Keşkül risalesi

Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin Keşkül risalesinin latinize edilmiş hali

KEŞGÜL


 Seyyid Abdulhakim Kuddise Sırrehu’nun Sevânihül Efkâr ve Sevâmihül Enzar isimli ve kendi tabirleriyle  Keşgül olarak isimlendirdikleri (...?) zeyl olarak toplayabildiğim – gerek cami derslerinde  ve gerekse sohbet-i âlîlerindeki – malumatı üç defter halinde cem edebildim Lehülhamd velminh

15 Rabîulevvel sene 1404
Bende-i fakir Ahmet Nureddin

Zeyl
Keşgül
Defter-i sâlis
3

Belli başlı mevzular:
Sahife                                                                       Sahife
    4  Namaz hakkında                                                 50  Hutbe
  11  Amel-i Salih                           51  Mürtedler
  14  Diş ve Kulak Ağrısı İçin                   53  Rabıta
  16  Îşân Kuddise Sırrehu nun Sefirleri Hakkında        55  İlm-i Mantık
  18  İlim Hakkında                           56  Ru’yet-i Hilal Tesbiti
  28  Tesbih ve Takdis                   57  Usûl-i Fıkıh
  30  Selam Hakkında                   58  Şefaat
  30  Dua Hakkında                           59  Keffaret ve Iskat
  32  Dünya Hakkında                   60  İmam-ı Buhrî Hakkında
33 İmam/-ı A’zamın Ravza-i Mutahhara daki duası   62  Şer’an Mücrim Olana Merhamet Küfürdür
  33  Fısk, Zulüm, Küfrün Tarifi                   62  Aleyhisselatü Vesselamın Uhud Harbinden
  35  Hamd Hakkında         Avdetindeki Nasihatı
  36  Mürtedler Hakkında                   66  Namaza Müteallik Bazı Mesâil
  37  İstiğfar ve Tecdîd-i İman ve Namaz           70  Te’vil
  38  Kolanya Hakkında                   76  Reşahat Hakkında
  30  İslamiyyetin Kimlerde Olduğu                   76  Mevlanın Derecesi
  31 Tahiyyetül Mescid Hakkında –Muhyiddîn-i          78  Teyemmüm
     Arabî nin Fütuhatı Hakkında                    80  Tefsir Okunması
  32  İmam-ı Şafii Hakkında                         Şeriatın Cüzleri ?
  33 R150h-u Habis Hakkında                    82  Fenalıklar Hakkında ?
  34  Sadaka Vermekteki Niyyet            84  Neseb-i Peygamberî Heakkında
  36  Borç Almak                    90  Neseb Hakkında
  38  Akşemseddin Hakkında                    91  Mevlid-i Nebî Sallellahü aleyhi vesellem
  38  Öşür Hakkında                          102  Sûretülvâkıa Tefsiri
  39  Mevlid Hakkında                     124  Kur’an-ı Kerim Hakkında
  40  Esmâ-i İlahiyye                          126  İstiğfar Hakkında
  42  Misvak Hakkında                  127  Îşân’a Rabıta
  42  Hocalar Hakkında                  127  Bayezid Camii Şerifindeki Ders Hakkında
  42  Cihad Hakkında                  128  Şeriat Mevzuunda
  44  Kafir ile Evlenen Kız                  129  Zâyiin Bulunması
  45  Tarikat                          130  Tâife-i Aliyye Hakkında
  46  Rüşvet                          132  Hatm-i Hâcegan, Rabıta ve Muhabbet Hakkında
  46  Allah Razı Olsun Hakkında          133  Şeriat, Tarikat ve Hakikat
  47  Şeriatın Mevcud Olmadığı                  134  Îmân-ı Sûrî ve Îmân-ı akîkî
  48 İslamiyyet ve İlim ve İbn-i Kemal          135  Tevbe ve Tekarrüb-i İlâhî Hakkında
       Fenârî, Ebussuud Efendi
       Ramazan’a Hazırlık

(l)Keşgülde bir muhib zatın tuttuğu notların devamı :
Kaf : Esmâ-i Peygamberiyye’den bir isimdir. İnd-i İlâhîde yahut remz ve işarettir, yahut Murâd-ı Kayyûmiyyettir. Kâim-i Rabbânî, Kâbil-i Muhabbet, Kâbil-i Risalet gibi.
Fettah : İnayetiyle bütün müşkilleri açar, kulûb-u mü’minîni ma’rifetiyle açar. Kulûb-u âsî yi merhametiyle açar. İsyan sebebiyle hiç kimsenin nimet kapısını kapamaz.
Fettah odur ki  hükmü hatm dir. (Hatm : bitirmek, tamam etmek) Kazası cârîdir. Allah Celleşânühûnun ihsânâtı mütevâlîdir.
Esbab-ı Necat : Lâilahe illellah Muhammedürresulüllah ve eşhedü enlailahe illellah ve eşhedü enne Muhammedürresulüllah dır.
Allah Celleşanühu Şâri’dir. (Şeriatı vaz’ eden)
Peygamber aleyhissalatü vesselam mübelliğ dir. (Tebliğ edici, bildirici)
Müctehidler muzhir dir. (Nesnenin aşikar kılınması)
Allah Celleşanühu ba’zan kalpleri  kabz eder (kabz : sıkmak), ba’zanda best eder. (Best: yaymak) Ehlüllahın en büyüklerine  ba’zan öyle kabz hasıl olurki kendilerini müstei'd yman görmez. Tâât ve ibâdâtı güçlükle yaparlar. Ba’zanda best hasıl olurki  (2)kendilerini a’la-yı illiyyîne (hamuda ?) müstei’d ve müstahak görürler.
Fahr-i âlem Sallellahü aleyhi vesellem Cuma gün ve geceleri okunan salavat-ı şerifleri sem’-i beşerî (beşerî işitmekle) ile işitir. Sair gün ve gecelerde  okunan salavat-/ı şerifleri müvekkil bir melek vasıtasıyla  işitir.
Cenab-ı Hak bir kimseyi  aziz etmek murad ederse ona günah işletmez. Ufak günahları saymaz, affeder, sonra onu cennetine idhal eder, sonra da  ru’yeti nasib eder.
Eimme-i Fukaha dört tür. Eimme-/i Kelam iki dir. Eimme-i Hadis altı dır.
İmam-ı Gazâlî’nin rıhle-i tedrisinde her gün üç yüz müderris bulunurdu. Ondan ders alırlardı. Sonra gidip talebelerine anlatırlardı.
Meşkûliyyet ni’mettir. Meşkuliyyet olmazsa şeytan musallat olur
Namaz : Sebeb-i rfah-ı urevî olduğu gibi , sebeb-i refah-ı dünyevîdir. Allahü teala celle celalühu nun bütün mahlukata  iki hükmü vardır:  Ahkam-ı İlahiyye-i Takdîrîye, Ahkam-ı Teklifiyye (Manaları ; ahkam-ı tekvînîye,yani takdîrîye böyle olsun demektir. Ahkam-ı teklîfiyye böyle yapılsın demektir.
Zulüm : Hikmet ve maslahat-ı iâhî ye  muhalefettir.
(3)Halîm : İntikamında acele etmez, te’hir eder.Belki tevbe eder, belki nadim olur, bazan te’hir ve affeder, yüze vurmaz, defterden siler ve bizede unutturur. Hilm hisâl-i mahmûdedendir. İnsanlar için mehâsin-i ahlak tır. Settarül uyubdan daha makbul sıfat yoktur. Halîm odur ki, daima affeder, setreder.
Kazâ-i ilahî iki dir : Biri Kazâ-i Mübrem ki  kat’iyyül vuku’dur. Diğeri Kazâ-i Muallak tır.
İsrail : Abdullah demektir.
Ulemâ-i Râsihûn : Zat ve sıfat-ı ilâhî ye taalluk eden ulûm ve maârif-i rabbâniyyeyi bilenlerdir.
Eşşekûr : Az bir amele çok mükafat verir, nihayetsiz mükafat verir. Men lem yeşkürinnase yeşkürillah nâsa şükür anillahiteâlâ ya şükürdür.
Keşşaf sahibi Zemahşerî etibbanın  isbat ettikleri mikroplardan daha ufak hayvanların mevcud olduğunu ve bunları âlâtla görmenin mümkün olmadığını söylemiştir.
Kemâl-i İlâhî ; İki zıddın bir mahalde ictima’ etmesidir ki  Cemal ve Celal dir.
Kibriya ; Zatın kemalinden ibarettir. Kemâl-i zâtî vücudunun kamil olmasıdır. Yani o vücuttan adem târî olmamıştır, yani vücuduna adem sibkat etmemiş ve adem-i lâhak olmayacak (4)Allahü teala evveldir, âhırdır, yani onun vücudundan evvel bir vücut yoktur, onun vücudundan sonra bir vücut yoktur.
Kebîr : Azîm den daha yüksektir.
Adem : Yani yokluk (tan) beridir, oda masivaya mahsustur, yani vücud onundur. Adem masivanındır. Cemi’ mevcûdâtın vücudu ondandır.
Abd-i kamil odur ki aklı kamil olacak, ilimde kemalde olacaktır, birde vera’ sahibi olmacaktır, birde âşikare olacak. Zira onlardan istifade edilecektir.
Böyle bir insanın hâli, kâli-sözü- harekatı muceb istifadedir. Îsa Aleyhisselam buyurmuşlarki, bir insanın aklı, ilmi, ameli kemalde olunca beynelmelaike azîm tesmiye edilir.

Namaz hususunda
Namaz kılmak ne demektir. Sen mahluksun, halıkın emriyle nefsinde cemi’ mahlukatı istihzar edersin (istihzar, huzura davet etmek)
Mahlukat iki dir : Âlem-i Emr, Âlem-i Halk
Âlem-i emr : Âlem-i ervah dır. Âlem-i halk, Âlem-i ecsam dır. İstihzar edersin kendini ecza-ibüsita ve ecza-i mürekkebeni istihzar edersin. Bütün insanları etrafında tasavvur edersin ve sonra cinnileri, sonra nebatatı, hayvanatı, semayı, arşı, kürsiyi (felek atlası ?) refrefi, sidretülmüntehayı, melaikeyi, cismaniyyatı ve (5)ruhaniyyatı ve sair mahlukatı ki (vema ya’lemü cünude rabbikellahüve) ayet-i kerimesi mucebince zihnine getirirsin, sonra Allahüekber dersin. Allahü teala ki bütün bu mahlukatın halıkıdır. Namaza durmadan bunları  düşünüp kalbini masivadan hâlî kılarsın.
Allahü teala evham ve ehvâm-ı beşeriyyenin  çok fevkindedir. (Evham:Vehimler, zanlar, bîesas olan kıyaslar.
Farzlar mukvî-i imandır. (imanı takviye eder.)
Ma’lumat-ı ilahiyye mevzuunda : Bütün ahval-i i’bâda muttali’ olan sular mürekkep olsa, bütün nebatat kalem olsa, bütün insanlar, cinler, melekler katip olsa hılkat-i âlemden inkıraz-ı âleme kadar yazsalar ma’lumat-ı ilahiyye yi bitiremezler. Zira gayrı mütenahidir.
Sırat-ı müstekîm ; Kur’an-ı Kerim dir. Sırat Kur’an-ı Kerim in ahkam-ı âliyyesi mucebince amel etmektir.
Hafîz ; Zahirini füccarın –günahkarların-  muvafakatından ve batınını masivaden muhafaza eden, cevahirini, a’zalarını maâsî-i ileyhden –maâsî, günahlar-  muhafaza eden.
Hakiki müslümanların zenginleri fakirlerinden on misli çoktur. İmam-ı Malik (6)radıyallahü anh in son zamanlarında yetmiş cübbesi, yetmiş kürsisi, yetmiş cariyesi varidi.
Ruhun kuvveti ma’rifetullahdır.
Enbiya ve varislerinin kuvveti  müşahedat ve mükaşefattır.
Hasîb ; mahlukatın hesabını görücü , mahlukatın ihtiyacını halk etmekte ve îsâl etmeye kafi ve vafi dir.
Her mahlukun hasîbidir, kafisidir. Hem vücudu veriyor, hem vücudun devamını veriyor ve hem vücudun kemalini veriyor.
Her mahluk bir faile ve bir kabile muhtaçtır. Mesela katip fail, kağıt kabildir. Fail ve kabil Cenab-ı Hak tır. Zülcelal-i vel ikram.
Hasbükellahü ve men ittebeake minel mü’minîn; Allah Celle Celalühu sana kafidir ve sana tabi olan mü’minlere de kafidir. Bir manaya göre hasîb, muhasib demektir.
Hasîb kimdir? Şerif olanlar, ahlak-ı haseneye malik olan i’badın işini görenlerdir. Belki en büyük ibadet i’badın işini görmektir. Meşayih-i i’zam demişlerki hasîb; nefeslerini ta’dat edesin, nefeslerini zayi’ etmeyesin.
Muhsin; evamir-i ilahiye mütemessildir, nevahiden müctenibdir.
(7)Ma’rifetullahdan daha ileri mansıb yoktur.
İlm-i Ledün : Ta’limsiz ve teallümsüz Cenab-ı Hak tarafından verilmiş bir ilimdir. Hızır aleyhisselama verilmiştir.
İlm-i Ledün ; yetmiş iki ilimdir. Bunların ednası evrak-ı eşcarı bilmek, yıldızları bilmek, saîdi ve şakîyi tefrik etmektir.
Cenab-ı Hak cenneti imanın mükafatı olarak, cehennemi de küfrün mücazatı olarak yaratmıştır.
Habîr ; Batındaki ahnvali, fevadda olanları bilir.
İnnellahe ; serâir-i ibada –kulların gizliliklerine-  muttali’ olan Allah Celle şanühu
Kemal ; daha ilerisi –daha ilerisi- yok.
Celîl ; Melik, kuddüs, alîm, kâdir yani sıfat-ı zatiyye ile  mevsuf, celîl-i mutlak, kebîr-i mutlak, ancak Allahü teala dır.
Kebîr dir  yani zatı kemaldedir. Celîl dir yani sıfatı kemaldedir.. Azîm dir yani zat ve sıfat da kemaldedir.
Celîl; batına aittir. Celil odur ki kast edenleri tebcil eder. (Tebcil: azim ve tekrim etmek, büyük saydırmak)
Onun tard ettiği hep zelildir. Celîl evliyasını lutfuyla, keremiyle, ihsanıyla büyütür. A’dasını tezlil eder.
Beyyine ; Doğruyu yanlıştan ayırıcı
Ma’bud ; müstehakk-ı ibadet, müstehakk-ı tehlil ve her şeyde merci’ dir.
(8)Feiyyaye ; benden yana, ancak bana
Ferhebun ; korkunuz benim tarafıma doğru hücum eden bela zamanında düşman istilasında ve saire de  benden ümid ediniz.
Velehüddin ; İtaat, inkıyad, teveccüh ve rücu’ daima onadır.
Vellahü..? ; Hâdî olan Allah i’badına
Allah Celle şanühu ;  murakıb-ı ef’alimizdir.
Zalelü : Gölge veren şeyler, dağlar, bulutlar
İnnellahe : Gayba ittıla’ da münferiddir. Müstekilül ma’budiyye ve münferidür rübubiyyedir.
Kerîm ; Şerîki, nazîri olmayan, kesîrül menfea, güzel manasınada gelir Her nevi mahluku derek-i süfliyyeden ki adem dir, meratib-i a’laya eriştirmiştir.
Talep ve sualsiz, mukabelesiz, istiğfar edenlerin günahlarını affeder. Fakat istiğfar-ı kavlî yalnız olmamalı, istiğfar-ı fi’lî olmalıdır ki  abdesttir, namazdır, gusüldür.
Enva’-ı kabâyıh ve fezâyıhdan sonra tevbe ve istiğfar edenleri salih yapar. Keremlerinin en büyüklerinden biri ahde ehil etmiştir. Buyurmuşyturki  evfû biahdî ûfî  ahdiküm ayet-i kerimesinde îfâ ediniz verdiğiniz sözü bende size verdiğim sözü îfâ edeyim.
Yer yüzünde halkettiği bütün şeyleri insana menfaat olmak üzere halketmiştir.
İmam-ı Gazali diyorki : Kerim odur ki muktedir olduğu halde verirken (9)ne verdiğini, ne kadar verdiğine ehemmiyyet vermez kendisine iltica edenleri, kendisini sena edenlerini, hulasa-i kelam kerîm ancak Allah celleşanühu dur.
Meşayih-i ızam buyurmuşlarki : Kerîm odur ki verir hiçte minnet bırakmaz, kerim odur ki verdiği vakit çok verir, ona iltica edenleri zayi’ etmez
Rakîb ; Murakıbdır. Cemi’ mahlukata, mahluklarının hissiyatına hayalatına murakıbdır. Etvarlarını görür, ahvallerini bilir, abdin bunda hazzı nedir? Kendi nefsine murakıp olsun. Murakabe ise her hayra miftahtır.
Murakabe ; zatında vahid, sıfatında ehad-i azim ve ibadın bütün ahval ve serairine vakıf olan Allah celle şanühu nun daima kendisiyle beraber olduğunu bilmektir.
Mü’min odur ki ; kalbine murakıp olsunki Allah celle şanühu dan başka hutur etmesin
Sen bilesin ki Allah celle şanühu sana daima murakıptır.
Minnet ; ta’dad-ı ni’metten ibarettir.
Vellahü ; Ematenize ve ahyanıza muktedir olan Allah celle şanühu
Halagaküm : Sizi izhar etti, yarattı, ademden getirdi. Îcâdî dir, ibdâî dir ibdaî’dir. (ibdâ, vücuda getirmek, ibda’ icad etmek) (10)ihtirâî dir. Muktedirdir. Lütfu utubariyle ahya eder, kahrıyla emate eder, cemal i’tibariyle icad eder, celal i’tibariyle yok eder.
Ekmel adet hadd-i i’tidaldir.
Adem aleyhisselamın hiçbir evladı iki yüz seneden evvel vefat etmemiştir.
Lemhulbasar ; gözün üst kapağının aşağı inmesidir.
İrade ile murad müsavidir
Kemalden sonra her zaid noksandır.
İlm-i zahiri ; Göz mesabesindedir.Safayı batıni ışık mesabesindedir.
İstiğfar ; Mağfireti muceb olan fiilleri yapmaktır.
Fahr-i alem sallellahü aleyhi vesellem buyurmuşlardır ki : Eğer bir köye davet edilsem icabet ederim.. Eğer bana bir zira’ yani bir kol hediyye edilirse kabul ederim, yani kol ister koyun kolu ister kuş veya tavuk kolu olsun.
İhsan ; Güzel yapmak, mecmu’ şerayi’le amel etmek, evamir ve nevahîye sabretmektir. Masivadan i’razla (ll)Allahü tealaya teveccüh etmektir.
Huzur ; Masivanın tamamen unutulması demektir.
En büyük ihsan ; Sebilürreşaddır. (doğru yolda gitmektir)
Zîkurbâ ; Mukarrebîn-i dergah-ı ilahîdir. Ekrabu kurbâ nefsindir.
Münker ; Nüfus-u selîmenin kabul etmediği şeydir. Şeriatta yolu olmayan, şeriatın razı olmadığı şey.
Yeıziküm ; Allahü teala size va’zediyor. Umur-u müstahsene ile  emrediyor, umur-u müstakbehadan nehyediyor.
Amel-i salih ; Livechillah yapılan amkeldir. Herhangi amel olursa olsun, ister farz, isterse sünnet olsun.
Hikmet ; Efdal eşyayı efdal ilimle bilmektir. İmam-ı Gazali buyuruyor ki efdalü eşya Allahü tealadır, ve ecelü eşya Allahü tealadır. Hikmet asıl eşyayı ecel ilim ile  bilmektir. Ecelü eşya da Allahü tealadır.
Asıl ilim ; İlm-i ilahidir. Hikmet ecel-i ulumdur.
Fazl ; Mahlukata verdiği nimetlerin fevkindedir. Niami ilahiyyenin en büyügü emn ve ğınadır.
Ğına ; Kifayet miktarı geçinmektir. En büyük nikamı fakr, cevf ve telaşdır.
(12)Tayyibat ; Mütelezzat, kesb yediyle kazanılan.
Âd..? ; Hudud-u şeri’yyenin haricine çıkan
İnne rabbeke ; Kullarının isti’dat ve kabiliyyetine muttali’ olan Allah celle şanühu.
Ümmet ; Mukteda bih, imam ma’nasına da gelir, muktedî ma’nasına da gelir.
Kâniten ; Muti’, uzun uzadıya ibadet eden.
Hanîfen..? ; Maildir, edyan-ı batıladan, ârâ-yı fasideden, ifrattan, tefritten yani her halde i’tidalde bulunmak.
Sabır ; Makam-ı temkin, evliya-yı kiram temkin mertebesine varmadan vasıl olamazlar.
Lî sâdetü min i’zzihim ekdamühüm fevkal ciyah
İn lem ekün minhüm veliye fî hubbihim izzün ve câh
Ma’nası : Benim için efendilerim vardır, onların izzet ve şerefleri o kadar çoktur ki ayakları başkalarının başları üzerindedir.
Sahiblerim ; Ben onlar gibi değil isem de onlara olan sevgim benim için büyük bir şeref ve kazançtır.
Ühibbüssâlihîn ve lestü minhüm
Velakin en enale bihim şefaatün
Ben salihler gibi değil isem de onları seviyorum. Bu sevgi ile onların şefaatına kavuşacağım.
(13)Fitne ve Ashab-ı kiramın sebbi zamanında ulemanın sahâbî hakkındaki ilimleri izhar etmeleri hususundaki hadis-i şerif
Allahümme innî zalemte nefsî zulmen kesîren vela yeğfirüzzünûbe illa ente
Feğfirlî mağfireten min i’ndike verhamnî inneke entel ğafûrurrahîm
Rûhiyyat daima cismaniye müstevlidir.
Yetmiş zerre bir sivri sinek kanadı sikletindedir.
Yetmiş sivri sinek kanadı bir buğday tanesi sikletindedir.
Sırrı kaderden kimse değil âgah
Mâni’de muu’tî de elbet Allah
Lazımsa da esbaba gönül  rabtetmem
La havle vela kuvvete illa billah
Molla Fenarî nin metrµkatı : 75 kese altun, 40 nefis samur kürk, 620 bin nefis kitap.
Aleyhissalatü vesselamın bir ismi Şehid dir. Şehid, izhar-ı hak edendir. Şehid ve şahid ancak izhar-ı hak edendir. Hakkı isbat demektir. Vaki’ olan şey demektir ve vâkıa mutabık olan şey demektir.
(14)Bütün kütüb-ü semaviyye izhar-ı hak için nazil olmuştur. Bilumum rüsül-ü kiram ala nebiyyina ve aleyhimüssalatü vesselam izhar-ı hak için ba’s olunmuştur.
Kavvâmîne bilkıstı şehidellahü ; şehid bezli-i vücudiyle, bezl-i malıyla, kanının bedeliyle izhar-ı hak etmiştir.
Adede halkıke ve zînete arşike ve rıdâ-i nefseke ve midade kelimatike elhamdü lillahi rabbilalemine ala külli halin makane diyen kimse asla diş ve ktulak ağrısı görmez.
Emr-i risalet sallellahü aleyhi vesellemdir ki : Ervaha ihda olunan hedây¬änın te’min-i vüsulü için entelmüsteâni ve aleykelbelaği vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim duadan sonra okumalı.
İslamiyyette ilk cami Mescid-i Kuba olup, cemaat ile ilk namaz burada 40 kişi ile  eda edilmiştir. Mevahib-i ledünniye de diyorki esah olan aleyhisselatü vesselam hicrette pazartesi günü Kuba ya teşrif buyurdular. Pazartesi, Salı, Çarşamba ve Perşembe günü Kuba da kaldılar ve Cuma günü 40 kişi ile cemaatle Cuma namazını kıldılar. Şafiî radıyallahü anh mezhebince imamdan maada 40 kişi cemaat olmazsa Cuma namazı kılınmaz. Bu mahalle Cuma Mescidi denildi. Kubadan çıkıp yolda (Rakonad.?) dedikleri vadinin ortasında yüz veya ((15)Kubada bir kuyu vardır. Bi’r-i ureyş derler. İmam-ı Osman radıyallahü anh bir gün abdest alırken Mühr-ü Nübüvveti o kuyuya düşürmüş her ne kadar taharri edildi –aranmış- isede bulunamadı.İslamiyyetin ilk belası bu olmuştur.
                                  ----------------------------------------------------------
1308 senesinde İstanbul da tab’ olunan mahzenil ulum kutabının birinci cüzü 136 sahifesinde : 7 hadis-i meşhur : Asr-ı evvelden mervi olan ve asr-ı sani de iştihar eden hadis-i şeriftir.
Yani bir kimsenin  Resul-i ekrem sallellahü aleyhi vesellemden o kimseden dahi bir cemaatin ve o cemaatten dahi diğer cemaatin istima’ eylediği hadis-i şerif olup, mütemessik olan şahsa kadar artık hep mütevatiren naklolunmuştur. Münkiri esah olarak kafirdir.
Hadis-i sahih : Ashab-ı adl ve zabt tarafından rivayet olunan hadis-i şerifler olup, Müsned,Muttasıl, Mütevatir ve Meşhur durlar.
Hadis-i Mütevatir ; Bir cemaatin resul-i ekrem sallellahü aleyhi vesellemden, o cemaatten dahi cemaat-i uhranın istima’ eylediği ve mütemessik olan kimseye kadar bu vecihle tevatüren rivayet olunan hadis-i şerif dir ki  nâkillerin naklolunan rivayet de kizb üzerine ittifakları tasavvur olunmaz. Hadis-i mütevatirin hükm-i şerifleri kat’iyyen ilim ve amel icab eder. Cahidî –bilerek inkar eden- kafir olur.
(16)Îşan kuddise sırrehu nun sefaret bahsinde :
Taife-i sofiyye asla ve kat’a münakaşa etmezler. Şerait-i mesrudeyi cami’ bulunduğum Van şehri ve etrafına Nur tarikatı îkâd zımnında sâdât-ı sahihe den enseb, alim ve salih şeyh efendi idi. (sabık Van müftisi Muhammed Sıddık Efendi) bu suretle icaze ve izin vermiştim.Senelerce ihya-yı erkan-ı tarikat eder, sohbetinde yüzlerce insanlar tarikata intisab ile ahval-i batınide terakki ederlerdi. Ermenilerce şehid edildi.
Yalnız hatm-i haceganı okuyup müridanı ezkar ve adaba teşvik ve terğib zımnında izin vermişim fakat hilafet ve sefaret namıyla değil  Van da Seyyid Fehim kuddise sırrehu mukarreblerinden Sofu Mustafa Efendinin oğlu Fehim Nacmüddin Efendi ve Abdülmecid Efendi ve Seyyid Muhammed Ma’sum ve Hakkari de  biraderim Zıyaeddin ve Müküs de  Seyyid Hüseyin ve Seyyid Hasan –(Seyyid Fehim Kuddise sırrehu nun mahdumları) ve Gevaş da Kasım ve İran ın sünnilerinden Muhammed ve Van kazalarından Çal da Haydar efendilere hatm-i hacegan halkasının başında oturarak hatm için izin verilmiştir.
Hatıra gelen huturat ma’fuvdur, fakat Mekke-i Mükerreme müstesnadır. Bundan dolayı Ebihanife ce mücaveret-i Mekke doğru değildir.
İsyan ; amden, sehven veya cehlen yapılan isyanlar ma’fuvdur.
(17)Darülharbde meşhur olan ahkamı bilmemek özür değildir.
Şeytan ; şatana dandır Allahü tealanın rahmetinden uzaklaştıran şey demektir.
Peygamberlerden sadır olan sağire gibi şeyler nefislerinden değil anasır-ı erbaalarının cibilliyetindendir. Zira onların nefisleri mühezzebdir mutmeinnedir.
Onların hilaf-ı evlaları terekkilerine sebebtir. Değerlerinin gurur getiren ibadetlerinden yüksektir.
Peygamber aleyhissalatü vesselamın  bir muharebeden avdette Cihad-ı asğardan döndük Cihad-ı ekbere geldik demelerinden maksat ; nefisle mücadele olmayıp beden unsuru ile mücadeledir.
Alem-i emirden gelen letaif-i hamse nefsin arzularını kırmış ve nefisle mezc olarak vücud-u nuraniyyet kesbeder.
Evliya-ı kamilinde letaif-i sitte vazifesini bitirip makamına gittiğinden bunlarda şehvet ve iştiha artar. Bunlar mukteza-yı nefsî değil, mukteza-yı unsurîdir.
İşte bundan dolayı aleyhissalatü vesselam dokuz defa evlenmiş ve Abdulkadir-i Geylani Kisranın saray duvarları altında kırk defa ihtilam olmuştur. Letaif-i hamse ; kalp, ruh, sır, hafi ve ahfa dır. Letaif-i sittede bunlara nefis ilave olunur.
(18)Bir müslüman kız bir kafirle evlenmeye niyyet ettiği vakit o anda kafir olur, ve ondan sonra iki kafir birbiriyle evlenmiş olur.
İnsanın takat getiremediği şeyin Allah tarafından teklifi caiz midir? 
Cevap mümkündür fakat varid değildir. Zira abestir.
İlim iki türlüdür : İlm-i husûlî der ki kendisine cehl tekaddüm etmiştir. 
                             İlm-i huzûrî dir ki  ezeli ve ebedidir.
Başı ağrıyan kimsenin ağrıdan ilmi ilm-i huzûrî ye müşabihdir. Başı ağrımadığı zamanda baş ağrısını bilmesi ilm-i husûlî olup, ufak bir gafletle zail olur.
İlm-i huzûrî Cenab-ı Hakka mahsustur. İstediği mahlukata verir. Sünnet-i seniyye ye yani şeriata ufak bir mutabakatsızlık o ilmin zâyiini mucebdir.
Müdrekât-ı akliyye üçtür : 
l-Kuvâ-yı hamse-i zahiri ile mahsus olup, insan ve hayvanatta müşterektir.
2-Kuvâ-yı akliyye ki  hiss-i müşterek, hafıza, vâhî, mutasarrıfa, hazânülhayal dir ki  insana mahsustur. Bununla (..zek .?) olanlardır.
3-Kuvâ-yı ma’neviyye ki  havâss-ı nas maliktir. Kuvve-i ma’neviyye ile  derk edilemez. Kuvâ-yı akliyye ile  olan müdrikatı insan efdalülhayvan olan ata senelerce uğraşsa anlatamaz. Tıpkı böylece kuvâ-yı ma’neviyye ile (19)anlaşılan müdrikatı ki ma’rifetüllahdır. Havâss-ı nas avama senelerce söylese avam anlayamaz.
Böylece havâssü lhavas, enbiyâilmürselin, ülülazm mertebeleri ve tereyat-ı külliyet, rûhiyyet, hillet ve mahbubiyyet mertebesi ki  Muhammed Mustafa sallellahü aleyhi veselleme mahsusdur mertebeleri vardır.
Tesbîh ; Zât-ı ilahiyi sıfât-ı nekâisdan tenzih kılmaktır.
Takdis ; Zât-ı ilahiyi nekayısın tevehhümünden tenzih etmektir.
İdris aleyhisselamın asıl ismi İdris değildir. Tedris-i takdis ile meşgul olduğundan İdris denilmiştir.
Nuh aleyhisselamın ismi Nuh değildir. Nuh; ağlayacı demektir. Yusuf aleyhisselamın güzelliği huri ve ğılman cinsinden idi. Onun güzelliğini anlayabilmek için nebi olmak lazımdır. Onun zamanında bir nebi vardı oda (pederi.?) Ya’kub aleyhisselam idi ve iftirakında bundan dolayı ağladı, yoksa oğlu olduğundan değil.
Muhammed aleyhnissalatü vesselam Yusuf alayhisselamdan yüzlerce üstün hüsn ve cemale malik idi. Fakat hüsnü tamamen tezahür etmedi. Zira değil insanlar, tekmil mevcudat tahammül edemezdi. Kendileri rahmeten lilalemin olduğundan cihanı böyle bir vartaya düşürmediler. (20)Esselamü aleyna ve ala ibadihissalihin dediğin vakit yahut açıkta bir kimse esselamü aleyküm diyerek selametle dediğin vakitte kalbinde şunu bulundur : Yerde ve gökte ölü ve diri olan Allah’ın salih kullarını yani mü’min insan ve cin ile ervah ve melaikeyi karşında bulundur, onlar senin selamını cümleten redd ederler, yani cevap verirler. Hiçbir mukarreb melaike ve mutahher ruhlar bu redd-i selamdan azade kalmazlar. Onların bu selamları yani duaları behemehal müstecaptır. Cenab-ı Hak da  cevap verir yani lebbeyk der.
Selam verdiğin vakit Allah’ın cemaliyle mütehayyir olan kullarına selamın eremez. Selamın ise  onlara da şamil olduğundan, anlara vekaleten Allah senin selamını redd eder. Bu şeref sana kafidir.
Bir kimseye selam verdiğin vakit o kimse senin selamından keşke haberdar olmasada (ona.?) niyabeten Allahü teala redd-i selam etse.
Dua üç kısımdır : 
Birincisi; dua-i isti’cali yani dua-i lisani dir ki  umumiyetle husul bulmuyor. 
İkincisi; dua-i fi’li dir ki tarlayı ekip buğday talep etmek gibidir ki  yüzde doksanı müstecaptır.
Üçüncüsü; dua-i isti’dadi dirki çocuğun rahm-i maderde temama (21)gelip elkab-ı ruha müstei’d olması gibidir ki  kamilen husul bulur.
Her peygamber ; kendi zamanında, kendi mekanında, kendi kavminin cemi’sinden her cihetten faiktir.
Bizim peygamberimiz sallellahü aleyhi vesellem ile her zaman ve her mekanda, yani hılkat-i alemden, inkıraz-ı aleme kadar gelmiş ve gelecek cemi’ mahlukatın her cihetten ikmalidir. Hiçbir cihetten hiçbir kimse onun fevkinde değildir. Bu müşkil bir şey değildir.
Halık-ı muhtar öyle yaratmıştır. Hiçbir insanda onu sena edecek bir iktidar yoktur.
Hiçbir insanın onu tenkit edecek iktidarı yoktur.
Dünya ne demektir : Dünya edna kelimesinin müennesidir, yani ism-i tafdilidir. Masdarı dünüvve veya denaettir. Birinci masdardan gelirse çok garip demektir. İkinci masdardan gelirse çok alçak demektir.
“velekad zeyyennessema eddünya bimesâbîha” ayet-i kerimesinde garib, yani yakın manasınadır. Yani biz en yakın olan semayı ççerağlarıyla tezyin ettik demektir.
Bazı yerlerde birinci manasıyla mevcuttur. “Eddünya melûnetün” hadis-i şerifinde dena alçak şeyler mel’undur demektir. Yani bu dünyadan maksat alçak demektir. Alçak ne demektir; Cenab-ı Hakk ın (22) nehy-i iktizâî ve nehy-i gayri iktizâî sidir, yani haram ile mekruhdur. Şu halde Kur’an-ı Kerim de  zemm edilen dünya haram ve mekruhtur. Mal murad değildir. Zira Cenab-ı Hak mala hayır ıtlak buyurmuştur. Bunun delili hılkat ve beşeriyyetin ikincisi olan halilürrahmanın malıdır. Yalnız yarım milyon sığırı olmak üzere davarları dere ve vadileri dolduruyordu.
Tevratın yirmi de on sekiz kısmı resulüllah aleyhi vesellemin hılye-i seadetinden bâhis idi. Yehud uleması hep teşriflerine muntazır idiler. Vaktaki teşrif ettiler bir kısım Yehud uleması hased ederek tahzîf ettiler.
Fısk ; yoldan çıkmak demektir.
Zulüm ; haddi aşmak demektir.
Küfür ; hakkı setretmek demektir.

