Seyyid Fehîm Arvâsî etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Seyyid Fehîm Arvâsî etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı İlmihal kitapları bir hazinedir

 Evlatlarım, ahir zamanda en büyük tehlike, rastgele kimselerden din öğrenmektir.Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı İlmihal kitapları bir hazinedir ki, kıyamete kadar gelecek insanlara yeter. Ama o hazine, rafta beklemek için değildir. Okumak, öğrenmek ve başkalarına da öğretmek içindir. Nitekim ilaç da, içmek içindir. Köşede beklemek için değildir.Ehl-i sünnet âlimlerinin, Allah için yazdığı ilmihal kitaplarını okuyan, hem dinini doğru öğrenir, hem de kalbi temizlenir.

(Seyyid Fehim Arvasi “kuddise sirruh” hazretleri)

***Cahil din adamlarından din öğrenmeye kalkışan kimse, mâzallah dinden çıkar da haberi bile olmaz.

(Seyyid Abdülhakim-i Arvasi “kuddise sirruh” hazretleri)

Dört şey getirdim

Bu beyitin Şeyh Sa'di Şirâzi hazretlerine ait olduğu rivayeti olduğu gibi anonim olduğu rivayeti de vardır. Seyyid Fehim Arvasi kuddise sirruh hazretleri Nehri'ye mürşidi Seyyid Taha-i Hakkari kuddise sirruh hazretlerini ziyarete gittiği zaman mürşidi seyyid Taha hazretleri hediye olarak bize ne getirdiniz diye sorar. Seyyid Fehim kuddise sirruh ise cevaben bu beyiti söyler. 


Çâr çîz âverdeem şâhâ ki der genc-i tû nîst;

Nistî u hâcet u özr u günâh averdeem.


Mana itibariyle ise şöyledir:

Ey padişah! Dört şey getirdim senin hazinende olmayan:

 (Ki bunlar) yokluk, ihtiyaç, özür ve günah..." ( getirdim )

Aşağıdaki hat ise bunun Fârisi olarak yazılmış hâlidir. Seyyid Abdülhakîm Arvasi hazretlerinin bir müridi tarafından deftere not edilen sohbetlerinin bulunduğu risaleye fotokopi yoluyla konulan bu çerçevedeki yazı ise ( sorup öğrendiğimiz kadarıyla ) Seyyid Abdülhakîm Arvasi ( Üçışık ) kuddise sirruh hazretlerinin el yazısıdır.

Abdülhamid Han'ın Seyyid Fehim Arvâsî hazretlerine hediyye ettiği saat

Sultan Abdülhamid Han'ın Seyyid Fehim Arvâsî hazretlerine hediyye ettiği saat.

"Çektiğimiz sıkıntılar Sultan Abdülaziz'in ahıdır. Sultan Abdülhamid Han'ın ahına daha sıra gelmedi."

(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)


KERÂMET İLE BİTEN HUSÛMET

 Gürpınar’da Muhammed Pirân aşiretinden Alî isminde bir zât, Van’da Hazret-i Şeyh Fehîm Arvâsî (kaddesallahu teala sirreh) hazretlerine intisâb eder. Zahost ismindeki köyünün üstündeki dağda karşısına, vaktiyle hasmı olduğu bir düşmanı çıkar. Alî’yi öldürmek için hemen tüfeğine davranır, nişan alır. Alî;

“Beni öldürme! Hazret-i şeyhe intisab ettim ve dünyanın bütün gâilesinden kesildim”der. Adam vazgeçmez. Tüfeğinde beş mermi olduğu halde ateş eder. Fakat ses duyulmaz. Fişek yuvasına bakar, fişekleri göremez. Şaşırır.

“Şeyhin seni öldürtmez”

der ve gider. Alî efendi bir müddet sonra, ziyaret için Arvâs’a gelir. Sâliklerin hücresinde Hazret-i Şeyh’i ziyaret eder. Hazret-i Şeyh, Alî efendiye;

“Köyün tepesinde çok mu korktun”

buyurur.

