İstanbul'da zelzele az olur

Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin torunu olan Seyyid Taha Üçışık amcamız dedesinden naklediyor. Efendi babam Seyyid Abdülhakim Arvasi kuddise sirruh buyuruyor: "İstanbul'da zelzele az olur.Olsa da hasarı az olur."
Not: Yukarıdaki fotoğraf Seyyid Taha Üçışık amcamızın facebookta ki paylaşımının ekran görüntüsüdür.

Kedi sevmek imandandır

Efendimiz salallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:”Kedi sevmek imandandır.”Sahabe-i kiram hikmetini sorduklarında efendimiz salallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:
“Bunu sadece Ebu Hureyre anlar.”

Not: Sahabe-i kirâmın büyüklerinden olan Ebû Hureyre hazretlerinin künyesi olan "Ebû Hureyre", "kedicik babası" demektir. 

Kedicik babası
Ebû Hüreyre hazretleri bir gün kaftanının içinde küçük bir kedi taşıyordu. Resûlullah efendimiz onu gördü. Buyurdu ki:

- Nedir bu?
- Kedicik.

Bunun üzerine Resûlullah efendimiz ona;
- Yâ Ebâ Hüreyre, [ya’nî, Ey kedicik babası] buyurdu.

Ebû Hüreyre bundan sonra bu isimle meşhûr olup, esas ismi unutuldu...

Seyyid Abdurrahim Arvasi hazretleri

Seyyid Ahmet Arvasi hocamızın büyük ceddi Seyyid Abdurrahim Arvasi hazretleri Doğubeyazıd/Ağrı’da medfundur. Çıldıroğullarından İshak Beyin daveti üzerine oraya yerleşmiş gerek irşad gerekse Ehli Sünnet itikadının neşrinde büyük hizmetler yapmıştır. Bir gün sohbet halkasında Şii bir ahundun“ Ne okuyorsunuz?” sualine “Mesnevi”cevabı verildiğinde, ahund Mevlana’yı ve Mesneviyi tahkir edici bir maksatla dinlemeye değmez anlamında “ Meşnevi” dedi. Abdurrahim Arvasi (h.z)Mesneviyi rastgele açmış çıkan ilk beyti İranlı ahunda okutmuştur.
“Mesnevi ra meşnevi mehan
Ey seg-i gürgin bed kerdei”
(Mesneviyi meşnevi diye okuma ey uyuz köpek! Kötü bir iş yaptın) beytini gayrı ihtiyari okuyan ahund ve meclistekiler dehşete düşmüştür. Bilahare Mesnevide bu beytin bulunması için ne kadar çaba sarfedilmiş ise de bu beyte tesadüf edilememiştir. Seyyid Abdurrahim Arvasi hazretlerinin kabri Ahmed-i Hani türbesinin giriş kapısına yakın bir yerdedir.

ŞANSLI / ŞANSSIZ

Buyruldu ki;
"Biz bir bakıma şanslıyız, bir bakıma şanssızız, efendim.
Şanssız olduğumuz taraf; Asr'-ı se'âdetten, tâbiîn, tebe-i tâbiîn zamanlarından, İslâmın parlak olduğu zamanların hepsinden uzak olmamız. Hep bunlar bizim aleyhimize.
Şanslı olduğumuz taraf var. Bütün bunlara rağmen, o büyükleri seviyoruz, onların bütün çalışmalarını haklı, yerinde İslâma hizmet olarak görüyoruz. Bu da elhamdulillah, bu kadar uzun zaman sonra bize nasîb olandır. Bu kadar yıllardan sonra, bu bizim insanlarımıza, nasîb olan bir meziyyettir, efendim. herkeste bu yok."
(Sohbetlerden bir katre)

Aşık ve Maşuk

- Bir gün, Hazret-i İmâm'ın (İmâm-ı Rabbânî kuddise sirruh) iyi talebelerinden biri:

- Bir kitâbda gördüm. Gavsi Rabbâni Şeyh Ebulhasen-i Harkânî (kuddise sirruh) buyurdu ki:

- Her şeyde rahmet vardır. Fakat aşkta rahmet ve merhamet yoktur. Çünkü aşkta hem öldürüyorlar, hem de öldürmenin diyetini istiyorlar.  Bunun manâsı nedir Efendim? diye sordu. Hazret-i İmâm,yataklarında yaslanıyorlardı. Bu sözü duyunca, ızdırabla yataklarından indiler.