İmam-ı A’zamın Ravza-i Mutahhara daki münacatı

Yâ seyyidü ssâdât ci’tüke kâsıden ercû rıdâke
Vahtemî bihimâkâ vellahü yâ hayrel halâik inne lî
Kalben şûken lâyezûmü sivâkâ ve bihakkı câhike
İnnenî leke müğrûmün vellahü ya’lemü innenî ehvâkâ
(23)Entellezî levlakemâ hulika imriiyyün kella vela
Hulikal verâ levlakâ entellezî min nûrike lbedrü
İktisâ veşşemsü müşrikahû binûri behâkâ

Ma’nası : Ey efendilerin efendisi buraya seni kasdederek geldim, senin rızanı ümid eder ve senin himayenle korunurum. Ey mahlukatın en iyisi vellah benim için muhakkak vardır. Senden başkasını kasdetmeyen bir kalp, senin mevkiin hakkı için ki ben senin için aşık olmuşam vellah biliyorki ben senin ziyade sevkilim. Sen şu zat-ı âlî sin ki eğer olmasaydın hiçbir erkek halk olmazdı. Sen bir kimsesinki (...?) (ayın ondördüncü hali) senin nurundan bir parça edinmiştir.

Entellezî kema rüfi’te ilessemâi bike kad semet ve tezeyyenet
Lişürâkâ entellezî nâdâyike rabbüke merhaba
Velekad nâdâke likurbihî ve hayyâkâ entellezî fînâ seeltü
Şefaaten nâdâke rabbeke lem tekün lisivâkâ entellezî lemma
(24)Tevessele  âdemü min zilleti bike fâze vehüve ibkâ vebikelhalîlü
Deâ feâdet narühu berden ve kad hamidet binûri sînâkâ

Sen ol kimsesin ki semaya yükselttiğin vakit o senin için sevindi ve gece yolculuğun için süslendi sen şu sun ki rabbın merhaba diye  sana nida etti ve halil seninle dua eder etmez ateşi derhal sovuğa avdet etti ve soğuk oldu.

Ve deâke Eyyûbü lidurrin messehû feüzîle anhü ddurrü hîne
Deâkâ vebikelmesîhu bni beşîren lisâfâti
Hüsnike mâ dühâ lifülâkâ ve kezalike Mûsâ lem yezel mütevessilen
Bike fil kıyameti (muhtemem ?) bihimâkâ (velenbiyâi.?) ve küllü halkin
Filverâ verrüsüli velemlaki tahte livâkâ

Ve Eyyub aleyhissalatü vesselam kendisini saran marazı için seninle dua etti. Seninle dua edince marazı ondan izale edildi.
(25)Niyyet ; bir inbiâs-ı kalbî dir, yani kalbe doğan bir şeydir. İnsan otururken hatırına dışarıdaki işi gelince hemen söylemeden kalkar, bu bir niyyettir, kalbe hutur edince niyyet olur.
Namazda niyyet kalbî olacaktır. Fakat kalbi, lisanı, hali birlikte olur. Üçünden niyyet-i kalbî noksan olursa nâimin sözüne müşabihtir, yani mu’teber değildir.
Bu ümmetin en son cehennemden kurtulan ferdi kırk bin sene cehennemde kalacaktır. Cehennemdeki her senesi elli bin yıl dır.
Bu gaflet bize ni’mettir. Ya hakiki bir huzur olsaydı hiç dayanılmazdı.
Ayet-i Kerime de dualar kıyamda okunursa zamm-ı sure yerine geçer, teşehhüdde okunursa dua makamına geçer ki en efdali rabbena âtina fiddünya...elh olup başkası da caizdir.
İbadette re’y yoktur, re’y fukahanındır, eimme-i din ne demişse onu okumalıdır.
Hamd : Ta’zim ifade eden bir fiil demektir. Her hangi zamanda, her hangi bir mekanda, herhangi bir h¬âmid herhangi bir mahmuda, her hangi (26)bir cins hamdle hamdederse kâffesi Allah’a mahsustur.

Mal ve mülke olma mağrur deme var mı ben gibi 
Bir muhalif yel eser savurur harman gibi.

Bu mürtedler mütehassıs olduğu fende cahildirler.
Vüd ; muhabbetin çok ince bir tarafıdır, Allahü teala ya mahsustur.
Eviddâ vâdde nin cem’idir, ehibbâ manasınadır.
Vedûd esmâ-i ilahiyye dendir.
Kıyamete kadar bir kavga, bir mücadele ehl-i salib beyninde çıkmaz.
Akşam namazı güneş gurup olduktan sonra 10-15 dakika sonradır. Yani temkin zamanı sonradır.

Taha-i Harîrî Seyyid Taha-i Hakkarî nin müşafehe elmüşâdef e(?) halifesi değil, rü’yada hilafeti almıştır ki  mu’teber değildir.

Biz kim oluyoruz, biz insanmıyız, insan onlar idi biz öyle kimselerizki gaib olsak aranmayız, hazır olsak hesaba katılmayız.
Kavaid külliye değil ekseriyyedir. Yalnız bir kaide-i külliye vardır el hükmü limen kalebe ve salahat âcilehu, zarar-ı hazıra mülahazasıyla terk olunur.

                          (27)İstiğfar, Tecdid-i  iman vennikah
Esteğfirullah, esteğfirullah el azîm ellzî lailahe illa hüvel hayyül kayyume ve etûbü ileyh. Tevbete abdin zâlimin linefsihi la yemlikü le nefsihi mevten vela hayaten vela nüşura.
Teberre’tü an külli dînin yühalifü dinel islami ve teberre’tü an külli i’tikadin yühalifü i’tikadel islami
Allahümme innî ürîdü en üceddidel îmäne vennikâha tecdîden bikavli lailahe illellah Muhammedün 
Resulüllah.

                                         Namaz
Namaz ; okuduğu fatiha-i şerife ve sairenin manalırını düşünerek huzur ve hud u’ ile dünyaya ait hiçbir şeyi kalbinden geçirmemek suretiyle kendisini huzur-u ilahide farzederek namazı eda etmek lazımdır. Huzursuz kılınan namazın hiçbir sevabı yoktur. Birisi namaz kılarken yanında dünya kelamı değil cehren Kur’an-ı kerim okunması dahi caiz değildir.
İbadetin en efdali olan namaza fevkalade hürmet göstermek lazımdır.
Namazın akabindeki tesbihat çok mühimdir, asla terk edilmemesine sa’y ve gayret olunmalıdır.
(28)Cihad ; Kelime-i tevhidin i’lasına hizmettir.
İskender zilkarneynin mülkü çok vâsi’ idi.
Kızlar yedi yaşında namaz ile emrolunurlar, 10 yaşında darb olunurlar, 15 yaşında Şafiiye göre katl, Hanefiye göre hapsolunurlar.
Namaz kılmayanlar Hanefide hukuk-u beşeriyyeden mahrumdur.
Saç makbuldür. Erkek ve kadınr saçını kesmemeli, saç insana bir zinettir, fakat kadınların saçlarını kesmemeli diye hiçbir kitapta görmedim. Kadınlar saçlarını izhar etmemek için kesmek lazımdır.
Hadis-i şerif : Elfitnetü nâimetün lianellahü men eykazaha
Şeyh Sa’dî Kâdirî dir. Büyük adamdır. Fakat Hafızın meşrebi nakşibendilere benzer.
Ya’kûb-u Çerhî tefsirinin bir sahifesinde Hafız ın bir beyti yazılıdır. Bu beytte Nakşibendîlik medhedilmektedir.
Bize lazım olan onların büyüklüğünü tasdik etmek, onları sevmek ve onlara iltica etmektir.
Fir’avn rubûbiyyet da’vasında bulunurdu, fakat geceleri sabahlara kadar ben kötü (29) adamım diye tazarru’ ederdi.
Küfür ve dalalet mahlukat ile  Halık teala arasında hicab olmuştur. Dualar mahall-i isticabeye gidemez.
İmam-ı Gazali Kimya-yı Seadetinde;  Allahü teala haram yemeyiniz buyurmadı, haram olduğunu bildiğinizi yemeyiniz diye buyurdu.
Kolonya babında:
Îşân kuddise sırrehu buyurduki ; her şeyde asıl taharettir, necaset tahakkuk etmeyince tahirdir. Kolonyanın mäi müskir olduğu, yani ispirtolu olduğu mütehakkık ve ma’lum olmadıkça necis değildir. Bu hususta bazı kütüb-ü şer’iyyenin hükümlerini bildirmek de faideli olacaktır.

Seyyid Fehim kuddise sırrehu nun hocası Molla Halil (essemerdî ?) yil Hâlidî nin şarihi Şerhil Ma’fuvat da : Her şeyin aslı taharettir, tahir olarak kabul edilir, necaset tahakkuk etmeyince tahir kabul edilir.
İbn-i Abidin : İhtiyaç zamanında necis olan ile  necis olmayan karıştırılınca mahlut tahir olur.
İmam-ı Muhammed’in kavline göre ; ihtiyaç olmasa da tahir ile necis karıştırılınca karışımı tahirdir.
Lavanta, kolonya, vernik gibi ispirtolu gibi sıvıları kullanmakta 

(30) ihtiyaç olduğu yerlerde üç kavil mevcuttur: 

l-İspirtonun tahir olduğunu bildiren alimi taklid etmek
2-Benzerleri necis olduğu meşhur ise de kullanmakta olanın necasetten yapıldığını bilmemesi
3-Sakınması müşkil olan şey affolunur, Maliki mezhebinde böyledir (İmam-ı Şafii kavli) Bu suretle kolonya sürenin imameti caiz olur,taş ile taharetlenmeye benzer.

Bu hususta Îşâna ait bir menkibe : Bir muhib ziyaretine gidiyor, kendileri şadırvan civarında oturuyorlarmış, yanında birkaç hanım da oturuyormuş, muhib teeddüben uzakta durmuş, bakmış ki  hanımlardan biri Îşana kolonya veriyor, koşmuş, efendim kolonya necistir demiş, Îşan da ne biliyorsun cevabını vermiş, utanmış geri çekilmiş.

Îşan kuddise sırrehu dan : İslamiyyet kaldı efratta, amma hangi efratta, pek nadir gizli efratta.
Namaz kılmayanlar Hanefi mezhebinde hukuk-u beşeriyye den mahrumdur. ( ... layemut ?) dan fazla mirastan kendisine verilmez, verenler ahkam-ı ilahiyye ye muaraza etmiş olurlar, kafir olurlar. Süfehe, dinine ve dünyasına yaramayandır. Süfeha nın babasından müntekil malı kendisine verilmez, hakka rücu’ edinceye kadar.
“İnnellahe hüverrezzaku zülkuvvetil metin “ tefsirinde inne harf-i tahkik, Allah kelimesialem,mübteda, ma’rife, hüve nin vazifesi mevsufun sıfatında, sıfatın mevsufta inhisarı içindir. Rezzaklık münhasırdır Allah’a, yani rezzaklık Allahü teala dan başkasına sirayet etmez.
Sanaat, ziraat, ticaret, hizmet, hibe her ne olursa rezzak ancak O dur. Metaneti sarsılmaz, bu kuvvete malik ancak O dur.
Hilaf-ı şeriat bir fiil işlemek için yemin edilirse o iş işlenmez ve bir şey lazım gelmez. Mesela falan adamı öldüreceğim diye yemin etmek gibi.
Yolda misafir nevafili kılarken kıbleye teveccüh şart değildir, bu Şafiiye göredir. Hanefi ye göre bitarikul evla böyledir, Şafiide farzdan maada namazların hepsi nevafildir. 
Îşânın kuddise sırrehu nun bir muhibbine teveccüh ve emri : Muhammed efendi böyle bekar kalmak iyi değildir, her halde her halde her halde evlenmelisin (31)Oğlunu mektephten al, esnaflığa kendi sanatında alıştır.
Şeyh Muhyiddin-i Arabî ve emsalinin hilaf-ı şeriat görünen sözleri halet-i sekr de söylenmiştir, ve manaları da bizim anladığımız gibi değildir. O büyüklere hilaf-ı şeriat söz isnad eden kafir olur.

Seferde kıbleyi ta’yin etmek.
Seferi olan  için kıbleyi bulmak yolu üçtür:
Birisi kıbleyi bilmek – bilenleri taklit, ictihaddır.
İctihad mümkün ise taklid yapmaz, kimsenin sözüne bakmaz, ictihad ile kılar. Yani kıbleyi yıldızlardan, dağlardan, minarelerden, köylerin kıblelerinden çalışarak meydana çıkarır.

Tahiyyetül mescid babında
Sabah namazının sünnetini evde kılan kimse, farz için mescide giden kimse, vakit erken ise  tahiyyetül mescid kılabilir, beis yoktur, sonra farzı kılar.
Muhyiddin-i Arabî nin Fütühattaki cin ve şeyatin hakkındaki sözleri keşfî şeylerdir, tahkîkî değildir.
(32)İmam-ı Şafii mezhebinde müctehid olan imam Abdülkerim Râfî, Horasanda vaki’ Rafi’ kasabasındandır. Babasının ismi Muhammeddir. Çok fakir idi, kalemi dahi yok idi, asma çubuğundan kalem yapardı, 623 te vefat etti, te’lif ettiği kitabın ismi Muharrer dir, kitabı dört rükündür. İmam-ı Nevevî, İmam-ı Rafiînin kitabını ihtisar etmiş, Minhac ismini vermiştir. 

Minhac vâsi’ yol demektir. Muharriri Mısır alimlerindendir. Zeyadlı bir alim şerh etmiştir. Bu şerhte diyorki (bir tecrübeli muhasib ramazanı evvelce ta’yin edebilir ve hesabına göre amel eder, bundan dolayı takvimle hareket caizdir.)
(Îşânın hüccetlerinde ramazanı ta’yin eden kimse ancak kendi bilgisiyle amel edebilir, başkaları ona uyamaz) buyurdu. Minhacın şerhleri de vardır. Bunlar arasında Takıyyüddin (Salibi.?)nin,...lemînin ve Ahmed ibni Hacerin ve Celaleddin Muhammed Mahallînin şerhleri meşhurdur. Zeyyadînin Mahallî şerhine haşiyesi vardır. Muharriri şerh eden alim Zeyyadlı Ali Nureddin Zeyyâdî dir. Herkes anlayamaz. Lisanı âlî dir, tarz-ı tekellümü, tarz-ı inşâsı âlîdir. Bunun için herkes muharriri veya Minhacı okur.
İbn-i Hacer diyorki : İmam-ı Nevevî Kutb-u evveldi, ondan sonra vefat etti. Irak, Şam, Kürdistan hep İmam Nevevî nin kitaplarını okurlardı.
İmam-ı Süyûtî ki bir müctehiddir İmam Nevevî nin odasının ferşiyanına yüzlerini sürer belki buralara imam Nevevî nin ayakları sürülmüştür derdi. 
(32) Nürve Şam da bir köydür. İmam-ı Süyutî Şâfii dir. Kendisi Hadis imamıdır. Süyut Mısır da bir köy dür. Elfiyye kitabını şerh etmiştir. Camiussağir ve Camiülkebir i vardır.
Muktedir bir adam için hiçbir vazife müşkil değildir. İşkâl iktidarsızlıktan gelir.
Yemenliler Zeydî dir. Bağdad da şiî dir.
Cenab-ı Hak mahlukatı halk edince bir Mustafa yarattı ki Habib-i ekrem dir. Birde buna mukabil Mustafan minh –Mustafan minh- yarattı ki tortu demektir, hiçbir ciheti iyi değildir.
Mahlukatı şakullu bir daire farz olunursa Mustafa zirvede en âlî noktadır. Mukabil olan esfel nokta ise Mustafan minh dir ki rûhul habis dir. Kemal ismi Mustafan minh likte yani redâet ve habasette kemale geldiği içirdir. Bunu bilerekten ruhul habise muhabbet eden kafirdir, bilmeyenler ma’zurdur, bilmemekte imkansızdır, meğer ki kör ola. Bunlara buğz ve adavet büyük ibadettir.
Te’vil ; evirmek, çevirmek, yani anladığımızı hakka doğru çevirmektir.
(33)Nedim; Padışahların sohbetlerinde bulunan padişahların dostuna denir. Lakin umur-u devlet bunlara müfevviz değildir.
Nafile ibâdâtın fazileti feraizden sonra çok büyüktür.
Abdulkadir-i Geylanî kuddise sırrehu evvela Şafii idi, bilahere Hanbeli mezhebi inkıraza yüz tuttuğu için Hanbeli mezhebini ihtiyar etti.
Uhdesinde –uhdesinde- bir farz bulunan o cinsten nafileleri me’cur olmaz.
Abdulkadir-i Geylanî mezhebinde ise  o cinsten değil hiçbir nafilesi me’cur olmaz.
İta’m-ı taam mutlaka nâfi’ dir, hatta aşçı olup ücret alsa dahi yine ecre nail olur.
İmam-ı Rabbanî radıyallahü anh meyyite i’ta(yı?) sadakada Resulüllahı teşrik etmemelidir buyuruyor. Bu mutlaka kabul olan hediyyeler içindir, bizim sadakalarımız mülevvesdir, kabulü muhakkak değildir. Bunun için dualarımız ve sadakalarımızda Resulüllahı teşrik ederiz ki dualarımız ve sadakalarımız bu şirketle kabule karîn olsun. Zira Resulüllah için edilen dua ve sadakalar riya için de olsa kabul olur.