“Evet efendim”

der, Alî efendi. Hazret-i Şeyh, postun altından beş adet fişeği çıkarıp verir ve;

“Kul hakkıdır, zimmetimizde kalmasın”

buyurup, fişekleri sahibine vermeği emir buyurur.

Alî efendi bu emâneti sahibine verir. O da tevbe ve istiğfar eder. Arvâs’a gelip ittiba eder.

(Son Halkalar I, sf 106, Süleyman Kuku)

...

Muhabbetten nasibi olanlara bu hadise ne güzel bir derstir!

Ne buyrulmuştu?

“Evliyâullah ehl-i vefâdır”

KEÇİDEKİ BEREKET

 Vaktâ ki, Hazret-i Şeyh beşyüz kadar seveni ve mürîdi ile Gürpınar’ın Harnukân köyündeki mürîdlerinden Hasan ağaya uğrarlar. 

Ev sâhibi Hasan ağa, “koyunlar uzaktadır, mahcub oldum” diye düşünür.

Hazret-i Şeyh, abdest bahânesi ile dışarı çıkar ve Hasan ağaya;

“Şu ayağı kırık keçiyi kes, kâfidir”

buyurur. Hazan ağa;

“Efendim, o keçi, on kişiye yetmez”

der. Hazret-i Şeyh;

“Kes, yetişir, artar bile”

buyurur. Keçi kesilir, etinden bütün müsafir yer, doyar, bitmez. Sonra köylü de yer, yine artar. Hatta, o kalabalık âile on gün daha yer de yine bitmez.

“Bereket budur”

buyururlar.

(Son Halkalar I, sf 108, Süleyman Kuku)

Ben seni evimde soyacağım

“Herkes âlemi, yâni insanları dağda soyuyor, ben seni kapımın önünde, evimde soyacağım. Senden Seyyid Fehîm’i alacağım”buyurdu Seyyid Tâhâ hazretleri, Seyyid Sıbgatullah hazretlerine (kaddesallahu teala esrarehum).Öyle de oldu.

Sofu Baba

Van evliyâsından. İsmi Mustafa Efendidir. Sofu Baba adıyla meşhûr oldu. Van eşrâfından Abdullah Tüfekçibaşızâde'nin torunu olup babasının adı Abdurrahmân Efendidir. On dokuzuncu yüzyılın son yarısında Van'da yaşadı. Kabr-i şerîfi İpek Yolu üzerinde olup, ziyâret mahallidir. Kabri yanında kendi adıyla anılan Sofu Baba Câmii vardır.


Mustafa Efendi gençliğinde evliyânın büyüklerinden ve Peygamber efendimizin soyundan olan Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretlerini tanımakla şereflendi. Tanıması şöyle anlatılır:


Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretleri her sene Van'a gelir, Şâbâniye mahallesindeki câmide halka vâz eder, ilim ve edep öğretirdi. Vâzlarına devâm edenler arasında Mustafa Efendi de vardı. Seyyid Fehîm hazretleri sıcak bir yaz günü dersine gelen talebeleri imtihan etmek maksadıyla; "Birisi olsa da Erek Dağından bir tabak kar getirse. Bir karlı su içseydik." buyurdu. Mustafa Efendi sessizce bu işe tâlib oldu. Binbir zorlukla kısa zamanda dağa gidip kar getirdi. O zaman Seyyid Fehîm hazretleri ona ismini sordu ve duâ etti. O sırada Mustafa Efendi'de bâzı haller görüldü ve ağlamaya başladı. Gönlü her şeyden boşalıp muhabbetle doldu. Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretlerine candan âşık oldu. Sonra hocası Van'da kaldığı müddetçe yanından hiç ayrılmadı.


