Önemli bir HADİSE

İmam-ı Rabbani (kuddisesiruh) şöyle bir hadiseyi naklediyor;

“Bizim bir komşumuz vardı, Müslüman olmasına rağmen bazı yanlışları vardı. Vefat etmek üzereydi, komşuluk hakkı üzere beni çağırdılar. Gittim ve gördüm ki baygın halde. Kendini kaybetmiş olarak onu gördüğümdendir ki teveccühte bulundum, mânevî bir yönelişle kendisine yanaştım. Kalbine nazar ettim (baktım), zifiri karanlık bulutlar çökmüş, iman nuru sönecek bir mum gibi kalmış olarak gördüm. Komşuluk hakkını mülâhaza ederek ne yapabileceğimi düşündüm. Karanlıkları dağıtmak amacıyla teveccüh ettim, dua ettim lakin zerre kadar karanlık açılmadı, dağılmadı. Bunu bir iki kere denedim ama fayda yok. Üçüncüde de olmayınca 

‘Yâ Rabbi! Acaba bende mi bir kusur var bugün’ diye düşündüm. ‘Bu kadar Sana müracaat ettim ama hiçbir faydası olmadı’ diye niyâz ederken tam o esnada kalbime bir nida: ‘Ey İmam! Eğer sen bu teveccühlerini dağlara yapmış olsaydın, senin hürmetine ve teveccühün bereketine dağları yerinden sökerdim. Ama bu adamdan sen bir karanlık açamazsın, *çünkü bunun karanlığı bazı amel noksanlıklarından değil, bazı günahları işlediğinden değil, dinsizlerin ve müşriklerin Hindu’ların şirk merâsimlerine katılmasındandır.* Burada şirk vardır ve bu nedenle senin teveccühüne iltica edilmiyor’ diye bir ilham geldi. O zaman Hindistan’da şirk bayramlarında boyalı, renkli pilav pişirip birbirlerine bunu hediye ediyorlarmış. *_Bu Müslüman adam da onlardan etkilenmiş aynı günde aynı şekilde pilav pişirip yiyor, dağıtıyor ve de kutluyormuş.*_  (Mektubat-ı İ. Rabbani 1/266.) Müceddid-i elf-i sani 


 *Kıssadan hisse* 


 /İmam-ı Rabbani hazretlerinin bu izahlarıyla, başka dine mensup olanların bayramlarını bayramımız kabul edip kutlamanın bize vereceği zararlar zahirdir.


Hadis-i şerifte: “Herkim  kendini başka bir kavme, millete benzetse O kişi onlardandır”, buyurulmuş.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Beş vakit *Namâz*’ını, özenerek, şartlarına uygun olarak *Güzel* kılanlar, aslâ *Zelîl* olmazlar ve *Zillet* içinde ölmezler. Zillet içinde ölenler, *Namaz* kılmadıkları içindir. Namaz kılsa da, *Îmân*’ı bozukdur. 


Allahü teâlâ, *Îmân*’ı ve *Namâz*’ı, azîz kılmışdır. Bu iki *Cevher* kimde varsa, Allah onu *Zâyi* etmez. Namâzını düzgün kılan, *Azîz* olur. Çünkü bu, *İzzet*’dir. Allahü teâlâ cevheri *Çöplüğe* koymaz kardeşim. 


Biz *Efendi* hazretlerinden *Ben* kelimesini duymadık, hep *Biz* derlerdi. Ama bir defâsında *Ben* dedi, biz de duyduk, o zaman işin *Dehşet*’ini, ve *Vehâmet*’ini anladık. 


Nitekim, Efendi bir gün; *Bu memleket neydiii, ne oldu, onu ancak (Ben) bilirim!* buyurdu. İbrâhîm aleyhisselâm, nasıl ki *Ateş*’in içinde *Râhat* etdiyse, biz de *İbrâhîm* aleyhisselâm gibi, ateşin içinde çok râhat ediyoruz kardeşim. 


Onun için bu *Büyük*’lerden ayrılan, bu *Ehl-i sünnet*’den ayrılan, *Ateş*’e gider, Allah korusun. Ne kadar *Bahtiyâr*’ız kardeşim, bütün gün ona *Hamd*’ediyoruz. 


Bu *Büyük*’leri görmeseydik, hâlimiz ne olurdu? Allahü teâlâ bizleri *Seçdi*, yoksa biz aramadık. Aramadan önümüze *Çıkdı*. Sahâbe-i kirâmın ömürleri, hep *Savaş*’larda geçdi. Neden? İnsanlar *Îmân* etsin diye. 


Ama îmân etmek *Zor*’dur. O günlerden sonra 1500 *Sene* geçdi. Biz, bu ni’mete *Bedava* kavuşduk. Bu gün, *Ehl-i sünnet* îtikâdında olmak, Peygamber aleyhisselâmın zamânında olmak gibi *Kıymet*’lidir. 


Her müslümân *Vefât* ederken Sevgili Peygamberimizi *Görecek* efendim. Allahü teâlâ gösterecek. Onu görünce, Onun o akıl almaz *Güzelliği* karşı-sında *Rûh*’unu nasıl teslîm etdiğinin farkına varmıyacak. 


Yâni *Öldü* mü, *Ölmedi* mi? Anlamıyacak. *Yûsuf* aleyhisselâmı gören kadınların,*Turunç* yerine parmaklarını doğradıkları gibi. O güzellik karşısında hiç *Acı* hissetmiyecekler.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Din* ilmi ve *Ehl-i sünnet* bilgileri, *Mürşid-i kâmil*’den öğrenilir kardeşim, *Kitap*’dan öğrenilmez. Niye kitapdan öğrenilmez? 


Çünkü kitaplarda, *Hak* ve *Bâtıl* karışıkdır, çeşitli *Rivâyet*’ler vardır. Hangisi doğru? Herkes bunu anlıyamaz. Bunu ancak *Mürşid-i kâmil*’ler anlar. Yâni *Din*, mürşid-i kâmilden öğrenilir.


Kendisi yoksa, *Kitap*’larından öğrenilir. *Rastgele* kimselerden din öğrenilmez. Çünkü hadîs-i şerîf var. Meâlen; *İslâmiyeti, büyük âlimlerin ağızlarından alınız!* buyuruluyor. 


Yâni onların *Sohbet*’lerinden veyâ *Kitap*’larından öğreniniz. 


*Küfr* çok çabuk yayılır kardeşim. Hele bu zamanda küfr, *Sel* gibi akıyor. *Câhil* müslümân ise, o sele kapılmış bir saman *Çöpü* gibi. Nasıl kurtulacak? Bir yere sığınması lâzım. 


Bir *Kaya* kovuğuna, bir *Ağaç* oyuğuna girerse, yâhut da bir *Kütüğe* yapışırsa, kurtulabilir. İşte bu kaya kovuğu, bu ağaç oyuğu, bu kütük, bizim *Arkadaş*’lardır. Yâhut da bizim *Kitap*’lardır. 


Yâni o saman *Çöpü*, bizim *Âbiler*’den birine rastlarsa veyâ bizim *Kitap*’lardan birini okursa, kurtulur efendim. Yoksa mümkün değil, *Sel* alır götürür. 


*Efendi* hazretlerinin bir *Cep* saati vardı. Namaz vakti yaklaşınca o *Saat*’i çıkarırdı. Bir de *Ziyâ* beyin verdiği namaz vakitlerini bildiren küçücük bir *Bloknot* vardı. 


Her bir *Yaprak*, bir günün namaz *Vakit*’lerini bildiriyor, *İslâm* harfleriyle yazılmış. *Efendi* hazretlerinin bir elinde o *Bloknot*, diğer elinde cep *Saati*. 


Arada bir bakıyorlar, namâza *Beş* dakîka var, biraz sonra *İki* dakîka kaldı, sonra *Bir* dakîka kaldı, en sonunda, *Tamaam, vakit oldu*, der ve namâza kalkardı Mübârek.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bizim *Hanım* bana ne diyor, biliyor musunuz? Kırk senedir durmadan *Yazdın*. Hâlâ da *Yazıyorsun*. 


Uykudan kalkıyorum, bakıyorum ki *Yoksun*. Bir de görüyorum ki, yine *Kitap* yazıyorsun. Velhâsıl *Gece* yazdın, *Gündüz* yazdın. Böyle diyor bizim hanım.


Elhamdülillah. İşte o *Aşkı*, o hizmet *Aşkı*’nı Efendi bize verdi kardeşim. Bir kasîde yazdım, bizim kitapda var. *Habîbin yanında olsun, bu aşkı bizlere sunan*, diye. 


*Aşk*’la oluyor bu işler. O büyüklerin *Himmeti*, teveccühü, üzerimizden eksik olmasın inşallah. İşte o *İlim*, o *Himmet* ve o *Teveccüh*, insanları bağlıyor birbirine. Başka bir şey değil. 


Sizin gibi *Hâlis* müslümânların yanında çok *Mutlu* oluyorum. Sizin gibi hâlis *Allah* adamlarının arasında öyle *Neş’e* leniyorum ki, şu anda *Ölsem*, gam yemem. 


Bütün bu *Hizmet*’ler, bütün bu *Kitap*’lar, hep Abdülhakîm Efendi hazretlerinin *Sadaka*’sıdır kardeşim. *Mektûbât*’da buyuruluyor ki: 


*İnsanlar, yalnız şu sonsuzluğu düşünseler, yemekden içmekden kesilirler*. Ne demek sonsuz? Yâni sonu yok.


*Bin* değil, *Milyon* değil, *Milyar* değil, *Katrilyon* değil, velhâsıl sonu yok. Ehl-i sünnet vel cemâat îtikâdında olan, mutlak *Cennete* girecek kardeşim. 


İşte bu doğru *Îtikad*, bu doğru *Îmân*, Cennete giden *Yol*’dur. Ehl-i sünnet yolu demek, Cennete giden *Yol* demektir. 


Cenâb-ı Hak *Bize*, Cennete gitmeyi *İhsân* etmek istemeseydi, hiçbirimize bu *Îmânı* vermezdi. Bu ni’met, Rabbimizin bize *İhsânı* kardeşim, hem de karşılıksız. 


İki mü’min *Muhabbet*’le bir araya gelse, hiçbirşey konuşmasalar bile, sâdece birbirlerinin yüzüne *Sevgi*’yle baksalar, mutlaka birbirlerinden *İstifâde* ederler. 


Hiç *Şüphe* yok. Hiç konuşmasalar da *İstifâde* ederler. Çünkü kalpden kalbe *Yol* vardır, aynen *Bileşik kaplar usûlü*.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Namaz kılmıyan, mürted olmaz, *Günâhkâr* olur. *Şeytân*, secde etmediği için değil, *Secde* emrine *Karşı* geldiği için, bu emri beğenmediği için *Tard* edildi, onun için *Kovuldu*. 


Secde etmedi, secde etmediği gibi, *Secde emrine* karşı geldi, beğenmedi. *Bu emir yanlış!* dedi. 


Ben, *Buna mı* secde edeceğim? Ben bu kadar *Kıymetli* iken, toprakdan yaratılmış bir *Adam*’a mı secde edeceğim, dedi ve *Kovuldu*.


*İyilik* ve *Kötülük* nedir efendim? İyilik, öldükden sonra karşımıza çıkacak olan *Ni’met*’lerdir. *Kötülük* de, öldükden sonra başımıza gelecek olan *Sıkıntı*’lardır. 


O hâlde *Dünyâ* yok efendim. Dünyâ, bir *Hayâl* dir, Hayâlden ibâretdir. *Asıl* değil, *Hakîkat* değil, *Hayat* değil. Nedir peki? *Hayâl*’dir. Asıl hayât, öldükden sonra başlıyacak. 


Bir kimse *Dînini öğrenmek* için yola çıksa, Peygamber aleyhisselâm buyuruyor ki: 


Gökdeki *Kuş*’lar, karadaki *Hayvan*’lar, denizdeki *Balık*’lar, yâni bütün mahlûkat, bu kul için *İstiğfâr* ederler. 


*Yâ Rabbî, affet bu kulunu. Bu, senin dînini öğrenmek için gidiyor*, derler ve *Bu, ne şerefli bir insan*, diye duâ ederler. 


Bunu *Kim* buyuruyor? Peygamber Efendimiz buyuruyor. Bu, dînini *Öğrenmek* için giden kişiye verilen *Sevap*’dır. Ya *Öğretmek* için giderse? 


Yâni birine bir *Kitap* verirse, yâhut da bir kitap verilmesine *Sebep* olursa? *Vesîle* olursa? Buna verilen sevap, öğrenmek için gidenden çok daha *Fazla*’dır kardeşim. 


Çünkü bu, *Emr-i mâruf*’dur, bu hizmetle şereflenenler, Resûlulluh Efendimizin *Vâris*’i olurlar, bu kadar *Kıymetli*.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Kıyâmet günü, harplerde şehîd olanların *Kanı* ile, kitap dağıtarak İslâmı yayanların *Mürekkebi* tartılsa, mürekkep daha *Ağır* basarmış. Hadîs-i şerîf böyle bildiriyor. 


Bundan maksad, İslâmiyeti, *Kitap* ile, emr-i mâruf yaparak yayanların *Sevâbı*, cihâd ile, savaşarak, dövüşerek *Şehîd* olanların sevâbından daha *Çok* demektir. 


*Ehl-i sünnet* demek, Peygamber aleyhisselâmın *Yolu* demekdir. *Vel-cemâat* demek, eshâb-ı kirâmın *Yolu* demek. 


O hâlde ehl-i sünnet vel-cemâat demek, Peygamber aleyhisselâmın *Yolu* ve Onun eshâbının *Yolu*, demekdir. 


İşte bunlar, *Cennete* gidecekler. Geri kalan yetmiş iki fırka, yoldan sapıtmışlar. İslâm âlimi geçiniyorlar. *Bunlar, İslâm âlimi değildir*, diyor Peygamber Efendimiz. 


Böyle din adamlarına, *Din hırsızı* denir. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: *Hayr-ün-nâs hıyâr-ül ulemâ*. Yâni âlimlerin iyileri, insanların en *İyileri*’dir. 


*Şirâr-ün-nâs şirâr-ül-ulemâ*. İnsanların en kötüleri, âlimlerin en kötüleridir. Âlimlerin *Kötüleri* kimlerdir? 


Kendi kafalarına göre *Fetvâ* verenler, kendi bozuk düşüncelerine göre *Fikir* yürütenler. İşte yetmişiki *Fırka*, bunlardır. Elhamdülillah. Ne büyük *Ni’met* kardeşim. 


Ne büyük *Seâdet*. Bir ehl-i sünnet *Âlim*'ini, bir *Evliyâ* zâtı, bir *Allah adamı*’nı tanımak, onu sevmek, dünyâ ve âhiret ni’metlerinin en *Büyüğü*’dür.


Çok büyük *Seâdet*’dir. Elhamdülillah, hepimiz *Seviyoruz* onları. Görmek şart değil ki. Onlar dünyânın bir *Ucunda* da olsalar, yine haberdâr olurlar. Onları sevdiğimizi bilirler. 


Bu kitapları okumak kolay mı? Hele yazmak! Çok zor. Ancak *Himmet*’le ve *Aşk*’la yazılabiliyor.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Efendi hazretleri*’ne ilk gitdiğim sıralarda, henüz odada *Kimse* yokken, beni alırdı yanına. Kendisi *Sandalye*’ye oturur, beni de yanındaki *Sandalye*’ye oturturdu. 


Sonra elini bana uzatıp, *Tut elimi*, derdi. Tutardım. Sonra *Sık* derdi. Elini sıkardım, sıkardım, *Daha sık, daha sık* derdi. Artık yorulurdum efendim. 


Bakardım ki gözlerini kapamış, *Uyudu* zanneder, elimi *Gevşetir*’dim, çünkü yorulurdum. Tam elimi gevşetirken gözlerini açar ve *Sık* derdi. 


Bu şekilde, bir *Sene* müddetle hep elini *Sıkdırdı* bana. Kim bilir? Onların bütün hücreleri *Zikr* edermiş efendim. Evliyânın bütün *Zerre*’leri *Zikr* edermiş. Mektûbât’da var bu. 


*Bütün zerreleri zikr eder*, diye yazılı. Biz bunu sonradan öğrendik ve *Seâdet-i Ebediyye*’ye de yazdık bunu. Mübârek, elini bana sıkdırıyor ki, o *Zikr* benim *Hücre*’lerime ve *Kalb*’ime de sirâyet etsin. 


*Cihâd* demek, tek başımıza *Harb*’etmek demek değildir. Harb etmeyi *Devlet* yapar, *Hükümet* yapar. Bugün cihâd yapılamıyor. Hükümet, devlet bize emir verirse, onun emrine uyarak *Cihâd* yapılır. 


Yoksa kendi kendimize *Cihâd* yapamayız. Kendi kendimize cihâd, *Emr-i mâruf*’dur, yâni Allahın dînini Onun kullarına bildirmek, yaymak, *Cihad*’dır. İşte biz bunu yapıyoruz. 


O hâlde Allahın dînini *Yayacağız*. Allahın dînini yayanlar, silâh ile, beden ile cihâd edenlerden daha *Kıymetli’* dir kardeşim. 


Bir hadîs-i şerîfde de buyuruluyor ki: *Fitne fesâd zamânında, benim sünnetime sarılan kimseye, yüz şehîd sevâbı verilir*. 


Resûlullah Efendimizin sünneti demek, *Ehl-i sünnet vel cemâat* mezhebi demekdir. Ehl-i sünnet vel cemâat, bizim yolumuzdur işte, elhamdülillah. 


Buna sarılana, yüz *Şehîd* sevâbı var. Ya neşredene? Yâni herkese *Yayana?* Artık hesâbı belli değil. O kadar çok *Sevap* var.