(34) Şah Abdullah-ı Dehlevî kitabında İmam-ı Rabbanî hakkında buyuruyorki :


Farisi dörtlük
     
Perde gaybında –gaybında-  kenz bulunan her letafet senin güzel yüzünde zâhir olmuştur. Ve gayet geniş olan hayalin kalemi her ne tasvir ederse senin matbu’ şeklin onların cümlesinden güzeldir.
Tavaftan sonra iki rek’at kılmak sünnettir. Bunu orada en efdal mahalde Hicr-i İsmail de (mizan-ı rahmetin aktığı yerde yeşil bir mermer vardır, güya İsmail aleyhisselam orada medfundur) kılmalıdır. Hac dan avdette birkaç misvak ve zemzemi eve getirmek sünnettir.

Padişahlar hacca gitmede ma’zurdurlar. Her sene bedel gönderirler ki bu kimseye emir’ül hac derler
Sultan Hamid merhum her sene hüccacın yüzde beşini memleketlerine badi hevâ olarak gönderirdi. Yol masraflarını iaşelerini ve bütün ihtiyaçlarını te’min ederdi. Demek eski padişahlar hep böyle imiş. Surre emini ile her sene on dört deve yükü altunu Hazine-i Hassa dan gönderirlerdi.
(35) Kurbanları bayramın ikinci günü kesmelidir. Zira birinci günü –bu sene- Cuma ya tesadüfü kat’î değildir. Kurbanı ikinci günü kesmek caizdir, fakat bir gün evvel kesmek caiz değildir.
Evet; yer yüzünde on iki bin müslüman olsa müslümanlar mağlup olmazlar. Fakat bu müslümanların bir imam idaresinde bulunması lazımdır. Müteferrik olmamalı.
Şeyh Muhyiddini Arabî ve emsali gibi büyüklerin bazı kelamları hilaf-ı şer’ görünürse de doğrudur. Böyle kelamlara onların muradına göre inanmalıdır.
Bizim fehmettiğimiz manalarla inanmamalıyız. O sözler sekir halinde söylenmiştir. Bunların ma’na-yı murâdîleri halet-i sekre aittir. Kelamı mal ve fahırla beyan etmek istemişler ve (hamde ?) gelince kendileri de  o kelamlarıyla muradlarının anlatılmamış olduğunu görerek tevbe etmişlerdir. Bizler için bu büyüklerin Füsus, Fütuhat gibi kitaplarını okumak caiz değildir.
Menhiyyat-ı şer’iyye semm-i katil dir. Allahü teala insanları yarattığı vakit insanlara menfaat ve mazarratları için evamir ve nevâhî vaz’ etmiştir.
(36)Menfaatı kat’î olanlar için yapılmasını lüzum-u zaruri ile emretmiştir.
Menfaatı olanlardan yapılması lüzum-u gayrı zarûrî olanlarda sünnet olmuştur, zaruri olanlar farz olmuştur.
Mazarratı kat’î olanların terki lüzum-u zaruri olup, bunlar da haram olmuştur. Terki lüzum-u gayrı zaruri ile  memnu’ olanlar ise mekruh olmuştur. Bazı a’malin terki veya ifası ihtiyar-ı abd e terk edilmiştir ki bunlar da mübahdır. Mübâhâtın eczasında niyyete göre  a’mâle sevap veya kerahet terettüp eder.
Miläkü dînikümül vera’ : Sizin dininizin padışahı vera’dır. Vera’ muharremattan ve mekruhattan ictinabdır.
Borç almak lüzum-u îcâbı için caizdir. Lüzum-u icabi  de : lüzum-u istihsani, lüzum-u akli olmak üzere iki kısımdır. Nafakası olmazsa lüzum-u icabi, yani lüzum-u şer’î dir. Evi olmazsa, dışarıda kalıyorsa lüzum-u akli dir. Elbise yapabilip fakat mansıb i’tibariyle paltı vesaireye ihtiyaç olursa lüzum-u istihsani dir, lüzum-u şerefîdir
Kurban kesmek için borç almak caiz değildir, hamakattir. Kurban Şafiilere göre emr-i istihsani dir, sünnettir, Hanefide vacibtir. (37)Kurban ne kadar fazla pahalı olursa yümn ve bereketi fazla olur. Cenab-ı Hak kendi yolunda sarf olunanlara yine verir (yüveffe ileyküm)
Piyasada emvale fiyat koyan Allü tealadır. Fiyat yüksekliği paranın çokluğundan değildir.
Mutavvel kitabı Sa’dettin Taftazanındır Kitabı yazdığı zaman nisan yağmuru gibi belalar yağıyordu.
Biz Mutavveli okurken ne (safayı.?) hatır vardı, ne başka bir şey. İstanbul varmıymış, yokmuymuş, avrupa varmıymış, yokmuymuş bunlardan haberimiz yoktu, dünya ve mafiha dan haberimiz yoktu, karanlık basıp harfler görünmeyince –görünmeyinceye- kadar okurduk.
Kanaat ; var olan şeyi kifayet derecesinde olur ise hırs ile diğer bir şeye çalışmamak demektir.
Şeyh Muhyiddin ve emsali bazı hususlarda bu dine leke sürdüler. Bunlar defter-i evliyadadır, fakat kelamları sakattır. Te’vil lazımdır. Şeyh Muhyiddin kafir olmaz, zira alimdir, te’viline kadirdir. İnanan kafir dahi olabilir, zira te’vil edemez, Celaleddin-i Rûmî dahi böyledir.
İbn-i Hacer diyorki : Eğer biz onların zamanında olsaydık onlara gider, böyle kitaplar yazmayın dahi rica ederdik.
(38) Kafirlerin ahiretteki azapların inkıtâı’na inanmak küfürdür. Muhyiddin-i Arabî nin bu husustaki sözleri sekirde söylenmiştir, manaları bizim anladığımız gibi değildir. O büyüklere hilaf-ı şeriat söz isnad eden kafir olur. Helaya gitmek adabını bilmez, Muhyiddin-i Arabî nin sözünden bahseder.
Ehl-i islam sofiyyuna tabi olmakla me’mur değildir, fukahaya tabi olmakla me’murdur.
Akşemseddin, Yazıcızade Muhammed efendi, Hacıbayram-ı Velî suleha-yı ümmettir. Suleha-yı ümmet demek keşif ve ictihad sahibi demek değildir, bunlar yüksek makamdır.
Maslahat-ı acile, zarar-ı hazıra mülahazasıyla terk olunur.
Kimse kimsenin rızkını yiyemez, hiçbir kimse rızkını bitirmeyince vefat etmez. Allahü teala rızkı verir fazlasına lüzum yok. Sen yarınki ibadeti yapmıyorsun, yarınki rızkını talep ediyorsun.
Ehl-i beyt-i nebevi  beytülmalden ganimetten humüs aldıklarından bunlara zekat verilmedi. Fakat ehl-i beyt bu hissesini almadıkları vakit zekat verilmesi caiz olur diye fetva verdiler. Öşür kaldırılmakla öşür sakıt (39)olmaz.
Herkesin yine öşrünü vermesi lazımdır. Beytülmal yoksa, bu vacibi, mücähidîne, medyûna, ebnâ-yı sebîle, ehlibeyt-i nebevîye, yol köprü ve han ve saire ye yani beytülmale  verir. Mücâhidîn-i islam olmazsa, yol ve saire inşasını hükumet yaptığından diğer üç mahalle, beytülmale niyabeten sarf eder.
Öşrü verilmeyen mezrûât haramdır.  
Zekat verilmeyen paranın kırkta biri muayyen olmadığından hepsi haramdır.
Meyyitin kırkıncı günü hakkında kitaplarda bir şey yoktur. Lazım olan meyyitü kabre girmeden evvel iskatını ve diğer dua vediğer hizmetleri yapmalıdır. Kırkıncı gününü beklememelidir. Erkeklerle kadınların karışık bulunduğu mahalde mevlid kıraati çok günahdır. Hariçte kadınlarla kadınlarla ihtilata nazaran mevlidde ihtilat daha fenadır. İbadet şeklinde ma’siyyet,  sade ma’siyyetten daha günahtır. Evkat-ı mekruhede namazın nehyi de bunun gibidir. Menhî olan zamanda, mekanda  yapılan ibadetin sevabı olmadığı gibi sıhhati de yoktur. Bunlardan maada günahı da vardır. Zira menhî olduğu halde yapılıyor buhalde muhtelit mevlidler menhîdır. Bu nehiy ibadetgah olan camilerde  ibadet şeklinde olursa daha (40)ziyade günahtır.
Yabancı bir kadının okuduğu Kur’an-ı kerim ibadet niyyetiyle dinlenirse küfür olur.
Kırkıncı günü ibadet yapılmasın dememelidir, yine yapılmalıdır, fakat kırkıncı gününe te’hir etmemelidir.
Sahife 51 e müracaat.
Melekler herkese, bilhassa halet-i (nez’ ?)de olanlara a’mâli şeklinde, insan şeklinde görünürler, a’malide böyle görünürler.
Hayır kılıçtadır. Hadisdir. İmam Ömer  radıyallahü anh kılıncı hiç bırakmazdı, namazda dahi takardı. Kılınç taşımak sünnettir.
Ana çocuğunu ne kadar söyer, döğerse çocuk yine döner anasına sarılır. İnsan da rabbine karşı böyle olmalıdır.
Eski misvakleri yakmak caizdir, fakat gömmek daha iyidir
Lafza-i ilahiyye ve esmâ-i ilahiyye her hangi bir harfle yazılsa dahi muhteremdir. Hurufat muhterem de olmasa.
Cihad; dîn-i islamı yükseltmek için çalışmak demektir. Cihad her halde, zaferle neticelenir. Zira ayet-i kerime (41)ile galebe mevu’ddur. Hiçbir zaman cihad yapan mağlup olmadı. Ebubekir-i Sıddık radıyallahü anh bütün Arabistan ı putpereslikten kurtardı. İmam-ı Ömer radıyallahü anh; bütün Afrika yı, Fizanı, Berberiyyeyi, Mısır ülkesi ki kıbtî idi, Yemen, Bahreyn, Necid, Irak ki ateşperest idi, Kürdistan, Acem, Afkan, Hindistan,...?, Çin, Japon, Türkistan hepsini istila etti. Bunlar cihad idi, din nusreti için idi.
Türkistan güneşperest idi. Katade ismindeki kumandan Din-i islamı buralara yaydı.
Bağdada tabi (yani Abbasilere) yirmi islam hükumeti vardı. Salahaddin-i Eyyûbî kürt oğlu idi.-iki sahife sonraya müracaat-

İman; -imanla- gidenlere hatm-i tehlîl yapmak, yani yetmiş bin defa kelime-i tevhid okumak pek nâfi’dir. Bu zamanda, bu halktan  imanla gidenler pek azdır.

İ’tikadda mezhebimizin imamı İmam-ı Matürîdir, İmam-ı a’zam da imamımızdır. İmam-ı a’zam müessisdir, Matürî naşirdir ve aynı i’tikadda idi. Fakat taksim-i a’mal vardır.
İmam-ı a’zam a’mali tebliğ ederdi. İmam-ı Matüri de İmam-ı a’zamın i’tikadını tebliğ ederdi.
Muhaddislerin vazifesi, hadisleri tesbit ve taksimdir. Bunlardan (42) ahkamı istinbat vazifesi de müctehidlerindir. Hadisleri okuyup, anlamak biz mukallidler için caiz değildir. Sahife 53 e müracaat
Vakıf, vakfı bir insan vakfeder. Evkafın parasıyla yapılan binalar vakıf değildir Bir vakıf bina yıkılıp bunun parasıyla diğer bina yapılırsa bu bina vakıf olamaz, beytülmalın olur.
Ak şemseddin, Yazıcı zade Ahmet, Hacı Bayram-ı Velî sulehâ-i ümmettir. Sulehâ-yı ümmet demek, keşif ve ictihad sahibi demek değildir, bunlar yüksek makamdır.
Hocalar üç kısımdır: Akıl sahibi, ilim sahibi, din sahibi. Bu üç sınıfı haiz olana din alimi denir. Bir sıfat noksan olursa onun sözüne i’timad tam olmaz.
Alim : Ulum-u şerâyı’dır ki sekizdir. Bunlara mahir olması lazımdır. Ben kendi vaktimde böyle idim. Sahife 47 ye müracaat
Şafii mezhebinde her harekette misvak kullanmak lazımdır. Mesela besmele çekerken misvak kullanabilinir.
Misvakin yetmiş menâfii vardır. En büyük menfaati sekerât-ı mevt te  kelime-i tevhidi hatırlatır. 
(43) Misvak ramazanda öyleden sonra sünnet değildir.
Misvak diş için değildir. Dişsiz olanlara da misvak kullanmak sünnettir. Şuna kıyasen Mekke-i mükerremede traş olmak sünnettir. Kel olana da usturayı başa sürmek sünnettir. Binaenaleyh takma dişlere de misvak kullanılır.
Yusuf aleyhisselamda zuhur eden sabahet İbrahim aleyhisselamın sabahati idi.
Cihad bahsinin devamı : Selahaddin-i Eyyûbî avrupalılar ile cihad etti. Sultan Fatih’in İstanbulu alması cihad idi. Binaenaleyh cihad hiçbir mağlubiyyet kabul etmez. Cihad-ı ekber nefis ile mücadeledir.
Dinde Sancak-ı Şerif çıkarmak yoktur, hiç bsir zaman böyle bir şey yapılmadı, bunu öküz paşa ihdas etti.
Mukaddes kelimesi hıristiyanlıktan alınmaktadır. İslamiyyette kudsî denir.
Harb-i Umumideki cihad-ı ekber ilanı şeytanın ilkası ile yapılmıştır. Bu cihad değil idi, onun için mağlub oldular, bunların gayesi hilafet-i islamiyyeyi yıkmak idi. Allah belalarını versin.
1212 Yunan harbi cihad idi, kumandanı Edhem Paşa Atina ya kadar (44)gitti. 1293 harbi cihad değil idi. Sultan Aziz’in vükelası Avni Paşalar vesaireler tertip etmişlerdi.
Mücahid fisebilillah olan 200 kişi de olsa bir devlete kalebe eder, ve kılınç kafidir, erzak vesaireye lüzum kalmaz. Mücahidlerin bir Emirülmü’minin  emrinde birleşmeleri şarttır. Bu cemaatlerin yani bu imamların bir şerait altında cemaati caiz değildir.
Cennette kadınlarla erkekler otuz üç yaşında olacaklardır, dünyada kaç yaşında vefat ederse etsin.
Bir günah işleyen diğerini de işler. Günaha devam edenler âyât-ı ilahiyye yi tekzib ederler. Meal-i ayet “günah işleyenlerin akıbeti ayet-i ilahiyye yi tekzib olur gerek hâlen” ve kavlen” ve fi’len” tekzib olur.”
Kafir ile müslüman kızın teehhülü caiz değildir. Kafir ile teehhülü niyet eden kız niyyeti ile kafir olur, sonra bir kafir kafir ile evlenmiş olur. Zira niyyetle beraber islamiyyetten çıkar. Bir kızın bir erkeğe, ya bilvasıta veya bila vasıta nikah talebi caizdir, ve hoştur.
(45)Dua ;istemek demektir. Aç adamın iştahlı zamanda taam istemesi gibidir.
Arabî tekellüm edenler dinden çıkar ise  küfürleri diğer kafirlerden eşed olur.
Allah isterse düşmanını hayra sebep eder.
Kağıt İdris aleyhisselamın zamanında vardı. Dünyada en iyi kağıt Semerkand da yapılır. Semerkand Timur’un İslami merkezi idi.
Mu’rız, mu’rızı beyanda sükut, hasrı ifade eder.

Kur’an-ı Kerim de haram olanlar ta’dad olunurken durmuştur, yani haram bunlara münhasırdır, bu kadardır diğerleri haram değildir demektir. Tütün haram değildir.
Helali haramı tayin etmek, Allah’ın uluhiyyet hakkıdır.
Beyan-ı Kur’anda ve lisan-ı peygamberî sallellahü aleyhi vesellem de  zikrolunmayan şeylere haram demek çok mezmumdur.
Seyyid Abdurrahman Arvasi nin mektupları biismihi sübhanehu Elhasibünnesib emir şerefüddin ibaresiyle başlardı.
Hüccet; arkadaşlık demektir, fazilet fazlalıktır, üstünlüktür. 

(46)İslamiyyet ; erkan-ı dini ehl-i sünnete muvafık hasıl etmek ve hulus hasıl olmaktır.
İlim ne kadar âlî olursa olsun, fena arkadaşlarla (mesela kitap, gazete, radyo ile) bu ilim tedricen tenakus ve nihayet zail olur.
Ehl-i tasavvuf olmayan her büyük alimin i’tikadında tereddüd vardır.
Çok şeyi okuyanın zihni dağılır, hüccetin te’siri azalır. Sohbete vusule tevfik-i ilahiyyeden maada hiçbir bâis yoktur.

Tarikat aslen ikidir: Sıddîkî olanlar Nakşibendî dir, Alevî olanlar Kâdirî dir. Diğer bütün tarikatlar bunların füruudur, ekseri Kadiri dirler. Mevlevî ler de Kadirî dirler. Şâzilî ler Nakşî dir.
Şeyh Muhyiddin-i Arabî ye  muarız olan İbn-i Teymiyye alim idi, lakin dalalette kalmış idi, ilmi vefa etmedi. Tarîk-i sofiyyeden bî haber idi, mezhebi Hanbelî idi.
Rüşvet ; İptal-i hak veya ihkak-ı batıl için alınan şeydir. İhkak-ı hak için verilen şey rüşvet değildir.
Allah senden razı olsun demek, Allah senden bu hal ile  razı olsun demek değildir. Allah senin ahlakını ıslah edip, razı olduğu evsaf ile  hallendirsin demektir.

(47)Din imamı;
Din imamı olmak için mü’min olacak, imanı kamil olacak, ehl-i sünnet i’tikadında olacak, hiçbir namazı ve orucu kazaya kalmayacak, kimsenin hakkı kalmayacak, tarikat-ı sofiyye ye intisab ile hakikate vasıl olacak, ecnas-ı velayeti tayy edecek, hakikatül hakayıka vasıl olacak, ondan sonra şah-ı rah a girer ki  bütün tarikler bu şah-ı rah da birleşir. Bu suretle zılal-ı kemalat-ı vilayeti tayy ile  gavs ve kutbülirşad olur. Ba’dehu usul-i kemalat-ı nübüvveti tayy ile imam olur. İşte İmam-ı Rabbanî ve mezheb imamları hep böyledir.
Eğer bunlardan bir tanesi  şimdi mevcut olsaydı yani söz sahibi olsaydı din bu zillete uğramazdı.
Zaten araplarda kalmadı, ehl-i Irak mecûsî idi, Türkler ateşperest idi. Abbasiler zamanında  fırak-ı dalle çıktı. Emevi halifelerinin bir kaçı fena idi, Abbasilerin cümlesi fena idi, en iyisi Harun-urreşid idi ki bu bile her gece işret ederdi. Osmanlı padışahları dindar insanlardı, dini muhafaza ettiler, dinin direği idiler. Sultan Abdulhamid hal’ olununcaya kadar muhafaza ettiler.
Şeriat Allah ın emridir. Hakim Allah celle celalühu dur. Hükmü de Kur’an dır. Şeriat dünyadan kalktı, hiçbir yerde kalmadı.
Cenab-ı Hak Kur’an ı yalnız okumak için değil amel için gönderdi. Amelide padişah yapacaktır. Çünki vekildir, halifedir. Bir müctehiddeki evsaf-ı ilmiyyeyi haiz olacak.
(48) Mısır çoktan frenkleşti. Hakimleri Muhammed Ali Türk idi. Dindar adamdı, ondan sonra halefleri zamanında bozuldu.
İslamiyyet ilimle payidardır. İlim olmayınca, alim olmayınca islamiyyet olmaz.
Bulut olmayınca yağmur beklemek, mucize talep etmek demektir. Allah celle celalühu bunu yapabilir fakat adetullaha cârî olmamıştır.
Ulum-u islamiyye yayılıp, yüz sene payidar olmalı ki, alim meydana gelebilsin.
İslamiyyet uful etti, tâ mehdi zamanında yeniden tulu’ edecek.
İbn-i Kemal Paşa, Fenari, Hayali, Abdullah efendi, Ebussuud efendi, bunlar İstanbulun medar-/ı iftihar ulemasıdır.

Muhammed efendi Şehzade haşiyesini yapandır. Şeyhzade çok büyük alim idi. Adı Muhammed efendi imiş.
Ramazanın orucuna hazırlanmak için Şa’banın nısf-ı âhirinde oruç tutmak lazımdır.
Nısf-ı âhir-i Şa’banda kuvvetli ve leziz taamlar yiyerek vücudu kuvvetlendirip, farzın ifasına hazırlanmalıdır.
Farzın ifası için sünnetin te’hiri de sünnettir. Şa’banın (49)nısf-ı âhir orucunu Ramazandan sonraya te’hir lazımdır.
Gayrı müekked sünnetlerin terkinde bir beis yoktur, yalnız faziletten mahrum kalır.
Bina yapan veya ekin biçen kimsenin bu gibilerine ramazan ayının orucu ziyan verirse, yani oruçtan dolayı ekinini biçemeyip, ekin telef olursa, bina yapılmayıp kışın yıkılmak tahlikesie olursa, orucunu terk ederek kesblerini yaparlar. Ramazan ayının orucunu da ba’de kaza ederler, hiç günah yoktur. Hiç kesbe zararı olmaksızın mücerred susuzluğun galebesiyle tehlike şüphesi olursa yine oruç bozulup kaza olunur, dinde haraç ve usr yoktur.
Afyon ve esrar dahi hamr gibi haramdır, lakin hamr gibi necis değildir. Yani şaraba su katılsa müskir hassasını zayi’ olsa yine içilmez, zira hamr necisdir. Hamr aklı, tahmir edici, karıştırıcı demektir. Küllü müskir haramdır.
Müskir olan bütün maddelerin haram olduğunu inkar eden kafir olur.
Yalnız hamrın haram olduğunu inkar küfürdür. Yalnız hamrın haram olduğunu inkar küfürdür dememişler. Herhangi (50)birinin inkarı mucib-i küfürdür.
Hutbeyi ve Kur’anı anlamak lazım değildir, ibadet emre imtisaldir, anlamak değildir.
Kur’anı anlamak için yetmiş iki ilmi öğrenmek lazımdır. Anlamak lazımdır demek dinde müdahene etmek demektir. Kur’an-ı anlamak için isti’dadı müsait olanlar –zeki olanlar- on sene, mütevassıt olanlar elli sene çalışmak lazımdır. Bizim gibi batıyyül isti’dat olanlar yüz sene de çalışsa bir şey anlamaz. Ancak bundan sonra Kur’an-ı Kerimi anlamağa isti’dat hasıl olur. Ondan sonra Cenab-ı Hak ihsan ederse anlayabilir.
Süleymaniye medresesinde füsusu okutuyordum, fasl-ı Muhammedî sallellahü aleyhi vesellem kelince medrese lağvedildi.
Kandil gecelerinin en sabiti Berat kandilidir. Zira ayet-i kerime ile sabittir. Leyle-i nısf-ı Şa’ban dır.
Baban zade Hacı Ahmet Paşayı Sultan Abdulmecid Han Rodos’a, ba’de Girit’e nefy etti. Hocası Şeyh Azraili de beraber götürdü. Şeyh Azraili Şeyh Seyyid Muhammed Salih’in hulefasındandır. Şeyhin (51) kerimesini Seyyid Fehium Kuddise sırrehu almıştı, ondan Reşid isminde oğlu oldu, Seyyid Reşidin kızını da  Îşan –Seyyid Abdulhakim- kuddise sırrehu tezevvüc etti, bundan Muhammed Mekkî, Ahmed Münir ve Enver ile Şefia tevellüd etti, hicrette bu hatun yani Şefia Musul da vefat etmiştir.

Cenazelerde, mevlidlerde ilahi okumak sürud –teganni demek- ile okumak çok menhidir.
Ğana, şarkı okumak demektir, haramdır. Kur’an-ı kerimi ğana ile kıraat edenleri tahsin edenler, yani ah güzel okudu diyenler kafir olur. (Mektubat-ı Rabbani 266 mektup. Tecvidin manası güzel okumaktır. Cevvede güzel etti demektir. Ğana demek terdid-i savt tır. (terdid: tekrarlamak, bir kararda olmamak, değişmek)
Allah’ın şeriatını, bir hükmünü ibtal edenler mürteddir. Bunların hiçbir ibadeti makbul olmaz.
Hurufat-ı islamiyye, hurufat-ı ilahiyye dir. Suhuf ve kütüb-ü salife hep islam harfleri ile  idi. Diğer harfler sonradan insanlar tarafından ihdas edildi. İlk ihdas edilen harfler hiyeroğlif idi-Mısır yazısı- Hurufat-ı ilahiyye arap harfleri değildir, vaz’-ı ilahiyyedir.

(52)Farzlardan sonra ayet-i kürsi hemen okumak Şafii de lazımdır Hanefi mezhebinde son sünnetlerden sonra okunur. Bununla beraber farz olan namazın akabinde  âyetel kürsi okununca namazdaki farz ve vacipten gayrı olan noksanları itmam eder. Hadis-i şerifte buyuruluyorki her namaz akibinde ayet-i kürsi ve tesbihatı okuyan kimsenin Cennet ile arasındaki mani’ ancak mevttir. Şafii mezhebinde namaz yalnız farzıdır. Hanefide  sünneti kıldıktan sonra namaz biter.

