Gıybet etmek
Dedikodu yapanın sözü kabûl edilmez
Mektûbât-ı Ma'sûmiyye 2.cild, 123. mektûb. Bu mektûb, hakîkatler menba'ı yüksek oğulları Şeyh Ebûl Kasım'a gönderilmiş olup dostların kusûrlarını afv ve dedikodu yapanı dinlemekten men' etmektedir:
Allahu teâlâya hamd olsun! Sevdiği, seçtiği kullarına selâm olsun! Kıymetli mektûbunuz geldi. Bizi çok sevindirdiniz. Huzûr ve safâ hâsıl olduğunu yazıyorsunuz. Ne iyi haber! Fitne ateşi ne kadar söner, bastırılırsa, o kadar iyidir. Dostlarından, sevdiklerinden insanlık icâbı bir kusûr, sevgiye uymıyan, ters düşen bir şey meydana gelirse, bağışlamalı, iyi taraflarını görmelidir.
Mısra':
Mert isen, kötülük yapana, iyilik yap.
Derler ki, bir kimse, bir kimsenin yanında, bir kimsenin bir kötülüğünden bahsetmiş. "Biz, bize iyiliğine bakarız; iyiliği kötülüğünden fazla ise, iyiliklerini alır, kötülüklerini geçeriz. Nitekim Efendi de kölesine böyledir. O hâlde kul kula karşı nasıl olmalıdır!" demiştir. Yazıyorsunuz ki, bazı sâlihler, bazı haberler getirdi. Hüsn-i zan gereği sözlerine inandım. Bu yüzden kalbim ağırlandı. Deriz ki, ilim sâhibinin böyle söylemesi, hayret vericidir. Onların sözlerini hüsn-i zanla kabûl etmişsiniz ve hüsn-i zan etmeğe lâyık olan diğer tarafa hüsn-i zan etmemişsiniz. Dedikodu yapanın sözü kabûl edilmez,red edilir. Kenz-ül hafi kitabında diyor ki:
Halid bin Sinân: "Dedikoduyu kabûl etmek, dedikodudan daha kötüdür". Çünkü dedikodu, delâlet, işâret; kabûl ise, icâzet ve tasdîktir. Bir şeye delâlet eden ile onu kabûllenip, hükmeden bir değildir. O hâlde dedikodu yapanın azâbı, sadece dedikodusudur. Eğer doğru ise ayıblamasında, bir kimsenin gizli bir şeyini ortaya dökmek, hürmetini gidermek, nâmusuyla oynamak vardır. Yalan ise Allahu teâlâya karşı gelmek, yalan ve iftira söz ile şeytana uymak vardır. Sana bir kimse gelip, filân kimse, senin hakkında şöyle şöyle dedi, senin için şöyle şöyle yaptı dese, senin üzerine altı şey vâcib olur:
1- Tasdîk etmemelisin, ya'nî doğruluğuna inanmamalısın. Çünkü nemmâm, ya'nî dedikodu yapanın şâhidliği, İslâmda merdûddur. Allahu teâlâ Hücûrât sûresi altıncı âyetinde:
"Ey îmân edenler, eğer size bir fâsık, bir haber getirirse, onu araştırın, (doğruluğunu anlayıncaya kadar tahkîk edin). Değilse, bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da, yaptığınıza pişman olursunuz" buyuruyor.
2- Dedikodu yapanı men ediniz. Çünkü dedikodu yapmak münkerdir. Kötü işdir. Münkerden nehy ise vâcibdir. Allahu teâlâ Âl-i İmrân sûresi yüzonuncu âyetinde:
"Ey Muhammed aleyhisselâmın ümmeti! Siz beşeriyyet içim meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emr eder, fenalıktan alıkorsunuz ve Allaha îmânınızda devâm edersiniz!" buyuruyor.
3- Dedikodu edene, söz taşıyana, getirip götürene, ALLAH için kızmalısın. Çünkü o âsîdir, günâhkârdır, fâsıktır. Günâhkâra buğz ise vâcibdir.
4- Yanında olmıyan din kardeşine, onun sözü ile sû-i zan etmemelisin. Çünkü Müslümana sû-i zan haramdır. Haramdan sakınmak ise vâcibdir.
5- Dedikodu yapanın sözüne bakıp, tecessüs etmemeli, araştırmamalıdır. Çünkü Allahu teâlâ tecessüsü nehy ediyor ve Hücûrat sûresi onikinci âyetinde:
"Ey îmân edenler, zannın birçoğundan sakının, çünkü zannın bir kısmı günâhdır. [Müslümanların ayıb ve kusurlarını] araştırmayın..." buyuruyor.