Ledünni ilim 72 derecedir

 Ledünni ilim 72 derecedir.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gün biri, *Şâh-ı Nakşibend* hazretlerinin sohbetine gitmiş. O da, haftanın belirli günlerinde *Sohbet* yaparmış. O gün, bu adam *Köyü*’nden kalkmış sohbete gelip oturmuş. 


Aradan yarım *Saat* geçmiş, bir *Saat* geçmiş, Şâh-ı Nakşibend hazretleri tek *Kelime* etmemiş. Sâdece *Sükût* edip, önüne bakmış. Bu adam dayanamamış ve *Efendim, bir şey söyliyebilir miyim?* demiş. 


Mübârek zât; *Söyle!* buyurunca; Ben, tâ uzakdan *Geldim*. Bir saatdır oturuyorum, hiçbir *Nasîhat* vermediniz, hiçbir *Şey* söylemediniz. 


Ben şimdi köyüme gideceğim. Bana; *Ne öğrendin, anlat bize!* diyecekler. Ben ne diyeceğim efendim? demiş. Bunu söylemek, *Cesâret* işi. Söylenir mi büyük bir zâta? 


Ama o söylemiş. Mübârek buyurmuş ki: *Eğer bizim sükûtumuzdan bir şey anlamıyorsan, konuşmamızdan da bir şey anlıyamazsın*. 


Neden susdu Şâh-ı Nakşibend hazretleri? Orada ne *Fâide*’ler teşekkül etdi, belki de, ordakilerin kalplerine *Feyz* akıtıyordu, kim bilir.


Nitekim *Güneş*, herkese *Işık* veriyor, *Enerji* veriyor ve bu *Hayât* devâm ediyor. 


Evliyânın *Kalbi* de, Peygamber aleyhisselâmın mübârek *Kalbi*’nden çıkan ve müteselsilen kendi kalplerine kadar gelen *Mânevî* bir *Güneş* gibidir. Sevenlerinin kalbine *Feyz* verirler. 

● ● ●  

Kardeşim, birine bir *Kitap* vermenin *Sevâbı* ne kadardır biliyor musunuz? Meselâ *Osmânlı* ordusundaki bir *Asker*’i düşünün. İstanbuldan kalkıp, *At sırtı*’nda Viyâna kapılarına kadar gidiyor. 


Altı ay süren bu yorucu yolculukdan sonra *Düşman*’la göğüs göğüse *Harb*’ediyor, bir çok yerinden yaralanıyor ve sonunda *Kan*’lar içinde atından düşüp *Şehîd* oluyor. 


İşte birine, bir tek *Kitap* vermenin *Sevâb*’ı, bu *Şehîd* olan erin kazandığı sevapdan *Az* değildir. 


Hem sonra, bir müslümânın *Hidâyet*’ine sebep olmak, on kâfiri *Müslümân* yapmakdan dahâ *Sevap*’dır. Onun için çok büyük *Hizmet* yapıyorsunuz. 


Sizin bu yapdığınız, büyük *Cihâd*’dır. Allahü teâlânın dînini yayıyorsunuz. *Melekler*, sizin bu hizmetinize imreniyor, *Gıbta* ediyor kardeşim.

Yâdigâr mektûblar 49.mektûb

 Kıymetli M. Ali Bey kardeşim

Mektûbunuzu okudum. Sıhhat ve âfiyette olduğunuza ve Seâdet-i Ebediyye okumakla ve cihâd yapmakla şereflendiğinize çok memnûn ve mesrûr oldum.

Kardeşim, birinci sualinizin cevâbı şöyledir ki:

Tevrat, İncil ve Zebûr'un mu'cize olmadıkları, sahîfenin sonunda açıklanmışdır. Ya'nî bunların lafızları, okunuşları mu'cize değildir. Bunun için tam ve devâmlı mu'cize yalnız Kur'ân-ı kerîmdir. Bu husûsda geniş bilgi almak isteyenlere Zerkânî'nin (Mevâhib-i Ledüniyye) şerhini ve Yûsüf Nebhânî'nin (Hüccetullahi ale'l-Âlemîn) kitâblarını okumalarını tavsiye ederim. Her iki kitâbda uzun yazılıdır. İkisi de Arabîdir.

İkinci sualinize gelince:

İmâm-ı Gazâlî ve Kâdı İyaz'ın yazılarından, peygamberlerin zelle ve hatâ üzere devâm etmedikleri anlaşılmakdadır. Peygamberlerden birkaç zelle ve hatâ zâhir olduğu Kur'ân-ı kerîmde bildiriliyor. Buna hiçbir âlim karşı gelemez.

Bütün âlimler peygamberlerin zelle ve hatâda devâm ve sebât etmeyeceklerini bildiriyor. Câiz değildir diyenler, devâm ve sebât etmeleri câiz değildir demişlerdir. Câizdir diyenler de, ictihâdda hatâ veya zellenin câiz olduğunu, fakat sonradan Allahü teâlâ tarafından tashîh edildiğini bildirmişlerdir. Meselâ, Beydâvî tefsîri ve Zerkânî şerhi böyle yazmakdadırlar.  O halde bütün âlimlerin sözleri aynı olmakdadır.

Zelle demek, küçük günâh demek değildir. Günâh olmayan şeyi, en iyi şekilde yapmamak demekdir. Hiçbir peygamber bütün ömründe hiç bir günâh işlememişdir.

Seâdet-i Ebediyye ikinci kısım 21. maddede de bu husûsda bilgi vardır.

Din ve dünyâ seâdetinize duâ eder, duâlarınızı beklerim efendim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir vakitler *Şeker*, vesîka ile satılırdı. Hattâ herşey, *Ekmek* bile öyle satılırdı, *Vesîka* ile. 


İkinci Cihân harbi sırasında, bir aileye, *Vesîka* ile ayda yarım kilo *Toz şeker* verilirdi. Yalnız subaylara, *Bir kilo* verirlerdi. Ben Ankara’da o bir kilo *Toz şekeri* alırdım. 

 

İstanbul Kasımpaşa’da bir *Bakkal* vardı o zamanlar. Onunla anlaşdık. *Toz şekeri* ona verirdim, üstüne de ne kadar isterse *Para* verirdim. O da bana bir kilo *Kesme şeker* verirdi. 


*Toz* şekeri, *Kesme* şeker’e çevirirdik. Bir kilo kesme şeker aldım mı, dünyâlar bana verilmiş gibi *Sevinir*’dim. Gider, Efendi hazretlerinin elini öper, *Kesme şekeri* takdîm ederdim. Efendi, buna *Sevinir*’di. 


Çünkü *Çay*’ı, kesme *Şeker*’le içerdi Mübârek. Misâfirlerine de *İkrâm* ederdi. Şimdi birileri; Efendiye çay içirmek için şeker götürmüşsün, bunları niye anlatıyorsun? Ne lüzûmu var? derse, onlara derim ki: 


*İnde zikris sâlihîn, tenzîl-ür rahme*. Yâni sâlihlerden, Evliyâlardan bahs edilen yere *Rahmet* yağar. Efendi hazretlerinden onun için *Bahs*’ediyorum ki, buraya, bu odaya *Rahmet* yağsın. 


Efendim, biz şimdi dînimize *Hizmet* ediyoruz, elhamdülillâh. Ama hizmet ediyoruz diye *Mağrûr* olmıyalım, *Gurûr*’lanmıyalım. Allah bize *Yardım* ediyor. Allah yardım etmezse yapamayız ki. 


Nerede o *Para*, nerede o *İş*. Elhamdülillâh, *Kâfirler* de bizim emrimizde çalışıyor efendim. Nasıl mı? *Gemi*’leri, *Tayyâre*’leri, *Vapur*’ları, *Tren*’leri, hep bizim kitapları taşıyor. 


Elhamdülillâh, ne büyük *Ni’met* bu. Bütün dünyâ bizim *Emr*’imizde şimdi. Bütün dünyâ bizim *Kitap*'ları yaymakda çalışıyorlar. Kim yapıyor bunları? *Allah* yapıyor bunu kardeşim. 


Allahü teâlâ, bizi *Şirin* gösteriyor onlara, *Tatlı* gösteriyor. O, *Dost*’larını şirin gösterir, tatlı gösterir *Düşman*’lara. Allah hepimizi, onların *Şer*’lerinden muhâfaza eylesin. 


Duâ ediyoruz ya namazlardan sonra. Allaha *Sığınıyor*’uz. Allahü teâlâ hepimize *İyilik*’ler versin. Allahü teâlâ hepimizi, yevm-i Cumânın *Şefâat*’ine nâil eylesi, *Bereket*’ine kavuşdursun.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gece *Efendi* hazretlerine gitdim, *Yağmur* yağmış, yollar çamur. Bir saat kadar geçdi. Efendi hazretleri durup dururken; *Acabâ Münîr nasıl?* buyurdu. 


*Münîr* âbi, Efendi hazretlerinin oğlu, *Mekkî* Efendinin de kardeşidir. O da *Beyazıt*’ta oturuyor. Ben sessizce çıkdım hemen. 


*Eyüp*’den tâ *Beyazıt*’a, gece karanlığında ve mezarların arasından, *Koşa koşa* gidip kapıyı çaldım. *Münîr* âbi çıkınca; 


*Efendim, babanız sizi sordular, merak ediyorlar, nasılsınız, iyi misiniz?* dedim. 


O da bana; *İyiyim iyiyim, bir şeyim yok, ellerinden öperim*, dedi. Ben tekrar koşa koşa, soluk soluğa geldim.


Bakdım ki Efendi hazretleri *Sohbet*’e devâm ediyor. Bana bakdılar. Ben hemen kendilerine; Efendim, Beyazıt’a gitdim, Münîr âbiyi gördüm, dedim. Efendi; *Öyle miii, nasıl buldun?* dedi. 


İyi efendim, sıhhati yerinde, bir sıkıntısı yok elhamdülillah, dedim. Efendi; *Ooh, çok râhatladım, beni çok sevindirdin*, buyurdular. İşte bu *Cümle* için gitdim. 


*Beni çok sevindirdin*. 


Size, iki emânet bırakıyorum. Biri, *Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye*. Kim benim duâmı *Almak* isterse, kim benimle *Sohbet* etmek isterse, kim benden *İstifâde* etmek isterse, bizim *İlmihâl*’i okusun.


Ve okutsun. Ona, *Elli* sene emek verdim kardeşim. O, bu asrın *Mürşid-i kâmili*'dir. İkinci emânetim, *Enver âbi*. Eğer *İlmihâl*’den anlamadığınız yerler olursa, ona sorarsınız.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü teâlâ, meâlen; *Kullarımın arasında benden en çok korkanlar, beni en iyi tanıyanlardır*, buyuruyor. 


Ancak, korkmanın temelinde *Muhabbet* vardır, *Sevgi* vardır. Evet, *Seven* korkar. Ama niçin korkar? Kötülük yapar diye mi? Hayır, *Onu üzerim*, diye korkar. 


Meselâ bir talebe, *Hocası*’ndan korkar. Niçin? Bir *Hatâ* yaparım, yanlış bir *İş* yaparım da hocam *Üzülür* diye korkar. 


Eshâb-ı kirâmın hiç *Biri*, mesleğiyle veyâ zenginliğiyle anılmıyor, hâtırlanmıyor. Onların ortak husûsiyeti, *Eshâb* olmakdı. Bu da, en yüksek *Mertebe*’dir. 


*Eshâb-ı kirâm*’ın en aşağısı, kıyâmete kadar gelecek olan *Evliyâ*’ların en yükseğinden daha *Yüksek*’dir. Bizim arkadaşlarımızın da hepsi çok *Kıymetli*’dir. 


Herbiri, *Eshâb-ı kirâm* gibidir. Arkadaşlardan herhangi birine rastlıyan, onu seven, onunla görüşen bir kimse, *Bid’at ehli* olmaz kardeşim, *Müşrik* olmaz, dünyâda da âhiretde de *Felâket*’lerden kurtulur. 

● ● ● 

Bir şey *Mutlak* olacaksa, siz onu *Olmuş* bilin. *Garip* olmak, *Mahcûb* olmak çok iyidir. Hattâ kendini *Acındırmak* da çok iyidir. Çünkü acındırmak, hastalığını *Kabûl* etmekdir. 


Hastalığını kabûl edene, *Tedâvî* kolay olur. Hastalığını *İnkâr* edene, bir şey yapamazsınız. Neden? Çünkü, *Ben hasta değilim*, diyor. Aslında hepimiz hastayız kardeşim. 


Bunu, Allahü teâlâ bildiriyor Kur’ân-ı kerîmde. Eûzü billâhi mineş şeytân irracîm, *Fî kulûbihim maradun*. Yâni, kalplerinde hastalık vardır. 


Allahü teâlâ buyuruyor ki: *Kullarımı ben yaratdım, kalplerini de hasta yaratdım*. Böyle buyuruyor Allahü teâlâ.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Öfke* ile *Gayret*’i ayırmak lâzım kardeşim. *Öfke*, nefsi için kızmakdır. *Gayret* ise, dîni için, Allah için kızmakdır. Meselâ *Doktor*, hastasının düşmanı değildir. Ama her türlü *Ameliyat*’ı yapıyor.


*Kesiyor*, *Biçiyor*, her türlü sıkıntıyı veriyor. Fakat siz ona teşekkür ediyorsunuz. *Benim iyiliğim için yapıyor*, diyorsunuz.


İşte Allahü teâlâ da, *Gayret* sâhibi kulunu sever. Kendisi de *Gayûr*’dur, yâni *Gayret* sâhibidir. 


İnsanlar, çok şey öğrenmek ister. Ama *Öğrenmek*’den maksat, *Edinmek*’dir, yâni *Hâllenmek*’dir, *Tatbîk* etmekdir. 


Tatbîk etmediğiniz zaman *Vebâl* altında kalırsınız. Yârın âhirette; *Bilmiyordum*, diyemezsiniz. 

● ● ●

İnşallah bu Hizmet’lerden dolayı, meselâ bizim kitapları okuyup da *Namâz*’a başlıyanlar ve *Îmân*’ını kurtaranlar sebebiyle, Allahü teâlâ bize bir *Ni’met* verirse.


Yâni inşallah Cennet’ini *Nasîb* ederse, Cennetin kapısına geldiğim zaman içeri girmiyeceğim. Yâni tek *Başıma* girmiyeceğim ve diyeceğim ki: 


*Yâ Rabbî!* Bu hizmetleri ben tek *Başıma* yapmadım. Benim dünyâda çok iyi *Arkadaş*’larım vardı, *Kardeş*’lerim vardı, *yardımcı*’larım vardı, onları da isterim, diyeceğim. 


Sonra *Mahşer*’e dönüp, bütün arkadaşları *Tek tek* alacağım, hep birlikde Cennete gireceğiz inşallah. Meselâ *Enver*’i alacağım. 


Bu dünyâ *Hayâl* kardeşim. Yâhut kısa bir *Rüyâ*. Dünyânın, Allah indinde hiç *Kıymet*’i yok. 


Eğer Allahü teâlâ, bu *Dünyâ*’ya sivrisineğin kanadı kadar *Kıymet* verseydi, düşmanı olan *Kâfir*’lere bir yudum *Su* vermezdi. Büyükler öyle buyuruyorlar kardeşim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Namaz kılmıyan, mürted olmaz, *Günâhkâr* olur. *Şeytân*, secde etmediği için değil, *Secde* emrine *Karşı* geldiği için, bu emri beğenmediği için *Tard* edildi, onun için *Kovuldu*. 


Secde etmedi, secde etmediği gibi, *Secde emrine* karşı geldi, beğenmedi. *Bu emir yanlış!* dedi. 


Ben, *Buna mı* secde edeceğim? Ben bu kadar *Kıymetli* iken, toprakdan yaratılmış bir *Adam*’a mı secde edeceğim, dedi ve *Kovuldu*.


*İyilik* ve *Kötülük* nedir efendim? İyilik, öldükden sonra karşımıza çıkacak olan *Ni’met*’lerdir. *Kötülük* de, öldükden sonra başımıza gelecek olan *Sıkıntı*’lardır. 


O hâlde *Dünyâ* yok efendim. Dünyâ, bir *Hayâl* dir, Hayâlden ibâretdir. *Asıl* değil, *Hakîkat* değil, *Hayat* değil. Nedir peki? *Hayâl*’dir. Asıl hayât, öldükden sonra başlıyacak. 


Bir kimse *Dînini öğrenmek* için yola çıksa, Peygamber aleyhisselâm buyuruyor ki: 


Gökdeki *Kuş*’lar, karadaki *Hayvan*’lar, denizdeki *Balık*’lar, yâni bütün mahlûkat, bu kul için *İstiğfâr* ederler. 


*Yâ Rabbî, affet bu kulunu. Bu, senin dînini öğrenmek için gidiyor*, derler ve *Bu, ne şerefli bir insan*, diye duâ ederler. 


Bunu *Kim* buyuruyor? Peygamber Efendimiz buyuruyor. Bu, dînini *Öğrenmek* için giden kişiye verilen *Sevap*’dır. Ya *Öğretmek* için giderse? 


Yâni birine bir *Kitap* verirse, yâhut da bir kitap verilmesine *Sebep* olursa? *Vesîle* olursa? Buna verilen sevap, öğrenmek için gidenden çok daha *Fazla*’dır kardeşim. 


Çünkü bu, *Emr-i mâruf*’dur, bu hizmetle şereflenenler, Resûlulluh Efendimizin *Vâris*’i olurlar, bu kadar *Kıymetli*.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


İnsan ölünce, ne götürüyor oraya? Sâdece Allah için yapdığı *İbâdet*’ler, verdiği *Sadaka*’lar, yapdığı *Hizmet*’ler. Yâhut da Allah korusun, nefsinin arzularıyla işlediği *Günâh*’ları götürüyor. 