Bir zaman gelecektir ki , maymun sıfatlı, insan suretli insanlar bizlere çıkıp din aleyhine sözler söyleyeceklerdir. Meal-i hadis
Ef’âl-i ilahiyye den, ef’âl-i ilahiyye olmak itibariyle razıyız. Fakat abdin haramları kesbi itibariyle  razı olmayız.
Ümmehat-ı alem dörttür: Toprak, su, hava, hararet. Bunların hepsi her an müteğayyerdir.
Alem müteğayyerdir. Her fiilin faili vardır. 

Musikiyi Fiyağors (?)yapmıştır.
Kelime-i Tevhid arap yazısı değildir, islam yazısıdır. Dünya yokken Cennetin her yerinde bu kelime yazılı idi. 124 bin peygamber bu yazı ile yazdılar, okudular.
(53)Tırnak kesmek, saç kesmek abdesti bozmaz, fakat abdesti tecdid etmek sünnettir.
Bevl ve kazurat, necaset-i mağlaza dır. Bunların dirhemden az miktarı Şafiide ma’fuv değildir. Ma’fuv olan necaset-i gayrı mağlaza dır.

İctihad bahsinde:
Dörtyüz tarihinden sonra müctehidlik kesilmiştir. O zamandan sonra müctehid yoktur, o kadar ilme malik kimse yoktur. Müctehid ictihad edilecek mesail hakkında bütün ayetleri, bütün hadisleri ravileriyle birlikte bir anda zihninde toplayarak o anda ictihad edecektir.

Rabıta hakkında:
Zikr-i lisânî nin hiç faidesi yoktur, yani terakkiye te’sir etmez, itmi’nan bununla hasıl olmaz, yoksa çok sevabı vardır.
Îşan buyuruyorki; Ben Nakşiyim, nakşi olmasaydım Şazili olurdum. Câr ve mecrur fi’le  tekaddüm ederse hasrı ifade eder. Car, harfi cer bir ismin başına gelir, bu isme de mecrur denir.
“Elâ bizikrillahi tetmeinnül kulub” yani ancak zikrullah ile  kalbde itmi’nan hasıl olur.
Zikir hatırlamak demektir ki ef’al-i kalbiyyedendir
Rabıta zikirdir. İza rüva zükirallahü yani onlar görüldükleri vakit (54)Allah yad edilir.   İza : vaktaki, Rüva: görüldüler, Zükirallahü: Allahü teala yâd olunur, yani hatırlanır. İsmini söylerken ve işitince gafil olmak ta mümkündür. Fakat ehlullahın ru’yetiyle teâlâ hatırlanır, yanlışlık hiç olmaz.

Padışahın yaverlerini görünce kalbi derhal padışaha müntekil olur. İsminden nasıl intikal ederse, onları ru’yetle de  hasıl olur. Ru’yeti basireti, ilimdir. Ehlullahın nasıyesinde nur vardır, onu görünce zihin Allah’a intikal eder.
Binaenaleyh rabıta enfa’dır, efdal değil, enfa’dır. Bismillah yani insan-ı kamil demektir.
Rabıtaya ehil olan bir zatı i’tikadı tam ile  i’tikad ederek rabıta edince, zikr-i husûlî muhakkaktır. Böyle bir zatın kendisine rabıtaya rızası şart değildir. Herkes şeyhine rabıta eder, bu pek doğrudur, lakin şeyhin tecelliyat-ı zatiyye-i daimîye mazhar olması, yani vilayet-i Muhammediyye ye  sallellahü aleyhi vesellem vasıl olması şarttır.
Bu şart ta müridde zevken hasıl olur. Böyle bir zatın rabıta ettirmeyi razı olması mecburdur. Zira bununla me’murdur. Fakat bizzat zikr-i cehrî zaman-ı saadette yoktu, belki bid’attir.

(55)İlm-i Mantık
Mantık, ism-i alettir. Alet idrak demektir. Nutk idrak demektir. İlmün yu’refü zikrün sahihün an fasidehu diye tarif olunur. Yani bir ilimdir ki  onun mürââtıyla fikr-i sahih, fikr-i fâsidden bilinir.
Fikir, tertîbün, umûr-i ma’rûfetin li tahsili umûri mechûle dir. Yani mantık umur-u mechuleyi bilmek için, umur-u ma’lumenin tertibidir.
İlim husûlü suret-i şey’in fizzihni o şey müfred veya mürekkebdir. Bunların zihinde husulü hükümsüz olması tasavvurdur.
Zihinde husul ile beraber hüküm de verilirse tasdiktir. 

Demek ilim iki kısımdır: Biri tasavvur, ikincisi tasdiktir. Tasavvur ve tasdîkâtın her birisinin mebâdîsi ve  mekâsıdı vardır. Mebâdîi tasdîkata külliyat-ı hams derler. Mekâsıdı tasvîrata kavl-i şârih derler. (şarih mübeyyin demektir.) Mebâdii tasdîkata kazâyâ derler. Mekâsıd-ı tasdîkata kıyas derler.

El insânü hayvânün nâtikun hayvan ve nâtık zâtî dirler. Birisi âm, birisi hâs dır İnsan mâ bihil iştirak ve mâ bihil iftirak iki kelime bir araya kelince insan anlaşılır.
Hayvân-ı n tık kavl-i şârihtir. Yani bir sözdür beyan edilir. Bir kısmı mâbihil iştirak bir kısmı da ma bihil iftiraktir. 

Kavl-i şârih beş şeyden mürekkebdir : Cins, fasl, nev’, hâssa, araz (56)Halis-i zâtî olan cins, fasl, nev’ dir. Hâlis-i arazî olan hâssa ve araz âm dır Mantık meânîye taalluk eden elfaza hiç teâtî yoktur. Fakat meânî elfâzsız tefehhüm edilemediğinden evvela teatîyi elfazdın yapar.

Mahiyyet : Nedir sualinin cevabıdır. Mahiyyete taalluk eden umur-u zatiyye dir. Nasıldır sualinin cevabına taalluk eden umûr-u araziyye dir. Hâssa haricindedir, yani zâtî değildir.
Cins ve faslın mecmûuna nev’ derler ki  üçü zâtî dir. Cins, fasl ve nev’ den mürekkep tabirler ..had.?dir. Yani hâlis zâtiyânındır, yani zâta mahsustur.
Hâlis-i araziyyât ile olana resim derler. Araziyyatın birisi mesela insan için dâhik-i kâbil  ilimdir.

Ru’yet-i hilal tesbiti için
Sultan Hamid merhum zamanında hilalin tesbiti için : l- Ulu dağında –Bursa- bir ru’yet-i hilal merkezi,   2- Kayseri de  (Erciyes?) ecnas dağında  köyünde bir ru’yet-i hilal merkezi, 3- İstanbul da  Cerrahpaşa da Hekim oğlu camii minaresinde kamerî ayların tesbiti için buralardan gözetlemekle mükellef me’murlar tayin edilmiştir.

(57)İbadet : Emre itaat demektir.
Velî : Muhib yani dost demektir.
Kıyamet ;bir saattir. Buradaki saat bildiğimiz saat değildir. Saat vüs’at ten gelir, yani genişlik demektir, bir miktar zaman ma’nasınadır.
Allahü teala imhal eder ihmal etmez
Enel Hak demekten maksat, ene huliktü bilhakkı demektir.
Yehudi ulemasına cibir derler ki  deniz manasınadır. Zira çok bilici idiler.
Nasârâ ulemasına ruhban derler ki Allah’ı gücendirmekten çok korkarlardı.
Mesâil-i cüziyyeyi âyât-ı külliye olan âyât ve hadisden çıkarmaya alet olan ilme usûl-i fıkıh derler
Zan üzerine yemin ederler ve zan doğru çıkmazsa  o yemine keffaret lazım gelmez, yani liğv dir, cenab-ı Hak affeder.
Keffaret-i yemin Hanefide on fakirin herbirine fıtra parası miktarında altun ve gümüş vermektir. Muktedir değilse on gün (58)oruç tutar.
Allahü tealanın kulları ile muamelesi, muamele-i bey’ ve şirâ değildir, muamele-i fazl ve ihsandır.
Taat ve ibadet yalnız namaz  kılmak, oruç tutmak değildir. Eveamir-i şer’iyye ye imtisal demektir.
                        Lealle rahmete rabbî hîne yuksimühâ
                        Te’tî alâ hasebil isyâni fil kısmi
Belki rabbimin rahmeti taksim olunurken herkesin kısmetine isyanı miktarınca isabet eder
Şefaat mevzuunda Kasîde-i bürde den :
                         Velen yedıka Resûlüllah câhüke bî
                         İzel kerîmü tecellî bismi müntekim
Ya resulellah Kerîm in müntekim ismi tecelli ettiği vakit bana şefaat etmekle senin mevkiin darlaşmaz yani şefaat etmek haıkkın azalmaz.

(59)Keffaret ve ıskat
Namaz keffaretlerinde bir vakit namaz için saf beş yüz yirmi dirhem buğday olmak üzere meyyitin kaza edemediği namazlar için bu miktardan hesap edilen mecmu’ bedel altun olarak bir fakire verilip onun şer’an malı olur. O da “teâven¦..” emri mucebince isterse diğer fakire o meyyitin namazları keffareti niyyetüle verir ve böylece tekmil namazlara tekabül edinceye kadar devam edilir. Nihayet para kimin elinde kalırsa onun malı olur, ve istediği gibi sarf eder. Hiç kazası olmayanların da iskatı yani keffaret-i sâlatı  yapması lazımdır. 
Zira eimme-i hanîfe buyururlarki : Mekruh bulunan bir namazın iadesi lazımdır.
İmam-ı Birgivî nin vasiyetnamesi sonunda iskat bahsi vardır.
Bir günlük namaz için   Şafiide altı buçuk kıyye bir aylık namaz için yüz doksan beş kıyye buğday ediyor. Hanefide 234 kıyyedir. Hanefide  520x6=3120 : 400=7,8 kıyye                 7,8x3=234
Şafiide     520x5=2600 :400=6  
                             
(60)Safiye hatun Resulüllahın ammesi idi ve kabilesi idi. Beyrut ta medfundur.

Biz Kur’an-ı kerimi ve Hadis-i şerifleri amel etmek için değil teberrük için okuyoruz. Zira ahkam-ı şer’iyye yi eimme-i din den öğreniyoruz. Eimme-i dinimiz de ahkam-ı kur’aniyye yi tâbiîn ve sahabe-i kiram dan naklen almışlar tenkîh etmişler, tahzîb etmişler, kitaplarına dercetmişlerdir. (tenkıih : bir şeyin sonuna ve hakikatine erişmek, tahzîb : pak, patize kılmak) Aleyhissalatü vesselamın hîn-ivefatlarında 124 bin kadar sahabe-i kiram mevcuttu. Bunlardan dört yüz kadarı kendilerini meânî-i kur’aniyye yi anlamağa vakfetmişlerdi. Diğerleri çok maldar idiler. İmam Hasan ve İmam Hüseyn in servetleri İngilterenin servetinden fazla idi.
Nihavend e kadar Rum ve Acem in ülkesinin ganimetinin yüzde yirmisi hep bu iki imamın idi.
Sahabinin ismi zikredilmeksizin yalnız tabiinden rivayet edilen hadislere, hadis-i merfu’ denilir.
Müslim naklettiği hadislerde ravilerin bir zaman ve bir mekanda bulunmasını şart koşmuştur.
Buhârî bu şartlardan maada ravilerin mülakatını da şart koşmuştur. Bundan başka buhari halka-i saadete yapışarak o hadisi sen mi (61)söyledin ya resulellah diyerek bizzat tasdik ettirmiştir.
Dünya tekemmül ettikte benî adem halk edildi.
Elhamdü lillahi ala külli hal sivel küfri veddalal
Tesbih namazı gündüz iki veya dört rekat olabilir. Geceleri muhakkak iki rekat kılmak lazımdır.
Amine radıyallahü anha nın vefatından cinniler tarafından avaz ve nevha ile söylenmiştir:
        Tebkî..........      ........... elemîne
        Zevcetü Abdillahi velkarîneti
        Ümmü nebiyyillahi zissekîneti
        Sahibül minberi bilmedîneti
Bir şehrin bir köşesinde birisi açlıktan ölse, şehrin diğer köşesinde birinin cüz’î bir miktar zekat borcu kalsa onun katili olur.

(62)Namazda fatihayı kıraetinde kuvvetli bir şüphesi olan (okudum mu okumadım mı) kimse hem sureden sonra tekrar fatihayı okuyabilir, tekrar fatiha okumakla namaz fasid olmaz.
Şer’an mücrim olana merhamet etmek küfürdür.
Mekruhu müştemil olan namazların iadesi vaciptir. Mesela ipek seccade de namaz veya emkine-i mağdûbe de veya gasb edilmiş seccade de  veya kilisede, abdesthanede ahırda özürsüz kılınan namazlar mekruh olup, iadeleri vaciptir.
Kur’an ın bir kelimesi bir harfi yüz bin derde şifadır.

Aleyhissalatü vesselamın Uhud harbinden avdetinde yaptığı nasihat
Rivayet ediyor: Aleyhissalatü vesselam Uhud dan avdetinde insanların etrafını çevirdiği ve zat-ı risaletin de Talha radıyallahü anha dayanarak buyurdularki ; ey insanlar ahiretinizin ıslahı için teklif olunduğunuz şey üzerine dönünüz. Dünyanızın işinden sizin için zâmin (vesile) (63)olan şeyden kaçınınız, ve siz meşkuliyetinizi afv-ı ilâhî ye hasrediniz, ve maksadınızı, zahmetinizi Allah’a itaat ve  tekarrüb için sarfediniz.
Bir kimse dünyaya döndü ise  ahiret nasibini kaybeder, ve ahirette maksadına nail olamaz. Bir kimse ahiret emirlerini yerine getiriyorsa, dünyadaki nasibi de ona ulaşır, ve ahirette arzu ettiği şeye nail olur. Dünyanız sizi ahiretinizden meşgul etmesin.

Ey insanlar! Dünyayı, yani nefsani arzularınızı rabbinizin taati üzerine tercih etmeyin. Siz taatinizi, ma’sıyetiniz için vesile yapmayın, ve hesaba çekilmeden nefsinizi hesaba çekin. Azab olmadan kendinizi azaba hazırlayın, yani sıkıntıya düşmeden evvel, yolculuk için azığınızı hazırlayınız. O bir mevkif-i adl dir, hakkın verildiği yerdir ve suallere de cevapların verildiği yerdir. Senin özürlerin orada hiçbir faide vermez. Çünkü  Cenab-ı Hak dünya hayatında bu hususu sana bildirmiştir.

(64)Hulikatül ervâhu kablel ecsadi bi elfeyni âmin hadis-i şerifinde imam-ı  Gazali –elmendûdu-ü alehy- kitabında hadis-i şerifteki ecsaddan murat ecsad-ı melaike maksur olur. Elf den murad günleri a’zami olan ahiret günleridir ki günleri elli bin sene olan iki bin senedir ki, bizim senelerle 340X2=720 ve 720X50000 =36000000 yani otuz altı milyon sene mukaddem mele-i halk –ecsad-ı mel’e- halk edilmiş olur.

İmam-ı Gazali büyük bir müctehiddir. Mezhebi İmam-ı Şafii ye muvafık zuhur etmiştir. Kendi ictihadıçile âmildir. İmam-ı Şafii yi taklid etmiyor, bir müctehidin diğer bir müctehidi taklidi caiz değildir. Müctehidlik menzilesi  çok yüksektir. Bizim aklımız onların mertebesine ermez.
Bir âmî bir havassın idraki miktarıyla müdrik olmak ve bir taş, bir hayvan gibi müdrik olmak, ve bir at bir insan gibi müdrik olmak mümkün değildir.
Büyük bir sadr-ı azamın kaleme aldığı bir şeyi bir köy katibi anlayamaz. Binaenaleyh ayet-i kerimeler mümkün oldukça ayet-i kerimelerin muaveneti ile tefsir edilir. Mümkün olmadı ise  hadis-i şeriflerin muaveneti ile tefsir edilir.
İlm-i mantık hukemâ-yı Yunanieyye nin icadı ise de  kütüp-i selasifeden me’huzdur. Ve kur’an-ı kerim ile tevsik edilmiştir. 

(65)Mantık da elfâz-ı meânî ye tabidir
Akl-ı müşekkek, peygamber aklı diye en yüksek akıl anlaşılır. Çoban aklı diye en aşağı akıl anlaşılır. Hadis-i şerifleri ancak müctehidler anlar. Bunlar dört yüz seneden evvel gittiler. Peygamberler arasında tefavüt büyüktür. Peygamberlikte iştirak vardır, fakat menzilede iştirak yoktur. Hadis nasıl varid oldu ise  ona öylece i’tikad etmeliyiz ve manasını ehline havale etmeliyiz. Mesela, kabirde mevta oturuyor hadisini dünyadaki oturmaya kıyas etmemelidir. Mesela tesbihlerde 33 adet emredilmiştir, 32 olursa sevabı gider. Zira tıp maraza göre ilaç verir ve miktarını tesbit eder, bu miktarın fazlası zarardır, noksanı da faide vermez.

Diş kaplama mevzuunda

Hanefi mezhebine göre ağzın içinde iğne ucu kadar su değmemiş mahal kalırsa gusül tamam olmaz, cenabet zail olmaz. Bu sebepten dolayı diş kaplatanlar Malikî veya Şafiî yi taklid etmelidir.

El e’lamü bi kavatıil islami kitabında ibn-i Hacer diyor ki  mecusi kalensüvesi giymek küfürdür.
Sebil kitabının sonunda da yazılıdır.

(66) İlim ve tarikat avamın, nâ ehlin eline düştü, bu sebeple ortadan kalktılar.
Raûf, feûl veznindedir, ziyade merhametli manasınadır. İnce rahmete re’fet de derler.
Mertebe-i şehadet, mertebe-i nübüvvetin dûnunda, mertebe-i vilayetin fevkindedir. Şehadet arzusunda bulunmayan insan münafıktır.
Sahabe-i kiram onlardır ki , Allahü teala habibinin meclisine, muhabbetine layık olarak halk etmiştir.
Mesâbîh in en son hadisi, bu ümmetin âhırı evveline müşabihtir. Ümmetin ahiri zamanı, İmam-ı Rabbani zamanıdır.

Namaza müteallik bu zikredilecek meseleler îşanın sohbetinden değil, İbn-i Abidin cilt 1, sahife 235 kitabüssalat ından ehemmiyyetine mebni alınarak yazılmıştır.
Namaz bütün mükelleflere kitap ve sünnetle, yani bilicma’ farzdır. Delil-i kat’î ile sabittir. Bu sebeple münkiri kafir olur. İman edip fakat amden veya tekasülen terk eden mezhebimizde (67)hapsolunur. Mezhebimizin bir kavlinde de kan akıncaya kadar darp olunur. Hapiste tevbe edip namaza başlayıncaya kadar veya ölünceye kadar bırakılır.

Bir namazı terk edenler Şafii mezhebinde hadd olmak üzere katlolunurlar, veya kafir olup katli lazım gelir.
Maliki ve Hanbeli mezheplerinde de kafir olup katlolunur.
Vakti dahilinde cemaatle namaz kılan bir kafirin islamına hükmolunur.
Namaz ibadet-i bedeniyye olup, herkesin kendi yapması lazımdır. Başka bir suretle asla ödenemez. Mesela hacda insanı, oruçta ihtiyar olanlar fidye olarak malı vermekle, vekil etmekle de  olur ise de namaz için kendisinin kılması ile ve bu suretle nefs-i emmaresini kahr etmekle eda olunur.
Sahife 485 te kaza namazlarına fevâit denir. Metrûkât ta namaz. Zira özr-i şer’î ile  kalan namazlardır, mükellefin terk etmesiyle değildir.
Bila özür te’hir mezhebimizde kebîre dir. Yalnız kaza ile affolunmaz ancak terk günahı zail olur, te’hir günahı zail olmaz. Bunun için ba’del kaza tevbe etmek veya hacc-ı mebrur yapmak lazımdır. (68)Zira keb¤ir tevbe-i nasuh ile  veya hacc-ı mebrur ile  zail olur. Özür misafire, kat’uttarik zuhuru, kabileye....... zuhuru ? ise de, bunlarda da  mevt havfi olmadıkça te’hir olunmaz.
Sahife 307 kerahet-i tahrimiyye ile eda edilen namazların iadesi vaciptir denilmektedir.
İbnülabidin, Vikaye şerhi, Mevkufatta kaveme ve celsede ta’dîl-i erkan ve itmi’naniyyet vaciptir.
İmam-ı Yusuf ve İmam-ı Şafii de ve Maliki indinde ise  farzdır.
İmam-ı A’zama sual ettiler ki : Bir kimse kafirler bayramına iki vakit namazı kazaya kalsa nice olur? Cevap verdiler ki kafir olur. İslamını ve nikahını yenilesin ve haccını iade eylesin. Namazları iade etmek lazım değil.
Eğer kafir bayramına hatır için varsa belki hemen fısk için varsa fevt olan namazları kaza lazımdır.
Şeyh Râzî den rivayet olunur : Bir kimse Allah için kazaya varıp bir vakit namazı kazaya kalsa yedi yüz kerre zina etmiş gibidir. Bunun gibi meclislere varıp, namazını fevt eden kimseyi kıyas ile amma kafirin da’vetine  varmak kayırmaz. Eğer bunların dinlerine  ta’zim olunur ve da’vet değilse (69)hür avratın yüzünden ve avucu içinden artık yeri  avrettir.
İmam-ı Ebu hanife nin bir sözünce ayak dahi avrettir Bu avretlerin elleri üstü ve ayakları görünse- namaz kılarken reva olmaz.
Farisi Umdetül islam kitabında : Namazın bir vakit terk eylemekte 700 zina yahut 700 defa kan eylemişçe günah yazılır.

Îşân kuddise sırrehu dan : Yabancı bir dil bilseydim çok faideli olurdum.

Bir muhibbine emirleri : Sana lisanı kolay öğrenmen için bir yol göstereyim. Sen Paris te basılan bir gazeteye abone ol, her gün uçak ile gelsin onu okur öğrenirsin.

Bu muhibb olan zat anlatıyor : Almanca olarak neşredilen bir ansiklopediden islamiyyet hakkında bir yazıyı tercüme ettim. Bu yazıda akaid, tasavvuf ve fıkıh kitapları ve alimleri ve arap edebiyatını uzunca bildiriyordu. Îşana götürüp arzettim. Îşan kuddise sırrehu : Çok güzel yazılmış, islamiyyeti bu kadar doğru anlayan bilen bir din adamının Türkiye de  bulunacağını zannetmiyorum, yoktur buyurdu.

(70) İmam-ı Malik fıkıh öğerenmeyip tasavvuf ile uğraşan zındık olur, fıkıh öğerenipte tasavvuftan haberi olmayan sapık olur, her ikisini edinen hakikate varır buyurdu.
“İnnema yehşellahe min ibadihil ulemai” Yehşellahedeki h harfinin harekesi üstündür. Manası Allah tan korkar uleması, eğer h harfi ötre okunursa Allah kullarından korkar manası alır ki  küfür olur.

Kur’an-ı Kerim deki ahkam ikiye ayrılır : Nusûs-u kat’iyye, nusûs-u zanniyye.
Ehl-i bid’at nusus-u zanniyyeyi yanlış te’vil ettikleri için kafir olmazlar. Bununla beraber nusus-u zanniyyeye te’vilsiz mana veren kafir olur. Te’vil ;  nasların çeşidini manaları içinden meşhur olmayan manasını almaktır.
Selef-i salihin in çıkarmadığı manaları almak, yanlış te’vil olur.

İbn-i Abidin; İmam-ı Ali radıyallahü anha ait bahsinde (yeminleri?) anlatırken diyorki :  Te’vil çeşitli manaları olan nusûsa zannî denir. Bu ma’nalar arasından selef-i salihin in çıkarmadığı manaları almak yanlış te’vil olur.
(71)Te’vilden maksat,diğer ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerin yardımıyla mana çıkarmak demektir. İsn-i Abidin den : te’vilsizmüdafaa ederse kafir olur. Hariciler ve vehhabiler gibi şüpheli delilleri yanlış te’vil ederek, kat’i delile uymayarak iş yapanlara fıkıh alimleri kafir demediler. Yâfî, âsî bid’at ehli olduklarını söylediler.Tefsir ve te’vil yapmakiçin lazım olan şartları haiz olmak lazımdır. Bunun haricinde tefsir ve te’villeri caiz olmaz, ma’zur olmazlar.
Bir kimse Kur’an-ı Kerime mana verirken murad-ı ilâhî yi anlamağa çalışarak yanlış anlarsa yanlış te’vil etmiş olur, kafir olmaz. Eğer ben böyle anlıyorum derse kendi re’yiyle tefsir ettiğinden kafir olur.
Îşânın uykuya yatarken okunması icab edenler hakkında : Sağ tarafa yatıp âyetel kürsî, üç ihlas-ı şerif ve fatiha ve muavvizeteyn sureleri, üç kerre istiğfar “esteğfirullah, el azîm el kerîm, ellezî lailahe illa hû el hayyel kayyûme ve etûbü ileyh”, on kerre lâ havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim, bir kerre de lailahe illellah muhammedürresulüllah.
Kafeste doğup büyüyen kuşu kafeste beslemek caizdir. Kanarya gibi. Hariçte yetişen kuşu beslemek caiz değildir. Bülbül gibi.
Îşânın Hac da mültezemde yaptığı duada : Yarabbi benden kim ilim tahsil ederese onu alim yap diye dua etmiştir.
Namazdan sonra tekabbelellah demeği beyenmezdi, ne yaptın ki (72)kabul etsin diyorsun, bunun yerine bârekellah de.
Hanefiler sıcak iklimlerde Şafii mezhebini taklîden çıplak ayakla namaz kılarlar.
Şafiilerde, soğuk iklimlerde Hanefî yi taklîden çorapla namaz kılarlar.