6- Bu dedikoducunun yaptığını, beğenmediğin şeyi sen yapma. Âlimlerden biri buyurdu: " Bu zamanda günâhtan kurtulmak ve din kardeşleri ile kardeşliğinin devâmını istiyen, kendini hâkim yapsın, hâkimler gibi hükmetsin. Bir kimse hakkında, tek bir kimsenin sözünü kabûl etmeyip, birden çok şâhid olmayınca ve şâhidler âdil olmayınca, bir kimsenin sözünü tasdîk etmesin".
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Mü'min olmıyanlar *(dedikodu)* yaparlar, mü’min ve sâlihler ise *(duâ)* ederler. Aradaki farka bakın. Elhamdülillah, biz dedikodu etmeyiz, buna tenezzül eylemeyiz.
Harâma yanaşmayız, müslümânlara hayır duâ ederiz. Bütün insanların hidâyeti için duâ ederiz.
Rabb-i teâlânın sıfatları çok. Bâzı kullarına *(Hâdî)* ismiyle tecellî etmiş, bâzı kullarına da *(Mudil)* ismiyle tecellî etmiş. Cenâb-ı Hakkın ef’âlinden suâl olunmaz.
Şuna inanırız ki, cenâb-ı Hak *(Hakîm)* dir, yâni hikmet sâhibidir. Her fi’linde bir hikmet vardır. Nitekim Kur’ân-ı kerimde;
*(Ben mahlûklarımı abes olarak yaratmadım. Boş, fâidesiz, lüzûmsuz olarak yaratmadım)* buyuruyor. Kâinatta yarattığı her zerrenin, kullarına fâidesi vardır.
İşte bâzı kullarına *(hâdî)* ismiyle tecellî etmiş, yâni onlara hidâyet nasîb etmiş, bunları kendi hizmetinde kullanıyor.
Ötekilere de *(mudil)* sıfatıyla tecellî etmiş. Bunlar da dalâletdedirler. Bunun için yıkıcıdırlar, bölücüdürler.
Elhamdülillah, Rabbimiz bize *(doğru yolu)* nasîb etmiş. Elhamdülilah, Rabbimiz bizi mes’ûd ve bahtiyâr kullarından eylemiş.
Allahü teâlânın *(hâdî)* sıfatı ile doğru yola, yâni hidâyete kavuşan, diğer insanların da hidâyeti için uğraşır. Çünkü artık, o büyük bir ni’mete kavuşmuşdur.
Diğer insanların da hidâyete gelmesini ister. Dolayısıyla hâdî sıfatına kavuşan, hidâyete eren, mutlaka başkalarının da hidâyete gelmesi, yâni *(Ehl-i sünnet)* olması için uğraşır.
Bu hizmeti yapmazsa ne olur? O ni’met elinden alınır. Çünkü âhirette herkese; *(Din için, islâmiyet için ne yapdın?)* diye soracaklar efendim.
*(Şeref-ül mekân bil mekîn)* buyuruluyor. Yâni bir yerin mübârek olması demek, içindekilerin mübârek olması demekdir. Bir yerin içinde olanlar mübârekse, o yer de mübârekdir.
Kâfirlerin, fâsıkların bulunduğu yer mübârek olamaz. Sâlihlerin, mücâhidlerin bulunduğu yer mübârekdir. Meselâ burası, *(mübârek)* bir yerdir. Niçin?
Çünkü burada müslümânlar *(ibâdet)* ediyorlar, *(cihâd)* ediyorlar, yâni *(emr-i mâruf)* yapıyorlar. Cihâd etmek, harbetmek değildir, harb etmeği hükümet yapar kardeşim.
Gıybet kanser gibidir
Gıybet kanser gibidir. Zinadan daha büyük günahtır. En kolay işlenen çok büyük günahtır. Gıybet aileyi parçalar, toplumu çökertir, cemiyeti felakete götürür. Çünkü kolay işlenen bir günahtır
Enver Ören ''Rahmetullahi Aleyh''
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Ben eğer *Efendi* hazretlerini görmeseydim, ya *Kör* idim, ya da *Şaşı*. Kördüm, çünkü *Îmân*’sız olurdum mâzallah. Şaşı idim, çünkü *Bid’at* ehli olurdum.
Yâni *Bozuk* bir yola girer, doğru *Yol*’u bulamazdım efendim. Çünkü bu, öyle *Kolay* bulunabilecek bir şey değil.
Biz, *Îmân*’ımız dâhil, her şeyimizi *Efendi* hazretlerine *Borçlu*’yuz. Çünkü Onu görmeseydik, hiçbir *Şey*’den haberimiz olmıyacakdı.
● ● ●
Bu dünyâ, *Sevgi* üzerine kurulmuşdur. Neden? Çünkü Cenâb-ı Hak, hiç bir şey yaratmadan önce buyurdu ki: *Tanınmayı sevdim!* Bakın, tanınmak istedim değil, tanınmayı *Sevdim*, buyuruyor.