Bir müddet murâkabede oturup, sonra orada bulunanlara yüzlerini döndüler. Bu arada, bu âvâre kalbli çaresize hitâb edip, şöyle buyurdular:

Bu söz,ârifin ayn ve eserinin zevâlinden haber veriyor. O hâlin sâhibi,maşuktan dâima rahmet içinde rahmet gördüğü halde, bu şekilde söylüyor. Bu zavallı âşık,bekaya ve maşuka kavuşmak hararetinin,ateşinin çokluğundan,bunları rahmet bilmiyor. Çünkü, muhabbetin öldürdüğünün maşuktan uzak olduğu an maşukun ismini ve mahbûbun makamını duyması bile, onun için rahmettir. Ama o, rahmeti maşuku görmekte biliyor. Rahmet, olmadan önce kurbu rahmet biliyordu, fakat mahbûbun merhametiyle,uzaktan yakına gelince, o yakınlığı merhametsizlik bilip,merhameti maşuku müşâhedede bildi.

Maşukun merhametiyle, müşâhede makamına erişince, ateşi ve harareti, bunu da merhametsizlik bildirip, merhameti, maşukla sarmaş dolaş olmakta bildi. Yine mahbûbun merhameti ile mahbûbla sarmaş dolaş olunca, ateşi ve bitmeyen harareti,bunu da merhametsizlik bildirip, merhameti maşukun aynı olmakta bildi. Maşukun merhameti ile bu da olursa,bu, bir olma ve aynı olmada, diğer mertebeler daha bilip,merhameti onlara kavuşmakta görür. Kendisinde olanı şevkin ve arzunun çokluğundan merhametsizlik biliyor. "Öldürdüklerinden diyet isterler", sözüne gelince, o kendi bilmesiyle,kendini tamamen öldürülmüş buldu ve eserden kalmış olanları yok etme hususundaki soruları, diyet olarak anlıyor. Söylediklerinin hepsini hayretle söylüyor. Fakat her mertebedeki ölümünün, tamam olmadığını, vücûdunda hayattan canlılıktan az bir şey kaldığını bilmiyor. İkinci defa, o kalmış olan azıcık hayatı da sona erdirdikten, öldürdükten sonra, öldürenin nazarında çok daha az ve ince bir hayatın kalmış olduğunu düşünüp, onu da tamamen yok etmeğe uğraşıyor. Burada,öldürenin, ölenden diyet istemesi, ölenin kendisini tamamen öldürene ısmarlaması, teslim etmesi olup, kıl ucu kadar,kendisinde olma hâli görülünce, öldürenin diyet cezasını hatırlatması demektir. Tamamen böyle olduğundan, ne gördüğünden, ne verdiğinden, ne söyleyeyim,nasıl söyleyeyim?

Mısra:

"Kalem buraya geldi ve ucu kırıldı."

Bu ma'nidâr söz üzerine.

- Öldürürler ve ölenden diyet isterler. Yanî ayn ve eserin zevali olan fenâ ile öldürürler ve bununla beraber, kulluk vazifelerini ve şeriatın vazifelerini yine isterler,buyurdular.

Kaynak: Berekât [Zübde-tül Makâmât]
Sahife no: 255-256
Müellif: Muhammed Hâşim Kişmî
Tercüme: Süleyman Kuku  [A. Farûk Meyân]

Maşukların Aşkı ve Âşıkların Aşkı

BEREKET 1

-Hoş ve tatlı bir gecede Mevlânâ'nın (kuddise sirruh) şu iki beytini okudular:

Ma'şuk olanın aşkı örtülü ve gizlidir;
Âşık olanın aşkı,davullu zurnalıdır
Lâkin âşıkın aşkı tenleri eritiyor
Ma'şûkun aşkı ise,hoş ve semiz ediyor.

Bunun üzerine şöyle buyurdular ( İmâm-ı Rabbânî hazretleri ) :

-Maşukların aşkı,yüksek mertebeler itibariyle,âşıkların aşkından,çok ayrıdır. Zira maşukların aşkı,âşıkın zâtınadır. Sıfâtlarından hiçbiri arada yoktur. Âşıkın aşkında ise,maşukun sıfâtları vardır. Âşıkı ancak aşk istilâsının tasarrufunun devamı, maşukun sıfâtlarından  maşukun zâtına götürebilir. Ancak o zaman,âşıkın muhabbbeti,zâti olur ve maşukun âşıka  muhabbeti daha aşağı görünür.