Îşân kuddise sırrehu buyuruyor : Hacca giderken Şam da tren iki dakika duracak dediler. Namaz kılmak için trenden indim, acele olarak vaktin namazını kılmak lazımdı. Ancak cinnîler etrafı sarmıştı, islamda namazın nasıl bir şey olduğunu anlamak istiyorlardı, acele ile namaz kılarsam onlarda yanlış bir düşünce hasıl olacağını huzur ile kılarsam trenin kaçacağını düşünmekle beraber huzur ile  kılmağa karar verdim ve öyle yaptım, selam verdim trene bindim tren hemen hareket etti o namazın lezzetini hâlâ unutamıyorum.

                  Kelam-ı kibar, kibar-ı kelamest
                  Büyüklerin sözleri sözlerin büyüğüdür.

Bu söz seyyid Mekkî kuddise sırrehu ya aittir : 

Li külli şey’in mâniun, velil ilmi mevâniun
Her şey için bir mani’ vardır, ilim için çok mani’ler mevcuttur.

(73)Gene Îşân kuddise sırrehu ya gelelim : 

Sa’dettîn-i Taftazânî Mutavvel kitabının ön sözünde diyorki; bu kitabı yazarken üzerime yağmur gibi belalar yağıyordu.
İbn-i Seka, Abdulkadir-i Geylânî kuddise sırrehu nun medresede şeriki idi. Çok alim idi, Dicle kenarında oturup tevhîdi yüz türlü isbat ederdi.
Rum kaysarı Abbasi halifesine haber gönderip kendisinden bir sefir istedi, yalnız sefirin çok alim olmasını, papazların her sualine cevap vermeye muktedir olmasını şart koşarak, eğer papazların sualine cevap veremeyen bir sefir gönderilirse her sene gönderdiği vergiyi vermeyeceğini bildirdi.
Halife de İbn-i Seka yı seçip bizansa gönderdi. İbn-i Seka saraya girip çıkarken Kaysarın kızını görüp aşık oldu, ve babasından istedi. Kaysar da biz müslümana kız vermeyiz, eğer müslümanlığı terk edip hıristiyan olursan sana kızımı veririm deyince İbn-i Seka da aşkından vaz geçmeyerek neûzübillah kızı almak için tenassur etti.
Bu seferde bir oturuşta tesâlisin doğru olduğunu isbata kalkardı.
Bu kıssadan anlaşılıyorki : Salihlerin hücceti olmadıkça onların hücceti ile ihlas elde edilmedikçe ilmin insanı (74)seadete kavuşturamıyacağı anlaşılıyor.

Ubeydullah-i Ahrar Kuddise sırrehu Buhara ulemasıyla sohbet ederken bir zat, Cum’a günündeki saat-i icabet ma’lum olsaydı rabbinizden ne isterdiniz diye  oradaki hâzırûna sorduğunda, kimisi bütün insanların müslüman olmasını, kimisi ise istediği dileği bildirince sıra Ubeydullah-ı Ahrar a gelince ; ben rabbimden hüccet-i sâlihîn-i isterim, çünkü bütün kemâlât, bütün seadet o sohbetle ele geçer diye buyurmuştur.

Gülistan da Şeyh Sa’dî-i Şîrâzî diyorki : İnsanın ömrü dünyanın ömrüne nisbetle sahrada esen rüzgar kadardır. Dünyanın tatlılıkları, acılıkları da rüzgar gibi gelip geçer.
Zalim, bize zulmettiğini sanıyor, yaptıklarının hesabını verecek, bize gelen zulüm ise  rüzgar gibi geçer gider.
Şeyh Sa’dî Kâdirî meşayihinden idi, Cengizle olan harpte esir oldu ve şehid edildi.
Îşân kuddise sırrehu yemek yerken bir yakınının ayakta sol eliyle su içtiğini görünce : Vah vah, sol eliyle başı açık, ayakta su içiyor, belkide besmele çekmedi diye teessüflerini izhar buyurdular.

(75)Kıyamete yakın bu din ref’ olacak, bundan maksat Kur’an-ı kerimler toplanacak, camiler yıkılacak değildir, ilim kalmayacak demektir. İşte İngilizler bunun için uğraşıyorlar.
İmam-ı Nevevî Şam da  Şafii mezhebinin büyük alimi idi. Vefatından çok sonra Şam’ın büyük alimlerinden İmam-ı Sebkî hazretleri imam Nevevî nin Şam daki evine gider, torunları karşılar, imam Nevevî nin hayatında oturmuş olduğu odayı gösterirler. İmam-ı Sebkî hazretleri yanaklarını sakallarını halıya sürer, yerleri öper, İmam-ı Nevevî nin mübarek ayakları buralara  temas etmiştir diyerek bereketlenmek ister.
Aliyyülkârî Afganistanın Hayrat şehrinde doğmuştur. Ömrü Mekke-i Mükerreme de geçmiş, mükemmel arabî öğrenmiştir. Kendisi hadd-i zatında hattat olduğu için kıymetli kitapları istinsah ederek nafakasını te’min ederdi. Arabî yi iyi bildiği için istinsah ettiği kitaplarda bazı şerhler yapmış, böylece bir alim şöhretini kazanmıştır. Halbuki kendi te’lif ettiği birkaç kitapta bir çok sahih hadislere mevzu’ demiş, tasavvufa karşı çıkmıştır ve ebeveyn-i muhteremeyn-i nebevî küfür üzerine vefat ettiklerini isbata çalışmıştır. (76)Ehl-i sünnet alimleri bilhassa Hindistan lı  Ahmed Rıza Han kitaplarında bunun dinde söz sahibi olmadığını bildirmişlerdir ve hatalı yazılarınada cevap vermişlerdir. Meşhur Bağdat Müftisi Mahmud Âlûsî kitaplarında Aliyyülkârî yi  büyük bir alim olarak tanıtmakta ve hatalı yazılarını vesika olarak bildirmektedir. Böylece ehl-i sünnetten ayrılarak Vehhabiliğe meyletmiştir. Yazdığı Rûhulmeânî ismindeki tefsir kitabında okuyanları ehl-i sünnetten uzaklaşmağa sebep olmaktadır..
Zevceler eğri kemikten halk olunmuştur. Bu sebeple onları doğrultmağa teşebbüs edilirse büsbütün kırılırlar.(hadis-i şerif)

İstanbul da temmuza kadar yaz gelmez. Çünkü topraktaki rutubet bu zamana kadar devam eder ve sıhhate zararlı olur.
Haram yiyenin duası kabul edilmez.
Reşahat okuyanların ihlası artar.
Mevlana Celaleddin-i Rûmî, tasavvufta kalp derecesindedir, kalp derecesinde olanlara telvin, yani tahavvül-ü ahval (77)vaki’ olur. Bu meyanda vahdet-i vücud bilgileri zahir olur. Bunun için vahdet-i vücud bahsi Mesnevî de çok vardır. Vefatlarından sonra da terekki ederek temkine vasıl oldu.
Güneşin garpta battığı, şarkta ufkun kararmasından anlaşılır, akşam vakti girer. Yatsı güneşin battığı yerde kırmızılık zail olunca yatsı girer.
Berekâtta yazıyor : İmam-ı Rabbani kuddise sırrehu Cuma namazını kıldıktan sonra ihtiyaten vaktin namazını da kılardı.
Merhum Hattat Safi kısaya yakın bir boya malik idi. Bir gün ziyaretinde Îşan kuddise sırrehu ya bir kağıt takdim edip içinde şu beyti yazmış

Buy-u nebî gelir şeyhim özünden
Boyum yetişmez ki öpeyim yüzünden
Üstad kuddise sırrehu bu beyti okuyunca gülmüşler.

Berekât ta yazıyor : İmam-ı Rabbani Cuma namazını kıldıktan sonra  ihtiyaten vaktin farzı –farz namazını- kılardı. Cuma geceleri 1000 salevat okurlardı. Gündüzleri de  Seyyid Abdulkadir-i Geylani kuddise sırrehu nun yazdığı salevatı okurlardı. Gavsî bey –va’za gelen cemaatten (78)bir münasebetle biz ne yapalım deyince ; 
Biz kim oluyoruz, insan onlar idi, biz insanız demeye utanmalıyız. Biz öyle kimselerizki gayıp olsak aranmayız, hazır olsak hesaba katılmayız buyurdu.
Teyemmümmde  Şafiide vaktin girmesi şarttır. Üzerinde toz olmayan toprak ve kum ile teyemmüm sahih olmaz. Hanefi de ; taş, kaya tozsuz de olsa caizdir, kar caiz değildir, ağaç ve cam da olmaz.
Maliki de  kar ile de caiz olur.
(Sultan Abdulhamid  merhum yataktan uyanırken yatak odasında musluk olduğu halde, yere abdestsiz basmamak için yastığın altında duran bir kiremid levhasından teyemmüm ederdi.)
Îşân kuddise sırrehu Sultan Hamid merhumun türbesinin önünden ne zaman geçersem esselamü aleyküm ya melik-i adil ve rahimehullah diye selam verirdim diye buyurdular.
Ramazan-ı şerifi sıhhatli karşılamak üzere ve kuvvetli tutabilmek için Şa’ban ayında oruç tutmamak da sünnettir.
(79)İmam-ı Şafii buyuruyorki : Hocam Vekia(?), hafızamın zayıflığından şikayet ettim, hocam bana günah işleme diye buyurdu. Çünkü ilim bir nurdur, âsî ye verilmez.
Hadis-i Kudsî mealidir : “nefsini düşman bil çünkü nefsin bana düşmandır” Nefsin arzularının sonu olmaz, verince ister, daha ister doymaz. Nihayet Allahüteala ya şerik olmak ister.
İmam-ı Rabbani;  ölüden imdad beklemek caizdir buyurdu.
Küllü cedîdin muzırrun her yeni bulunan şeyler muzırdır. Şakir efendim elektrik te zararlımıdır, her sabah kalkınca kullanıyorsunuz, faideli oluyor? Îşan kuddise sırrehu cevaben zararı faidesinden çoktur. Bütün gece fuhuş alemleri ve milyonlarla insanları öldüren tahrip vasıtaları hep elektrikle çalışmaktadır.

Hayri Paşa merhum Îşan kuddise sırrehu ya  efendim hangi tefsiri tavsiye buyuruyorsunuz diye sorduğunda cevaben, tefsir okumam, mektubat oku, reşehat oku ilm-i hal oku diye cevap vermişlerdir.

Yine vaki’ bir sual karşısında : Elmalının tefsirlerini yakın diye emir buyurmuşlardır. Ve devamla da bunları okuyanların imanları gider. Bu tefsiri okuyanlar Yasin-i şerif için tarih ve topoğrafya, biyoloji ilmi gibidir zannı hasıl olur.

(80) Îşan kuddise sırrehu ben Münire tabiim, Münir Cavide ye tabi’, Cavide annesi Fatıma ya , Fatıma da  şeytana tabi’, şeytan da  kafilenin başında bizi istediği gibi sürüklüyor. (Seyyid Münir merhum vefatından kısa bir müddet evvel izmirden ... bey ile birlikte Ankara ya  Bağlum a Peder-i âlîlerinin kabr-i münevverlerini ziyarete geliyor.  Kabrin önünde yere kapanıyor, babacığım ben bu dünyadan bıktım artık beni yanına al diye dua ediyor. Yanındaki zat ben bir ara gözlerimi kapadım, kabrin başında Seyyid Müşarün ileyhi ayakta gördüm, gözümü açınca kaybettim ve gözümü erken açtığıma pişman oldum diyor.

Seyyid merhum kısa bir müddet sonra hastalanıyor, gusül alıyor, yatıyor ruhum ayaklardan ayrıldı, göğsümden ayrıldı diyerek ruhunun çekilişlerini söylüyor ve lafza-i celal ile  nefesini veriyor.)

Şeriat üç cüz den ibarettir : Bilmek, işlemek, her ikisinde ihlasla muttasıf olmaktır.
Dünya ve ahiret hayrı şeriatta mahzun ve muhfi dir. Baki ne varsa şeriatın gayrısıdır, ağraz-ı nefsaniyyedir.

Nefis, cenab-ı Hakk ın adüv ve düşmanıdır. (81)Maraz-ı ilahi nefsin mağbudu dur ki şeriattan ibarettir. Şer’in maklubü arş dır. (maklub, kelimenin tersinden okunmasıdır) Zahirde şer’den i’raz, arş dan i’razdır. Arştan i’razın manası ehl-i irfana malumdur.

Şer’in zahiri fetvadır. Şer’in batını takvadır.

Sahib-i risalet salellahü aleyhi ve sellem, azimet ve takva cihetinden Bilal radıyallahü anh yarım ekmek zahîre kılmasına ruhsat vermedi. Ruhsat ve fetva cihetinden ise, bir senelik zahîreyi iddihara cevaz vardır.
Demek oluyor ki erbab-ı tarikat azimet ve takva ile  me’luf olup, sair nasın da ruhsat ve fetva ile  me’nus olmaları münasip görülmüştür.

Bir kimse ulumüddin ve âhırını cem etmiş olsa, ahır nefesinde o ilim, cümle malumatıyla levh midir ki senden silinip mahvolur, yani zail olur. Hak celle ve alaya âgahlık etmiş ise, yani kalbi zikrin husuliyle meleke hasıl etmiş ise, nefis ehîrinden destgîrî olarak o baki kalır. Bu hal ganimettir. Birkaç gün bir köşede oturup çalışarak meleke hasıl etmek lazımdır.

Zâyı’ın bulunması; Caferin yüzük taşı elinden düşer, Dicle de zayi olur. Hemen zayiatta mücerrebi olan duayı (82)okudu, aradığını evrakı içinde buldu, o dua budur :  Yâ câmiannas liyevmin laraybefîh icma’ aleyye dâllî. Duai mezkurdan evvel üç kerre Vedduha sure-i şerifesini okumalıdır. Nusret efendi risalesinde : Yâ câmiannâsi liyevmin lâraybe fîh. İnnellahe layuhlifül mîâd Ürdüd aleyye dâlletî aleyye dâlletî diye mücerrebdir.

Kazavât-ı seniyye den sonra münafıkların resulüllah sallellahü aleyhi ve sellemin nezd-i âlîlerine gelerek beyan-ı i’tizar eder, istiğfar edilmelerini, mağfirete mazhar olmalarını talep ederlerdi. Aleyhissalatü vesselam da hilm ve re’fetin kemalinde olduklarından onlar hakkında mağfiretlerini cenab-ı hak tan niyaz ederdi. Bunun üzerine este’îzübillah  Fetih(?) suresi nazil oldu. Bu surede bunların yalan söyledikleri bildirildi.

(83) Peygamberin kafire istiğfar etmesi  layık değildir. Bahusus risaleti  âmm ve şamil olan hazreti Muhammed sallellahü aleyhi ve sellem
Bütün ennbiya aleyhissalatü vesselamın risalet ve nübüvvetleri bir kavme münhasır ve mahdud idi. Kendileri vefat edince risaletleri de münkatı’ olurdu. Muhammed Mustafa sallellahü aleyhi ve sellem in risalet-i seniyye ve bütün ahmediyyelerin gerek zaman, gerek mekan itibariyle ve gerek şümul itibariyle  nâ mahduttur. Minel evvel ilel ahir bütün kainat ve mâfîhâya âmm ve şâmildir. Şöyleki : Risalet-i seniyye yani getirdiği kur’an-ı azimüşşanın tebliğ ettiği ahkamın hakimi, zaman itibariyle  hılkat-i Ademden  inkıraz-ı aleme kadar cârîdir.
Şerâyı’-i sabıka ve salife şer’-i ahmedî ye  izafetendir. Bu hüküm şu hadis-i şerifin mazmun(?)  celilinden münkad dır.
“Küntü nebiyyen kable halki     Ademe ve Hava velardi vessemai” sadaka resulüllah sallellahü teala ev kema kal
“Adem, Hava, arz ve sema halk olmadan evvel nebi idim” diye buyurdukları gibi  risalet-i seniyye, zaman itibariyle minel evvel, ilel ahir olduğu gibi  mekan itibariyle de bütün kainat ve mâfîhâ yı  şamildir. Şöyleki : Medine-i münevvereyi merkez farz ederek hayalimizde bir takım kürevî ve mücessem daireler resmedildiğini tasavvur edelim. Bu hali  zihinde tecessüm ettirebilmek için şu misali zikredelim. ; mesela bir havuza ağır bir cisim, bir taş parçası atılırsa sükut mahallisin etrafında yek diğerinden tebaüd, hüzmeler, daire daire  su halkaları hasıl olur. Buna mütenahi (84)dairelerin ihtiva ettiği kainat ve muhteviyatı asğar namütenahi mahlukattan, gözle görülmeyen, tecezzi ve taksim kabul etmeyen, zîrûh hayvanattan a’zam namütenahi büyüklüğü, semavat-ı seb’a, arş ve kürsi bütün lâ halâ ve lâ melâ alemleri ve bunların arasındaki bütün mahlukat vühûş ve tuyûr, ezhar ve nebâtât, cemâdât, ma’dînan, ins, cin, melik.. bütün.. mâsivâullah...”yani Allahü tealacelle celalühu dan gayrı” bütün bu mevcut şeyler risalet-i Muhammediyye daire-i tebliğine dahildir. Merkeze, yani Medine-i Münevvereye yakın olan yerler, uzak olan yerlerden daha şerefli ve faziletlidir.
Yalnız Mekke-i Mükeerreme de beyt-i a’zamın bina olduğu yer, arz bu kaideden müstesnadır.
Ondan sonra en şerefli yer Resulüllah sallellahü aleyhi ve sellemin cesed-i mübareklerinin medfun bulunduğu Ravza-i Mutahhara, her yerden şerefli hatta arşullahdan sonra sıra ile daire daire Medine... elh yerler yekdiğerinden şereflidir. Kezalik zaman-ı seadet, en eftal ve en şerefli zamandır. Bu zaman-ı seadet içinde resulüllah sallellahü aleyhi ve sellemin semavat-ı aliyyeye tayy-i merâhil ettikleri mi’racdaki an bu zaman-ı seadetin eftal ve eşrefidir.

Binaenaleyh.. gerek bi’set-i nübüvvetten evvel hılkat-i aleme kadar gerek rıhlet-i seniyyeden tâ yevm-i haşre kadar olan zamanlardan, merkeze en yakın zaman kendisini muhît olan ve uzak bulunan dairelerdeki zamanlardan eftal ve eşrefdirler. ... elh gibi. (85) Bu böyle olduğu gibi .. nesep itibariyle.. resulüllah sallellahü aleyhi ve selleme akreb Fatıma radıyallahu teala anha dır. Fatıma Hüseyn den daha şereflidir. Hüseyn de oğulları Zeynelabidin den, Zeynelabidin de oğlu Muhammed Bakır dan.. elh inkıraz-ı aleme kadar sail nesilmler.. uzak uzak , daha uzaktan eşreftir. Kezalik.. ensal-i aliyyesi..  peder-i âlîleri sırasıyla hazreti Abdullah, hazret-i Abdullah’ın peder-i âlîleri Abdulmuttalib ten oda hazret-i Haşim den... o da hazreti-i Abd-i Menaf tan ta Adem aleyhisselam a kadar alet-tedrîc yekdiğerinden eşref ve eftaldir. Yalnız peygamberler müstesnadır. Yani bu, âbâ ve ecdad ..aliyye ilerlerken peygamber ile ittisal edince.. şeref itibariyle peygamberden eftal değildir. Peygamber daha şereflidir.

Âliyen ve sâfilen silsile fazl ve şeref bu suretledir. Ancak alim, salah, vera’ ve ittika’ gibi  hususi haller ve faziletler hasebiyle olan vasıflar ve temayüzler başkadır.
Neseb itibariyle kurbet böyle olduğu gibi, din itibariyle  en karib Hazret-i Ebubekir  radıyallahü anh dır.
Çünkü Kur’an-ı Kerimi, ahkam-ı aliyye-i islamiyyeyi idrak ve yatkın itibariyle Ebubekir-i Sıddîk akreb ve hem hal-i resul idi. Buna binaendir ki  Hazret-i Ebubekir radıyallahü anh Hazret-i Ömer e müreccah ve Halife-i evvel olmuştur. Keza Ömer radıyallahü anh da İmam Osman a radıyallahü anh.. elh eftaldir. Hazret-i Muhammed  Mustafa sallellahü aleyhi ve sellemin Hazret-ie Adem aleyhisselama kadar ecdâd-ı âlîleri ve keza Amine cihetinden olan ecdadları şer’-i Ahmedî ahkamı dahilinde (86)nikahlanmışlar, tahir ve mutahhir olarak tenasül ve tevalüd eylemişlerdir. Araplar arasında cari olan ve sefah da denilen rezalet ve küçüklüklerden azade ve mutahhar idiler.

Sefah şöyle idi : Tarafeyn nişanlanır, uzun müddet nişanlı olarak tarafeyn yekdiğerini görür ve konuşur idi. Çok kereler kız babasının evinden çocuklu olarak zevcin evine giderdi.
Hulasa : Aba ve ecdad-ı alileri.. ta hazret-i Adem e kadar.. fısk-ı fücurdan ve her türlü şaibeden pak ve tahir idiler. Her biri kendi zamanının peygamberinin mü’mini, binaenaleyh muvahhid idiler. 
Zaman/-ı cehalet ve fetrette bile  hazreti İbrahim amleyhisselamın şeriatının ahkamıyla amil idiler. Diğer sanemperest olanlara tabi olmadılar.

Binaenaleyh eb ve ümmmü resulüllah sallellahü aleyhi ve sellem ve ecdad-ı alileri mü’min ve muvahhid idiler, ve o suretle irtihal etmişlerdir.

İstitraden : İmam-ı Azamın fıkh-ı ekberinde resulüllah sallellahü aleyhi ve sellemin babası ve anası kafir olarak öldükleri yazılıdır diyenlere şöyle cevap verilir: 
İmam-ı Azam, şeyh Abdulkadir, Muhyiddin-i Arabi.. en benam, en efdal, en kamil ve mükemmil ulemadan oldukları için kendilerine hasredilirdi. O zaman usul-i tab’ da yok idi. Mevcut kitaplar el yazısı ile  yazılırdı, hasüdler bu büyük zevatı şereften düşürmek için Fıkh-ı Ekber in o nüshasını tahrif ederek öylece yazdılar.

(87)Keza Muhyiddin-i Arabi nin fütühatına “her insan Allahtır” hezeyanını yazdılar. Abdulkadir-i Geylani nin te’lifine de Allah cisimdir, taht üzerine oturmuştur ibaresini yazdılar.
Bu sözler vicdanlarda, i’tikadlarda fena ta’sirler yaptı. Bütün kainat ve mafihasının en eşrefi “levlake levlak lema halektül eflak” hitab-ı calilinin mazharı, seyyidül kevnenyn vessekaleyn, habib-i hüda efendimizçin sallellahü aleyhi ve sellemin baba ve anasının “radıyallahü teala anh” haşa kafir ve cehennemde azap göreceklerini tasavvur ve kabul etmeyi bizim zihni havsala ve vicdanımız kabul etmiyor. Şeriat-ı Muhammedi nin en yüksek ve en faziletkar üç mütebahhir alim ve ittika sahibi zevatın bizim kadar düşünemediklerini farzetmeye imkan var mıdır? Elbette yoktur.

Bununla beraber Hülagu nun Bağdad-ı istila ve tahribi anında Mushaf-ı Hazret-i Osman ile birlikte  Semerkan a nakledilmiş hazret-i imamın el yazısıyla olan Fıkh-ı Ekber i ki bilahere.. Rusların Türkistanı istilalarında Petersburg a götürmüşlerdir. Bu gün Petersburg ta kütüphanede Hazret-i Osman Radıyallahü anh a aid mushaf ile birlikte  bir mevki-i ihtiramda bulunan Fıkh-ı Ekber de  bu ibare yoktur. Keza aradan epey bir zaman geçtiği halde Muhyiddin-i Arabi nin kendi yazdığı Fütuhat ta  Şeyh Abdulkadir-i Geylani ninte’lifatında bu isnadatın yok olduğu anlaşılmıştır.

Abdulvehhab-ı Şa’rani hazretleri te’lif buyurduğu eserinde diyorki : Ulema ile Şeyh Muhyiddin-i Arabi yi tefehhus –tefehhus araştırmak manasına- (88)ettik, Konya ya gittik şeyhin hat ve destiyle  muharrer Fütuhatı nı  gördük ki  böyle bir şeyi yoktur.

Hulasa ; Beynelulema velmütehakkikîn sabit olmuştur ki  bu üç zat-ı âlîkadr böyle şeyler yazmamışlardır.

Keza Kadı Beydâvî “iz kâle İbrahîmü liebîhi Âzer ...” İbrahim babası Âzer’e de dedi ayet-i kerimesinin tefsirinde bir şeyi yazmamıştır. Hazreti İbrahim resulüllah sallellahü aleyhi ve sellemin cedd-i a’lasıdır. Babası kafir olunca “yukarıdaki temhîdata münafidir denirse şöyle de  cevap verilir.
1- Kâdî nin tek ve yalnız olarak bu suretle olan müsamaha ve müsahelesini umum ulemaya teşmil etmek mümkün değildir.
2- Kâdî ne şöyle ve ne de böyledir diye bird şey tasrih etmemiştir. Aynı doğrudan doğruya olduğu gibi  tefsir etmiştir.
3- Keza el yazısıyla olan nüsha-i asliyyesi görülememiştir. Caizdir ki bu da İmam-ı Azam ve emsalininki gibi değiştirilmiş olsun. Bu böyle olmakla beraber araplarda bir adet vardır. Bu adet Hazreti İbrahim e kadar cârîdir. Amuca yerine peder, peder yerine amuca tabiri kullanırlar. Hatta zaman/-ı saadette nezd-i resule biri gelir, ölmüş olan babasını kasdederek ya resulellah sallellahü aleyhi ve sellem; benim babam nerededir der, cehennemde cevabı verilir, sail sualini tekrar eder, ya senin baban nerededir, döneceği sırada o da orada cevabı verilir.  .. Bu hadis münafi değildir denirse (89)şöyle cevap verilir. Aleyhisselatü vesselam amucasını  murad etmiştir. Sâilinin haşunetini izale için verilmiş bir cevaptır. Yoksa otuza yakın hadis-i şerif vardır ki neslen ba’de neslin tekallübden, tekallübe sülale-i resul tâhir ve mutahher idiler.