Mâzallah *Küfr*’lerini götürüyor. Azıp kudurarak yapdığı bin türlü *Rezîllik*’leri ile, *Günâh*’ları ile mezara giriyor. 


Kabirde, insanların görmediği, ama gerçekde var olan o *Yılan*’ları, *Akrep*’leri, dünyâdan kendisi götürür efendim. O yılanlar, o akrepler, aslında kendi *Günâh*’larıdır. 


Dünyâda işlenen *Günâh*’lar, *Küfr*’ler, kabirde mücessem hâle gelecek, *Yılan* ve *Akrep* şeklini alacak, yâni *Azap* âleti olacak ve mahşere kadar onu *Isıracak*, Allah korusun. 

● ● ● 

*Bir kimse, bir din kardeşini seviyorsa, sevdiğini ona bildirsin!* buyuruyor büyükler. Ben hepinizi seviyorum. Enver âbi şâhid, *Şâhid*’im de var. Müessesemize emeği geçenlere hep *Duâ* ediyorum. 


*Duâ-i zahr-ül gayb, icâbete makrûndur!* Yâni, bir kişinin kendisine yapdığı *Duâ* kabûl olmıyabilir, ama başkasına, gıyâbında yapdığı duâ *Kabûl* olur.


Elhamdülillah, Rabbimize sonsuz *Şükür*’ler olsun. Râhatız, neş’eliyiz, *Kitap*’larımız dağılıyor, *Gazete*’miz yayılıyor. Bundan büyük *Lütf-u ilâhî* olur mu? Allah, Enver âbimize *Neş’eli* olmak nasîb etsin. 


Çok mühimdir bu. İşin başı o. Enver âbi *Neş’eli* ise, hepimiz *Neş’eli*’yiz. Allahü teâlâ hepimize din ve dünyâ *Seâdeti* versin. Bu günlerimizi aratmasın. 


Dünyâda *Cennet* hayâtı yaşıyoruz kardeşim, o kadar râhatız. Allah, Enver bey kardeşimizden *Râzı* olsun. Onun sâyesinde *Râhat* ediyoruz. Ve aleyküm selâm ve rahmetullahi ve berakâtüh.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Hiçbir *Hizmet* yokdur ki, karşılığında *Acı* ve *Izdırap* olmasın. Bir hizmetde acı ve ızdırap ne kadar *Çok*’sa, o hizmet o kadar uzun *Ömür*’lü olur. 


Meselâ Peygamber aleyhisselâm, gelmiş ve gelecek bütün insanların çekdiği *Acı* ve *Izdırap*’dan en büyüğünü çekdi. Nitekim kendisi;


*Benim çekdiğimi, peygamberler dâhil, kıyâmete kadar gelecek bütün insanlar dâhil, hiç biri çekmedi*, buyurmuşdur. 


Eğer bir yerde Allahü teâlânın dînine *Hizmet* varsa, her mü’minin bu hizmete *İştirak* etmesi *Farz*’dır kardeşim. 


*Farz*, yâni *Allahın Emr*’i. Ve bu farz, *Üç* şekilde îfâ edilir. Birincisi, *Fiilen* iştirak eder. İkincisi, *Mâlen* iştirak eder. 


Yâni kendisi yapamasa da, mâlen *Destek* verir. Üçüncüsü de *Duâ* eder. *Yâ Rabbî ben yapamıyorum, sen bunlara yardım et!* der. Yine *Cihâd* sevâbı alır. 


Bu zamanda *Namaz* kılmak, alâmet-i *İslâm* olmuşdur. Yâni namaz, *Mü’min* ile *Kâfir*’i ayıran bir *Fark* hâline gelmişdir, *Alâmet* olmuşdur. 


Efendi hazretleri de, zaman zaman; *Bir vakit namâzım kazâya kalacağına, bin kere ölmeyi tercîh ederim*, buyururdu Mübârek. Namaz o kadar mühim kardeşim. 


Elhamdülillah, *Kitap*’larımız dağılıyor kardeşim. Bu, çok büyük bir *Hizmet*. Siz yapıyorsunuz bu hizmeti. Bu hizmeti yapanlar, Peygamberlik *Vazîfe*’sine tâlip olmuşlardır. Hattâ Onun *Vâris*’i olmuşlardır. 


Çok kıymetli hizmet çünkü, çok mübârek hizmet. Bir ni’met ne kadar *Kıymet*’li ise, onun düşmanı da o kadar *Kavî* olur. Kimdir o düşman? İnsanın *Kendi*’si, yâni *Nefs*’i.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Sel’de*, *Su’da*. *Deniz*’de boğularak vefât edenler, iki kat *Şehîd* sevâbı alıyorlar kardeşim. Hattâ bir rivâyete göre, *Kul hakkı*’ndan bile kurtuluyorlar. 


Yâni Allahü teâlâ, alacaklıya bir *Köşk* gösterip; *Şu kula hakkını helâl edersen, bu köşk senin!* diyecek ve onu, kul hakkından kurtaracak. Ne büyük *Ni’met*, ne büyük *İkrâm*. 


Allahü teâlâ, yaşıyanlara *Sıhhat* ve *Âfiyet* versin efendim, *Şehîd* olarak vefât edenler, şu anda bitmez tükenmez *Cennet* ni’metleri içindeler, ne *Mutlu* onlara. 


*Şeyh Sâdî* hazretleri, *Gülistân* kitâbının sâhibidir. Kitâbında, kendine hitâben diyor ki: 


*Ey Sâdî! Yakînen bil ki, tarîk-ı seâdet. Mustafâya tâbi olmadan gidilemez elbet*.


Yâni, Muhammed aleyhisselâma *Tâbi* olmadan seâdete kavuşmaya *imkân* yokdur. Ona tâbi olmıyan, dünyâda *Sefâlet* çeker, sürünür. Âhiretde de *Cehennem*’e gider ve *Yanar*. 


Resûlullah Efendimize *Tâbi* olmak için de, en evvelâ *Îmân* etmek, yâni *Âmentü*’ye inanmak lâzım. Bizim *Kitaplar*’ımızda bunlar yazılı. Okuyacağız, öğreneceğiz. 


Ondan sonra da, öğrendiğimiz bu *Farz*’ları, *Vâcib*’leri ve *Sünnet*’leri yapacağız kardeşim. *Harâm*’lardan da sakınacağız, bunlar çok mühim. 


*Evliyâ-i kirâm*’dan Ebül Hasan-i Harkânî hazretlerine sormuşlar: Yâ İmâm, Allahü teâlâ; *İsteyin Veririm!* buyuruyor. Ama, istiyoruz, vermiyor. 


Buyurmuş ki: İstemesini bilmiyorsunuz. Allahü teâlâ duâyı *Kabûl* eder, ama hangi *Ağız*’dan çıkan *Duâ*’yı kabûl eder? Peygamber Efendimiz, bunu haber veriyor. 


Efendimiz aleyhisselâm, Sa’d ibni Ebî Vakkâs hazretlerine buyuruyor ki: 


Yâ Sa’d! Duâlarının *Kabûl* olmasını istiyorsan, *Ağzına* dikkat et! Ağzına *Harâm* girmesin! Ağzından *Harâm* çıkmasın! 


Niçin? Çünkü bir ağıza harâm *Girer*’se, ve bir ağızdan harâm *Çıkar*’sa, o ağızla yapılan *Duâ*’yı Allahü teâlâ kabûl etmez! Peygamber Efendimiz, böyle buyuruyorlar.

İbadete müzik karıştırmak

 Sual: Teganninin mubah olması için şartlar nelerdir?

CEVAP

Büyük İslam âlimi Seyyid Abdullah-i Dehlevî hazretleri buyuruyor ki:

Sima ancak, Allahü teâlâya müteveccih olanlara caizdir. Aletsiz, çalgısız olan sese sima [teganni] denir. Yalnız çalgı ile veya çalgı ile birlikte olan insan sesine gına [müzik] denir. (İlk teganni eden şeytandır) ve (Gına, kalbde nifak hâsıl eder) hadis-i şerifleri de gınanın [müziğin] haram olduğunu göstermektedir. Âlimler, simanın haram olmasında ihtilaf etti. Gınanın haram olduğunda ihtilaf yoktur. Kadın sesi gınaya dâhildir. Simaya helal diyen âlimler de, bazı şartlar bildirdi. Bu şartlar bulunmayan sima da haram olur. (Dürr-ül-mearif)


Teganninin mubah olması için şu beş şartı gözetmek gerekir:

1- Yabancı kadın sesini, yanında dinlemek haramdır. Bunları görünce, temiz kalb sıkılır, hasta olur. Nefs ise, zevk alır, kuvvetlenir, azar. Böylece kuvvetlenen nefs, haramları, kalbe yaptırır. Çünkü her aza kalbin emrindedir. Kadınların okuduğu ilahileri, mevlidleri erkeklerin dinlemesi haramdır. [Kasetten, radyodan dinlemek ise mekruhtur.] Şehveti harekete getiren şiirleri teganni ile okumak haramdır.


2- Çalgı bulunmamalıdır. Çünkü keyif için, eğlence için, her çalgıyı çalmak ve dinlemek haramdır.


3- Çalgısız olsa da, günah olan şarkı ve türküleri dinlememelidir.


4- Dinleyiciler arasında yabancı kadın bulunmamalıdır.


5- Nefsinde şehvet hissi olmayan kimselerin, zevk için, güzel ses dinlemeleri caiz ise de, devamlı olmamalıdır. Bazı mubahları sık sık işlemek, abes olur, boş yere zaman öldürmek olur. Bunlar ise haramdır. (Dürr-ül-mearif, Hadika, K. Saadet)


İmam-ı Gazalî hazretleri buyuruyor ki:

İnsanların yüreğinde kalb [gönül] denilen bir kuvvet vardır. Çelik, taşa sürtülünce ateş çıktığı gibi, ahenkli ses de, gönlü harekete getirir. Kalbde, Allah sevgisi varsa, güzel ses, bu sevgiyi arttırır. Çalgı ve her günah nefsi kuvvetlendirir, zararlı olur.


Temiz kalb müzikten zevk alamaz. Güzel ses, kalbe, dışarıdan bir şey getirmez. Sağlam kalbdeki helal olan bağı harekete getirir. Hasta olmayan kalbin teganni dinlemesi helal olur. Kalbde bir bağlılık yoksa, güzel sesten lezzet alması, kuş sesi dinlemek, yeşillik, akarsu seyretmek gibi olur. Bunları seyir, göze lezzet verdiği gibi, güzel koku, burna hoş geldiği gibi, güzel ses de, kulağa lezzet verir ve mubah olur.


Kalbi hasta olanın [Allah’tan başka şeye bağlananın] nefsi azar, çalgı dinleyince, haram işleme arzusu artar. Musikiden ruh değil, Allahü teâlânın düşmanı olan nefs lezzet alır. Zavallı ruh, nefsin elinde esir olduğu için, kendi lezzeti sanır.


Musikinin tadı, zehirli bala, yaldızlanmış pisliğe benzer. Hasta olmayan kalbin, helal şeylere olan sevgisini arttıran ve nefsi zayıflatan sesleri dinlemek de, bazı şartlarla mubah olur.


Hacca gidecek olanın Kâbe, hac, Mekke, Medine şarkılarını dinlemesi, askerlerin harb, kahramanlık şarkılarını dinlemesi mubah, hatta sevap olur. Düğün, ziyafet, bayram, sefer dönüşü gibi sevinmesi gereken yerlerde helal olan ses ile neşelenmek mubahtır. Bu sesler, nefse değil, kalbe kuvvet verir. (İhya)


Raks nedir?

Sual: Raks, sima ve teganni nedir, haram mıdır?

CEVAP

Raks, eli, ayakları tempo ile oynatmak ve dans etmek demektir. Eskiden raks eden erkeğe rakkas, kadına da rakkase denirdi. İhtiyari olmayan, yani kendi elinden olmadan raksa vecd denir. Vecde gelmek, kendi elinde olmadığı için günah değildir.


Sima, nağmeli ses demektir. Nağmeli sesin de, mubah ve haram olanı vardır.


Aletsiz, çalgısız olan insan sesine, sima [teganni] denir. Çalgılı veya çalgıyla birlikte olan insan sesine gına [müzik] denir.


Büyük İslam âlimi Seyyid Abdullah-i Dehlevî hazretleri buyuruyor ki:

Sima kalbi öldürür ve kalbde nifak hâsıl eder. (Mekatib-i şerife m.99)


Teganninin bir sünnet olan kısmı, bir de haram olan kısmı vardır:

Sünnet olan teganni, Kur'an-ı kerimi tecvide uyarak okumaktır. Teganni, kelimenin manasını değiştirmezse ve harfler, iki harf kadar uzamazsa, yalnız sesi güzelleştirip okumayı süslerse, caiz olur. Hatta namaz içinde de, namaz dışında da, müstehab olur.


Haram olan teganni, ırlamaktır, sesini hançeresinde tekrarlayıp türlü sesler çıkarmaktır. Harfleri, kelimeleri bozarak türlü sesler çıkarmak demektir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(İlk teganni eden şeytandır.) [Taberanî]


Teganni yaparken harfler bozulursa haram, harfler bozulmazsa mekruh olur. Burada kelimeler bozuluyor. Kur'an-ı kerimi teganni ederek, yani kelimeleri bozarak okumak, caiz değildir.


Kalbde helal olan şeyin sevgisi [mesela Allah sevgisi] varsa, sima [ilahi, kaside gibi nağmeli sesler] onu artırıyorsa o kimsenin teganni dinlemesi helal olur. Kalbinde, dinimizin yasak ettiği bir şey olanın, teganni dinlemesi günah olur. (K. Saadet s.322)


Sima ancak, Allahü teâlâya müteveccih olanlara caizdir. (Dürr-ül mearif s.4)


Teganni ile okuyan bir imam arkasında kılınan namazın iadesi gerekir. (Halebi)


İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: İlahi ve kasideleri teganni ile okumak ve dinlemek, bizim yolumuzda yasaktır. (1/266 ve 3/7)


İmam, amel-i kesir olacak kadar teganni ederse namaz bozulur. (Ebussuud efendi fetvası)


Kur’an-ı kerimi, zikri, duayı, teganni ile okumanın haram olduğu, Bezzaziyye’de yazılıdır. (Berîka)


Teganni ile okunan ezanı, Kur’an-ı kerimi ve mevlidleri dinlemek de günahtır. Kelimeleri bozmadan teganni etmek, yani sesi güzelleştirmek caizdir ve iyidir. (S. Ebediyye)


Teganni haramdır. (Tıbb-ün-nebevi)


Kur’an-ı kerimi teganni ile okumak ve dinlemek haramdır. Burhaneddin-i Mergınânî buyurdu ki:

Kur’an-ı kerimi teganni ile okuyan hâfıza, ne güzel okudun demek, küfür olur. Tecdid-i iman gerekir. Kuhistânî de böyle yazmaktadır. (Dürr-ül-müntekâ)


Musiki ile okunan şeyleri dinlememeli. Cahil tarikatçılar teganni ile ilahi okuyorlar. Musikiden hâsıl olan şehvet lezzetlerine, ibadette lezzet hâsıl olduğunu, feyiz geldiğini sanıyorlar. Böyle sapıklar, Deccal’ın askeridir. Kur’an-ı kerimi, zikri ve duayı teganni ile okuyanları dinlememek gerekir. Tatarhaniyye fetva kitabı, bunları teganni ile okumanın haram olduğunda sözbirliği bulunduğunu yazmaktadır. (Birgivî vasiyetnamesi şerhi)


Kur’an-ı kerimi teganni ile okumak haramdır. (K. Saadet) [Tecvide uygun olarak teganni edilirse mahzuru olmaz.]


Mescitlerde Kur’an-ı kerimi teganni ile okuyanları nehyetmek farzdır. (İhya 2/823)


Tekkelerde ilahiler okuyarak raks etmek, oynamak, dönmek haramdır. (Hindiyye)


Sima esnasında raks günahtır. (Merec-ül-bahreyn)


Hiçbir âlim, hiçbir zamanda, teganninin mubah olduğunu söylememiştir. (Mültekıt)


Hak sevgisi ile sima dinleyen sıddık, nefse uyup dinleyen zındık olur. (Siyerül-aktab)


Şeyh-i ekber Muhyiddin-i Arabî hazretleri, zamanındaki sofileri sima ve rakstan men etmişti. (Mektubat-ı Masumiye 4/29)


Tasavvuf ehlinde meşhur olan sima ve raks iki türlüdür:

Birincisi, kalbin ve nefsin fani olmasından sonra, cemal veya celal sıfatlarının tecellisinde hâsıl olur ki, bunda aklın ve nefsin müdahalesi yoktur. Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin ve Sünbül Sinan efendinin zikir ve simaları böyleydi. Şah-ı Nakşibend hazretleri, (Biz, bunları yapmayız, büyük zatların yaptıklarına da günah demeyiz) buyurdu.