Son zamanlarda Mecnûn Amirîden nakledilenler buna benzer. Yoksa başlangıçta ve ortada âşıkın aşkı,maşukun sıfâtlarına muntazırdır. Yanaktaki sabahata (güzelliğe) endamdaki edaya,tebessümdeki melâhata (manevi ve manalı güzelliğe), sözlerdeki letafete, göz ucundaki naza,yay gibi olan kaşa,zülfün büklüm ve kıvrımlarına ve buna benzer sıfâtlara bakar. Ama maşukun âşıka olan aşkında bunlardan hiç biri bulunmaz.Sonra yine buyurdular: Sıfâtlara olan aşkta rahatsızlık ve değişme zaruridir. Bunun için âşıkın aşkı davullu zurnalıdır.

Zâtın aşkı ise huzur ve temkini icâbettirir. Âşıkın zayıf,maşukun toplu ve şişman olmasının sebebleri, âşıktaki huzursuzluk ve maşuktaki huzurdur. Maşukların aşkının gizli ve örtülü olması da muhabbet-i zâtiyeyi göstermektedir. Çünkü zat,sıfâtlardan ve buna benzerlerden daha gizlidir.

Bu fakîr arzettim ki (Muhammed Hâşim Kişmî hazretleri), maşukun âşığa olan aşkı,maşukun melhuzu (hatıra gelmesi) olacaktır. Çünkü âşık, o mahbubdan değildir ve ona tutkundur. Buyurdular ki, bu mülâhazalar da yok görünüyor ve maşukun muhabbeti hiç bir şeye benzemeyen, hiçbir şekilde, anlatılamayan tarzda görünüyor. Mübarek dillerinden işittiğim burada bitti.

Bu, O Hazret'in "Onları sever, onlar da onu sever" âyeti kerîmesinin rumuzuna, esrarına âid bir tabirleridir, açıklamalarıdır.

Anlayan anladı.

Kaynak: Berekât [Zübde-tül Makâmât]
Sahife no: 254-255
Müellif: Muhammed Hâşim Kişmî
Tercüme: Süleyman Kuku  [A. Farûk Meyân]

Şüphe yoktur ki imam Hüseyin radıyallahü teâlâ anh seyyid-i şühedâdır

Ne gibi hevâ ve hisse terbi olarak yazıldıkları ğayr-ı malûm olan bir takım tarihlerin yazdıkları ve şîaların zehab ve itikadı gibi Hazreti Hüseyin radıyallahü teâlâ anh susuzluk çekmiş, elem ve ızdırap his etmiş değildir. Filhal imam-ı Hüseyin radiyallahü anh ehlini ihata eden Yezid askeri tarafından Kerbelâ’da su yolları kesilmiş idi ise de nar-ı Nemrudu İbrahim aleynisselama gülistan kılan kudret-i yezdan şüphesizdir ki ân-ı şehadeti zülâl ve reyâhîn-i cinan ile iskâ ve ta’tîr etmiştir. Binaenaleyh imam-ı Hüseyin radiyallahü teâlâ anh susuzluk ve atş hissini duymamışlardır. Bilaks naîm ve şerâb-ı ahiretle şîrin mezak olarak revân-ı râkîyi tâir-i illiyyîn olmuştur. Kur’an-ı Kerîm’e, Hazreti Muhammed sallalahü aleyhi ve selleme, kaza ve kader-i ilâhîye ve yevm-i ahirete iman edenlerin imam-ı Hüseyin radiyallahü teâlâ anh hazretlerinin azap ve elem-i atş ile muzdarip olarak şehit olduğuna zâhip olmaları ne doğrudur ne de layıktır. Çünkü Resulûllah sallalahü teâlâ aleyhi ve sellem şüheda yara elem ve ızdırabını çekmez ve hissetmez buyurmuşlardır. Şüphe yoktur ki imam Hüseyin radiyallahü teâlâ anh seyyid-i şühedâdır. Ve hiç bir elem his etmemişlerdir.
(Seyyid Abdülhakim Arvasi kuddise sirruhu)

Kullar Allahu teâlâ ile alışverişte değildir

Efendi Hazretleri dükkânima her gelişte: 
"Hâbil, işlerin nasıl?" derdi.
Ben de “elhamdülillah iyidir”, derdim.
Bir def'a yine sordu.
“Elhamdülillah, çok iyidir”, dedim.
"Ha, işte şimdi oldu. Allahu teâlânın verdiği ve yaptığı çok iyidir. Kullar Onunla alışverişte değiller ki, verdiğine göre değerlendirmek hakları olsun" buyurdu.