Yâni, kullarım beni *Tanısın* da *Şeref*’lensin istedim Onun için hepinizi *Yaratdım!* Öyle buyuruyor Cenâb-I Hak. O hâlde bu işin temelinde, *Muhabbet* vardır.
Onun için Allahü teâlâ, bütün Peygamberlere bir *İsim* vermişdir, ama bizim Peygamberimiz için *Sevgilim* buyurmuşdur, *Habîbim* demişdir.
Onun için, bir yerde eğer *Sevgi* ve *Muhabbet* yoksa, orda *Geçim* olmaz.
*Eshâb-ı kirâm* aleyhimürrıdvân, hazret-i Peygamberi o kadar seviyorlardı ki, Onun uğrunda *Can*’larını, *Mal*’larını, her *Şey*’lerini *Fedâ* ediyorlardı.
● ● ●
*Gıybet* edilen yere *Lânet* yağar efendim. Lânet yağacağına *Rahmet* yağsın, daha iyi değil mi? *Gıybet* çok kötü birşey. Efendimiz aleyhisselâm;
*El-gıybetü eşeddü minez zinâ!* buyuruyor. Hadîs-i şerîfdir bu. Yâni *Gıybet* etmek, *Zinâ* etmekden daha büyük *Günâh*’dır. Neden?
Çünkü *Kul hakkı* var bir kere. Öteki, *Allah* ile *Kul* arasında olan bir *Günâh*. Tövbe istiğfâr eder, *Afv*’olunur.
Ama *Gıybet*’de, bir de *Kul* hakkı var. gidip bulacaksın, helâlleşeceksin, gönlünü alacaksın. Ya *Ölmüş*’se? Evlâtlarıyla helâlleşsen olmaz, *Para* işi değil çünkü.
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Amân kardeşim, *Gıybet kanser gibidir!* demişdik ya, hattâ çerçeveletip duvarlara asmıştık. Eğer biri size, bir arkadaşı *Kötüler* se, ona hemen *Sus!* deyin, susturun. Yüz şehit *Sevâbı* kazanırsınız.
İnsan öldüğü zaman bir *Hiç* dir kardeşim. *Elbise* si bile kendisine verilmiyor. Bütün nesi varsa, *Vâris* leri paylaşıyor, yâhut *Fakîr fukarâ* ya dağıtılıyor. Yâni hiç birşeyini mezara götüremiyor.
İşte hepimiz görüyoruz, bir *Kefen* le gömülüyor mezarına. Zâten *Câiz* değil efendim. Kabire, *Kefen* den başka şey koymak *Câiz* değil. Dînimiz öyle emrediyor.
*Mü’min*, kabirde uyanınca, kendini *Cennet bahçesinde* bulacak. Bunu, Peygamberimiz bize müjdeliyor. *Mü’minin kabri, Cennetden bir bahçedir!* buyuruyor.
Mü’mine, bundan büyük *Müjde* olur mu? Sonra kabir hayâtı, kâfirlere *Asır* larca sürerken, mü’minler için birkaç *Dakîka* olacak.
İki namaz arasında işlenen küçük *Günâh* ları, Allahü teâlâ *Affediyor* efendim. Namâzın *Kıymet* ini buradan da anlıyabiliriz. Beş vakit namâzını kılan bir *Mü’min* için, ne büyük *Müjde* bu.
Bir hadîs-i şerîfde, Peygamber Efendimiz aleyhisselâm, Eshâbına; *Birinin evi önünde bir nehir olsa, günde beş kere o nehirde yıkansa, üzerinde kir kalır mı?* diye sormuş.
Eshâb-ı kirâm da; *Hayır yâ resûlallah, kalmaz!* demişler. Efendimiz de;
*İşte abdest aldığınız zaman, namaz kıldığınız zaman da, o vakte kadar işlediğiniz günâhlar böyle yıkanır, temizlenir!* buyurmuşlar.
● ● ●
Allahü teâlâ, kendi *Zâtına* yapılan hakâreti affediyor, ama *Habîbi* ne yapılanı, *Sevgili* sine yapılanı affetmiyor. Hazret-i Peygambere yapılanı *Affetmiyor*. Onun için O, her şeyin üstündedir.
Ve Ona zerre kadar benzerlik, *Mutâbaat*, bütün dünyâ ni’metlerinden *Üstün* dür. Bütün âhiret *Zevkleri* nden, hattâ Cennetlerden daha *Kıymetli* dir, çok daha *Makbûl* dür.
Allah indinde *Kıymetli* dir. Ne kıymetlidir? Ona biraz benzemek. Meselâ Ona benzemek için, öğleyin bir miktar uyumak, buna *Kaylûle* deniyor.
Abdest alırken *Misvak* kullanmak, bunun gibi, Ona benzemek için yapılan herşey, böyle çok *Kıymetli* dir kardeşim. Büyük *Seâdet* dir.