Âyât-ı Kur’aniyyede bu husus hakkında kafi delaletler vardır. Binaenaleyh bu yolda i’tikad etmek farzdır ve lazımdır. Zaman-ı fetrette bile  Kureyşlilerin bir kısmı, İbrahim aleyhisselatü vesselamın diniyle amil idiler. Ez cümle ecdad-ı âliyye-i resul böyle idi. Asla sanemperest olmadılar.
Hatta Kur’an-ı Kerim in bile  “ittebi’ millete İbrahime...” millet-i İbrahim, şeriat-i İbrahime ittiba’ et.” Ayet-i kerimesi  şeref varid olmuştur. Resulüllah sallellahü aleyhi ve sellem Bârî teâlâ ve tekaddes hazretlerinden istîzân ettiler.. bir daha ettiler ferman-ı ilahide varid oldu, evvela validelerini, sonra pederlerini rica ettiler, hikmet-i ilahiyye ruhları bir hiss-i ma’nevi ile mütehassis oldu, lailahe illellah muhammedürresulüllah lafgz-ı celilini lisanen söylediler. Tevhid-i Bârî ve Risalet-i Muhammediyye yi  tasdik eylediler. Hulasa : Eb ve Ümm-ü Resul her ikisi de müslüman ve bu ümmetin evliyasındandırlar.
Hazret-i İbrahim e gelince ; Âzer babası değil amcasıdır. Şöyleki, Hazret-i İbrahim in pederi çok ufak iken vefat etmiş idi, amucası Âzer de  Hazret-i İbrahim in validesiyle tezevvüc etmiş olup Hazret-i İbrahim e pederlik etmiştir.

(90) Hülasatül hülasa : Peygamber sallellahü aleyhi ve sellemin âbâ ve ecdadı, babasının babası.. anasının babası ve anası... elh pak ve tâhir, müslüman ve muvahhid idiler. Fısk ve fücurdan muarra idiler. Bütün alemi irşad vazife-i aliyyesiyle memur bir zat-ı âlî kadrin âbâ ve ecdadı gayrı tahir olmak nasıl mümkün olabilir.
Kafir ve müşriklere taleb-i istiğfar caiz değildir. Keza mü’mine, Allah şu kafirden razı olsun demek caiz değildir.

Tahfif-i azap ve cennete dahil olmak için kafire dua caiz değildir. Bilerek bu yolda dua küfrü muceptir.
Kafirlere zilkurbâ da olsa dua caiz değildir.

Karip iki türlüdür : Nesebî, ma’nevî yani dînî
Akraba-yı ma’neviyye ashab dır. Îsä aleyhisselam buyurmuşlardır, incilde mesturdur. (yazılıdır)
İki defa tevellüd etmeyen melekût ve semavata uruç edemez. Birinci tevellüd; annesinden olan tevellüttür ki ebeveyninden ilm-i hayat öğrenilir. İkinci tevellüd; ulema ve mürşidînin derecât-ı kurb-u ilahiyyede yetiştirmek üzere ânen fe ânen terbiyeleridir.
Birinci tevellüd hayat-ı muvakkate ve sûrî yi, ikinci tevellüd müebbed ve hayat-ı hakîkî yi idame ettirir.
Elhamdü lillah bizim ana ve babalarımız müslüman olduklarından bizde hem hakk-ı  neseb (91)ve hemde manevi hakları vardır.

Yalnız hakk-ı neseb faide vermez. Nitekim Ebuleheb amm-i nebî oldukları haldı kafirdir.
Şer’-i şerifte bir neseb-i ma’nevi vardır ki  neseb-i sûrî den akrebdir. Binaenaleyh peder-i ma’nevi, peder-i sûrî nin çok fevkindedir. Buna binaendir ki  Kur’an-ı Kerim de “innemel mü’minûne ihvetün..” buyurulmuştur. (Hemen ancak bütün müslümanlar kardeştirler) Karâbet-i ma’neviyye ile demektir.
İbrahim aleyhisselamın Âzer e istiğfarı va’dettiği içindir. Binaenaleyh va’d için olan dua.. ciddi bir dua değildir. Keza “felemma tebeyyenu ?...” ayet-i kerime sinin delaleti vechile küfrü tebeyyün edince... Hazret-i İbrahim kendisi müstağfir oldu ve teberrî etti. Çünkü İbrahim aleyhisselam çok âh edici ve çok halim idi.  Veminellahittevfîk

Îşân kuddise sırrehu Bayezid camii şerifinde mevlid-i seadet fahrülmürselin sallellahü aleyhi ve sellem hakkındaki takrîr-i âlîleri
                                                                                           Salı 11 Rabîulevvel 1352 –1933
                Bismillahirrahmanirrahim
Mevlid-i nebî sallellahü aleyhi ve sellem hakkında şimdiye kadar çok şey söylendi, izah olundu, ne kadar tekrar edilse o nisbette faide ve feyz vardır. (92) Mevlid-i risalet bir hazine-i seadettir.  Ne kadar karıştırılırsa o nisbette etrafa ezhar ve reyahin saçılır. Bûy,cânn-ı necis kalıp mü’min ve muvahhidîni derya-yı inşiraha garkeder.
Mevlid-i seadet-i nebevi, rebiulevvel de  vaki’ olmuştur.
Rebi’ bahar demektir. Baharda ezhar ve reyahin berhayat taze ve terrin ile canlandığı giebi, bütün alemin mazhar-ı feyz-i ilahi olduğu bu ayda da  mü’min ve muvahhidinin kulûbu, nur-u Muhammedî nin tecellâ-yı meşhûn olur.
Mısır ulemasından bir zat her sene mevlid ayında izhar-ı sürur ve şâduman edildiğini beyan etmiştir.
Hazret-i Ömerülfaruk radıyallahü ünh zamanında sallellahü aleyhi ve sellem hazretlerinin Mekke-i Mükerreme den huruc ve hicret-i seniyyesini mebde-i tarih ittihaz olunmuştur. Sallellahü aleyhi ve sellem nebî olduktan, kendilerine risalet geldikten sonra veladet-i seniyyeleri tes’îd ederlerdi.

“vema yentiku anil hevâ in hüve illa vahyün yûhâ” (O Muhammed  sallellahü aleyhi ve sellem arzusuna göre söz söylemez, onun sözü kendine vahyolunan bir vahiyden başka bir şey değildir.) Mevhum-u alisini ihtiva eden ferman-ı ilahi ile  mübeşşir olan sahib-i şeriat efendimizi bütün müslümanlar taklid etmişler, kendi ef’alini fi’l-i resule benzetmişlerdir. (Devr-i  mesnevi yi  tes’id etmek hususunu hıristiyanlar islamlardan almışlardır.) Bu tekâlîd ve bu benzetişler, bütün alemin meşarık ve meğaribinin bulunan müslümanların bundan a’la ve edânîsi mevlid-i seadet gününün (93) ve bu ayda sürur ve ferah deryalarına müstağrak olurlardı. 
Mevlid-i seadet gecesinde merasim yapılması ilk defa Erbil Meliki Ebu Said muzaffer şah Gökboz zamanında başlamıştır. Mevlid gecesi 12 bin hayvan kestirir, bu miktarla mütenasip sofralar tertip ve helva yaptırır, bizzat kendisi taam esnasında hizmet ederdi. 630 H.= 1232 M. De Akka kal’ası ..........? ulema ve fudela-yı islamiyye bu leyle-i seadette ihtifal-i azim yaparlar ve sürura gark olurlar. Bu sürur ve ferah her türlü hüzün ve ekdarı izale ederdi.

Alemşümul olan bu hubûr ve sürur hiçbir feraha benzemezdi. Çünkü sallellahü teala aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerinin tâat-i behiyyelerinin ve şems-i cihanbas-ı Muhammedînin zuhur ve berveziyle beşeriyyet ve bundan alem vecd ve istiğrak içinde müstefid oldular. Enbiya-yı salifîn  aleyhimüssalatü vesselam hazeratı zamanlarırnda da  veladet geceleri tes’id olunurdu.

Kafile ? sail-i enbiya ?, peygamberlerin peygamberi olan mahbûb-u hüda efendimiz hazretlerinin veladet-i  mesinelerini ? tes’id ve takdis etmek bitarîkul ûlâ elyak-ı fahira dır.

Nitekim ayet-i celilede : Lekad kane fî üsvetin hasenetin” buyurulmuştur. Teala ve tekaddes hazretleri mevlid gecesinde  tal’at-i behiyye-i Muhammedî nintulu’ ve büruzu mahfil-i azîmini tezkir ediyor. Bu gecede, bütün hayvanat-ı beriyye tuyur hûş, âbhar-ı muhîtada müteayyin enva’-ı esman ile zevilmeâşiîn hayvanat (94) her türlü hevam ve haşerat, bütün cemadat-ı kainat birbirlerini tebşir ve tes’id ederler. 
Biz müslüman olduğumuz halde bu günü tes’îd ve tebcîl etmemiş olmaklığımız mümkün değildir.
Eğerki bazı meşkulliyetler vehim ve kedürat-ı dünyeviyye ile mükedder ve mağmûm olsan bile, mevlid-i seadeti tezkir etmeyi ve o günde akraba ve taallukatı, fukarâ ve mesâkîni rızıklandırmak ve infak etmeyi sünnet ve bir üsve-i hasene olarak tealkki etmemiz lazımdır.

Ve veladet-i seniyyenin rebîulevvel ayının on ikinci pazrtesi gecesi sabaha karşı şeref vaki’ olduğunda  ulema ictima’ etmişlerdir. Gerçi bazı ihtilaf edenler de  olmuştur fakat bu mu’teber değildir. Ve veladet-i seniyyeden evvel bir çok garip ve fevkalade haller zuhur etmiştir. Bundan anlaşılmıştır ki  fevkalade bir insan dünyaya gelecektir.

Bu sebeple Abdullah bin Abdulmuttalibin zevcesi Amine binti Vehebe ehemmiyyet-i mahsusa atfederlerdi. Ashab-ı kiramın ileri gelenlerinden ve aşere-i mübeşşereden Abdurrahman bin Avf hazretlerinin validesi  Safiye Şifa hatun ile mübarek halası veladet anında hazret-i Amine -radıyallahü teala anhüm- yanındıa bulunmuş ve hatta  mefhar-i (her du sera ?) sallellahü aleyhi ve sellem efendimiz Safiye niniki avucu içinde şeref kudûm etmiştir. Bu Safiye hanım islam ile müşerref olmuştur.

Bundan mervî olan  akval-i sahiha ya göre  zuhur eden hâlât-ı (95)acîbe ve garîbe fevkal had dir. Gerçi karabet i’tibariyle Ebucehil ve Ebuleheb in kadınları bazı rivayetlerde bulunmuş iseler de müslüman olmadıklarından rivayetleri makbul değildir.

Rabiulevvel ayı ve on ikinci gecesi ve günü (muvafakat-ı acîbenin) ....? ictimâıdır. Şöyleki : Sallellahü aleyhi ve sellem, rabiulevvel ayının on ikinci gecesi  dünyayı teşrif etmişlerdir ve aynı günde yani gene rabiulevvel ayının on ikinci gecesi  irtihal-i dar-ı bekâ buyurmuşlardır ve Çarşamba gecesi defnolunmuşlardır. Kezalik bu ay ve bu günde kendilerine nübüvvet ve risalet gelmiştir. Hicret-i seniyye de ; rabulevvel ayının on ikisinde medine-i tahire ye  şeref varid olmuşlardır. Ve keza rabiulevvel on ikisinde hacer-i esved vak’a-i meşhuresini hall ve fasl eylemişlerdir. Şöyleki : Kabe-i Muazzama, İsmail aleyhisselamın zamanından i’tibaren tavafagah.? Ve âmm ve hass bir mahall-i mukaddes tir. Mürûr-u a’sâr ile  harap olmuş yıkılmış, taşları ve enkazı  yağan yağmurlar sebebiyle  öte beriye dağılmıştı. Bu taş ve enkaz toplanmış ve ka’be de tamir edilmiş idi. Vaktaki  Beyt-i Muazzam ın bir köşesine mevzu’ olan Hacer-i  esvedi yerine koymak meselesi aynı zamanda bir şeref  ve haysiyyet meselesini meydana çıkardı. Mekke de riyaset mevkiinde dört büyük kabile ve aşiret vardı. Bu kabilelerin reislerinin her biri cebbar, mütekebbir ve son derece de  künûd ve unµd idiler. Bu aşiret reisleri  hacer-i esvedi  mahalline vaz’ etmek şerefinin kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. Harem-i şerif te (96(şiddet peyda etti. Münazaa ve mukateleye müncer olmak üzere iken içlerinden yaşlı bir zat şöyle bir teklifte bulundu. Biraz bekleyelim, buraya yani Harem-i Şerif e hariçten ilk gelecek kimseyi hakem tayin edelim, onun bulacağı suret-i taalluku hepimiz müttefikan kabul edelim ve yek diğerimizi incitmeyelim demiş ve bu teklif de kabul olunmuş.

O esnada sallellahü aleyhi vesellem hazratleri Harem-i Şerif e dahil oldular. Kendileri o esnada henüz yirmi beş yaşlarında idi ve sıdk emaneti, iffet ve istikameti, vakar ve sükuneti hasebiyle mümtaz ve Kureyş içinde –Muhammedü’l Emin- unvan-ı mefhariyyetle haiz-i şöhret idiler. Bu sebeple Kureyş aşiret reisleri işte Muhammedü’l Emin geldi dediler ve kendisinin bu meselede hakemliğine razı olduklarını söylediler.
Sallellahü teala aleyhi ve sellem hemen Rıdâ-i seadetleri ni çıkardılar, Hacer-i esved i mübarek elleriyle içerisine koydular ve Rıda-i seadetleri nin dört köşesinin her birini dört kabilenin reislerine tutturarak o suretle Ka’be-i Muazzama nın yer-i mahsusuna götürülerek aleyhisselatü vesselam yine mübarek eliyle Hacer-i esved i aldılar, yerine vaz’ buyurdular. Bu şekil hallinden hepsi razı oldu, bu suretle de  münazaa da  bertaraf oldu.

Maliki ulemasından Tacüddin hazretleri rabiulevvel ayı veladet-i seniyyeye müsadif olduğundan sürur ayı ise de, vefatünnebî de bu aya müsadiftir. Vefatı daha azîm bir musibettir. Bu cihetle daha ziyade mahzun olmak lazımdır, yani hüzün ve kederin çokluğu süruru gidermiştir demiştir.

(97) Mevlid menkıbesi okunurken vefatünnebi daha evvel okunması daha evla olmak gerektir veya aynı mecliste ve o günde okunmamalıdır. (İstidraden : Îşan kuddise sırrehu dan bizzat mevlidinnebi hakkında vefatünnebi nin okunması keder ve hüzne sebep olacağı cihetle, okunmamasının yerinde olacağını duymuştum râkımülhuruf)

Aleyhisselatü vesselamın Medine ye hicret buyurduklarında Yehudiler de izhar-ı sürur ve  şâdümânîde bulunmuşlardır. Sebebi soruldukta Musa aleyhisselamın Fir’avn ile arasındaki vak’ada Fir’avn ın Bahr-ie Kulzüm de ğark olduğunu ve Musa aleyhisselam ile etbâ’ının selametle karşı sahile  geçtikleri günü tes’îden izhar-ı sürur ettikleri cevabı alınmıştır.

Hatemünnebiyyin sallellahü aleyhi ve sellemin veladet-i seniyyeleri sürur ve neşât izharına daha elyak ve ehak olacağı cihetle  o günde izhar-ı meserret olunması emrolunmuştur.

Beynel ulema sabit olmuştur ki  Muhammed Mustafa sallellahü aleyhi ve sellem ba’dennübüvve veladet-i seniyyeleri gününde kendi nefislerine akika keserler, velime yaparlardı ve sofralar çıkarırlardı, it’am ederlerdi. Akika kız için bir, erkek çocuk için iki kurban etmektir. Akika kesmeyen çocuğunun şefaatına nail olmaz. Bu da orucun fıtraya muallık olduğu gibidir. Yani orucun dergah-ı Uluhiyyette  kabulü nasıl sadaka-i fıtra muallık ise, çocuğun şefaatine nail olmak keyfiyyeti de  çocuğuna akika kesmeye mütevakkıftır.

(98)Akika kurbanı çocugun yedinci günü kesilir, kaza da olur, ba’delvefat da olur. (İstidraden sonradan bir kimse nefsi için de  akika kurbanı kesebilir. 

Îşan kuddise sırrehu dan.)
Her ferd-i müslime mevlidinnebî gecesi ve gününü evini ihya etmek, izhar-ı ferah ve sürur eylemek lazımdır. Şöyleki : Evini her gün ve her vakitten ziyade olarak tathîr ve tanzif ve güzel kokular ile ta’tîr eoerek kanâdil ve kavânis ile  tezyin eder ve en güzel libasını giyer ve efrad-ı ailesini mümkün olduğu kadar giydirir, bu suretle bütün aileyi cem’ eder. Menkıbe-i seadeti tezkir ve hikaye eder, mevlid-i seadeti mutlaka okumak şart değildir.

Veladet-i seniyye deki vekâyi’ ve hadisat-ı (azîmeyi ?) efrad-ı ailesine  ta’lim ve tezkir daha a’la ve eftal olsa gerektir.
Mevlana Celaleddin-i Rûmî  kuddise sırrehu mevlid-i seadet menkıbesi  nerede okunur ise  bâis-i def’-i bela olur buyurmuştur.
Sallellahü teala aleyhi ve sellem ümmetine teşri’ etmek için kendi nefislerine salevat ederlerdi.

Hulasa ; Evâil-i islamiyyette müslümanların ekabir ve ağniyası mevlid gece ve gündüzlerinde büyük ve meşru’ cem’iyyetler yaparlar, evlerinde sofralar açarlar, komşu ve muhibbaân, fukara mesâkîni it’âm ederlerdi. Bağdat ta; mevlid-i seadet geceleri sabaha kadar menkıbe-i veladet tezkir edilir, aynı zamanda o mecliste nargile de içilir, mecme’i fudalâ ve ulema olan böyle bir memlekette bu şekilde kabîh bir bid’atın devamının sebebini (99)bu hale vakıf bir zattan sual ettiğimde şöyle bir cevap vermiştir: İki bid’at varki bir türlü kaldırılamıyor, birisi tütün ve nargile ve diğeride matemlerdir.

Mevlid-i nnebî sallellahü aleyhi ve sellemin dünyayı teşrif ettikleri gece leyle-i kadr den efdaltir. Çünkü: Aleyhisselatü vesselamın zuhuru kadir gecesinin vukû’una sebep olmuştur. Kadir gecesi ise kendisine verilen bir hediyyedir. Elbette kendisi kendisine verilen hediylyeden daha eşreftir.

Kadir gecesinin şerefi melâikenin rûy-i arz a  nüzûlü keyfiyyetindendir. Elbette Cebrail aleyhisselam da  dahil olmak üzere bütün meleklerden eftaldir. Halbuki veladet-i seniyyede Hazret-i Muhammed sallellahü sallallahü aleyhi ve sellem dünyayı şereflendirmiştir, ve bu cihetle mevlid-i nnebî gecesi kadir den eftaldir.
Fakat Allahü a’lem bu yalnız veladet-i seniyye gecesine  mahsustur. Tekrarlarında (Diğerlerinde ?) bu fadl olmasa gerektir.

Sellellahü teala aleyhi ve sellem hazretlerine  Kur’an-ı Azîmüşşan nazil olmuştur. Kendileri peygamber olduktan sonra on sene Mekke de ve on üç sene de  Medine de  ikamet buyurmuşlardır.
Taraf-ı ilâhîden tebliğ buyurulan ibâdâtın en efdali namaz ve zekattır.
Mekke de şeref nâzil olan suver ve âyât-ı celile, tevhîd-i bârî ve yevm-i nüşûra –kıyamet gününe- ve tasdîk-i risalet-i seniyye ye dair ahkamı muhtevîdir. Medine de nazil olan suver-i celile ve âyât-ı fürkâniyye, cihad, teşri’ (100)adl, hac, fazl-ı ahkamı hakkındadır.

Sallellahü teala aleyhi ve sellem hazretlerinden iki türlü  kemâlât-ı aliyye mevcuttur.Biri, bila ihtiyar vehbî ve cibillî dir. Diğeri ihtiyarî ve kesbî olan kemâlât-ı aliyyeleri idi.

Cibillî olan kemalat/ı aliyye, tekarrüb-ü ilallah derecesi, hılkat-i aliyyeleri hadd-i kemaldedir. Teala ve tekaddes kendilerini, bütün kemalat-ı beşeriyye ve aliyye ile mütehallî kılmışlardır.

Bütün evsâf-ı aliyyeleri hadd-i kemaldedir. Bütün beşerin, enbiya ve mürselîn in ve melâike nin ukûlü bir yere toplansa sallellahü teala aleyhi ve sellemin aklına nisbetle bir kum tanesinin kum deryalarına niesbeti gibidir.
Şifâ-i Şerif te beyan olunduğu üzere, bütün havâss ve kavâssı mükemmel idi. Gözleri en uzak yerlerdeki  küçük zerrâtı bile görürdü. Son derece cedîdünnazar idiler. Kulakları günlerce uzak mesafede bulunan en ufak harekatı işitirdi. O derece cihaz-ı semi’leri kuvvetlidir. A’sâbı, son derece kuvvetli ve  hadd-i kemal de dir. Kuvve-i bâhiyyeleri de  hadd-i kemalde ve fukahadadır. Harekat ve sekenatı, şirbi ve ekli  ve her hususu ve her husustaki adet-i seniyyeleri i’tidâl-i tâm halinde idi. Ahlak-ı müktesebeleri ve huluk-u aliyyeleri bütün alemin, yâr ve ağyarın, âmm ve hâssın, ğanî ve fakirin, hulasa bütün alemin taht ve tasdîk ve kemalinde dir ki, din, ilim, sabr, şükr, adl, zühd, takva ve tevazu’dur.

Tebliğ ettikleri din, oruç, zekat, abdest, gusül gibi  makbul ef’aldir. (101) İlim; ilmi bütün mevcûdât alimlerinin mecmûunun fevkindedir.
Sabır ; keza o nisbettedir.
Hulasa ; Bütün evsaf-ı aliyyeleri son derece yüksektir.
Tevazu’ ; O derece de idi ki bir Yehudi Hane-i seadette misafir olmuş, yattığı yeri her nasılsa pislemiş, erkenden evden çıkmış, aleyhissalatü vesselam kalkınca yatakta o pisliği görmüşler ve kimseye haber vermeden orasını temizlemişlerdir.

Veladet-i seniyyede hevatif-i ğaybiyye, Hazret-i Amine ye ve bütün hayvanat, cemadat ve nebatat lisan-ı halleri ile  yek diğerine kudûm-u âlî-i Resûlü müjdelemişlerdir.
Ya Amine binti Veheb büşrâki.. .. Yâ Amine  sana müjdeler, büşralar, afiyetler olsun.
Veladet-i Seniyye de  Şems-i Nûr-u Muhammedî tulu’ ve büruz etmiştir ve o vakitten beri  bin üç yüz küsur sene  geçmiştir.

Hakk-ı âlîlerinde “İnnâ erselnâke şâhiden ve mübeşşiren ve nezîrâ ve râ’iyen ilellahi ve resûlihî ve sirâcen münîrâ.. ..” vasf-ı celîl-i âlîsi (natûkunca ?) : Nûr-u Muhammedî nin tulu’ ve bürûzu, cehl ve zallâm-ı alemi nurlandırmış, beşerin taassup ve ceberut zincirlerini kırmış, cihana hakîkî bir İslam medeniyeti kurmuş ve bütün kâşâne saadet ve feyz neşr ve izafe etmiştir.

İla yevmil kıyame neşr-i nur devam edecektir.  Ve minellahittevfîk
(102)Bilahere Yehudi temizlemek için eve avdetinde sallellahü aleyhi ve sellemin tevazuundan rikkate gelmiş ve şeref-i islam ile müşerref olmuştur. Sübhanallah
Afüv, cûd, şecaat, haya, mürüvvet, vakar, hüsn-ü edep ve hüsn-ü muaşeret... hulkları hadd-i münteha ve evc-i kemaldedir.

Hulasa i’tibariyle  hasenül hulk idiler. Hasen sıfat-ı müşebbehe dir. Huyun güzelliği kemalinde ve mübalağa ile  devam edecektir manasını tazammun eder.
Hulasatül hulasa : Huluk-u Muhammedî sallellahü aleyhi ve sellem evc-i münteha ve kemaldedir. Bizim ukûlumuz nâkıstır. Kâmili idrak ve ihata edemez.

Şân-ı âlîlerinde “inneke  leala hulukin azîm “ buyurulmuştur. Tahkîken habibim huluk-u azîm üzeresin ferman-ı celili şerefvarid olmuştur. Hazret-i Aişe radıyallahü teala anhâ dan huluk-u azîm in ne olduğu sorulmuş, huluk-u azîm Kur’an dır cevabını vermiştir.

Kur’an-ı azîmüşşan ne ise neyi emrediyorsa o Muhammed sallellahü aleyhi ve sellemdedir. Kur’anın fehvasına razıdır. Demek (fakîr sübhanellahil azim ve yessir lena şefaati habibel kerim) diye niyaz ederim. Ömer ibn-i Fariz, İmam-ı Busayrîi gibi  âşikân ve muhibbân-i resul, ma’den-i feyz ve kemal olan evsaf-ı Muhammediyyeyi kasâid-i belîğa ile  terennüm ve tefevvüh etmişlerdir.
                                          ---------  -  -  -------------
Tekrar X işaretlenmiş yerden okumağa devam edile
(103)Îşân kuddise sırrehûnun 1351 senesi Ramazan-ı şerifini müeakip Hazreti-i Halid Eba Eyyüb el ensârî  radıyallahü anh in Eyüp camii şerifinde Cuma namazını edadan sonra takrir buyurdukları Suretül Vakıa tefsir-i şerifi
Bismillahirrahmanirrahim 
İzâ vekaal vâkıatü,  leyse livak’atüihâ kâzibetün,.
Kıyamet hadisesi vâki olunca ki vukûunda bir yalancı bulunmayacaktır, yahut kıyamet olunca ki olacağında şüphe yoktur ve hiçbir ferd o vakit yalandır diyemeyecek. O Allah alçaltacak, yükseltecek.
Kıyametin vukûunda hiçbir kimsenin inkara mecali kalmayacaktır veya... o zamanı hatırla ki  vuku’ bulmasında yalan yoktur, kati’yyül vuku’ dur, mü’min cennete çıkacak... kafir cehenneme düşecek... alt üst, üst alt olacak.
Hâfidatün râfiatün, izâ  rüccetilardu reccen
O kimini alçaltacak kimini yükseltecek, alt üst, üst alt olacak
Kendisine mahsus sarsıntı ile yer şiddetle sarsıldığı zaman.