CUM’A NEMAZI

Zeyne’l-mecâlisde (isimli kitabta) mezkûr iki hadîsin mazmûmun-ı hümâyûnı (yüksek manası) budur ki;
Bazı melâike Cum’a günlerinde câmi kapularında durub nemaza gelenleri isimleri ile ve geldikleri zamanla birer birer yazub, hatîb minbere (hutbeye) çıkdıkda defterlerin kapayub zikr-i ilâhî istimâ’ iderler (dinlerler).
Cum’a nemazına mu’tad iken (her zaman geldiği halde) gelmeyenleri sorub;
-Filan (kişi) nice oldı, niçün gelmedi? Yâ rabb! Eger marîz (hasta) olduyse şifâ virüb, fakîr olduysa ğınâ (zenginlik) vir, dalâlete düşdiyse hidâyet iyle, vefât itdiyse mağfiret iyle diyu dua iderler.
(Mir’at-ı kâinat)

EL SETTÂRU

Ka’bden (Ka’bul ahbâr “rahmetullahi teala aleyh”) mervîdir ki;
cemî’i mü’mînin (bütün müslümanların) Arş altında misalleri olub, dünyada ibâdete mübaşeret idenin (ibadet etmeye başlayanın) sûreti dahi ana taklîd idüb (ona benzeyip) melâike-i ebrâr ânı görüb ânın için duâ ve istiğfar iderler.
Ma’siyete mübâşeret edenin (günah işlemeye başlayanın, işleyenin) sûreti dahi ol kabîh-i nazîrin işledikde (o müsliman o çirkin günahı işlediğinde) Hazret-i Rabb Settâr-ı Gafûr, melâikeye manzûr olmasun (melekler görmesin) diyu mahz-ı latîfinden (latif bir perde ile) mestûr (örtmek, gizlemek) ider.
(Mir’at-ı kâinat)

SUS!

SUS!

سکوت اللسان سلامة الانسان

Hazret-i Alî “kerremallahu vecheh “

“Dili susarsa kişi selamet bulur”

KÜFR

حب ابی بکر و‌عمر ایمان و 
بغضهما کفر
“Ebûbekr ve Ömer’i (radıyallahu teala anhuma) sevmek iman, onlara düşmanlık küfrdür.
(Hadîs-i şerif)

Anın içün âmme-i ulemâ sebb-i şeyhayn ve buğd-ı şeyhayn yani Ebubekr’e ya Ömer’e (radıyallahu teala anhuma) sebb etmek (sövmek) ya adâvet etmek (düşmanlık etmek) küfr-i sarihtir (açıkça küfürdür) diyu ittifak itmişlerdir.
(Mir’at-ı kâinat)

VÂCİB

حب ابی بکر و شکره واجب علی کل امتی
“Ebubekr’i (radıyallahu teala anh) sevmek ve (ona) teşekkür etmek bütün ümmetimin üzerine vacibdir”
(Hadis-i şerif)

NEMAZDAKİ MELEKLER

Mir’at-ı kâinatta meleklerin nev’ilerinden bahisle yazıyor:
“bir nev’i dahi şunlardır ki; nemazda Kur’ân okuyan bazı mü’minlerin kırâeti halinde (âmin) dirler, bazıları dahi (rabbenâ ve lekel hamd) dirler, bazıları dahi nemaza intizâr üzere olan (nemaz kılmayı arzu ile hazır bekleyen) mü’min içün duâ ve istiğfar iderler.

“Bizim taraf


ÂLİM
“Bizim taraf:
Mevlânâ Hâlid, Seyyîd Tâhâ, Seyyîd Fehîm ve Seyyîd Abdülhakîm Arvasî (kaddesallahu teala esrârehum) dan gelmektedir.
Biz, onların sohbetinde bulunan ve çok istifâde eden, zamanında akranı arasında eşi bulunmayan H. Hilmi Işık Efendiden (rahmetullahi teala aleyh) ne aldıysak aldık.
Yine H. Hilmi Işık Efendi’nin (rahmetullahi teala aleyh) emriyle, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinden (kaddesallahu teala sirreh) gelen diğer bir yol olan:
Muhammed Ma’sûm Müceddîdî, Muhammed Sıbgatullah, Şeyh İsmâil, Gulâm Muhammed Ma’sûm, Şeyh İzzetullah, Meyân Şah Bey, Abdurrahman Yarkent, Gulâm Hüseyin Yarkent, Hacı Hâmid Velî, Hacı Meyân Şah Nüvâz Yarkent, Hacı Abdülhalil Yarkent (kaddesallahu teala esrârehum) hazretlerinden Kayseri ‘de EL ve meşguliyet VAZÎFEsi aldım.”

(Nadir Risaleler IV, Takvâ Yolu, sf 457)