İkincisi, bazı cahil ve gafil tarikatçıların, noksan akıllarına ve azgın nefislerine uyarak, bağırmaları ve zıplamalarıdır. (Makamat-i Mazheriyye m.11)


Kur’an-ı kerim okumaya, namaz kılmaya vakit bırakmayan her mubah iş mekruhtur. Tarikatçıların raks etmeleri, dönmeleri haramdır. Onları seyretmek de haramdır. Her çeşit çalgı çalmak haramdır. (Fetâvâ-yı Hindiyye)


Eğlence veya para kazanmak için başkalarına şarkı söylemek haramdır. Çalgıyla raks etmek büyük günahtır. Sıkıntısını gidermek için, kendi kendine şarkı söylemek günah değildir. Çalgı olarak, yalnız kadınların düğünlerde def çalması caizdir. (Redd-ül-Muhtar)


Mevlidde, salihlerle salevat okumak, her zaman sevabdır; fakat buna haram karıştırmak, mesela çalgı, şarkı, raks gibi şeyler yapmak büyük günah olur. (Allame Zahirüddin bin Cafer)


Büyük âlim İbni Arabi hazretleri Fütuhat-ı Mekkiyye kitabında, raks ile ve dönerek olan simanın yasak olduğunu bildirmiştir. (Mektubat-ı Rabbanî)


Raksla, sözle [şarkıyla, çalgıyla] başkalarını eğlendirenin şahitliği kabul edilmez. (Mecelle m. 1705)


Ney de, diğer çalgılar gibi, asla caiz değildir. Eğlence ve para kazanmak için şarkı söylemek haramdır. Her çalgıyı çalmak ve dinlemek, raks etmek caiz değildir. (Redd-ül-muhtar)


Allahü teâlânın aşkı ile dolmuş, evliyanın büyüklerinden olan Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretleri, ney ve başka hiçbir çalgı çalmadı. Musiki dinlemedi ve raks etmedi. Zikrin kalble, sessiz olacağını Mesnevi’de bildirmektedir. (S. Ebediyye)


İbadet, eğlence ve müzik

Sual: Ramazan eğlenceleri, ramazan konserleri düzenleniyor. Bir de, tasavvuf müziği eşliğinde iftarlar veriliyor. Bunlar dine uygun mu?

CEVAP

Hiçbirinin dinde yeri yoktur. İslam âlimleri buyuruyor ki:

Çağıranın yemeği şüpheliyse veya İslamiyet’in yasak ettiği şey varsa, mesela çalgı çalınıyorsa, oyun, kumar gibi şeyler varsa, o çağrılan yere gidilmez. (İhya)


Gıybet, oyun, şarkı bulunan yemeğe gidilmez. (Muhit, Metalib-ül-müminin)


Ramazan ayı, eğlence ayı değil, ibadet ve fırsat zamanıdır. Ramazan ayında, çeşitli çalgılı programlar, konserler düzenlenmesi dine aykırıdır. En tehlikelisi de, bunların bir kısmı, tasavvuf müziği, semah gösterisi vs. adı altında yapılarak, ibadet olarak sunulmaktadır. Hâlbuki dinimizde, her çeşit çalgı haramdır. İbadete haram karıştırmak ve bundan daha da kötüsü, bizzat ibadet olarak sunmak, küfre kadar götürür, fakat maalesef, bugün Müslümanların çoğu bu gaflet içindedir. Çalgının haram olduğunu bilen azalmıştır. Bu durumu mucize olarak, sevgili Peygamberimiz şöyle bildiriyor:

(Bir zaman gelecek, ümmetimden bazıları, mizmarı [çalgıyı] helâl sayacaktır.) [Buharî]


(Şarkıcı kadın ve çalgı aletleriyle eğlenenleri, Allahü teâlâ, yerin dibine batırır.) [İbni Mace]


(Şu beş şey zuhur ederse, ümmetimin helaki hak olur: Lanetleşme, içki içme, erkeklerin ipekli giymesi, çalgılar ve erkeğin erkekle, kadının kadınla iktifa etmesi.) [Deylemî, Hâkim]


(Ben, mizmarları [çalgıları] ve putları yasaklamak için de gönderildim.) [İ. Ahmed, Ebu Nuaym]


(İblis’e, senin müezzinin mizmarlar [çalgılar] denildi.) [Taberanî]


(Nimete kavuşunca çalgıyla eğlenmek lanetlenmiştir.) [Bezzar]


(Resulullah, çalgı aletleriyle para kazanmayı yasakladı.) [Begavî]


İncil’in yasakladığı müziği, sonradan papazlar, Hristiyanlığa soktu. (Mevahib-i ledünniyye şerhi)


Müzik, çalgı diğer dinlerde de büyük günahtı. (Dürr-ül-münteka)


Çalgısız da olsa, tegannili sesleri çok dinlemekten sakınmalı, çünkü sima, kalbi öldürür. Kalbde nifak hâsıl olur. (Mekatib-i şerife, m. 90, 99)


İbni Âbidin hazretleri de buyuruyor ki: Tarikatçıların yaptığı gibi, ölçülü hareketlerle sallanıp oynamaya raks denir. Fıkıh âlimleri, (Raksı helâl sayıp, bilhassa tefle oynayarak teganni eden kimse kâfir olur) demişlerdir. Bezzaziyye kitabının sahibi Kurtubî’den, (Çalgının ve raksın haram olduğu hususunda müctehid imamların icma’ı vardır) diye nakledip, (Şeyhülislam Kirmani’nin, “Raksı helâl gören kâfir olur” fetvasını gördüm) demiştir. Raksı helâl sayanların, fâsık olacağını bildiren âlimler de olmuştur. Bütün bunlar, kâfirlerin âdetidir. Her çalgı haramdır. Eğer ansızın kulağına gelirse, mazur sayılır. Dinlememek için, bütün gücünü sarf etmek farzdır. (Redd-ül-muhtar)


İbadete haram karıştırmak

Sual: Çalgı çalmak ve dinlemek haram olduğu gibi, mevlidi ve ilahileri çalgı eşliğinde okumak da haram mı? Mevlid-i şerifi halk müziği yerine tasavvuf müziği ile mi okumalı?

CEVAP

İlahi ve mevlid okumak ibadettir. Adına "tasavvuf müziği" de dense, çalgının her çeşidi haramdır. İbadet etmeye, Kur’an okumaya, namaz kılmaya, zikir çekmeye, mevlit okutmaya haram karıştırmak küfür olur. Çünkü İmam-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki: Resulullah’ın geldiği bir evde, küçük zenci kızlar [cariyeler] tef çalıp şarkı söylüyorlardı. Şarkıyı bırakıp, Resulullah’ı övmeye başladılar. Resulullah, (Onu bırakın, oyun arasında beni övmeyin! Beni övmek [mevlid, ilahi okumak] ibadettir. Eğlence, oyun arasında ibadet caiz değildir) buyurdu. Bazıları, bu hadis-i şerife istinaden kadınların şarkı söylemesinin ve çalgının caiz olduğunu söylüyorlar. Hâlbuki şarkı söyleyen kızlar cariyeydi. Cariyenin statüsü farklıdır. Sesi de avret değildir. (İhya)


(Çalgıya helâl diyen âlimler var, çalgılı ilahi küfür olmaz) diyen türedilere itibar etmemeli.


Defle zikir çekmek

Sual: Zikretmek için Avrupa’dan zilli def istediler. Defin zilli olup olmaması fark eder mi?

CEVAP

Zilli olup olmaması fark etmez. Defle veya ney gibi başka çalgı aletiyle zikir çekilmez, ilahi söylenmez. Çünkü zikir de, ilahi de ibadettir. İbadete çalgı karıştırılmaz. Tasavvuf müziğinin dinde yeri yoktur. Bir evde, küçük zenci kızları [cariyeler] def çalıp şarkı söylüyorlardı. Resulullah efendimiz gelince, şarkıyı bırakıp, Resulullah'ı övmeye başladılar. Resulullah efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Onu bırakın, oyun arasında beni övmeyin! Beni övmek [mevlid, ilahi] ibadettir. Eğlence, oyun arasında ibadet caiz değildir) buyurdu. (K. Saadet)


Resulullah efendimiz, Rübeyyi binti Muavviz’in düğününde, def çalarak Bedir savaşıyla ilgili kahramanlık türküleri söyleyen iki küçük kızı dinlemiştir. Bu esnada şarkı söyleyenlerden birinin, (Aranızda, yarın ne olacağını bilen bir Peygamber var) demesi üzerine, Resulullah Efendimiz, (Bırak o sözü, önceki söylediklerine devam et, gaybı ancak Allah bilir) buyurmuştur. (İbni Mace)


(Beni övmeyi bırak, önceki sözlerine devam et!) buyurması haram işleyerek ibadet yapılamayacağını göstermektedir. Bunun küfür olduğu bildirilmiştir.


Kadınların düğünde kendi aralarında def çalıp oynamaları caizdir. (Redd-ül-muhtar)


İmam-ı Münavî hazretleri, (Mescitlerde def çalınmaz, yalnız nikâh yapılır) buyuruyor. (Hadika)


Bazı tarikatçıların yaptıkları gibi, dönmek, dümbelek, ney, saz çalmak haramdır. (Tahtâvî şerhi)


Musikiden hâsıl olan şehvet lezzetlerini, ibadetten lezzet hâsıl oldu, feyiz geldi sanan kimse, sapıktır, Deccal’ın askeridir. Kur'an-ı kerimi, zikri ve duayı teganniyle okuyanları dinlememek gerekir. Tatarhaniyye fetva kitabında, (Bunları teganniyle okumak sözbirliğiyle haramdır) buyuruluyor. (Birgivî vasiyetnamesi şerhi)


Hazret-i Ebu Bekir, def için (Şeytanın düdüğüdür) buyurmuştur. (Buharî, Müslim)


Ney denilen çalgıyla veya başka çalgılarla Kur’an, salevat, ezan ve ilahi okumak ve böyle zikir yapmak da bidattir, büyük günahtır. Bazı bidatler, küfre sebep olur. (M. Nasihat)


Şu hâlde defle veya başka çalgılarla ilahi söylemek ve zikretmekten çok sakınmalı. İbadete, bir çalgı aleti olan defin zillisini de, zilsizini de karıştırmamalıdır.


İlahi dinlemek

Sual: Çalgısız ilahi dinlemekte mahzur var mıdır?

CEVAP

Ara sıra, uygun ilahileri dinlemekte mahzur olmaz. Her zaman dinlememeli. Çünkü bazı mübahları, sık sık işlemek, zamanı boşa harcamak olur. Bu ise caiz olmaz. Günahları, kusurları, azapları anlatan ilahileri ara sıra dinleyerek, üzülmek, tevbeye sebep olmak sevabdır, ama ölüme, kaza kadere karşı üzülmeye sebep olan ilahileri dinleyerek üzülmek haram olur. Bunun için, mevlidlerde vefat bahsi okunmamalıdır. (S. Ebediyye)


Çalgı ile ibadet

Sual: Fıkıh kitaplarında, fısk meclislerinde, çalgı çalınan yerlerde, tesbih, zikir, çekmek, hatta din kitabı okumanın bid’at ve haram olduğu, çünkü Peygamber efendimizin böyle okumaları yasak ettiği bildiriliyor. Minibüslerde kadın erkek karışık olduğuna göre fısk meclisi olmuyor mu? Bir de çalgı çalınıyor. Böyle minibüslerde giderken Kur’an okumak, zikir ve tesbih çekmek haram değil mi?

CEVAP

Çalgı çalarak zikretmekle, bir yerde çalgı çalınırken zikretmek ayrıdır. Görmekle bakmak ayrı olduğu gibi dinlemekle duymak da ayrıdır.


Minibüslerde biz çalgı eşliğinde zikir etmiyoruz. Biz istemeden kulağımıza geliyor. Herkes gaflette iken, zikir çekmek günah olmaz aksine çok iyi olur.


Böyle bir durum olmadan çalgı ile zikir çekmek elbette büyük günahtır. Din kitaplarında deniyor ki:

Musiki ile okunan şeyleri dinlememeli. Cahil tarikatçılar teganni ile ilahi okuyorlar. Musikiden hâsıl olan şehvet lezzetlerine, ibadette lezzet hâsıl olduğunu, feyiz geldiğini sanıyorlar. Böyle sapıklar, Deccal’ın askeridir. Kur'an-ı kerimi, zikri ve duayı teganni ile okuyanları dinlememek gerekir. Tatarhaniyye fetva kitabı, bunları teganni ile okumanın haram olduğunda sözbirliği bulunduğunu yazmaktadır. (Birgivî vasiyetnamesi şerhi)


Kilisede org çalarak İncillerden parçalar okunduğu gibi, Kur'an-ı kerimi çalgı çalarak okumak küfürdür. (S. Ebediyye)


Ney çalgısı

Sual: Dini yayınlarda fon müziği olarak kullanılan ney, diğer çalgılardan farklı mıdır?

CEVAP

Farklı değildir. Ney de diğer çalgılar gibidir. Çalgı ve diğer günahları ibadete karıştırmak daha büyük günah olur. Tasavvuf müziğinin dinde yeri yoktur. Tabiîn’in büyüklerinden Hazret-i Nâfi anlatır: Sahabeden Abdullah bin Ömer’le beraber gidiyorduk. Ney sesi işittik. Kulaklarını parmaklarıyla kapadı. Oradan hızla uzaklaştık. (Ney sesi daha işitiliyor mu?) dedi. (Hayır, işitilmiyor) dedim. Parmaklarını kulaklarından ayırdı. (Resulullah da böyle yapmıştı) dedi. Ben o zaman çocuktum.


Çocuğa günah olmayacağı için, ona da kulaklarını kapat dememiştir. Hazret-i Nâfi, (Abdullah bin Ömer takvası sebebiyle kulaklarını kapattı) denmemesi için çocuk olduğunu özellikle bildirdi. (Eşiat-ül-lemeat)


Ney çalgısı

Sual: Mesnevi’de, (Dinle neyden…) deniyor. Buradaki ney’den maksat çalgı mıdır, yoksa bir benzetme mi yapılmıştır?

CEVAP

Ney çalgıdır; fakat buradaki ney çalgı değildir. Çalgının her çeşidi haramdır. Mevlana Cami hazretleri buyuruyor ki:

Mesnevinin birinci beytinde, (Dinle neyden, nasıl anlatıyor, ayrılıklardan şikâyet ediyor) deniyor. Burada neyden maksat, İslam dininde yetişen kâmil, yüksek insan demektir. Bunlar, kendilerini ve her şeyi unutmuştur. Zihinleri her an, Allahü teâlânın rızasını aramaktadır. Ney, Farsça’da, yok demektir. Bunlar da, kendi varlıklarından yok olmuştur. Ney denilen çalgı, içi boş bir çubuk olup, bundan çıkan her ses, onu çalan kimseden hâsıl olmaktadır. O büyükler de, kendi varlıklarından boşalıp, kendilerinden, Allahü teâlânın ahlakı, sıfatları ve kemalatı zahir olmaktadır. Neyin üçüncü manası, kamış, kalem demektir ki, bundan da, insan-ı kâmil kastedilmektedir. Kalemin hareketi ve yazması kendinden olmadığı gibi, kâmil insanın hareketleri ve sözleri de, hep Allahü teâlânın ilhamı iledir. (Mesnevi şerhi)


Fon müziği

Sual: Bazı belgesel programlarında, dini filmlerde ve dini şiirlerde, fon müziği kullanılabiliyor. Bunları izlemek, dinlemek günah olmaz mı?

CEVAP

Faydalı belgesel veya uygun dini film izlerken, uygun olan dini şiir dinlerken, fon müziği, elde olmadan kulağa gelebiliyor. Elde olmadan kulağa gelen şeyler, duyan için günah olmaz; fakat piyasada, fon müziği olmaktan çıkıp, müzik sesinin ön planda olduğu programlar da mevcuttur. Böyle yayınları izlemek, müzik dinlemek olup, günah olur. Bir başka husus da, bunlar dinlemek içindir; zaruretsiz fon müziği çalmak caiz olmaz.


Çirkin istek

Sual: Bazı radyolarda, Peygamber efendimiz için şarkı, türkü veya çalgılı ilahiler söylenmesini istiyorlar. Radyo da, (Bu şarkıyı Peygamberimiz için yayımlıyoruz) diyor. Böyle bir istek uygun mudur?

CEVAP

Hiç uygun değildir. Peygamberimizin ismini günaha bulaştırmak, çok çirkin olur. Mubah olan bir şey olsa bile, yine uygun olmaz.


Çalgılı ilahi

Sual: (Ebüssüûd Efendi, çalgılı ilahinin küfür olduğuna fetva vermiş) deniyor. O fetva nasıldır?

CEVAP

Fetva şöyledir: Sual: Ney çalıp, tevhid ve salevat okumanın ve işitip lezzet duymanın hükmü nedir? Cevap: Bu iş, tevhidi ve salevâtı hafife almak ve alay olacağı için küfür olur.


NOT: İşitip lezzet duymak demek, kendi isteğiyle severek dinlemek demektir. Yoksa kulağına gelse, bu işi beğenmese küfür olmaz. Tevhid ve salevat okumak ibadettir. İbadetin arasına haram olan çalgı karıştırılmaz. Çünkü Resulullah efendimiz, Rübeyyi binti Muavviz’in düğününde, def çalarak Bedir savaşıyla ilgili kahramanlık türküleri söyleyen iki küçük kızdan birinin, şarkı arasında, (Aranızda, yarın ne olacağını bilen bir Peygamber var) demesi üzerine, Resulullah Efendimiz, hemen müdahale edip, (Bırak o sözü, önceki söylediklerine devam et!) buyurmuştur. (İbni Mace)


Resulullah'ı övmek, mevlit okumak, ibadettir. (Beni övmeyi bırak, önceki sözlerine devam et!) buyurması haram işleyerek ibadet yapılamayacağını göstermektedir. Ebüssüûd Efendi de, bunun küfür olduğunu bildirmiştir.


Yunus Emre’nin, ilahi mahiyetindeki şiirlerini de, böyle çalgı çalarak okumanın küfür olduğunu, yine Ebüssüûd Efendi bildiriyor. Bazı cahiller, Ebüssüûd efendinin, Yunus Emre’nin şiirlerine küfür dediğini sanıyorlar. Hâlbuki o, bunları çalgı ile okumaya küfür diyor.


Teganni ile okumak ne demektir?