(104)İnsanlar sınûf-ı selasedir.
1- Bütün peygamberân ve bunların ashabı.... ebrâr-ı sâlihîn bunlar sâbikûn-u evvelîn dir.
2- Enbiyâ-yı sâlifîn, kitapları nesh olunmadan evvel iman edenler ile  ümmet-i Muhammed in ümmet icabeti yani mü’min olanları bunlarda Ashâb-ı yemîn, kıymetlidirler –hasenatı seyyiatlarına galip olanlar
3- Kafirler, küfür üzerine ölenler. Bunlarda ashâb-ı Meş’eme, şeametlidirler
Defter-i a’malleri sağ ellerine verilenler, defter-i a’mali sol ellerine verilenler  evvelkilerin şanları ta’zim, ikincilerin halini tahkîr için Kur’an-ı Kerim istifham halinde şerefvârid olmuştur. Bahtiyarlık ve rüsvaylık hususlarında sâmii taaccübe düşürmük için
Ve küntüm ezvâcen selâseten,  feashâbül meymeneti ma ashâbülmeymeneti
Alemde üç sınıf olduğunuz gibi  yine üç sınıf olacaksınız
Yümn sahibi kıymetli olan kimseler o ashâbül yemîne(elemlerdir ?) buyurulacak.

Üç mertebe-i hakikat vardır :
 l- İlmel yakîn; görerek müşahede ile  olan ilim,  
2- Hakkal yakin; aynel yakin terfi  ede ede hakkal yakin olur.
3- Aynel yakin; ilmel yakin terfi ede ede aynel yakin olur.

(105)Ve ashâbül meş’emeti ma ashabül meş’emeti
Şeametli olanlar, ve o şeametliler, kimlerdir küfür ve isyana mülazim ve müdavim olanlardır ki  hazelânde dirler. Hâzil, her ne istedi ise elde edemeyene denir.
Hilkat-i beşerden beri Allahü a’lem  313 bin sene güzerân eylemiştir. Sallellahü teala aleyhi ve sellem gelinceye kadar 124 bin peygamber gelmiştir. Bunlardan 313 peygamberin kitabı vardır, diğerleri ma kabillerinin şeriatı ile  âmil olmuştur.

Vessâbikûnessâbikûne ülâikel mukarrebûne
Sâbikûn, sabikun ileri ileri gidenler doğrudan doğruya dâhil-i cinan olanlar hasır ma’nasını ifade eder, hemen ancak kurb-u ma’nevi ile mukarreb olanlar, zât-ı ilâhî ye ait bir kurbette dirler.  Onlar Kurb-u ilahide dirler. Mukarrebun ism-i mef’ul sîkasıdır yaklaştırılmıştır.
Fî Cennâtinneîmi, sülletün minel evveline, ve kalîlün minel âhirîne
Cennet ni’metlerindedirler. Ümem-i sâlifeden bir cemaat-i azîme ahırında ya’ni Ümmet-i Muhammetten daha az bir kısım (106)ümem-i salife kemmiyyet itibariyle çoktur. Çünkü 124 bin peygamber gelmiştir. Her iki peygamber arasında lâekal bin sene geçmiştir. Bu zaman zarfında geçen ümem-i salife mü’minlerinin adeden çoktur. 
(Mahir hiçbir kitaba müracaat etmeden mes’eleyi halleden müşfik, usanmayan.
Mü’minlerin taht-ı nikahında olan mü’mine kadınları, Hak celle hazretleri ahirette yekdiğerine tezvîç buyurak.
Ala sürürin mevdûnetin, müttekiîne aleyha mütekâbilîn.
Serirler, tahtlar kürsiler üzerinde o serirler üzerinde arkalarına yaslanmış zevceleriyle karşı karşıya olan lezzet ve naîm içinde
Müşebbek yani serirler üzerinde teşbik edilmiş –birbirlerine dolanıp örülmüş- teller ve tığlar ile bölünmüş ve bölmelerin aralarında enva’-ı cevâhir ile işlenmiş ve süslenmiş işte buhal, dünyadaki a’mâl-i sâlihalarına bede Hak celle ve ala mazarratlarının kendilerine  ihsanıdır.
Dünyada a’mâl-i salihaları sebebiyle cennette bunlara genç ve bedî’ul endam hâdimler daima aralarında terekküb ve intizara mahal bırakmaksızın hizmet-i müheyya olarak daima dolaşarak ellerindeki (ke’ves ?) ebârîk ile  şarab-ı ilâhî yi iskâ edeceklerdir.
(107)Yetûfü aleyhim vildanün muhalledûne, bi ekvâbin ve ebârîka ve ke’sin min me’înin.
Genç hâdimler aralarında hizmete müheyya olarak daima dolaşırlar.
Ekzikli ve emziksiz ibrik, kadh ile terhik-i muayyenden memzûç şarap-ı halis ile  iskâ olunurlar.
Şarab-ı hakîkî olan muhabbetullah ekvâb ve ebârîk ile içenler yani maârif-i ilahiyyeye mazhar/-ı tevfîk olanlar öldükleri vakit ebedî hayata dahil olurlar. Ve bu sebeple ilelebed hay dirler. Bu sırra mazhar olamayanlardır ki ölüdürler.
Âlem ; biri âlem-i ulvâ gökler.. ecrâm diğeri âlem-i süflâ dırlar. Ve muhteviyatı, bütün kainat bu iki mecmu’ dan olmuştur.
Yağmur ; insan ve hayvanatın rızkını semadan indirir bu sebeple yağmura rahmet-i ilahiyye denir. Bârân-ı rahmetin her bir tanesi hayvan ve insanın rızıklarının tohumudur. Hayvanat, nebatat, fevâkih, ezhâr ve reyâhîn rahmetten gıda alırlar. Yağmur taneleri izn-i hüda ile müsait yerlerde enbata hizmet eder. Keza bütün cemâdât ta semadan nüzul eden rahmetten ve şevâhik-i cibâlde muhtebis ve mahfuz olan kıymettar taşlar yağmur tanelerinin uzun seneler durmasından, tereşşübünden hasıl olur. İnci de denize düşen damlalardan hasıl olur ve bir nevi hayvanın karnına intikal eder. Hülasa yağmur taneleri 24 bin senede altun, 16 bin senede (108)gümüş olur. Ve bütün mücevheratta ve bütün cemadat tedric ile  tabakat-ı arzda yağmur tanelerinin teressübünden hasıl olur.
(İstidrad ; Îşan kuddise sırrehu diğer bir dersinde de  nüzul eden yağmur tanelerinin her birinde bir rızk-ı ma’nevi mevcuttur. Müvekkil bir melekle bu rızk-ı ma’neviyi insan, hayvan kime tahsis edilmiş ise  o insan ve hayvana îsâl eder diye buyurmuştur.)
La yüsaddeûne anhâ vela  yünzifûn  ve fâkihetin mimmâ yetehayyerûn
O şarap baş ağrısı vermez. Sekri müteâkip gelen (rehavet ?), nezf-i inkıta’ zevk yoktur.

Fakihlerden arzu ve ihtiyar ettiklerinden istediklerinden mütene’im olacaklardır.
O şaraplardan husule gelen zevk ve lezzetler ne baş ağrısı verir ve ne de acîp ve arsızlığı mûcep haller husule getirir (nezîf : kuvvetsiz kalmak ma’nasına)
Ve lahmi tayrin mimma yeştehun ve hûrin în keemsalilülüilmeknûn
Kuş etlerinden iştiha ve arzu ettiklerini, havada uçan kuşlar saf ve temiz şeyler yedikleri için etleri gayet leziz olur. Bârî teala vetekaddes hûri’în kara gözlü (cemîlât ?) ile  merzuk kılacaktır. O hûril’îynler emsal-i lü’lüi meknundur. Sarrafında saklanmış inci taneleri gibi  masûndur. (109)

Et’ame (yiyecekler )  üç nev’i dir : 
1- Teğaddî ki takviye-i vücut içindir. (Vücudu beslemek, idame-i hayat içindir)
2- Def-i maraz, iade-i sıhhat içindir. Edviye ve muâlecat gibi.
3- Telezzüz ve zevk içindir.  Et’ame-i cennet –Cennet yiyecekleri- telezzüz içindir.
Cezâen bima kânû ya’lemûne  lâ yesmeûne fîhâ leğven velâ te’sîmâ
Dünyada işledikleri a’mâl-i sâliha hasebiyle bu ihsanlara nail olmuşlardır Şol fen ve adetler sebebiyle  i’tikatta i’vicâc olmadığı gibi  a’malin de halis olmasından Cennette o ni’metler ile  mütene’im olanlar daim lağv verici sözler işitmeyeceklerdir. Mâlâya’ni ve dipsiz sözler işitmeyeceklerdir.

İllâ kîlen selamen selama ve ashabülyemini ma ashabülyemin.
Ancak meleklerden selam ve selamet/-i ilahi haberlerini, müjdelerini işiteceklerdir. Ashab-ı yemîn, ümem-i sabikadan bir kısım ve  ümmet-/i muhammetten bir kısım, şol kıymetlilerdir ki ne iyi haldedirler. O ashab-ı yemîne ikram olunmuştur.

(110)Mü’min olarak vefat edenler ruhlarını Cebrail aleyhisselam 7 bin melek ile  istikbal ederek makâmât-ı âliyye ye îsâl edecektir.
Fî sidrin mahdûdin ve talhin mendûdin ve zıllin memdûdin ve mâin meskûbin
Bir nevi ağaç ki dikenli ve dikensiz olur. Dikensiz ağaçların gölgesi altında oldukları halde (mütğim ?) olacaklardır.
Esfelden a’laya kadar meyve ile  acip ağaçların altında olarak
Memdud gölgelerki tekallus ve teğaddî yoktur
Saf ve temiz bir su ki  dünyadaki sulara benzemez. Dünyadaki sular başka bir hadiseye tabidir.
Bunlar dünyada ibadet ve taate mülazim ve müdavim idiler
Ve fâkihetin kesîretin lâ maktûatin vela memnûatin
Fâkihe-meyve- kesîre ile  merzuk olacaklardır Fâkihe-i kesîreden ruh, ceset mütelezziz ve merzuk olacaktır.
Fakiheler kesilmez yani yaz ve kış arası gibi kesilmez daima vardır.
O fakihelerden kimse  men olunmayacaktır yani bunlar senindir benimdir gibi kayıt yoktur.
Hulasa : Lutfu hak (çok?) olan niam-i ilahiyyeden bütün mü’minler (mütteğim?) olacaklardır. Tefavüt yoktur-Tefavüt :  de kişinin tercih manalarında- (111)telezzüz ve tezevvük edilen şey fâkihe dir.
(Kadınlar camiye gelmekten men edilemez. Ancak erkek ile ihtilat ve temas etmemeleri lazımdır)
Îşân kuddise sırrehu evlendiğim vakit aileni camiye gönderme diye emir buyurmuştur
Râkımülhuruf –
Erkan-ı sitte-i İslamı îfâ eden ve namusunu muhafaza eden kadınlar ki sâlihât-ı nisvân dırlar
Ve füruşin merfûatin innâ enşe’nahünne inşaen
Fers, cem’i firâs sergiler döşeğededeniyor ref olunmak ferraşlarda
O kadınlardar enşâ ve bedi’ ile îcad ve inşâ ettik- îlâ tarîkıyle değil- yani doğurmak suretiyle değil Neş’e-i uhreviyyede ğılmân ve havârî inşâ tarîkıyledir Çünkü îlâdı olunca müzahrefât ve sair dünya mülevvesatını hâmil olması lazım bu yoktur.
Fecealnâhünne ebkâren uruben etrâben liashâbilyemîni

Biz onları neş’e-i uhrada bakir olarak halk ettik Bu ümmetin nikahında vefat eden kadınmarı neş’e-i uhrada zevce olacaklardır.
Kendilerini her hangi bir haliyle kocalarına sevdiren zevcelerin merbut kadınlar
İşte bu ni’metler ashab-ı yemin, ebrâr-ı muhsinîn içindir Ahkam-ı sitte-i islamiyyeyi mücmelen ve mufassalan mu’tekid ve bu suretle âmil olanlar
(112)etrâb : 33 yaşında hâl-i zindegî daim olacak bir surette
Sülletün minel evvelîn ve sülletün minel âhirîn
Ümem-i salifeden büyük bir kısmı keza ümmet-i merhumeden büyük bir cemaat
Ümem-i salifenin mü’min olanları ve bu ümmetin geçmişleri ile kıyamete kadar elâ mâşâallah devam edecek kısmı
-16 milyer ebrâr-ı müslimîn ve mü’min geçmiştir.
Ve ashâbüşşimâli mâ ashâbüşşimal fî semûmin ve hamîmin
Solda şekavette şeâmette olanlar o ashâb-ı şimal ki  bilmezsin ne haldedir
Semûm-pek ziyade sıcak- hava ki kılların altındaki  mesâmâta, deliklere kadar nüfuz edecek bir hararet içindedirler
Ashâb-ı şimay i’tikadları ve fena amelleri sebebiyle öyle fena bir haldedirler ki sen bilmezsin
Hırkat-yangın- ve hararetin nihayetsiz ve hesap edilemeyecek hadd-i müntehası demektir ki muhalleddir, azabı dâimî dir Azap görecek vücut eriyip mahv olmayacak, bâkî kalacak ve azabı duyacaktır.
Hal-i hayatta kafir olanlar ile mü’min olupta kafir olarak ölenler bu semûm ve hamîm sıcak kaynar su manasında- cehennemîlerin hararetinden hasıl olmuş bir mâyi’ dir ki  bizim bildiğimiz hararetin son haddindedir. İçince bağırsaklar kevrulur. O nisbette de kokusu pek kerihtir.
İşte bu azab neş’e-i evveldeki –dünyadaki- halleri ve amelleri sebebiyledir. Dünyadaki taamların lezzetini hasta olanlar bilemezler. Ma’nen hasta olanlar da  (113)neûzübillah maârif-i hakékıyyeyi tadamazlar.
Ve zıllin min yahmûmin lâ bâridin velâ kerîmin
Cehennem dumanından mürekkep bulutlar saldırır bir halde olan nâr-ı cehîm
Ne bâriddir ve nede faidesi vardır. Şekavet hallerinden böyle âkıbete ma’ruz kalacaklardır. 
Şekâvet, seadetin nakîsıdır.
Kur’an-ı kerimde zikrolunan şakî ; zalim, facir... elh kelimeler ile kafir manasınadır.
İnnehüm kânû kable zâlike mütrefîne ve kânû yüsırrûn
Bunlar neş’e-i evvelde-dünyada-müreffeh bir halde idiler yaşayışları yerinde idi
Cennet-i azîme musır ? idiler yani kemâl-i ilâhîyi inkar etmek akîdeyi hâlisayı bozmada devamlı idiler, ısrarlı idiler.
Adedin nihayeti yoktur, ma’dûm un nihayeti vardır. –ma’dum yok olan- a’dâdın nihayetini getirmek mümkün değildir. Azab-ı cehennem de o suretle nihayetsizdir. Niam-i ilahiyyenin müntehası yoktur.
Alel hınsil azîm ve kânû yekûlûne eizâ mitnâ
Cenab-ı hakkın büyüklüğünü tanımayan (cehennem-i) ? azîmdedir
Bizleri öldükten, çürüdükten, kemiklerimiz
Ve künnâ türâben ve ızâmen einnâ lemeb’ûsûne eveâbâünel evvelûn
Toprak olduktan sonra ba’s olunacağız, bizlermi dirileceğiz dediler. Yoksa evvelki geçmiş, ölmüş,çürümüş olan dedelerimiz ecdadımız mı dirilecek derlerdi.
Kul innel evvelîne vel âhirîn Le mecmûûne ilâ mîkâti yevmin ma’lûm
Habibim söyle evveliniz ve âhırınız ya’ni evvel geçenler, gelecekler
Ma’lum olan günün muayyen olan zamanında toplanırlar Mîkât:Kıyamet gününde yevm-i ma’lumda
Sümme inneküm eyyüheddâllûnelmükezzibûn

Sonra sizler, ey mükezzibler, ey münafıklar –münafıklar- ey dalalete gitmiş olanlar, yollarını sapıtmış olanlar
(115) Leâkilûne min şecerin min zekkûmin femâliûne minhelbütûn
Muhakkak olarak zakkum ağacının meyvesinden yiyeceksiniz. Hayat-ı dünyayı sevdiğiniz için zakkum... fareye müşabih kerîhüşşekl bir meyve ağacı
Karınlarınızı bu zakkum ile dolduracak ve şişireceksiniz.
Feşâribûne aleyhi minel hamîmi Feşâribûne şirbelhîmi
Bunun üzerine bu şişirdiğiniz karınlarınıza cehennemin hararetinden, rutubetinden hasıl olmuş acı, fena kokulu hamîmi içeceksiniz.
Şarabı hîm gibi içeceksiniz ve karınlarınız şişecek çölde susuzluğa ma’ruz kalan develer gibi veya develere ârız olan bir nevi’ hastalık ki deve su içmeye başlayınca bir daha bırakmıyor, bétâb kalıncaya kadar içiyor, ba’zanda su yüzünden helak oluyor.
Hâzâ nüzülühüm yevmeddîni Nehnü halaknâküm felevlâ tüsaddikûn
Yevmüddinde –kıyamet gününde- sizin nüzülünüz budur yani size iyilik ikram bu olacaktır.
Biz sizi halk ettik niçin tasdik etmiyorsunuz, evvel ne idin.. kimden nereden geldin
(116)Kıyamete, yevm-i itâat olduğundan yevm-i dînî denilmiştir.
Misafire gelir gelmez hemen ikram olunan şeye nüzül derler
Efereeytüm mâtümnûne eentüm tahlikûnehû em nahnülhâlikûn
Görmüyormusunuz akıttığınız, def’ ettiğiniz meniye ne dersiniz
O meniden insanı sizmi halk ediyorsunuz
Eczalarını yani meni olmadan evvelki inkılablarındaki hallerini eczalarını toplayan sizmisiniz
Bunları sizmi yapıyorsunuz, o insana kûnâkûn isti’dadı veren sizmisiniz, yoksa bunları cem eden, insanı o sıfat-ı garîbe ve acîbe ile  halk ve ibda’ eden bizmiyiz
-Meni hadd-i zatında ne bevle ve hatta dene fudalâta benzemez Çünkü bunlardı bulunan hâssalardan mahrumdur. Bunun için mâ-i mühîn ?  denilmiştir.
Nahnü kaddernâ beynekümülmevte vemâ nühnü bimesbûkîne
(117)Alâ en nübeddile  emsâleküm ve nünşieküm fî mâlâta’lemûne
Biz sizi götürüp emsalinizi getirmeye muktediriz. Nasılki eslâfınız, ölmüş, geçmiş ve unutulmuş ise öylece emsalinizi getiririz.Sizi inşâ ederiz, izhar ederiz. Sizin bilmediğiniz şeyden sizi sizi izhar ederiz, yani hangi mahallin suyundan ve nebâtâtından, hangi havadan halk olunduğunuzu bilmezsiniz
Velekad alimtümünneş’etelûlâ felevlâ tezekkerûn
Siz neş’e-i ùlâ yı yani dünyadaki hayatı bilirsiniz Niçin kudretimizi düşünmüyorsunuz, tezekkür etmiyorsunuz?
Eferaeytüm mâ tahrüsûne eentüm tezreûne em nahnüzzâriûn
Hılkat-i ûlâyı, tanıttığınız hububat tanelerini niçin düşünmezsiniz, şahit ittihaz etmezsiniz?
Aktiklerinize ne dersiniz, onları bitiren sizmisiniz yoksa bizmiyiz?
O hui-bûbâtı yerden bitiren, çıkartan sizmisiniz yoksa bizmi onları meydana getiriyoruz.
Lev neşâü lecealnâhü hutâmen fezaltüm tefekkehûn
Eğer isteseydik, dileseydik, o ektiklerinizi bir saman kırıntısı gibi (118)zayıf yapar sizde donakalırdınız
Kudret-i fatıra taalluk etmezse kuraklık veya şu veya bu sebeple ekinler kurur, zayıf kalır ve bir saman parçasından ibaret (kadir ?) bir hal alır, o zaman elleriniz böğrünüzde kalır biz bu kadar borca giriftar olduk elimize bir şey geçmedi, üstelik yiyecekten de mahrum kaldık diye mütehayyir kalırsınız.
İnnel muğremûne  bel nahnü mahrûmûne efereeytümülmâe
Biz borca giriftar olduk
Geçinecekten de mahrum kaldık
İçtiğiniz suları
Ellezî teşrebûne eentüm enzeltümûhü minel müzni
Görmüyormusunuz  bu suya ne dersiniz
Bu suları 
Bulutlardan sizmi
Em nahnül münzilûne Lev neşâü lecealnâhü ücâcen
İndiriyorsunuz, yoksa yoksa bizmi inzal ediyoruz-pınarlardan çıkartıyoruz
Eğer biz isteseydik o suları acı, içmeye gayrı salih kılardık
(119)Felevlâ teşkürûne efereeytümünnârelletî tûrûne
O halde niçin şükretmiyorsunuz 
Çaktığınız, yaktığınız ateşe ne dersiniz
E entüm enşe’tüm şeceretehâ em nahnül münşiûne
Onun o ateşin ağacını yaratan sizmisiniz? Yoksa bizmiyiz bunu inşâ ediyoruz---- sahifeye müracaat
Feemmâ in kâne minel mukarrebîne fe ravhün ve reyhânün
Eğer o ölen, cen veren sâbikûndan, mukarrebîn-i ilâhîden ise
Rahat güzel bir rızık, yahut güzel kokular, çiçekler cemâl-i ilâhî yi müşahede ni’met ve cennetü neîmin ve emmâ in kâne min eshâbilyemîni
Ni’meti boldur mebzûl-i cennet enva’ ve kûnâkûn niam-i ilâhiyye
Eğer o ölü ashâb-ı yemîn den ise ..mü’minînden ise ..evvel gidenler tarafından kendisine selam gelir- selâm-ı ilâhî sana olsun denir-
(120)Feselâmün leke min eshâbilyemîni
Ashâb-ı yemînden sana selam olsun denir. Selam ve selamet sana olsun.. diye müjdeler, haberler verilir.
Ve immâ in kâne minel mükezzibîneddâllîne
Eğer o ölü Kur’anı, Muhammed i yalan sayanlardan ise , sapıklardan ise 
Fe nüzülün min hamîmin ve tesliyetü cehîmin
Ona onlara ilk ikram cehennemîlerin terlerinden hasıl olan cehîm dir.
Sonra da gideceği yer cehennemdir. Cehîm ikramından sonrada cehenneme atılır.
Hamîm; cehennemin hararet ve rutubetinden, cehennem ehlinin terlerinden hasıl olmuş ateşin bir mâyi’i dir ki.. gayet kerih kokusu vardır Bu hamîm dünyaya çıksa kokusunun fenalığından insanlar helak olur.Fesübhânellâhil azîm
İnne hâzâ lehüve hakkulyakîni Fesebbih bismi rabbikel azîmi
Bu beyânât şüphe yoktur ki  doğrudur. O halde artık azîm olan birisinin ismini tenzîh et, takdîs et.
(121)Nahnü cealnâhâ tezkireten ve metâan lil mugvîn
Bu ağaçları biz inşa ettik, bu ağaçları müzekkire kıldık.. Kalp gözü olanlara ibret, nümûne kıldık, bâis-i menfaat olarak inşa ettik. Tezkireten, müzekkir ve vâiz kıldık. İ’tikadı kavî olanlara. İ’tikadı kavi olmayanlara bir şey değildir.
Fesebbih bismi rabbikel azîm felâuksimü bimevâki’innücûm
Büyük, azîm olan Allah’ın ismini takdîs et ve tenzih et
Öyle değildir. Onların dediği gibi değildir –(kamerde ?) haçet yoktur- Mevâkı’innücûm kasem ederim veya nücûm ayetleri dir ki kısım kısım nazil olmuştur
(mikyas ?) erbab-ı irfan, ashab-ı kiram radıyallahü teala anhüm ki bunlar mevâkı’innücûm dur
O halde levh-i mahfuz, ilm-i ilâhî, mevâkı’innücum parça parça olduğu gibi ayet-i kerimelerde böyle parça parça ve kısım kısım olarak gelmiştir.
Tevrat, incil hey’et-i mecmuasıyla hep birden nüzul etmiştir. Diğer sahifeler de keza öyledir. Halbuki bunlardan büyük olanlar da vardı.
Ümmet-i Muhammed e merhameten hıfzı kolay olmak için her vâkıaya göre zaman zaman nâzil olmuştur.
Cebrail aleyhisseleam, vahiy getirdiği zaman Resul-i ekrem sallellahü aleyhi veselleme, Levh-i mahfûz un falan sahifesinden ve suresindendir diye söylerdi, sallellahü teala aleyhi vesellem de  ashaba emreder o suretle hıfz ve zabt edilirdi. Mevcut olan Kur’an-ı kerim (122)Levh-i mahfuzda bulunan Kur’an ın aynı şekil ve suret-i tertibindedir.
Ve innehû lekasemün lev ta’lemûne azûm
Peygamberin okuduğu Kur’an, kasemdir. Bilseniz bu kasem ne büyük kasemdir. Kur’an-ı kerim.. ilm-i ilâhîde ma’lum olduğu halde hey’et-i hazırasıyla bir Leyle-i Kadir de Levh-i Mahfûz’a  nazil olmuştur.
Kur’an-ı Kerim in iki tertibi vardır: biri ilm-i ilahide hali.. biri de Levh-i Mahfuz dan, Cebrail aleyhisselam vasıtasıyla peygambere vahyolan ve ta’lîm-i Peygamberî üzerine ashab tarafından zabt ve cem edilen şekl-i hazırı.
İnnehû lekur’ânün kerîmün fî kitabin meknûnin
Cevab-ı kasemdir. Kelamın büyüklüğünün kuvveti için. O resulün getirdiği okuduğu kesrünnef’ velbereketi kur’andır. Fevâidi âlemşümuldür
O kur’an bir kitab-ı meknûn dur. Bir kitab-ı mahfûzdadır.
Lâ yemessühû illel mutahherûn tenzîlün min rabbilâlemîn
Bu kitab-ı kerîmi, ancak  mutahhar olanlar lems ve mes –(---?) ve dokunmak- ederler.
Zîrâ rabbbülâlemînden münzeldir. Hâlık-ı kainet tarafından gelmiştir.