Sofu Mustafa Efendi anlatır: Bir zaman Başkale'den Suvar Ağa ile birlikte Van'a koyun götürüyorduk. Dağda müthiş bir tipiye yakalandık. Dağ başında tipi fırtınası bir nevî ölüm demektir. O zaman endişe ile hocam Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretlerini hatırlayıp gözlerimi kapadım. Bir müddet o halde kaldım. Sonra gözlerimi açtım. Fırtınayı dinmiş gördüm. Daha sonra selâmetle Van'a geldik. Ben burada Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretlerine uğradım. Abdülhakîm Efendi beni görünce; "Çok mu korktunuz?" dedi. Ben sükût edince; "Nasıl olsa kurtulurdunuz. Hocasını hatırlayanın ve bağlılığı olanın endişesi yersizdir." buyurdu.


Sofu Baba'nın o târihte ışıklandırma için Arvas'a getirdiği yağ küpünün ve yakılan yağ ile isten kararmış duvarlarının hâlâ Arvas'taki medresede durduğu bildirilmektedir. Seyyid Fehîm hazretlerinin torunu rahmetli Tâhâ  Arvas Efendiye, dergâhı ziyâret edenlerce; "Neden bu şekilde bırakıldığı?" sorulduğunda o, Sofu Baba'nın getirdiği küpü göstererek; "Eski mânevî havanın dağılmaması için o zamanki durum silinmesin diye badana yaptırmaya kıyamadık." demiştir.


Sofu Baba'nın sülâlesinden Fehîm isminde birçok zât vardır. Sofu Baba'nın oğlu Sıtkı Efendi onun oğlu Ağabey diye bilinen Abdurrahmân Efendi, onun oğlu Fehîm Efendi, Fehîm Efendinin oğlu ise mahkeme zâbit kâtipliği yapmış olan Necmeddîn Efendidir.


HİÇ DÖNÜP BAKILIR MI HIZIR'A


Seyyid Fehîm hazretlerinin Van'dan ayrılmasından sonra Mustafa Efendi onun hasret ateşiyle sararıp soldu. Kimseye bakmaz ve sokağa çıkmaz olmuştu. Bunun üzerine kendisine Sofu dediler. Sofu Mustafa Efendi bir kış günü annesine; "Anneciğim heybemi hazırla Arvas'a gideceğim." dedi. Annesi durumunu ve hocasına olan derin sevgisini bildiğinden; "Etme oğlum bu karda kışta evden dışarı çıkılmaz. Aç kurtlar seni yerler. Gitme. Bahar yaklaşıyor. Biraz bekle. O zaman gidersin." dedi. Lâkin onun kararlı olduğunu anlayınca, çâresiz heybesini hazırladı. Mustafa Efendi hediye olarak Arvas'ta büyük ihtiyaç olan bir küp kandil yağı da alarak yola koyuldu. Soğuk dondururken, kurtlar yiyecek ararken dağ dere demeyip gece gündüz yola devâm etti. Yol, yüz kilometre kadardı.


Sofu Mustafa Efendi yüksek bir dağ tepesindeyken karşısına biri çıktı ve; "Oğlum! Aç isen sıcak yemek vereyim. Nereye gidiyorsan ben götüreyim." dedi. Genç âşık onunla oturup konuşmadı. Yoluna devâm etti. O devamlı Seyyid Fehîm hazretlerini düşünüyor, onun aşkı damarlarındaki kanı ısıtıyor, kendini ona o kadar yakın hissediyor, karşısındaki hayâlini; "Çabuk gel, seni bekliyorum." der halde görüyordu. Geri dönmek aklının ucundan geçmiyordu. Nihâyet bir akşam vakti Arvas Câmiinde ezân okundu. Seyyid Fehîm hazretleri mihrâba geçmeyip biraz durdu. Halbuki böyle yapmazlar, ezan okununca mihrâba geçer, imâm olur, huzûr içinde namaza dururdu. Talebeleri ve cemâat; "Bunda bir hikmet vardır." düşüncesinde iken Seyyid hazretleri; "Bir yolcumuz geliyor. Kendisi farkında değil ama nerede ise donacak." buyurdu. Hakîkaten biraz sonra kapıdan içeri Sofu MustafaEfendi girdi. Buzdan kardan bir adam gibiydi. Seyyid Fehîm hazretlerinin emriyle papuçlarını ve paltosunu çıkardılar. Sobayı yaktılar. Genç âşık kendine gelince hocasının o mübârek ellerini muhabbet ve eşsiz aşkı ile öptü, öptü. Ağladı öptü. Karada ölümle savaşan, kendini suya atmak için çırpınan bir balığın suya kavuşması, deryâya dalması gibi rahatladı. Herkes bu hâle şaşa kaldı. O zaman Seyyid Fehîm hazretleri âşık gence; "Peki yolda karşına çıkıp, sana yardım etmek isteyeni tanıdın mı? O Hızır aleyhisselâmdı. Niçin yardımını istemedin?" buyurdu. Âşık genç; "Efendim! Tanıdım size selâmı var, ama o anda sizinle öyle bir huzurda idim, kendimi bütün varlığımla size öyle vermiştim ki, Hızır aleyhisselâmla konuşmakta bir fayda görmedim. Ben ona güvenerek değil, aşkınıza tutunarak geliyordum. Her adımda size biraz daha yaklaşıyor, karşımda sizi daha net görüyor, himmetinizi her zerremde hissediyordum. Beni bana bırakmıyordunuz." dedi. Sonra namaza durdular.

MUHABBET KANDİLİ

Seyyid Fehîm Arvâsî (kaddesallahu teala sirreh) hazretlerinin Van’da bulunduğu zamanlarda Mustafa isminde bir genç var idi. Seyyid Fehim hazretlerinin aşığı idi.

Seyyid Fehîm hazretlerinin Van'dan ayrılmasından sonra Mustafa Efendi onun hasret ateşiyle sararıp soldu. Bir kış günü annesinin hazırladığı heybesini sırtlayarak Arvas yollarına düştü... Hediye olarak da o günlerde Van'da büyük ihtiyaç duyulan bir küp kandil yağı aldı. Hocası buna çok sevinecekti...

Soğuk dondururken, etrafta aç kurtlar dolaşırken dağ dere demeyip gece gündüz yoluna devâm etti. Bitkin bir hâldeyken dağın tepesinde karşısına nur yüzlü bir zat çıktı ve;

-Oğlum! Aç isen sıcak yemek vereyim. Nereye gidiyorsan ben götüreyim, dedi. Genç âşık onunla oturup konuşmadı. Yoluna devâm etti...

Akşam olmuş, Arvas Câmiinde ezân okunmuştu. Seyyid Fehîm hazretleri mihrâba geçmeyip biraz durdu. Talebeleri ve cemâat; "Bunda bir hikmet vardır" düşüncesindeyken Seyyid hazretleri;

-Bir yolcumuz geliyor. Nerede ise donacak, buyurdu. Hakîkaten biraz sonra kapıdan içeri Sofu Mustafa Efendi girdi. Görüntüsü bir kardan adamı andırıyordu. Hemen sobanın ateşini çoğalttılar... Genç âşık kendine gelince hocasının o mübârek ellerini muhabbet ve eşsiz aşkı ile defalarca öptü, ağladı; ağladı öptü...

Seyyid Fehîm hazretleri bu âşık talebesine;

-Yolda karşına çıkıp, sana yardım etmek isteyen hazreti Hızır'dı. Niçin yardımını istemedin? diye sordu. Genç Mustafa;

-Efendim! Onu tanıdım ancak, o anda sizinle öyle bir huzura ermiştim ki, Hızır aleyhisselâmla konuşmakta bir fayda görmedim. Ben ona güvenerek değil, aşkınıza tutunarak geliyordum. Her adımda size biraz daha yaklaşıyor ve himmetinizi her zerremde hissediyordum. Zaten siz de beni bana bırakmıyordunuz ki, dedi... Sohbetten sonra hemen namaza durdular...

Sofu Baba'nın o târihte Van'dan getirdiği küp hâlâ Arvas'taki medresede bulunmakta ve görenlere "Bu küp içindeki yağıyla ancak aşk ateşiyle taşınabilir" dedirtmektedir...

İş bu Mustafa Efendi nam gence Sofu Baba da denir.

Not: 

Fotoğrafta, duvardaki muhafaza içinde görülen küp o kandil küpüdür.