Sual: Teganni ne demektir ve Kur’an-ı kerimi, ezanı teganni ile okumak niçin uygun görülmemektedir?

Cevap: Teganni, güzel, hoşa gidecek sesle okumak demektir. Kur’ân-ı kerimi, ezanı, mevlidi, ilahileri teganni ile okumak iki türlü olur:

1- Sünnet, sevap olan tegannidir. Tecvit ilmine uygun okumaktır. Böyle teganni, kalplere, ruhlara kuvvet vermektedir.


2- Haram olan tegannidir ki, musiki perdelerine uyarak okumaktır. Böyle teganni, harfleri, kelimeleri bozuyor, manayı değiştiriyor. Böyle okuyanların nağmeleri, nefse hoş, tatlı geliyor. Nefislerine mağlup kimseleri ağlatıyor. Bunların manalarından haberleri olmuyor, kalpleri, gafletten, hastalıktan kurtulamıyor.


Kur’an-ı kerimi ve ezanı teganni ile okurken, mana değişir veya harf tekerrür ederse, haram olur. El-fıkhu alel mezâhibde diyor ki:

“Teganni ile ezan okumak haramdır. Bunu dinlemek caiz değildir.”


Her türlü oyunu oynamak

Sual: Her türlü oyunu kumarsız olarak oynamanın, çalgılı şarkılar dinlemenin dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?

Cevap: Konu ile alakalı olarak Fetâvâ-yı Hindiyyede deniyor ki:

“Her türlü teganni, yani çalgı ile şarkı söylemek ve dinlemek haramdır. Ansızın işitir ve oradan kaçarsa günah olmaz. Günah olmayan şeyleri böyle olmayan seslerle dinlemek caiz olur. İlim, ahlak bulunan şiir yazmak, söylemek caizdir. Kur’an-ı kerim okumaya, namaz kılmaya vakit bırakmayan her mubah iş mekruhtur. Tekkelerde ilahiler okuyarak raks etmek, oynamak, dönmek haramdır. Bu tekkelere gitmek, oturmak da haramdır. Şimdi, dinden haberi olmayan fasıklar, böyle tarikatçılık yapıyorlar. Düğünlerde ve küçük çocuğu eğlendirmek için kadının def çalması caizdir. Günah şey söylemeden ve başkalarını güldürmek için olmayan mizah, latife söylemek caizdir. Kuvvetlenmek için güreşmek caizdir. Oyun ve eğlence için mekruhtur. Tavla, onaltı taş, iskambil, briç ve bilardo, bezik gibi oyunlar, kumarsız da olsalar, mala-yanidir. İlim öğrenmeye, namaz kılmaya mani olan her şey haramdır.”


Sual: Neşeli zamanlarda anlamı güzel olan şiirleri söylemenin, okumanın dinen bir mahzuru var mıdır?

Cevap: Düğün, ziyafet, sünnet, bayram, sefer dönüşü gibi sevinmesi lazım olan yerlerde helal olan ses ile neşelenmek mübahtır. Bu sesler, nefse değil, kalbe kuvvet verir. Mevâhib-i ledünniyyede deniyor ki:

“Resûlullah efendimiz Mekke’ye girdiği zaman, önünde ibni Revaha beyitler okuyarak gidiyordu. Hazret-i Ömer bunu görünce;

-Resûlullah efendimizin önünde şiir okunur mu? diyerek darıldı. Resûlullah efendimiz de;

-Bırak ya Ömer, mâni olma! Bu beyitler kâfirlere, ok atmaktan daha çok tesirlidir buyurdu. Buradan anlaşılıyor ki, nefsi azdıran şiirleri okumak caiz olmayıp, harpte kafirlere zarar verici, onları üzücü şiirleri okumak caizdir.”


Günahları, kusurları, azapları anlatan kasideleri, ilahileri dinleyerek, üzülmek, tevbeye sebep olmak sevaptır.


Sual: Başkalarını kötüleyen, ahlaksızlık anlatan şiirleri okumak mahzurlu mudur?

Cevap: Bu konuda Hadîkada deniyor ki:

“Tâtârhâniyye fetva kitabında; başkalarını hicveden, kötüleyen ve fuhuş, içki anlatan, şehveti harekete getiren şiirleri teganni yani ses dalgaları ile okumak, her dinde haramdır. Harama sebep olan şeyler de haram olur demektedir.”


Kur’ân-ı kerimi, teganni ederek okumak

Sual: Kur’ân-ı kerimi, mevlidi ve ezanı, şarkı kalıplarına uyarak okumanın dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?

Cevap: Kur’ân-ı kerimi, mevlidi ve ezanı musiki ile, teganni ederek okumak, manasını bozuyor ve zararlı oluyor. Mesela, Allahü ekber, Allahü teâlâ büyüktür, demektir. Sesi uzatarak, mesela Aaaallahü ekber, şeklinde okunursa, Allah, acaba büyük müdür? demek olur ki, böyle söyleyenlerin imanlarının gideceği meydandadır. Bütün fıkıh kitaplarında ve mesela, Halebî-yi sagîrde, konu ile alakalı olarak buyuruluyor ki:

“Kur’ân-ı kerimi nağme ile, yani sesi musiki perdelerine uydurarak okumak, harfleri bozmaz ise, âlimler mekruh demiştir. Zira fasıkların nağmelerine teşebbühtür, benzemektir. Eğer harfler değişir ise, haramdır. Okuması mekruh olan bir şeyi dinlemek de mekruhtur. Okuması haram olan şeyi, dinlemek de haramdır. Kur’ân-ı kerimi teganni ile okuyan hafızlara emr-i ma'rûf yapmak vaciptir. İnatlarına, düşmanlıklarına sebep olacak ise, bunları dinlememeli, orayı terk etmelidir. Teganni ile okuyan bir imam arkasında kılınan namazın iadesi, tekrar kılınması lazımdır.”

Cimri zekâtı ne ki?

 Sual: (Kırkta bir zekât, cimri zekâtıdır. Zekâtta limiti kaldırmalı) deniyor. Bu limiti bildiren Resulullah'ı cimrilikle suçlamak caiz midir? Resulullah'ın koyduğu ölçüyü hangi reformcunun değiştirme yetkisi vardır ki?

CEVAP

Kırkta bir zekâta cimri zekâtı demek, Resulullah'a yapılan çok çirkin bir hakarettir. Kur'an-ı kerimde namazların nasıl kılınacağı, zekâtın nisabı bildirilmemiştir. Bunlar, hadislerle açıklanmıştır. Çünkü Kur'an-ı kerimde mealen (Resul neyi emrettiyse onu yapın, neyi yasak ettiyse ondan sakının!) buyuruldu. (Haşr 7)


Buharî, Ebu Davud, Nesaî gibi muteber hadis kitaplarında, (Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Enes’i Bahreyn'e gönderdiği zaman, Resulullah'ın mührüyle mühürlenmiş bir talimat verdi) buyuruluyor. Fıkıh kitaplarındaki zekât oranları Resulullah'ın bu talimatına göre hazırlanmıştır.


Her fıkıh kitabında, (Sığırın nisabı otuzdur) diyor. (Tirmizî, Nesaî)


Her fıkıh kitabında, (Koyunun nisabı kırktır) diyor. (Buharî, Nesaî)


Her fıkıh kitabında, (Beş devenin nisabı, bir koyundur) diyor. (Buharî, Nesaî)


Her fıkıh kitabında, (Mahsulün uşru onda birdir) diyor. Bir hadis-i şerif meali:

(Yağmur, pınar veya ırmak suyu ile sulanan mahsulün uşru onda birdir. Dolapla veya hayvanla sulanırsa yarısıdır.) [Buharî, Müslim]


Her fıkıh kitabında (Define zekâtı beşte birdir) diyor. Bir hadis-i şerif meali:

(Define zekâtı beşte birdir.) [Buharî, Müslim]


Her fıkıh kitabında (Altın ve gümüşün zekâtı kırkta birdir) diyor. İki hadis-i şerif meali:

(Gümüş paraların zekâtı kırkta birdir.) [Tirmizî, Ebu Davud, Nesaî]


(Altın ve gümüşün zekâtı kırkta birdir.) [Buharî, Ebu Davud, Nesaî]


Her fıkıh kitabında (Balın zekâtı onda birdir) diyor. Bir hadis-i şerifte, (Balın zekâtı onda birdir) buyuruldu. (Tirmizî)


Görüldüğü gibi, Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, zekâtta ölçüyü bildirmiştir. Bu ölçüleri kimsenin değiştirmeye hakkı yoktur. Mezhepler, farklı hadisleri dikkate alarak farklı bazı ictihatlarda bulunmuşlarsa da, kırkta bir ölçüsüne hiçbiri dokunmamıştır. Bu ölçüyü değiştirmek dinde reform olur. Dinde reform ise dinsizliktir.

Sadakayla ilgili çeşitli sual cevaplar

 Sual: Borcu olan bir kimsenin sadaka vermesi caiz olur mu?

CEVAP

Ödünç alınan ve acil verilmesi gereken borçlar ise sadaka vermek caiz olmaz. Fakat taksitli borçlar ise mahzuru olmaz.


Sual: Taksitli borçlarım var. Muntazaman ödüyorum. Borçlunun önce borcunu ödemesi lazım olduğu için, cüzi miktarda da olsa sadaka versem olur mu?

CEVAP

Evet, kabul olur.


Sual: Hediye mi, sadaka mı daha sevaptır?

CEVAP

Önce aileye nafaka, sonra sadaka, sonra hediye.


Sual: Sadaka niyetiyle yapılan para yardımları vekaleten de olur mu?

CEVAP

Olur.


Sual: Sadaka verirken sevabını Peygamber efendimize göndermeye de niyet etmek caiz mi?

CEVAP

Sadaka verenin, sadaka sevabını Resulullah efendimize ve bütün müminlere göndermeye niyet etmesi iyi olur. Çünkü, kendi sevabından bir eksilme olmadığı gibi, hepsine de ayrı ayrı, hep o kadar sevap verilir. (Redd-ül Muhtar)


Sigara istemek

Sual: Dilenmek haram olduğuna göre, birinden bir tek sigara veya ateş istemek caiz midir?

CEVAP

Caizdir. O kadarcık şey dilenmeye girmez.


Sadaka ve kibir

Sual: Bir arkadaş, şeker, gofret gibi bir hediye verirken (Yakala!) diyerek uzaktan atıyor. Bu, kibir alameti değil midir?

CEVAP

Belki, samimi olduğu için veya hediyeye önem vermediği için olabilir, çünkü İslam Ahlakı kitabında, (Sadaka verenin kibirli görünmesi, fakire karşı değildir. Verdiği malı küçültmektir. Mala kıymet vermediğini gösterir) deniyor. Hediye veren de, hediyesine önem vermediği için öyle yapmış olabilir, ama aralarında samimiyet yoksa, öyle yapmak doğru değildir.


Hayır kurumu

Sual: Cami için verilen parayı, daha önemli bir hayır kurumuna vermek caiz midir?

CEVAP

Daha önemliyse, daha iyi olur.


Hayvan beslemek

Sual: Evdeki kedilere veya sokaktaki köpeklere verdiğimiz yiyecekler sadaka hükmüne girer mi?

CEVAP

Elbette girer. Hattâ kedi, köpek, domuz gibi hayvanlar, evimizdeki, bahçemizdeki buldukları şeyleri yeseler, mesela kurt koyunumuzu, tilki tavuğumuzu, kartal civcivlerimizi yese hepsi sadaka olur. Bir hadis-i şerif:

(Müslümanın diktiği ağaçtan yenilen şey sadakadır. O ağaçtan çalınanlar, vahşi hayvanların ve kuşların yedikleri sadaka olur.) [Müslim]


Paraya kıymet vermemek

Sual: Mendil serip dilenenin önüne parayı, eğilmeden ayakta iken atmak uygun mudur?

CEVAP

Paraya önem vermemek maksadıyla yapılırsa mahzuru olmaz. Çünkü İslam Ahlakı kitabında, (Sadaka verirken, neşe ve sevinçle karışık tekebbür etmeli. Sadaka verenin tekebbürü, fakire karşı değildir. Verdiği malı küçülttüğünü ve mala kıymet vermediğini gösterir) deniyor. Dilenciye niye kibirlensin ki? Dilenci de o hareketten alınmaz. Atılan parayı havada kapar.


Muhtaç olanın sadaka vermesi

Sual: Bir kimsenin, bakmakla sorumlu oldukları muhtaç iken, başka muhtaçlara yardım etmesi uygun olur mu?

Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde buyuruluyor ki:

“Kendisine ve bakması vacib olanlara lazım olandan fazla malı bulunan kimsenin sadaka vermesi müstehabdır. Bakması vacib olan kimsesi muhtaç iken, bunun sadaka vermesi günahtır. Sıkıntıya sabredemeyecek kimsenin, kendi muhtaç olduğu malı, parayı sadaka vermesi caiz değildir, tahrimen mekruhtur. Sadaka veren kimsenin, sadaka sevabını, Resulullah Efendimize ve bütün müminin ve müminâta göndermeye niyet etmesi iyi olur. Çünkü, kendi sevabı azalmaz ve hepsine de ayrı ayrı, hep o kadar sevap verilir.”

Sadaka-i cariye

 Sual: Sadaka-i cariye ne demektir?

CEVAP

Öldükten sonra da, amel defterimize sevap yazdıran sadakadır. Sadaka-i cariye, cami, çeşme, yol yapmak, ağaç dikmek, faydalı ilmi eser bırakmak gibi insanlara faydası dokunan her çeşit iyi işlerdir. Bir hadis-i şerif meali:

(İnsan ölünce, üç şey hariç ameli kesilir: Sadaka-i cariye, faydalı ilmi eser bırakmak veya ona dua ve istigfar edecek salih evlat.) [Müslim]


Herkes cari sadaka olarak cami yaptıramaz, ilmi eser yazamaz. Ama kolayı var. Faydalı bir eserin dağılmasına sebep olmak da, o kitabı yazmak gibi sevap getirir. Bir hadis-i şerif meali:

(Mümine, öğrenip yaydığı ilmin sevabı, ölümünden sonra da devam eder.) [İbni Mace]


Faydalı eserden maksat, dinimize dünyamıza faydalı olan her eser buna dahildir. Fıkıh kitabı, tefsir kitabı, ilmihal kitabı, tıp, fizik, kimya kitabı faydalı kitaplardandır. Kasetler, CD’ler, filmler faydalı olmak şartı ile hepsi sadaka-i cariye hükmündedir. Faydalı olmak şartı ile bir radyo, bir televizyon, bir gazete, bir dergi, bir internet sitesi gibi her çeşit yayın, sadaka-i cariyeye dahildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Unutulmuş bir sünnetimi meydana çıkarana yüz şehit sevabı vardır.) [Hakim] (Ya bir farzı veya vacibi meydana çıkarmanın sevabının ne kadar çok olduğu buradan anlaşılmalıdır.)


Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları, hakiki din kitaplarına uyanlara yüzlerce şehit sevabı verilir. Sünnete yapışmak, sünneti ortaya çıkarmak Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını öğrenmekle olur.


Bayramlarda, özel günlerde hediye olarak bir kimse, ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından bir kitap, mesela bir İslam Ahlakı kitabı hediye verse, yüz şehit sevabı alır. Çünkü unutulmuş sünnetlerin yanında, farzlar ve vacipler de yayılmış oluyor. Bozuk din kitabı vermek de bunun aksi olup, çok veballi bir iştir, bu sefer işlenen günaha da ortak olmuş olur.


Sevabını hediye etmeli

Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:

Sadaka [ve Kur'an-ı kerim okumanın] sevabını önce Peygamberimizin mübarek ruhuna hediye etmeli, sonra ölülerin ruhlarına göndermelidir. Böylece kabul olma ümidi fazla olur. Sevabını bütün müminlerin ruhlarına da hediye etmek iyi olur. Her birine sevabın hepsi ulaşır. Kendi sevabından bir eksilme olmaz. (2/36)


Camiye verilecek para

Sual: Babam, (Şu parayı al, bir camiye ver!) dedi. Bu parayı İslam âlimlerinin kitaplarını dağıtarak emr-i maruf yapan yerlere vermek caiz olur mu?

CEVAP

Elbette olur. İslamiyet’i yaymak için verilmiş olur, daha önemlidir.


Cami yaptırmak

Sual: Bir kimsenin yaptırdığı küçük bir cami yıkılıp, yerine başkası büyük bir cami yaptırsa, öncekinin sevabı kesilir mi?

CEVAP

Kesilmez.

İsraf da, cimrilik de etmemeli

 Sual: Çok sadaka verenler oluyor. Sadaka vermek israfa girer mi?

CEVAP

Sadaka vermekte de, israf olur. Sabit bin Kays hazretleri, bir günde 500 ağacının hurmalarını toplayıp hepsini sadaka vererek evi için hurma bırakmayınca, (Hepsini vermeyin!) âyet-i kerimesi geldi. Muaz bin Cebel hazretlerinin bir hurma ağacı vardı. Hurmalarını toplayıp hepsini sadaka verip kendine bir şey bırakmayınca, (Fakat israf etmeyin!) mealindeki âyet-i kerime geldi. Bir erkek çocuğu, Resulullah efendimize gelip bazı lüzumlu şeyleri istedi. Peygamber efendimiz, onların hiçbirinin bugün kendisinde bulunmadığını bildirince, çocuk, gömleğini istedi. Hemen mübarek arkasından gömleğini çıkarıp verdi. Gömleksiz kaldı. O zaman, (Ey Habibim, kendine kalmayacak şekilde dağıtma!) âyet-i kerimesi geldi.