(123)Kur’an-ı kerimi fısk ve fücurdan ârî ve tâhir olanlar mes edebilir. Cünüb ve abdestsiz olanlar mes edemez. Veye levh-i mahfuzda ona melâike-i mutahhirîn muttali’ olabilir.
Her vakit abdestli olmak mümkün olmadığından dua makamında Kur’anı abdestsiz olarak okumak caizdir.
İmam-ı Malik hazretlerine göre Kur’an-ı kerim bir sandık veya çantada olsa  abdestsiz olarak dokunulamaz. O derecede hürmete layıktır.
Efebihâzel hadîsi entüm müdhinûn ve tec’alûne
Ya siz bu sözümü hakir görüyorsunuz, müdahene ediyorsunuz
Yalan add
Rızkaküm enneküm tükezzibûne felevla iza beleğati
Ekmeğimi, kendinize rızık yapıyorsunuz, yani Kur’andaki payınız, nasibiniz yalnız yalan addetmekten ibarettir.
Ruh hulkuma gelince muktedir iseniz
Elhulkûme ve entüm hîneizin tenzurûne
Gözünüzle gördüğünüz halde ellerinden bir şey gelmiyor. Böyle bir Allah celle celalühu (124)ile mukabele etmeye muktedir olamazsınız... elinizden gelmez
Ve nahnü akrebü ileyhi minküm velakin la tübsirûne
Halbuki sizden ziyade akrabalarınıza biz, yakınız.. lakin siz görmüyorsunuz, bilmiyorsunuz.
Ölümü çevirinde, ona ceza verilmesin.. o halde kul olmayınız, onu yapamazsınız. Elinizden gelmez.. O halde ceza da göreceksiniz
Felevlâ inküntüm ğayre medînîne terciûneha in küntüm sâdikîne
Eğer ceza görmiyecek iseniz
Müddeânızda-da’vanızda- doğru iseniz..döndürmiyorszunuz, yine onun canını döndürmiyorsunuz.

X sahifenin işaretli yerine avdet ile okuna.
Kur’an ilm-i ilâhîde mevcut demek, sanki bir mi’mar, bir mühendisin zihninde ma’lumat-ı mübadere- zuhur edici ve hâdis olan- vaktaki bir plana bir şekle inkilab eder ve resm olundukta.. İşte mühendis zihnindeki ma’lumat gibi  ilm-i ilâhî.. Levh-i Mahfûz dur.

Ma’lum olduğu üzere Kur’an-ı kerim lüzum ve ihtiyaca göre, vekâyi’ ve hâdisâte (125)göre, zaman zemen ve ayet ayet, kısım kısım olarak nüzul etti. Vefat-ı resule sallellahü aleyhi vesellem yakın inzal keyfiyeti hitam buldu. Emr-i peygamberî ile hayatında iken bütün kurâlar-kur’an-ı hıfz etmiş olanlar- ta’lîm-i nebevî ile  hıfz ettiler. Vaktaki islamiyyet tevsi’ etti bütün ashab etrafa yayıldı ve İmam-ı Ebubekir radıyallahü anhın zamanında bütün sahâbî olan kurâ cem olundu ittifak ile Kur’an-ı Kerim şekl-i hâzır üzere cem ve telkîn edildi ve yazıldı.

Cehennem azabı vasfedildiği şekilde şedîd olunca.. nasıl oluyor da azab-ı temâdî-devam ediyor- ediyor, insan yanıp kül olmuyor diye düşünürlerse: Vücûd-u kemâl-i kudret-i ilâhiyye ile  dî olarak kalıyor ve azabı daima  hiss ediyor ve tadıyor zaruridir... Cehennemde ilk tadılacak azab-ı elîm.. daima bâkî olarak kalacaktır. Cehennemde silsileler, zincirler.. selâsil vardır. Bu selâsil- zincirler halkalar- âleme çıksa ve bir dağa konse hararetinden şiddetinden derhal o dağı eritir.

Hulasa: Cenab-ı Bârî celle celalühu Kur’an-ı keriminde kerrâ ile  azab-ı ilâhî yi  beyan buyurduğu için azab-ı ebedî olarak tadılacak, ânen feânen tezâyüd edecektir.

(126)Suretülvâkıa nın havâssı:
Bu sûre-i celileyi her akşam yatsıdan evvel veya sonra müstehirren –devamlı- okumak sünnet-i seniyye dir.
Bu suretle okuyan fakr ve fâkaya ma’ruz kalmaz. Dikkat edilecekt bir şey vardır ki o da niyyet-i halisa ile ve mahzâ sünnet-i seniyye-i resule  ittiba etmiş olmak için kırâati devam etmelidir.

                           ------------------------------

                 İstiğfar
İstiğfar: Allah tan günahların setredilmesini talep etmek demektir.
İstiğfar üç türlüdür:
1- İstiğfâr-ı kavlî dir ki lisanile, “yarabbi benim günahlarımı ört” demektir.
2- İstiğfar-ı fi’lî dir ki  ef’âli ile günahların setrini talep etmektir. Mesela teheccüd namazını kılmak gibi.
3- İstiğfar-ı İsti’dâdî dir ki çocuğun valide rahminde cisminin teşekkül edip ruh nefhine müstaid olması gibi.  Kur’an-ı kerimde zikrolunan istiğfar ikinci kısım istiğfardır.

 Revnak-ı şer’-i Muhammed seyyidim Taha meded
Gönlü gülzâr Ahmed seyyidim Taha meded               gönül: kanca manasına

(127)Rabıta mevzuunda:
Rabıtaya ehil üç kişi olsaydı bu fenalıklar zuhuretmezdi.
Vaki’ bir sual karşısında i’timad eden bana rabıta yapabilir diye buyurmuşlardır.

Bayezid camii şerifi ndeki ders münasebetiyle
 Îşân kuddise sırrehu mezkur camii şerifte Kadı Beydavi  tefsirini  takip ederdi. Bu dersin hastalığı sebebiyle  inkıtâ’ına tekaddüm eden derslerde kürsiden : 
Bütün islam alemindeki  memleketlerin isimlerini söyleyerek ne Irak, ne Suriye, ne Mısır ve nede Fas, Tunus ve sair islam memleketlerinde Hind kıt’ası hariç olmak üzere bu dersin bir eşi yoktur diye mealen buyurmuşlardır.
Bu dersin inkıtâından sonra bir muhib hane-i seadetinde ehibbâ ile sohbet ederken efendim şimdi camiler bana karanlık geliyor, camiye girince sıkılıyor ve dışarı çıkmak istiyorum diye  nefsinden vaki’ şikayetinde îşan kuddise sırrehu mealen, senin gördüğün karanlık Bayezid camiindeki dersin inkıtâı te’siriyledir. Bu camideki bu dersin özü yalnız Bayezid camiinin değil  bütün camileri tenvir ederdi şimdi bu nur sönünce bütün camiler karanlıkta kaldı cevabını vermişlerdir.
(128)Gene aynı muhib zat anlatıyor ; bir gün âşân ile birlikte hane-i seadetinden Eyüp’e gitmek üzere yokuştan inerken mezar taşlarındaki latin yazısını göstererek bunu yazanlardır diye  buyurmuştur. Ve kabir sahiplerinin de evvelce vasıyyet ederek aynı hükme girmemeleri lüzumunu belirtmişlerdir.

Merhum Eyüplü hafız Hüseyin efendi tekkelerin kapandıktan sonra âşân kuddise sırrehu ya  efendim tekkeler kapatıldı şimdi evliya nereden yetişecek diye vâki’ sualine : Şimdi namaz kılanlar zamanın evliyasıdır cevabını vermişlerdir.

(Hemen Cenab-ı Hak cümlemizi namaz kılanlar vasfına layık göre)

Bu münasebetle buyurmuşlardır ki :
Eğer tekkeler kapanmasaydı buradan Vilayet-i Muhammed e sallellahü aleyhi vesellem vâsıl birkaç zat çıkardı.

Şeriat mevzuunda: 
Şeriat üç cüzden ibarettir : Bilmek, işlemek, her ikisinde ihlas ile  muttasıf olmaktır.
Dünya ve ahiret (hayrı.?) şeriatta mahzun ve mahfî dir. Baki ne var ise  şeriatın gayrısıdır, a’râz-ı nefsaniyyedir.
Nefis cenab-ı hakkın adüv  ve düşmanıdır. Maraz-ı ilâhî nefsin mebğûzudur ki şeriattan ibarettir.
Şeriatın maklûbu arş tır. Zahirde şeriattan i’raz arş dan i’raz dır.  (129)Arşdan i’razın manası ehl-i irfana ma’lumdur. Şeriatın zahiri fetvadır. Şer’in bâtını takvadır. Sahib-i risalet sallellahü aleyhi vesellem, azimet ve takva cihetinden Bilal radıyallahü anhe yarım ekmek zahîreyi iddiâra cevaz verdi.

Demek oluyorki : Erbab-ı tarikat azimet ve takva ile  me’ûf, sair nas ruhsat ve fetva ile  me’nûs olmaları münasip görülmüştür.

Buyurmuşlardır ki  : Eğer bir kimse ulûm-u evvelîn ve âhirîni cem etmiş olsa âhır nefesinde o ilim, (cümle ?) ma’lumatı ile  levh-i müdrikesinden silinip mahv olur, yani zâil olur.
Hak celle ve alâya âgahlık ise  yani zikrin husûliyle meleke hasıl etmiş ise nefs-i ahirinde destgîri olarak o bâkî kalır. Bu hal ganimettir. Birkaç gün bir köşede bir köşede oturup çalışarak bir meleke hasıl etmek lazımdır.

Zâyi’in bulunması:
Ca’ferin yüzük taşı elinden düşerek Dicle nehrinde zâyi olur. Hemen zâyi’ât mücerrebi olan –tecrübeli- duayı okur aradığı evrakı içinde bulur.
(130)Dua budur : Yâ câmiannâsi liyevmin lâraybefîhi icma’ aleyye dâlletî.
Bu duadan evvel üç kerre vedduhâ sure-i şerifesini okumalıdır.
Nusret efendi risalesinden: Yâ câmiannâsi liyevmin lâraybefîhi İnnellâhe lâ yühlifülmîâd Ürdüd aleyye dâlletî diye muharrerdir. Mücerrebdir.
                                   ------------------------
Tâife aleyh hakkında: Her kelamın bir cemali vardır. Kelamın cemali şudur ki  müstemi’ini müsta’menden ala
Söze cemal vermez meğerki ehlullah kelamı ola.
Bu tarîkten murad oldir ki : Gönül dâim zevk ve lezzet ile hak tealadan âgah ola. Bidayette bu hal münasip ameller ile  kesbedilir. Lakin nihayette kesbin medhali kalmaz.  
Bu ma’na müntehînin meleke-i nefsi olup ona malik olur. İşte bizim bidayetimiz, diğerlerinin intihasıdır dedikleri budur.
İnsanın kıymeti onun müdrikesi bu taife-i aliyyenin hakâikini anladığıkadardır.
Büyüklere mülazemet ile  iki şeye inayet edilir: (131)Birisi her ne yazarsa derya-yı dilinden çıkmış olur. Natıka olarak zuhur eder. İkincisi her ne der ise makbul olur yani müessir olur.

Hatm-i hâcegan ve rabıta ve muhabbet hakkında bir zatın mektubuna cevap.
Çok zamandır sizi düşünür ahvalinizi sormak isterdim. Fakat mevâni’-i haylûleti, bu maksada vüsûlü vardırmadı. Nâgehânı çok müştakı olduğum mektub-u âlînizi aldım. Afiyet ve sıhhat-i âlîlerine delalet ettiğinden bâis-i sürur ve ferah oldu. Hususiyle şu zamanda hiçbir yerde kalmamış olan hatm-i hâcegânın devamı bizi  ğarîk-i bahr-i hasret etti. Bir ateşten bir şerare dahi kalmış olsa ümit kesilmez. İnşaallah bu nâire-i aşk ve muhabbet oradan o şerareden bir daha yanar.

Biraderim; sizin için resul sallellahü teala aleyhi vesellemin hal ve şanından bir üsve-i hasene vardır. (üsve, iktida, ittiba uymak manasına) Ashab-ı kiram rıdvanullahi teala aleyhim ecmaîn ulûm-u zâhire ve usul ve âdâb-ı bâtıniyyeyi resulüllah sallellahü vesellemden  ahz ve telakki buyurmuşlardır. Gerek kâilen ve gerek  fi’len ve gerekse hâlen olsun cümle kemâlât, sohbet ve müdavemet ve mülarefet ve muhabbet ve iktida ile husul bulmuştur.

Ashab-ı Kiram rıdvanullahi teala aleyhim ecmaîn den birisi buyurmuştur ki: Bize ya’ni cemaat-i sahabeye resulüllah sallelahü aleyhi vesellem her şeyi, ya’ni kemâlât-ı (132)zahire ve batıniyye ve seadet-i dünyeviyye ve dîniyye yi ta’lim buyurmuşlardır. Mü’min-i sadık-ı ekâbirînden birisinin hüküm ve intisabı dairesine dahil olup onunla sohbet-i sûriyye ve ma’neviyye de ya’ni rabıtasında bulunup âdâbıyla (şu..?) rab oldukça bir çıranın bir çıradan iktisab olunması gibi  bâtından bâtına müstefîde bir hal sirayet eder. Tedrîcen terakki eder ve kemâlâta erişir. O zat meâlin kelamı müstefîz ve müstefîdin batınını telkîh eder. Sohbet ve sema’-ı müteâl vasıtasıyla  mü’min-i sadıka îsâl için nefâis-i ahval, o zatın makâlât-ı âliyye ve kelimât-ı kâmilesine vedîa bırakılmıştır.

Kendi nefsini (bir berz ki .?) hasretmiş ve orada senden insilah itmiş ve o büyüge nefsinin ihtiyarının terkiyle fânî olmuş kimseden gayrıya bu hal nasip ve müyesser değildir.

Te’lîf-i ilâhî ve teysîr-i rabbânî ile sâip ve meshûbun arasındaki taharet-i fıtriyye ve nisbet-i rûhiyye arasında bir imtizac ve rabıta hasıl olur. Bu hal ile teeddüb devam ettikçe sâhibin meshûba ihtiyarının terki, hak celle ve alânın ihtiyarına terk etmek derecesine  irtikâ eder. O makamda ondan telakki ve fehmeylediği hak celle ve alâdan fehmeder. Bu makamın bâis-i vesîlesi sohbet ve mülazemettir. Sohbet ve mülazemet imkan harici olursa mükâtebe ve muhabere de  o hizmeti îfâ edebilir.

(133) (....azîm.?) Her kimi ki  bunlar kabul etmişlerdir çok nadir vâki’ olur ki ondan el çekip terk edeler. Her ne kadar ahkâm-ı nefs  ve hevâ galebesine binaen daireden kenara düşerse de  yine onu merkeze çekerler.

Şeriat, Tarikat ve Hakikat
Hakikat; şeriattan ibarettir. Hakikat şeriattan cüdâ değildir. Tarikat saliki hakikata îsâl eden yoldan ibarettir. Tarikat, şeriat ve hakikata mübâyin bir şey değildir. Hakikat şeriatın ile tahakkukundan evvel hasıl olan ancak sûret-i şeriattır.
Hakikat şeriatın husûlü, itmi’nân-ı nefs ve derece-i vilayete vusûl makamındadır.
Derece-i vilayete vusûlden ve itmi’nan-ı nefsin husûlünden evvel sûret-i şeriattır.
İman dahi;  suret-i iman ve hakikat- imandan ibarettir. İtmi’nan-ı nefsden evvel sûret-i iman, itmi’nân-ı nefsden sonra hakikat-i iman hasıl olur.
Ancak bu maksad-ı âlîye vusûl için bir sefer lazımdır, seferde bir mebde’ ve bir vasıta lazımdır.
Mebde’-i sefer ki –suret-i iman ki-  ehlisünnet velcemaat mezhebine muvafık akîde-i kelamiyyedir. Ve suret-i şeriattır ki (134)mezahib-i erbaa-i mu’tebereye tevfîk-i a’maldir.
Vasıta-i vusûl ise  diğer bir mektubumda zikrettiğim tarâik tir.  (vs .?) bundan fazla ve buna mübâyin olanlar bid’at ve nifaktır. Sûret-i iman, mutlakıyyet ile  terettüb eden şeriatın ahkam-ı sûriyyesi  dir ki  ahkam-ı dünyeviyyedir.

Ahkam-ı uhreviyye meşiyyet-i ilahiyye de kalır.
Kale aleyhissalatü vesselam (Ümirtü en ükâtilennâse hattâ kâlû lailahe illellah ve izâ kâlûhâ asamû minnî dimâühüm ve emvâlühüm ve innemâ hisâbühüm i’ndellahi
Îmân-ı hakîkiyye terettüp eden, ahkam-ı hakîkille-i şer’iyye dir ki  cennât-ı âliyye ye dühuldür. Belki (innellahe cennetehû lâfîhâ hûrün vela kusûrün vela cenânün vela aselün vela lebenün bel yenzurû ilâ vechillâhi teala) hadis-i şerif muktezasınca hakikat cennete dühuldür
İnnellahe teala “vücûhün yevmeizin nâzıretün ilâ rabbihâ nâzıretün” bu cennete îman-ı hakîkî sahibinden mâadâ her ne dahil olursa hatta melek vesair cismaniyyât dahi olursa muhterik olur.

Kâle fî hadîs-i kudsî (lev keşefet sebehâtün vechî ve celâlî lahteraka küllü mâ yentehî ilâ basarî) sübehâttan maksat nikâb-ı celal dir.
Kâle Cibrîl aleyhisselam “lev denevtü e’letün lehterikatü ve kema kâlû leyse fiddîni gayrullah”
Îmân-ı sûrî; zevalden masûn ve mahfuz değildir.
(135)Îmân-ı hakîkî; zevalden masûn ve mahfuzdur. İlâ mâşâallah
Hakkekanellahü teala bi hakîkatil îmâni ve veffekanâ alâ tahsîl-i  hakîkatişşerîfe bi husnittemessüki bi tarîkati sâdâtinelkirâm bisadakati habîbihî ve resûlihî seyyidinel enâmi aleyhi ve alâ âlihî ve sahbihî efdalüssalati vesselam
                          -----------------------
           Tevbe ve tekarrüb-ü ilallah a vusûl hakkında

Miralay 
Hilmi beye:

Yazının indimde çok kıymetli olduğundan buraya dercettim.
Dîn-i islamda tevbeden daha mühim ve ziyade müşkil bir ibadet yoktur.

Tevbenin birinci rüknü; nedamettir Ciddî nidamet; mühlik-i azîmeyi intac etmiş ihtiyârî bir kabahatten daha büyük bir pişmânlık ve nedamet hissi duymaktır.

İkinci rüknü; bir daha o cürme avdet etmemek azminde bulunmak ciddî ve hakîkî bir azim ve o azimde temekkün ve metanet etmek.

Tevbenin üçüncü rüknü;  mahzâ hak tealanın hakk-ı rubûbiyyetini eda etmek, ne dünyevî ve ne de  uhrevî bir maksat için olmamak. Bu her üç rükün tedrîcî hus150l bulur. Def’aten olmaz ve kudret dahilindeki meâsî de olur.

Kudretin haricinde hiçbir kimse mükellef değildir. Bu mezkûrâtı (136)pis nazarda bulundurmak sühuleti intac eder.

Tekarrüb-ü ilâhî ye sebep-i hakîkî;  teveccüh-ü kalbî nin Allahü teala ya  olmasıdır. Onun dahi esbâb-ı muhassılası onu tezekkür etmek, her umûrunda onu der hâtır etmek ve evâmirîne bikaderil imkan imtisal ve nevâhîden ictinab ile  olur.

Bunu teysîr ve teshîl eden onun ism-i celîlinin kesret ve zikridir.
Veyahut onun mukarreblerinin semâlarını hatırlamaktır. Ona rabıta tesmiye etmişlerdir.
Bu vazifenin en ehemmi ve es’abı ve müşkili ve nâfi’i budur.
Bu da mürûr-u zamanla devam ve müdavemet ile  hasıl olur.
İşrette şerefe kadeh kaldırmak küfürdür.
Üç sağîre günah aralarında keffareti mûcep bir hal olmaksızın -tevbe, sadaka  tesbih gibi- ictima’ ederse günah-ı kebîre ye  dahil olurlar.
-Îşân kuddise sırrehu bunu söyledikten sonra keşke söylemeseydim dediler.
Bir kış günü zamanının şöhretlilerinden biri ziyaretlerine gelerek âdâb-ı ziyareti yaptıktan sonra efendim; ben bir tefsir yazdım getireyim de  tedkik buyurun deyince, îşân kuddise sırrehu hiddetle tefsir yazmak kim biz kimiz getirirsen yanan sobayı işaretle, şu sobaya atar yakarım buyurdular.

(137) Dert ve bela; kemend-i mahbub dur.
-Hadis-i şerif : elfirârü mimmâ lâyutak min sünenil mürselîn
-Meâl-i şerifi ; takat getirilemeyen şeyleri terk –terk- etmek, fitne ve fesat bulunan yerden hicret etmek peygamberlerin adetidir.

(Bu hususta İmam-ı Rabbani nin mektubatının 2. cild sahife 85 nci mektupta tafsilat vardır)
-Her şeyden ileride, önde bulunmak tehlikelidir. Ticaret, ziraat ve me’muriyyet gibi
-Hüsn-ü muaşeret, güzel arkadaşlık düşmanlığı giderir, atar. Kim ki güler yüzlü ve yumuşak sözlüdür, onun ahlakı da güzeldir.
-Mürtedler, bildiklerini iddia ettikleri fennin de cahilleridir.
-Mürtedler sabaha kadar hayırlı bir işin zuhuru için konuşsalar, tahakkukunda o iş şer olarak zuhur eder.

-Mürtedler bir şer – şer işin zuhurunu temenni etseler o şer iş kendiliğinden tahakkuk eder. (Îşân  mürtedler derken ervâh-ı habîse diye ilave etmiştir.)
-Bir ramazan-ı şerif günü mu’tadları vechile namaz vaktinden evvel Bayezid Camiine teşriflerinde kürsü dibinde otururlarken hünkar mahfili altından zamanın meşhur bir hafızı yüksek sesle okuduğu kur’an karşısında “ kur’an-ı kerim böyle yüksek sesle okunmak için mi  inzal edildi” diye buyurdular.
-Evlendiğin vakit aileni camiye gönderme diye emir buyurdular –râkımülhuruf-

(138) Hatime
Uzun senelerdir ehas ve âmâlim olarak Seyyid Abdulhakîmül Ervâsî kuddise sırrehu nun gerek cevâmi’-i şerifede ve gerekse sohbet-i âlîlerinde bazı ehibba tarafından toplanan ve yazılan takrîr-i âlîlerinin mühim bir kısmını evahir ömrümde lilhamd ve minneh üç defter halinde toplamak ve yazmak mümkün oldu. 
Menkıbe-i âlîlerini toplayarak yazmak ta maksat ve emelim olduğu bu güne kadar maalesef mümkün olamadı.

Bu münasebetle:
Burada bizzat şahidi olduğum bir hali yazmamı muvafık gördüm. 
Şöyleki: Bayezid Camii şerifindeki Kadı Beydâvî tefsirinin –rahatsızlıkları sebebiyle- inkıtâ’ından sonra kendilerini ziyarete gittiğimde 8-10 ehibba ile  şadırvan yanında sohbet ederken görerek icabeden merasim-i edebi îfâ ile kendilerini dinlerken ehibbadan bir zat geldi. O da elini öperek bir kenara oturduktan bir müddet sonra bir sırasını getirerek efendim: Bana bir hal ârız oldu. Cevâmi’i şerîfe bana karanlık geliyor, hangi camiye girersem sıkılıyorum, dışarıya çıkmak istiyorum diye  nefsinden vaki’ şikayete Îşân kuddise sırrehu: Senin gördüğün zulümat, Bayezid camiindeki dersin inkıtâıyla nurunun sönmüş olmasıdır. O dersin nuru yalnız o camii değil bütün camileri tenvir ediyordu. O nur sönünce bütün camiler zulmette kaldı cevabını verdiler.
Acizane kanaatim oldur ki : O nurun sönmesiyle yalnız İstanbul camileri değil, üç ma’lum mescid-i şerif müstesna bütün dünya (139)camileri karanlıkta kaldı.

Çünkü müşarün ileyh kuddise sırrehu nun buyurduğu vechile: 
-Bu derslerin sonlarında- bu dersin bir mislini- bütün islam ülkelerinin isimlerini sayarak Hind kıt’ası müstesna olarak hiçbir yerde bulamazsınız hükmü belirtilen söze bir hüccettir.
Bu vesile ile bir hâtime-i hüsn ve müjde-i azîm olarak şu mühim hususu da belirtmek isterim.
“El mer’u mea men ehabbe” hadis-i şerifindeki sırrın âşân kuddise sırrehu nun bütün dost ve muhibleri hakkında tecelli etmiş olmasıdır.

                        15 Rabı’ul evvel sene 1404
                  Elfakîr pür taksîr bende-i Îşân 1983
                                    Ahmed Nureddin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder