Sizden önce gelmiş olanlara olduğu gibi, dünyânın elinize bol bol geçerek, Allahü teâlâya âsî ve birbirinize düşman olmanızdan korkuyorum), (Mal ve şöhret hırsının insana zararı, koyun sürüsüne giren iki aç kurdun zararından dahâ çokdur), (Dünyâyı terk eyle ki, Allahü teâlâ seni sevsin. İnsanların malına göz dikme ki, herkes seni sevsin!), (Dünyâ, geçilecek bir köprü gibidir. Bu köprüyü ta’mîr etmekle uğraşmayın. Hemen geçip gidin!), (Dünyâya, burada kalacağınız kadar, âhırete de, orada kalacağınız kadar çalışınız!)
Dünyâ zıll-i zâildir. Ona güvenen nâdimdir. O seninle kalsa da, sen onunla kalmazsın. Dünyâdan çıkmadan önce, kalbinden dünyâ sevgisini çıkar. Dünyâ lezzetlerine aldanmıyan, Cennet ni’metlerine kavuşur. İki âlemde azîz ve muhterem olur. Dünyâ harâbdır. Şerbetleri serâbdır. Ni’metleri zehrli, safâları kederlidir. Bedenleri yıpratır. Emelleri artdırır. Kendini kovalıyandan kaçar. Kaçanı kovalar. Dünyâ bala, içine düşenler de sineğe benzer. Ni’metleri geçici, hâlleri değişicidir. Dünyâya ve buna düşkün olanlara inanılmaz. Çünki, bunlarda vefâ ve safâ bulunmaz. Fânî olanın sevgisini kalbinden çıkar ki, bâkî olanı alasın. Kendini bilen kişinin bu dünyâya düşkün olmasına şaşılır. Şakîler dünyâya sarılır. Sa’îdler bâkî olana sarılır. Bedeninle dünyâda ol, kalbinle âhıreti bul! Nefsin arzûlarını terk eden pâk olur, âfetlerden selâmet bulur. Allahü teâlânın râzı olmadığını terk edene, Allahü teâlâ ondan iyisini ihsân eder. Dünyâyı anlıyan, onun sıkıntılarından üzülmez. Dünyâyı anlıyan, ondan sakınır. Ondan sakınan, nefsini tanır. Nefsini tanıyan, Rabbini bulur. Mevlâsına hizmet edene, dünyâ hizmetçi olur. Dünyâ insanın gölgesine benzer. Kovalarsan kaçar. Kaçarsan, seni kovalar. Dünyâ, âşıklarına mihnet yeridir. Lezzetlerine aldanmıyanlara, ni’met yeridir. İbâdet edenlere kazanç yeridir. İbret alanlara hikmet yeridir. Onu tanıyanlara selâmet yeridir. Ana rahmine nisbetle, Cennet gibidir. Âhırete nisbetle çöplük gibidir. Yediyüzseksenaltıncı [786] sahîfeye bakınız!
Ölümden önce olan herşeye dünyâ denir. Bunlardan, ölümden sonra fâidesi olanlar, dünyâdan sayılmaz. Âhıretden sayılırlar. Çünki dünyâ, âhıret için tarladır. Âhırete yaramıyan dünyâlıklar, zararlıdır. Harâmlar, günâhlar ve mubâhların fazlası böyledir. Dünyâda olanlar ahkâm-ı islâmiyyeye uygun kullanılırsa, âhırete fâideli olurlar. Hem dünyâ lezzetine, hem de âhıret ni’metlerine kavuşulur. Mal iyi de değildir, kötü de değildir. İyilik, kötülük, onu kullanandadır. O hâlde, mel’ûn olan, kötü olan dünyâ, Allahü teâlânın râzı olmadığı, âhıreti yıkıcı yerlerde kullanılan şeyler demekdir. Kendini ve Rabbini unutup, lezzetlerine, şehvetlerine düşkün olanlar, yolda hayvanının süsü ile, palanı ile, otu ile uğraşıp, arkadaşlarından geri kalan yolcuya benzer. Çölde yalnız kalıp, helâk olur. İnsan da, ne için yaratılmış olduğunu unutup, dünyâ zînetlerine aldanır, âhıret hâzırlığı yapmazsa, ebedî felâkete sürüklenir. Dünyâ sevgisi âhırete hâzırlanmağa mâni’ olur. Çünki, kalb onu düşünmekle, Allahı unutur. Beden, onu elde etmeğe uğraşarak ibâdet yapamaz olur. Dünyâ ile âhıret, doğu ile batı gibidir ki, birine yaklaşan, ötekinden uzak olur. Bir kimse, ibâdetini yapmaz ve geçiminde, kazancında Allahü teâlânın emrlerini ve yasaklarını gözetmezse, dünyâya düşkün olmuş olur. Allahü teâlâ herkesin kalbini bundan soğutur. Bunu kimse sevmez.

Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye

Himmet-i evliyâ bize yâr iken

Himmet-i evliyâ bize yâr iken
Şâh-ı Nakşibendî ser-hünkâr iken
Seyyid Tâhâ, Sıbgatullah var iken
"Kâbe kavseyn"e dek seyrânımız var.
~~~~Salih Baba Divanı~~~~

Bu Hamdi’ye çok eylediler zulumü

Hamid Hamdi-i Vanî el Malatî( 1873-1955)
Nam-ı diğer Fatih dersiamlarından Müfti-i Vanî. Doğduğunda omzunda, sırtında ve alnında bir takım yazıların varlığı sebebiyle yazıların sırrını çözmek gayesiyle babası onu İstanbul’a götürür. Fakat büyümeye bağlı olarak zamanla bedeninden silinen yazıların sırrı anlaşılamaz. Van’da rüşdiyeyi birincilikle bitiren Hamid efendi İslami ilimler eğitimi için Seyyid Fehim Arvasi’nin( kuddise sirruhu) rahle-i tedrisinde bulunur. Sultan 2.Abdulhamid Han tarafından Hindistan,Hicaz gibi yerlerde din hizmeti için görevlendirildi.1915 yılında Van Hukuk Müşaviri ve Hoşab(Güzelsu)Müftüsü iken Ruslar destekli Ermeni komitacıların eşi ve çocuklarına yaptığı akıl almaz vahşete ve katliama bizzat tanık oldu. Üç yıllık bir hicretten sonra 1918’de Malatya’ya yerleşti yeniden evlendi. Hukuk, tıp, kimya, tarih, tefsir ve tasavvuf alanında kitap ve risaleler te’lif etti. Mürşidi Seyyid Fehim Arvasi’ye hitap ettiği aşağıdaki dörtlük yaşadığı çileyi anlamaya bir nebze yardımcı olmaktadır.
“Gel yetiş seyyid Fehim tut elimi
Bu Hamdi’ye çok eylediler zulumü
Kaldır nikab perdesini görem yüzünü
Cemalin şem’ine sürem yüzümü
Ben bu şem’e eremedim ne çare.”
Malatya’da medfun bulunan Hamîd efendiye Allahu Teala’dan rahmet diliyoruz.Mekanı cennet, komşuları sadat olsun.

DİLERSE

İngiltere'de yaşayan Somali'li fakir bir kadın, yardım almak için bir radyo istasyonunu arar.
Bu radyo programını dinleyen ateist bir İngiliz, bu müslüman kadınla dalga geçmeye karar verir ve kadının isim ve adresini aldıktan sonra sekreterini çağırarak ona büyük miktar gıda ve yardım malzemeleri alıp kadına götürmesini ister.
Ve sekretere; 
_"Eğer kadın gıdayı kimin gönderdiğini sorarsa, ona şeytandan olduğunu söyle"_
diye emreder.
Sekreter, kadının evine geldiğinde, kadın mutlulukla gelen malzemeleri kabul eder.
Sekreter ona:
_"Bunları kimin gönderdiğini bilmek istemiyor musun ?"_
diye sorduğunda;
Fatima isimli okuma yazma bilmeyen bu kadın malzemeleri gönderen ateist İngiliz düşünürü *Dr. Timothy Winter*'in müslüman olup adını *Abdülhakim Murad* olarak değiştirmesine vesile olacak şu hârika cevâbı verir :
"Hayır, ilgilenmiyorum. Çünkü *Allah* bir şeyin olmasını istediğinde şeytanlar bile ona itaat eder" der.