Borcundan çok malı olmayan veya çoluk çocuğu sıkıntıya sabredemediği hâlde, bunların ihtiyacını karşılayacak maldan fazlası bulunmayan veya sıkıntıya katlanamadığı hâlde, kendisi muhtaç olanın, sadaka ve ödünç vermesi israf olur. Bir hadis-i şerif meali:

(Kendisi veya çoluk çocuğu muhtaçken veya borcu varken verilen sadaka kabul olmaz. Borç ödemek, sadaka ve hediye vermekten önce gelir.) [Buhari]


Kendisi veya çoluk çocuğu sabredemeyenin, sadaka vermesi mekruh olur; hattâ bazı âlimlere göre, hiç kabul olmaz. (Tarikat-ı Muhammediyye)

Haram maldan zekât, sadaka verilir mi?

 Sual: Haramdan sadaka verilse ne olur?

CEVAP

Haramdan sadaka verilse, alan fakir de haramdan olduğunu bilerek, verene, Allah razı olsun dese veya Allah kabul etsin dese ve veren de, âmin dese, ikisi de küfre girer.


Bir kimsenin elindeki malın haram mal olduğu bilinmedikçe, çalınmış veya kumardan almış olsa bile, elindeki bu malın onun helal mülkü olduğu kabul edilir. Bunu verince, mülk-i habis ise de, almak caiz olur. Verilenin haram mal olduğu kesin bilinirse, bunu almak caiz olmaz.


Haram malı, hediye vermek caiz olmaz. Haram olduğunu bilenin de, bunu alması caiz olmaz. Eline, haram mal, mesela para geçen, bunu sahibine vermeli, sahibi bilinmiyorsa, fakire sadaka vermelidir. Başka yere vermesi günah olur. Bu malı almak, fakirlerden başka kimseye caiz olmaz. Yalnız vârisin, haram mal olduğunu bildiği halde, mirası alması caiz olur. Sadaka olarak verdiği fakir, haram malı kendisine hediye ederse, bunu kendisi de kullanabilir.


Malının çoğunun helal olduğu sanılanın verdiği hediyeyi almak caiz olur. Malı haram ise caiz olmaz.


Bulanık suyun temiz olduğu kabul edilir. Çünkü, suyun aslı temizdir. Necis olması ise, şüphelidir. Kazancının çoğu haramdan olan kimsenin verdiği malın haramdan olduğu kesin olarak bilinmedikçe, bu malını almak haram olmaz, mekruh olur. Malının çoğu helal olanın hediyesi alınır. Çoğu haram ise, helal diyerek verdiği alınır. Verirken söylemedi ise, araştırıp zannına göre amel eder.


Sual: Benden düştüğü şüpheli bir para var. Haram olan bir şeyi sadaka olarak vermek haram olduğunu biliyorum. Bu parayı ne yapmam lazım?

CEVAP

Fakirsen kendin kullanabilirsin, zenginsen bir fakire ver. Bulunan para sizin olmasa da haram para değildir. Bir fakire vermekte mahzur yoktur.


Sual: Din kitaplarında, (Haramdan kazanılan bir mal, sadaka olarak verilse, bunu bilerek alan, Allah kabul etsin derse kâfir olur; fakat Allah razı olsun denirse küfür olmaz) deniyor. Niye biri küfür de öteki değil?

CEVAP

Haram maldan sevab beklenmez. Yani dinimizde haram malın sevabı olmayacağı bildirilirken, Allah kabul etsin diyerek, dinin emri kabul edilmemiş oluyor. Allah razı olsun demek ise, bu halinden, haram işlediğinden dolayı Allah razı olsun demek değildir. O manada söylenirse, elbette o da küfür olur. Allah seni razı olacağı hale getirsin anlamında bir duadır. Gerektiğinde kâfire böyle dua edilebilir. Yani onun hidayeti için dua ediliyor. Bu caiz olur. Fakat kâfire, Allah sana rahmet etsin diye dua etmek caiz olmaz.


Haram parayla hayır yapmak

Sual: Toplanan helal ve çeşitli haram paralarla cami yaptırılır mı? Haram para hayra sarf edilir mi? Haram parayı verene, Allah razı olsun denir mi?

CEVAP

Birgivi vasiyetnamesi şerhi’nde, (Bir kimse, elindeki kati haram olan maldan sadaka verse, sevab umsa, alan fakir, haramdan olduğunu bilerek, verene Allah razı olsun dese, veren de veya başka bir kimse de âmin dese, hepsi kâfir olur) deniyor. İbni Abidin hazretleri burada, (Haram olduğu bilinen belli malla cami yaptırmak ve başka hayır yaptırmak ve bunlara karşılık sevab beklemek de küfürdür) buyuruyor. (S. Ebediyye)


Haramdan mal kazanmak, haramdan sadaka vermek ayrı, haramla helali karıştırarak kullanmak ayrıdır. Kullanmanın caiz olması, haramın caiz olması demek değildir. Haramdan kazanan, elbette cezasını çekecektir. Bu konuda, merhum hocamıza sorduğumuz sualin cevabı şöyleydi:

İki veya daha çok farklı haram mallar, birbirleriyle ve helal mallarla karışırsa mülk olur. Her türlü kullanması caiz olur. Yani cami yaptırılır. Haram parayı verene Allah razı olsun demek caizdir, fakat Allah kabul etsin demek küfür olur.


Haramdan sevab beklendiği için küfür oluyor, ama o kimseyi Allahü teala razı olduğu yola çevirebilir. Kâfire bile, imana gelmesi veya razı olacağı hale çevirmesi niyetiyle Allah razı olsun denir. Böyle söylemek bu hâlinden razı olsun demek değildir, onu razı olacağı hale çevirsin demektir. Demek ki, bu niyete göre kâfire bile Allah razı olsun denebiliyor. Böyle bir niyet olmadan Allahü tealanın kâfirden razı olması için söylemek küfür olur.


Sırf tek haram parayla yapılan camide namaz kılmak caiz olmaz.

Müminler bir vücut gibidir

 Sual: Bosna’ya yardım için para toplanıyor. Yardımların yerine ulaşıp ulaşmayacağını bilmiyoruz. Yardımlar yerine ulaşmazsa, yardım edenler mesul olur mu?

CEVAP

Yardımı toplayan, müslüman ise, yardım etmek gerekir. Yardımın ulaştırılmasında bir kusur veya hıyanet olursa, günah, onların olur. Onun için, dünyanın neresinde olursa olsun, müslümanlara yardım etmelidir! Amerika’daki, Afrika’daki müslümanlara da yardım etmelidir! Bütün müslümanlar bir ailenin fertleri, hatta bir vücut gibidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Birbirine karşı muhabbet ve merhamette, müminler, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut, rahatsız, uykusuz kalıp, onun tedavisi ile meşgul olduğu gibi, müslümanlar da birbirlerine yardıma koşmalıdır!) [Buhari]


Dertler müşterektir

Bu bakımdan, dünyanın öteki ucundaki bir müslümanın derdi, bizim derdimiz demektir. Ona yardım etmek gerekir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Müslümanların dertleri ile ilgilenmeyen, onlardan değildir.) [Hakim]


Yiyecek, giyecek ve başka ihtiyaçları için müslümanlara yardım, hem vazifedir, hem de çok sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Bir müslümanın sıkıntısını gidereni veya bir mazluma yardım edeni, Allahü teâlâ affeder.) [Buhari]


(Bir din kardeşinin ihtiyacını gideren, ömür boyu Allahü teâlâya ibadet etmiş gibi sevap kazanır.) [Buhari]


(Kim bir mümini, bir münafıkın eziyetinden korursa, Allahü teâlâ da onu, Cehennem ateşinden korur.) [Ebu Davud]


(Allah indinde, en kıymetli amel, mümini sevindirmek, sıkıntısını gidermek, borcunu ödemek veya karnını doyurmaktır.) [Taberani]


(Din kardeşini savunan müslümanı Allahü teâlâ, Cehennem ateşinden korur.) [Taberani]


(Din kardeşinin aleyhinde konuşulurken, ona müdafaaya gücü yeterken, bunu yapmayanı, Allahü teâlâ dünya ve ahirette zelil eder.) [İbni Ebiddünya]


(Allah katında en kıymetli amel, bir müslümanı sevindirmek yahut bir sıkıntısını gidermek veya sabrını taşıran bir kederini ortadan kaldırmak yahut borcunu ödemektir.) [Ebuş-şeyh]


(İnsanların iyisi, insanlara iyilik edendir.) [İ. Ahmed]


(Arkadaşın iyisi, arkadaşına, komşunun iyisi ise komşusuna iyilik edendir.) [Tirmizi]


(Sizin en iyiniz, kendisinden hep iyilik beklenen ve kötülük etmeyeceğinden emin olunandır.) [Tirmizi]


(Hayra vesile olan, hayır işlemiş gibidir. Allahü teâlâ, sıkıntıya düşene, çaresize yardım edeni sever.) [İbni Neccar]


(Layık olana da, olmayana da iyilik et. Eğer layık olana iyilik edersen ne iyi. Eğer o kimse iyiliğe layık değilse, sen, iyilik ehlinden olursun.) [İbni Neccar]


Sevdiğini vermek

Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe, iyilik ve hayra nail olamazsınız. Ne infak ederseniz, Allahü teâlâ, onu hakkıyla bilir ve mükafatını verir.) [Al-i İmran 92]


İnfaktan maksat zekat diyenler oldu. (Sevdiğiniz maldan zekat vermedikçe saadete eremez, Cennete giremezsiniz. Cimrilikten ve mal sevgisinden temizlenmiş olmazsınız) dediler. İnfak edilen her şeyi Allahü teâlâ bilir, dünyada hakkını verir, ahirette de sevabını ve derecesini artırır. Ömer bin Abdülaziz hazretleri, yüklerle şeker alıp sadaka olarak dağıtırdı. Dediler ki:

(Niçin parasını değil de, şeker alıp sadaka ediyorsun?)

Buyurdu ki:

(Bu şeker, bana paradan daha kıymetlidir, şekeri çok severim.)


Âyet-i kerime nazil olunca, Hazret-i Ömer, en iyi cariyesini azat etmişti. Oğlu Hazret-i Abdullah da en iyi cariyesini azat etmişti. Kendisine dediler ki:

(Kıymetli cariyeyi niçin bıraktın?)

Buyurdu ki:

(Bu âyeti işitince bıraktım. Kişi sevdiğini vermeyince sevdiğini elde edemez.)


Harun Reşidin zevcesi Zübeyde, otuzbin altın harcetmiş, bir mushaf yazdırmıştı. Tamamlanıp da kendisine getirdikleri vakit bu âyet-i kerimeyi okuyunca, hemen mushafı kapayıp: (Alın bunu, salih bir müslümana hediye edin. Şu anda bu mushaftan daha çok sevdiğim bir şey yoktur) dedi.


Âyet-i kerime nazil olunca, Hazret-i Ebu Talha, en sevdiği malı olan bir bahçeyi Allah yolunda tasadduk etti. Zeyd bin Harise hazretleri de, Seyl adındaki atını tasadduk etti.


Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:

(Bir kimse sevdiği bir tek hurmayı bile Allah rızası için tasadduk ederse, bu âyetteki iyilik ve hayra mazhar olmuş olur) buyurdu. (Tibyan)

Sadakayı gizli mi vermeli?

 Sual: Fakirin onurunu kırmamak için sadakayı gizli mi vermek gerekir, yoksa başkaları da yardımda bulunsun diye bir teşvik için açıktan verilmesi mi daha iyi olur?

CEVAP

Sadakayı, yardımları bazen açık vermek gerekirse de, genel olarak gizli vermek daha iyidir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Sadakayı açık verirseniz güzel olur, gizli verirseniz, sizin için daha hayırlıdır.) [Bekara 271]


Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:

(Kıyamette, başka himaye bulunmayan günde Allahü teâlânın himayesindeki 7 kişiden biri, verdiği sadakayı gizleyen, sağ elinin verdiğinden sol eli haberi olmayan kimsedir.) [Buhari]


(Gizli [sadaka, hayır hasenat ve ibadetler] aşikâreden efdaldir. Ancak, iyi örnek teşkil edecekse, aşikârelik gizliden efdaldir.) [Deylemi]


(Sadakayı gizli vermek Cennet hazinesindendir.) [Hatib]


(Gece kılınan namazın gündüz kılınan namaza göre üstünlüğü, gizli verilen sadakanın, aşikâr verilen sadakaya olan üstünlüğü gibidir.) [Taberani]


(Kur'anı aşikâre okuyan, aşikâre sadaka veren gibi, gizli okuyan da gizli sadaka veren gibidir.) [Tirmizi]


(Gizli sadaka Rabbin gadabını söndürür.) [Beyheki, Taberani, İbni Asakir]


Gösterişe kaçmak

Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:

(İyi bir amel yapanın amel defterine gizli yapılmış salih amel olarak yazılır ve sevabı 70 kat artırılır. Kişi bu ameli açıklarsa, aşikâre amel sevabı yazılır. Artırılan sevapları silinir. Bu amelini tekrar herkese söyler, adının anılmasından ve övülmekten hoşlanırsa, aşikâre amel sevabı da silinir, gösteriş, riya olarak yazılır.) [Beyheki]


İstemeyi meslek haline getirenler hariç, bir fakire herkesin gözü önünde yardımda bulunmak, sadaka vermek onun haysiyetine dokunabilir. Muhtaçların gönül rahatlığıyla yapılan yardımı alabilmeleri için hayırlar gizli verilmelidir. Bir müddet önce, Bursa’da bir öğrencinin açıktan yapılan bir yardım sebebiyle intihar ettiğini gazetelerden okumuşsunuzdur.


İslam büyükleri, sadakayı gizlice bir a’manın eline bırakır veya fakir uyurken cebine koyar veya bir çocuk vasıtasıyle fakire gönderirlerdi. Fakiri şükran borcu altına sokmamak için gizli verirlerdi.

Maksat riya ve minnetten sakınmaktır. Fakir vereni görürse, riya ve minnet karışabilir. (Gösterişe ve minnete sebep olan hayır kabul olmaz) buyurulmuştur. Farz olan zekâtın aleni olarak verilmesi efdaldir. Bunda riya olamaz. Zekâtın böyle alenen verilmesi, zekâtını vermemiş olmak töhmetinden kurtarır, başkalarına da örnek teşkil etmiş olur. İbni Abbas hazretleri, gizlice verilen nafile sadakanın sevabı, alenen verilenden 70 kat fazladır buyurdu. Zekâtın sevabı ise gizlice verilenlerine göre 25 kat fazladır.


Gizli sadakanın üç faydası:

1- Halk; fakirin sadakayı ihtiyaçsız aldığını sanarak suizanna düşebilir. Fakir kötülenir, halk da gıybet edebilir.


2- Hadis-i şerifte, (Veren el, alan elden üstündür) buyuruluyor. Sadaka açıktan verilince fakir zillete düşebilir. Müslümanı zillete düşürmemelidir.


3- Sadaka bir cins hediyedir. Hadis-i şerifte, (Birine gelen hediyeye, yanında bulunanlar ortaktır) buyurulmuştur. (Hakim)


Fakir yanında bulunanlara ondan bir şey vermezse hoş olmaz. Buna sebep olmak da hoş değildir.

En üstün sadaka

 Sual: En üstün sadaka nedir?

CEVAP

Bu, sadaka verenin veya verilenin durumuna göre değişir. Mesela, aç bir kimse varsa, onu doyurmak en üstün sadaka olur. Bir kimsenin, maddi imkânı olmayan, borçlu bir arkadaşı varsa, onun için en üstün sadaka bu arkadaşını borçtan kurtarmak olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(En üstün sadaka, su vermektir.) [Nesai]


(En üstün sadaka, aç bir canlıyı doyurmaktır.) [Beyheki]


(En üstün sadaka, iki kişinin arasını bulmaktır.) [Taberani]


(En üstün sadaka, dilini tutmaktır.) [Deylemi]


(En üstün sadaka, gizli verilendir.) [Taberani]


(En üstün sadaka, ilmi yaymaktır.) [Taberani]


(En üstün sadaka, ilim öğrenip, başkasına da öğretmektir.) [İbni Mace]


(En üstün sadaka, kin güden yakınına verilendir.) [Taberani]


(En üstün sadaka, sağlıklı, mala tamahı çok olup, zenginliği umup fakirlikten korkarken verilen sadakadır.) [Müslim]


(En üstün sadaka, doğru sözü yerinde söylemektir.) [Hâkim]


(En üstün sadaka, Ramazan’da verilendir.) [Tirmizi]


Sadakada öncelik

Sual: Sadaka verirken, öncelik sırası nasıl olmalıdır?

CEVAP

Bu, kişinin durumuna göre değişir. Mesela, borcu olanın, önce borcunu ödemesi gerekir, fakat taksitli borcu olup da, günü gelince ödeyebilecek olan, borcu bitmeden de sadaka verebilir. Zekât borcu varken verilen sadaka da, kabul olmaz. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Zekât niyetiyle fakire bir altın vermek, yüz bin altın sadaka vermekten daha sevabdır, çünkü zekât vermek, farzı yapmaktır. Sadakalarsa, nafile ibadettir. Farz ibadetin yanında nafile ibadetlerin hiç kıymeti yoktur. Deniz yanında, damla bile değildir. Şeytan aldatarak, kazaları kıldırtmayıp ve zekât verdirmeyip, nafileleri güzel gösteriyor. (3/17)


Kendi ailesinin nafakasını temin etmeden de, başkasına sadaka verilmez. Sadaka verirken, kendi ailesinden sonra, salih olan fakir akrabalara öncelik vermelidir. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:

(Fakire verilen sadaka, bir sadakayken, akrabaya verilen sadaka, hem sadaka ve hem de sıla-i rahim olmak üzere, iki sadakadır.) [Nesai]


(Yakın akraba ve komşuya verilen sadakanın sevabı iki misli fazladır.) [Taberani]


Bir kadın da, Resulullaha, (Fakir kocama hediye versem, sadaka yerine geçer mi?) diye sual ettirdiğinde Peygamber efendimiz buyurdu ki:

(İki sevab vardır. Biri sadaka, diğeri de sıla-i rahim sevabı.) [Buhari]

Sadaka vermenin önemi

 Sual: Sadakanın önemi nedir?

CEVAP

Allah rızası için yapılan, maddi ve manevi her iyiliğe, sadaka denir. Şeytan verdirmek istemese de sadaka vermelidir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:

(Şeytan, fakirleşirsiniz diye korkutup, size cimriliği, çirkin şeyleri emreder, sadaka verdirmek istemez. Allah ise kendi lütfundan size mağfiret ve bol nimet vadediyor. Allah'ın ihsanı geniştir, her şeyi hakkıyla bilendir.) [Bekara 268]


Sadakanın faydaları hakkında, hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Hastalarınızı sadakayla tedavi edin. Sadaka, her hastalığı ve belayı defeder.) [Beyheki]


(İlmi olan ilminden, malı olan malından sadaka versin.) [İbni Sünni]


(İyilik ömrü artırır, sadaka günahları giderir ve kötü ölümden korur.) [Taberani]


(Sadaka kibri yok eder.) [Tirmizi]


(Sadaka verenin rızkı artar ve duası kabul olur!) [İbni Mace]


(Sadaka vermeye engel olana, lanet olsun.) [Isfahanı]


(Sadaka, kabir azabından korur. Kıyamette de himaye altına alır.) [Beyheki]


(Sıkıntılarınızı sadakayla önleyin.) [Deylemi]


(Suyun ateşi söndürdüğü gibi, sadaka da günahları yok eder.) [Tirmizi]


(Vallahi, sadaka vermekle mal eksilmez. O halde sadaka verin!) [İ. Ahmed]


(Sadaka malı artırır. Öyleyse sadaka verin.) [İbni Ebiddünya]


(Sadaka 70 çeşit belayı önler. Bunların en hafifi cüzzam ve barastır.) [Hatib]


(Sadaka şeytanın belini kırar.) [Deylemi]


(Gizli verilen sadaka, Allah'ın gazabını söndürür.) [Beyheki]


(Sırf Allah rızası için sadaka verene, kıyamette Allahü teâlâ, "Ey kulum, sen benim rızamı gözettin, ben de seni hakir etmem ve vücudunu Cehenneme haram kılarım. Haydi, Cennete istediğin kapıdan gir" buyurur.) [Deylemi]


(Az da olsa sadaka verin. Parayı saklayıp vermeyene, Allah da ihsanını keser.) [Müslim]


(Rızkının bol olmasını isteyen sadaka versin.) [Deylemi]


(Sadaka vererek rızkınızı bollaştırın.) [Beyheki]


(Sadaka malı çoğaltır.) [İbni Adiy]


(Sadaka vermede acele edin; çünkü bela, sadakayı geçemez.) [Taberani, Beyheki]


(Sadaka verin. Çünkü sadaka Cehennemden kurtuluşunuza sebep olur.) [Taberani]


(Bir hurma tanesi de olsa, sadaka olarak verin; çünkü o, az da olsa açlığı dindirir ve suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları yok eder.) [İbni Mübarek]


(Güne başlarken sadaka vermek, felaketleri önler.) [Deylemi]


(Sadaka, nafile oruç tutmaktan daha faziletlidir.) [Beyheki]


(Sevabı Müslüman ana babasına niyet edilerek verilen sadakanın sevabı, onlara da gider, kendi sevabından da bir şey eksilmez.) [Taberani]


(Sadaka olarak verilen bir parça ekmek, Allah katında Uhud dağı kadar büyür.) [Taberani]


Sadaka vermek

Sual: Her gün sadaka vermek gerekiyormuş. Bulamayan ne yapar?

CEVAP

Resulullah efendimizle Eshab-ı kiram arasında şöyle bir konuşma geçer. Peygamber efendimiz buyurur ki:

- Her müslümanın sadaka vermesi lazımdır.

- Ya Resulallah, bulamayan kimse ne yapar?

- Çalışır, kazanır ve sadaka verir.

- Çalışacak bir iş bulamazsa ne olur?

- İhtiyacı olan kimseye herhangi bir şekilde yardım eder.

- Yardım edilecek bir kimse de bulamazsa?

- Herhangi iyi bir iş yapması [malım olsaydı ben de verirdim demesi, birine yol göstermesi, yoldaki sıkıntı veren bir şeyi kaldırması, ölümü hatırlaması, zararı dokunmaktan sakınması, ilim öğrenmesi ve öğretmesi gibi hususlar] da onun için bir sadakadır. (Buhari, Müslim, Nesai)


Kime vermeli

İlim tahsili yapılan yerlere, gerek zekât, fıtra, adak ve akika, gerekse sadaka şeklinde yapılan yardım, insanı kazalardan belalardan korur. Dünyada, sıhhat ve afiyet içinde bir ömür sürmeye sebep olur. Ayrıca farz olan cihad ve ilim yayma sevabına kavuşulur. Böylece yardım yapan kişi, hem dünyada hem de ahirette çok büyük nimetlere kavuşmuş olur. İlim yaymanın sevabını Peygamber efendimiz şöyle ifade buyuruyor:

(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda cihada verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Cihad sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i anilmünker sevabı [dinin emir ve yasaklarını öğretme] yanında, denize nispetle bir damla su gibidir.) [Deylemi]


İhlas Vakfı, öğrenci yurtlarında binlerce üniversiteli fakir öğrenciyi ve bilhassa Türk dünyasından gelen muhtaç öğrencileri barındırmaktadır. Onların birçok ihtiyacı, hayırseverlerin yardımları ile sağlanmaktadır. İhlas Vakfı senelerdir, hayırsever vatandaşlarımızın yaptıkları yardımları, en iyi şekilde değerlendirmektedir. İhlas Vakfı, Türk Dünyası’ndan gelen fakir öğrencilere her türlü yardımı yapmaktadır. Azerbaycan, Türkmenistan, Çeçenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Kırım, Doğu Türkistan ve diğer Türk topluluklarından gelen öğrencilere Türkiye’nin büyük şehirlerinde açtığı öğrenci yurtlarında her türlü maddi ve manevi yardımı yapmaktadır.


Yurtlarda üç öğün yemek çıkmakta, İhlas Vakfı, öğrencilere sevgi ve şefkat kucağını açmaktadır. İhlas Vakfı öğrenci yurtlarının bir yıllık et ihtiyacı hayırseverlerin verdikleri kurban vekaletleri ile karşılanmaktadır. Vakfa verilen kurban vekaletleri ile hayırseverler adına, kurbanlıklar satın alınmakta ve dinimize uygun olarak kesilen kurbanlar, soğuk hava depolarında muhafaza edilmektedir. Bir yıl boyunca da, bu etler yurtların yemek ve et ihtiyacında kullanılmaktadır.


Yıllardır ülkemizin ve Türk dünyasının binlerce gencine, öğrenci yurtlarında bir aile ortamı sıcaklığında sevgi ve şefkatle muamele eden İhlas Vakfı’na kurban vekaleti vererek yardım etmek, destek vermek gerekir. Çünkü hadis-i şerifte, (Hayra vesile olan hayır yapan gibidir) buyuruluyor.


70 yıllık komünizm zulmünden kurtularak ülkemize gelen misafir öğrencilere en iyi ev sahipliği yapan İhlas Vakfı, ülkemizin yüz akıdır. Eğitime ve devletimize verdiği hizmet ve destek ile en iyi şekilde kamu hizmeti yapmaktadır. Dünya tarihinde vakıf medeniyetini kuran dedelerimizin torunu olarak vakıfları, hayır kurumlarını ve ilim yuvalarını kurban vekaleti vererek veya başka şekilde desteklemek, bilgili, kültürlü öğrencilerin yetişmesine katkıda bulunmak milli ve dini bir vazifedir.


Arzu edenlerin zekât ve sadaka-i fıtraları da, fakir öğrencilere verilmek üzere vekaleten kabul edilmektedir. Bu hayırlı hizmete değerli okuyucularımızın da katkıda bulunmasını önemle tavsiye ediyoruz.


İhlas Vakfı'na kurban vekaleti veren, bu vakfın hizmetlerine iştirak etmiş olur. Kurban vekaleti vermek isteyenler, herhangi bir İhlas Vakfı öğrenci yurduna veya Türkiye Gazetesi bürosuna giderek veya telefon ederek, kurban vekaleti verebilirler. www.ihlasvakfi.org.tr internet sitesinden de vekalet verilebilir. Mail, telefon ve faks bilgileri ile gerekli hesap numaraları, kurban bedelleri hakkında bilgi, bu sitede mevcuttur.


Neler sadakadır?

Sual: Neleri yapmak, sadaka olur?

CEVAP

Allah rızası için yapılan her iyilik, sadakadır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Kendine ve çoluk çocuğuna harcadıkların birer sadakadır.) [Beyheki]


(Her iyilik, sadakadır.) [Tirmizi]


(Güzel söz, sadakadır.) [İ. Ahmed]


(Güler yüzle selam vermek, sadakadır.) [Beyheki]


(Din kardeşine güler yüz göstermek, sadakadır.) [Tirmizi]


(Bir ağaçtan yenilen veya çalınan şeyler, o ağacı diken için sadaka olur.) [Müslim]


(Birine iyi şeyler öğretmek, kötülük yapmasını önlemek, sorana yol göstermek, sokaktaki zararlı şeyleri temizlemek, birer sadakadır.) [Tirmizi]


(Herkesin eklem yeri kadar sadaka vermesi gerekir. Sübhanallah, Elhamdülillah, La ilahe illallah veya Allahü ekber demek, birer sadakadır. İyiliği tavsiye etmek, kötülüğe önlemeye çalışmak, birer sadakadır. İki rekât kuşluk namazı kılmaksa, bütün bunları karşılar.) [Müslim]


(Emr-i maruf, nehy-i münker yapmak sadakadır.) [Müslim]


(Müdara etmek sadakadır.) [Deylemi]


(Hastanın nefes alıp vermesi sadakadır.) [Hatib]


(Camiye giderken atılan her adım da bir sadakadır.) [İ. Ahmed]


(Ölümü hatırlamak sadakadır.) [Deylemi]


(Borçlu fakire, ödemesi için mühlet verenin, her günü, bir sadaka olur.) [Taberani]


(Yolunu kaybetmişe yol göstermek bir sadakadır.) [C. Sagir]


(Zevcine hizmet sadakadır.) [Deylemi]


(Nikâhlısıyla beraber olmak sadakadır.) [Müslim]


(Haramdan sakınanla, istişare etmek sadakadır.) [Deylemi]


(Kötülük yapmaktan sakınmak bir sadakadır.) [İbni Ebiddünya]


(Ödünç vermek bir sadakadır.) [Taberani]


(Selam vermek sadakadır.) [Buhari]


Sadaka vermekle mal eksilmez

Sual: Sadaka vermekte zorlanmanın sebebi ne olabilir?

CEVAP

Bu, cimrilikten ileri gelir. Cimrilik ise, iman zayıflığından ve cahillikten kaynaklanır. Hayra verdiği paranın boşa gittiğini zanneder. Ona kat kat mükâfat verileceğini düşünemez. Şeytan, hayra mâni olmak için vesvese verir. Bir âyet-i kerime meali:

(Şeytan, fakirleşirsiniz diye korkutup, size cimriliği, çirkin şeyleri emreder, sadaka verdirmek istemez. Allah ise, kendi lütfundan size mağfiret ve bol nimet vadediyor. Allah'ın ihsanı geniştir, her şeyi hakkıyla bilendir.) [Bekara 268]


Bir hadis-i şerif: (Yemin ediyorum, sadaka vermekle mal eksilmez!) [İ. Ahmed]


Sadaka verenin malının bereketi artar. Az malı çok iş görür. Bir hadis-i şerif:

(Gizli açık çok sadaka verin ki rızkınız bollaşsın, yardıma mazhar olasınız ve duanız kabul edilsin.) [İbni Mace]


Verene Allahü teâlâ, kat kat fazlasıyla verir. Kısana ise, vermeyi kısar. Hazret-i Ebu Bekir’in kızı Hazret-i Esma’nın, (Ya Resulallah, eşim Zübeyr'in verdiği mehirden başka malım yok. Sadaka vereyim mi?) sualine, Resulullah efendimiz şöyle buyurdu: (Gücün nispetinde sadaka ver, kesenin ağzını sıkma! Allah da, senin rızkını sıkar.) [Buhârî]

Zekâtla ilgili çeşitli sual cevaplar

 Sual: Hayat sigortası yaptırdım. Her yıl belli miktar parayı yatırıyorum. 20 yıl sonra toplu olarak ödeme yapacaklar veya toplu ödeme istemezsem aylık olarak ödeyecekler (aylık maaş gibi). Burada biriken para toplu olarak alınınca, geçen 20 yılın zekâtı tek tek hesaplanarak mı verilecek, yoksa 20 yıl sonra ele geçen paranın o zaman ki zekâtı mı verilecek? Eşim ve çocuklar için de hayat sigortası yaptırdım. Onların durumu nasıl?

CEVAP

Sigorta paraları ve tasarruf bonoları zekât hesabına katılmaz. Senelerce sonra birikmiş olarak ele alınınca, yalnız alınan para, o senenin zekât nisabının hesabına katılır. Satış karşılığı alınan bonolar, böyle değildir. Bunlar, hisse ve tahvil senetleri, her sene zekât hesabına katılır. (S. Ebediyye)


Eş ve çocuklarınızın durumu da aynı. Ancak, hanım ve çocuklar için yatırdığınız para onlarınsa yani onların parasından vermişseniz veya onlara hediye etmişseniz zekâtlarını onlar verecek, sizinse siz vereceksiniz. Sigortanın onların adına olmasının önemi yok.


Sual: Benim ihtiyacımdan fazla elbisem ve eşarbım var, fakat kendime ait başka hiçbir şeyim yok. Zekât vermem gerekir mi?

CEVAP

Bir oda dolusu elbise ve eşarbınız olsa, ticaret malı olmadığı için zekâtı olmaz. Ancak bunlar kurban nisabına dahil edilir. Yani borçlar çıktıktan sonra, elinizde 96 gram altın alacak elbise ve eşarp kalmışsa, kurban kesmeniz, fitre vermeniz vacip olur. Bunlardan üç takım elbise, üç eşarp hariçtir. Fakat elbiseler alış fiyatına göre değil, bit pazarına çıkarsanız kaç liraya alırlarsa o değerden hesap edilir. Bu bakımdan elbiseniz ne kadar çok olursa olsun nisabı bulması zordur.


Sual: Zekât verirken bunun zekât olduğunu söylemek gerekir mi?

CEVAP

Gerekmez, hediyemdir dense de olur.


Sual: Zekâtım fitrelerimizle birlikte bir çeyrek altın tutuyor. Bir çeyrek altını hem zekâtım için hem de fitrelerim için verebilir miyim?

CEVAP

Evet verilir.


Sual: Param yok. Zekâtımı hesap edip taksitlerle versem caiz mi?

CEVAP

Evet.


Sual: Zekât verirken, altınları tartmak gerekir mi?

CEVAP

Altın liraların ağırlığı belli olduğu için tartmak gerekmez, 7.2 gramdır. Bilezikleri tartmak gerekir. Ağırlıkları biliniyorsa tartmak şart değildir. Kırkta biri altın olarak verilir.


Sual: 2 kg ağırlığındaki gümüş tepsinin zekâtı nasıl verilir?

CEVAP

2 kg gümüş tepsinin kırkta biri yani 50 gr gümüş, bir fakire verilir. 


Sual: Verilen zekâtın, fakirin veya vekilinin eline geçmesi gerekir mi?

CEVAP

Evet, gerekir.


Sual: Zekâtı fazla vermek iyi olur mu?

CEVAP

Elbette.


Sual: Zekât altını hediye içine koyup fakire vermek sahih mi?

CEVAP

Sahih olmaz. Ancak fakir, içinden altın çıktı ne diye sorarsa, siz de hediye derseniz mekruh olarak sahih olur.


Sual: Ev yaptırmak için kooperatife verilen para zekâta tâbi mi?

CEVAP

Para mülkünden çıktığı için zekâtı verilmez.


Sual: Zekâtta, altını düşük ayardan vermek mekruh mu?

CEVAP

Evet.


Sual: Zekâtı verince fakir olan, yıl dolmadan zekât alabilir mi?

CEVAP

Kurban nisabına malik olmadığı gün, zekât alabilir.


Sual: Bana zekât olarak verilen kağıt para ile altın alsam zekât sahih olur mu?

CEVAP

Evet.


Sual: Pahalı dergilerim hurda oldu. Zekâtta da hurda mı sayılır?

CEVAP

Evet.


Sual: Zenginmişim bilmiyordum. Bana zekât verdiler. Ne yapayım?

CEVAP

Bir fakire vermek lazımdır.


Sual: Fakir, verdiğim zekâtı bana hediye etti. O miktar kağıt parayı fakirlere vermezsem günah mıdır?

CEVAP

Tenzihen mekruh olur.


Sual: Fakire zekât olarak verdiğim altını, ucuz satın almam caiz mi?

CEVAP

Mekruhtur.


Sual: Yatırım için, değer kazanınca satarım diye düşünerek alınan ev, arsa veya araba nisaba katılır mı?

CEVAP

Hayır. Ticaret malı değildir.


Sual: 200 gram altını, 150 gr mehir borcu olan, zekât verir mi?

CEVAP

Hayır vermez.


Sual: Zekât borcunu ödemek için ödünç almak gerekir mi?

CEVAP

Hayır.


Sual: Eldeki para, nisaptan aşağı düşünce, zekât almak caiz olur mu?

CEVAP

Kurban nisabına malik ise zekât alamaz.


Sual: Dükkanları, daireleri olan, zekât nisabına malik değilse, zekât alır mı?

CEVAP

Alamaz.


Sual: Fakire zekât olarak bir altın verip (Bunun beş gramını al, kalanı benimdir) demek caiz mi?

CEVAP

Evet.


Sual: 672 gramdan ağır olan gümüş tepsinin zekâtı verilir mi?

CEVAP

Evet.


Sual: Nisabı bulacak kadar taksitli borçları olanın, üç ayda bir emekli maaşını alınca, eline nisabı bulacak kadar maaş para geçse, zengin sayılır mı?

CEVAP

Hayır. Hiç borcu olmasa da, elindeki parayı bekletmeden harcayıp nisabdan düşerse, nisab tarihini belirleme bakımından zengin sayılmaz. Bunun gibi, devir iskata oturan fakir de, eline nisabdan fazla altın geçse de, başkasına verdiği için, nisab tarihi bakımından zengin olmuş sayılmaz.


Sual: Nisaba malik olunca yarısını harcadım. O gün zengin miyim?

CEVAP

Hayır.


Sual: Zengin çocuk, büluğdan önceki yılların zekâtını verir mi?

CEVAP

Hayır.


Sual: Taksim edilmemiş malın zekâtı nasıl verilir?

CEVAP

Hemen veya ileride verilir.


Sual: Altınlar tartılmadan tahmin edilerek zekâtı verilebilir mi?

CEVAP

Zekât sayılmadan tartılmadan verilmez. Ancak yaklaşık olarak bilinebilir. Mesela 3 bileziği vardır, alırken gramı belli idi, diyelim ki on gram civarında idi. Küpesi şu kadar kolyesi şu kadar diye hesap edilir. Birazcık da fazla hesap edilmesi iyi olur. Diyelim hepsi 97 gram tuttu siz 100 gram üzerinden zekât verebilirsiniz. 12 ayardan üstünü altındır aşağısı altın değildir. Zekât için altınların gramı önemlidir ayarı önemli olmaz.


Sual: Altının zekâtı, ayarı dikkate almadan, hepsi birden tartılıp kırkta birinin zekâtı verilir dediniz. Halbuki 10 kilo 14 ayar altın, 6 kilo 24 ayar altın bile etmez. Bu nasıl oluyor?

CEVAP

Dinimiz, % 50 nin üstünde altın karışımı olan madeni, altın olarak bildirmiştir. Ayar farkı gözetmeden hepsi toplanır. Kırkta biri zekât olarak verilir. En yüksek ayardan vermek daha sevaptır. Fakat her ayar altını, ayrı ayrı toplayıp her ayarın kırkta birini vermek de caizdir.


Sual: Nisap miktarını hesaplamak için elimizdeki döviz cinsinden paraları TL ye çevirirken alış ve satış fiyatlarından hangisini esas alacağız. Aynı şekilde 96 gr altının kaç TL ettiğini hesaplarken alış mı satış mı değerini esas alacağız?

CEVAP

Kuyumcunun satış fiyatı esas alınır. Elimizdeki doları satarken de dövizci kaça alıyorsa o fiyattan.


Sual: 10 sene önce zekât borcu bulunan bir kimsenin zekât borcunu nasıl ödemesi gerekir? O zaman elinde bulunan para miktarını biliyorsa, o zamanki altın kuruna göre mi hareket etmeli?

CEVAP

10 yıl önceki para ile ne kadar altın alınabiliyorsa, o altın esas alınır.


Sual: Evi olan bir kimse, ikinci bir ev yaptırıyor olsa, bu eve harcadığını ve bu ev için borçlandığını zekât hesabına nasıl dahil eder?

CEVAP

Evi olup olmamasının önemi yoktur. Ev için harcananlar, harcanmış sayılır, borçlanınca, borçlar mevcut paradan düşülür. Geriye kalanın zekâtı verilir. Taksitler ne kadar uzun vadeli olursa olsun, alacaklardan ve mevcut paradan çıkarılır. Kalanın zekâtı verilir.


Sual: Bankada nisap miktarının üstünde para var, yıllardır duruyor. Annem, siz okuyorsunuz, sizlere zekât gerekmez diyor. Doğru mu, yoksa zekât vermem lazım mı?

CEVAP

Para ne için saklanırsa saklansın zekâta tâbidir. Zekâtı fakirse ağabeyinize verebilirsiniz. Ana babaya verilmez. Amcaya dayıya halaya teyzeye vermek daha iyi olur. Zekât vermemek büyük günahtır.


Sual: Üç evle iki arabası olduğu halde hiç parası olmayan kimsenin zekât vermesi gerekir mi?

CEVAP

Ev ve araba çok olsa da zekâtı olmaz. Arabalar ticarette kullanılsa da, evler kirada olsa da zekâtları verilmez. Sene sonunda elinde paraları kalırsa, o paranın zekâtı verilir.


Sual: Çok evi olup da kira geliri olan zekâtını nasıl hesaplar?

CEVAP

Oradan aldıkları ve başka yerden gelenler, maaş vesaire hepsi toplanır, nisabı bulursa, bulduğu zaman zengin sayılır. Bir yıl sonra zekât vermesi farz olur.


Sual: Zekât ve fitre aynı kişiye verilebilir mi? Zekât, birkaç kişiye bölünerek verilebilir mi?

CEVAP

İkisine de evet.


Sual: Gümüş tepsi zekât nisabına girer mi?

CEVAP

Bütün altın ve gümüş eşyalar nisaba girer.


Sual: Nisap miktarına sahip akıl baliğ olmayan çocuk zekât verir mi?

CEVAP

Baliğ olmadıkça zekât vermez.


Sual: Bir kimsenin 20 yıldan beri 100 gr altını olsa, zekât vermesi gerektiğini yeni öğrense, ne kadar zekât vermesi gerekir?

CEVAP

Öyle ise, 20 sene önceki 100 gramın % 2.5 ini verir, ikinci sene (19 sene önceki) için kalanın % 2.5 ini verir. İki sene sonra bu 96 gramdan aşağı düşeceği için artık zekâtı verilmez.


Sual: Zekât ve uşru dini kitap olarak verebilir miyiz?

CEVAP

Zekât ya ticareti yapılan maldan verilir veya altın olarak verilir. Uşur da öyle, kaldırılan mahsulden verilir veya altın olarak verilir. Dini kitap ticareti yapan zekâtını kitap olarak verebilir.


Sual: Hastaya veya şuraya buraya yardım için verdiğimiz paralar zekât yerine geçer mi?

CEVAP

Geçmez. Zekât vermenin usulü vardır. Ona göre vermelidir!


Sual: Namaz kılmayan, oruç tutmayan bir müslümanın da zekât vermesi lazım mıdır?

CEVAP

Elbette vermesi lazım. Nasıl olsa, oruç tutmuyorum, zekâtımı da vermeyeyim dememelidir! Hiç değilse, borcun birinden kurtulmalıdır!


Sual: Bir arkadaşa şu altınları falanca fakire ver dedim. O da, benim altınlarımı değil de kendi altınlarını vermiş. Bir mahzuru olur mu?

CEVAP

Vekil, zenginden aldığı altın yerine, kendi altınını fakire verip sonra zenginin verdiğini, kendi kullanması caizdir. Fakat, zenginin parasını önce kendi kullanıp, sonra kendi parasından zekâtı verirse, caiz olmaz.


Salebe’nin zekâtı

Sual: Şevahid-ün Nübüvve kitabında deniyor ki:

(Allahü teâlâ Salebe hakkında, (Onlardan kimi de, “Eğer bize lütuf ve kereminden ihsan ederse, muhakkak zekâtını vereceğiz, gerçekten salihlerden olacağız” diyerek Allah’a kesin söz vermişti. Ne zaman ki Allah, kereminden isteklerini verdi, cimrilik edip yüz çevirdiler. Zaten yan çizip duruyorlardı) buyurdu. Salebe’nin kabilesi bunu işitince Salebe’ye, (Helak oldun. Allahü teâlâ senin hakkında âyet gönderdi) dediler. Salebe, Resulullaha gelip, (İşte malımın zekâtı, kabul eyle) dedi. Resulullah, (Allahü teâlâ senin zekâtını kabul etmekten beni men etti) ve (Sen kendi kendine ettin! Sana söyledim, sözümü dinlemedin) buyurdu ve onun zekâtını almadı. Resulullah vefat ettikten sonra Salebe zekâtını Hazret-i Ebu Bekir’e getirdi. Hazret-i Ebu Bekir de, (Resulullahın kabul etmediğini ben nasıl kabul edebilirim) buyurdu. Hazret-i Ömer’in halifeliği zamanında zekâtını ona da getirdi. O da kabul etmedi; fakat Hazret-i Osman halifeliği sırasında kabul etti.)

Burada iki sualim var: 1- Salebe sahabeden değil miydi? Normal bir Müslüman bile zekât verdiği halde, bir sahabi nasıl zekât vermez? Tevbe ettiği halde, zekâtı niye kabul edilmiyor? 2- Hazret-i Osman niye kabul etti?

CEVAP

1- Salebe münafıktı. Allahü teâlâ onun münafık olduğunu, tevbe de etmeyeceğini bildiği için zekâtını kabul etmedi. Halk arasında ayıplanmamak için, münafıklığı meydana çıkmaması için zekât vermek istedi. Allahü teâlâ da, Müslümanların bu oyuna gelmemesi için zekâtını kabul etmedi. Tevbe suresinin 76. âyetinin sonunda, (hüm mu’ridun) buyuruluyor. Tefsirlerde, (Onlar yan çizenlerdendi, sağa sola yalpalayanlardandı, döneklerdendi, sözünde durmayanlardandı, itiraz edenlerdendi) gibi manalar verilmiştir. Bundan sonraki iki âyetin meali:

(Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için, O da bu yaptıklarının sonucunu kıyamete kadar kalblerinde sürüp gidecek bir münafıklığa çevirdi.) [Tevbe 77]


(O münafıklar bilmez mi ki, Allah, onların gizlediklerini de bilir, fısıltılarını da.) [Tevbe 78]


2- Resulullahın kabul etmediğini hazret-i Ebu Bekir de, bir örnek olsun diye kabul etmedi. Hazret-i Ömer ise, her bakımdan hazret-i Ebu Bekir’e tâbi olduğu için o da, kabul etmedi. Böylece münafıkların zekâtlarının kabul edilmeyeceği kesinleşti. Hazret-i Osman’ın zekâtı alıp almaması, artık fark etmiyordu. Kâfirin verdiği şeyi almanın bir mahzuru olmadığı için, zekât olarak değil, bir bağış olarak kabul etti. Bu da kâfirlerin hediyelerini kabul etmenin caiz olduğunu göstermektedir.


Sual: Bu sene hacca gidecek zengin bir kimse, hac için ayırdığı paranın da zekâtını verecek midir?

CEVAP

Herkesin zekât zamanı aynı değildir. Zekât zamanı, hac zamanından önce olan, mesela Ramazanda olan kimse, vakti gelince, zekâtını verir. Kalan parayla hacca gider. Zekât zamanı, Hac zamanından sonra olan, mesela Muharremde olan, önce hacca gider. Zekât zamanı gelince, hacdan artan paranın zekâtını verir.


Fakire çok zekât vermek

Sual: Fakire nisap miktarını tamamlayacak kadar zekât vermek mekruhtur. Yarım kilo altın borcu olan fakire, yarım kilo altın zekât vermek caiz olur mu?

CEVAP

Evet, caiz olur. Borcu olduğu için, fakir nisaba ulaşmaz.


Verdiği altınları zekâta saymak

Sual: Bir kimse, dinen fakir olana taktığı altınları, daha sonra, vereceği zekâta sayabilir mi?

CEVAP

Altın fakirde bulunduğu sürece, sayabilir. Fakir harcamışsa zekâta sayılamaz. (S. Ebediyye)


Zekât borcu için

Sual Zekât borcunu ödemek için, ödünç para almak gerekir mi?

CEVAP

Hayır, gerekmez.


Verilmeyen zekât

Sual: Dört yıldır zekâtı verilmeyen 100 gram altının, her yıl kırkta birini yani 2,5 gramını vermek gerektiğine göre, 10 gram zekât verilse, zekât borcu ödenmiş olur mu?

CEVAP

Zekât borcu ödenmiş olur, ama fazla zekât verilmiş olur. Birinci yıl 2,5 gram verince, geriye 97,5 gram altın kalmış oluyor. İkinci yıl 97,5 gramın zekâtını vermek gerekir. Yaklaşık 2,5 gram da onun zekâtı olsun, hepsi 5 gram eder. 100 gramdan 5 gram çıkınca geriye 95 gram altını kalır. 95 gram olan altının zekâtını da vermek gerekmez. Dört değil, on yıldır zekât verilmemiş olsa bile, yine 5 gram zekât vermek gerekir. Fazla verilirse fazlası nafile, yani sadaka olur.


Kaybolan altın bulunsa

Sual: Nisabın üzerinde kaybolan altın, 7 yıl sonra bulunsa, geçmiş yılların zekâtını vermek gerekir mi?

CEVAP

Kaybolmuş bir mal bulunursa, önceki yılların zekâtları verilmez. (S. Ebediyye)


Düğünde verilen altın

Sual: İki çocuklu bir beyle evlenen ablam, bu üvey çocuklara sünnet düğününde takacağı altınları, zekâtına sayabilir mi?

CEVAP

Babaları zengin değilse sayabilir. Çünkü üvey evlada zekât verilir.


Zekât verirken

Sual: Bir kimse, zekâtın fakirin hakkı olduğunu düşünerek, o üzülmesin diye, (Sana olan borcumdu) diyerek zekât verse, caiz olur mu?

CEVAP

Hayır, caiz olmaz. (Hediyem) denirse caiz olur.


Alzheimer hastası

Sual: Zengin dedem, Alzheimer hastası oldu. Onun malından zekât vermek gerekir mi?

CEVAP

Diğer üç mezhepte verilirse de, Hanefi’de çocuğun ve delinin malından zekât verilmez.


Alzheimer hastasının şuuru yerinde olmadığı zaman deli hükmünde olur. Zekât, namaz ve oruç gibi ibadetlerle mükellef değildir. Velisi onun malından zekât vermez. Şuuru yerinde iken namazını kılar, orucunu da tutar. Şuuru giderse orucunu bozması, namaz kılmaması günah olmaz. Zekâtını verecek kadar şuur sahibi ise, zekâtını da verir. Kurban Bayramı'nda şuuru yerinde olup da, (Kurbanımı kesin!) derse, kurbanı da kesilir.


Mehir borcu ve zekât

Sual: Tam İlmihâl’de, (Mehir alacakları nisap hesabına katılır. Nisap miktarı teslim aldıktan bir yıl sonra yalnız o yılın zekâtı verilir) denirken, İslam Ahlakı’nda, (Zevc, mehir borcunu zekât nisabına katmaz. Zevce ise katar. Fakat nisap miktarı teslim aldıktan bir sene sonra elinde kalırsa, yalnız o senenin zekâtını verir) deniyor. İkisi aynı mı yoksa farklı mı?

CEVAP

İkisi farklı değildir. Nisab hesabına katılır ve nisaba katılmaz ifadeleri açıklanırsa ikisinin aynı olduğu görülür.


Alacaklar için (Nisab hesabına katılır) demek, (Alacaklar da dâhil edilince, yani mevcut paraya ilave edilince, tamamı nisabı bulursa, onun da zekâtı verilir) demektir. Nisaba ulaşmazsa zekâtı verilmez.


(Erkek mehir borcunu, nisab hesabına katmaz) demek, (Borcu mevcut malından düşer. Kalanın zekâtını verir) demektir. Mesela bir erkeğin 180 gram altını olsa, 80 gram da mehir borcu olsa, borcunu bu hesaba katar, mehir borcu olan 80 gram altını çıkarır geriye kalan 100 gram altının zekâtını verir. Demek ki, (Nisaba katmaz) demek, borcu olan 80 gram altının zekâtını vermez demektir. Çünkü borçlar nisaba katılmaz. Yani nisaptan düşülür, eldeki paradan çıkarılır.


Kadın, mehir alacağını nisap hesabına katar. Mesela bir kadının 20 gram altını olsa, 80 gram da mehir alacağı var. Bununla 100 gram eder. Nisabı bulduğu için, sadece 20 gram altının zekâtını verir. Alacağı olan 80 gramın zekâtını vermez. Nisaba katar demek onu alacak olarak kabul eder demektir.


Zekât, hicretten sonra farz oldu

Sual: Zekât ne zaman farz oldu ve zekât verilecek malın, paranın mutlak helal yoldan mı elde edilmesi gerekir?

Cevap: Zekât vermek, hicretin ikinci senesinde Ramazan ayında farz oldu. Her Müslümanın tam mülkü olan nisap miktarındaki zekât malının, belli zamanda, belli miktarını, zekât niyeti ile ayırıp, emredilen Müslümanlara vermektir. Tam mülk, helal yoldan gelip, kullanması mümkün helal malı demektir. Gasp, hırsızlık, rüşvet, kumar ve fasit olarak satın aldığı mal gibi, haram malı kendi helal malı ile veya çeşitli kimselerden aldığı haram malları birbirleri ile karıştırmamış ise, bu haram mallar, mülkü olmaz. Kullanması, nafaka yapması helal olmaz. Bunlarla cami ve başka hayırlar yapamaz. Bunların zekâtını vermesi farz olmaz, zekât nisabının hesabına katılmazlar. Sahipleri veya vârisleri belli ise, kendilerine geri vermesi farzdır. Belli değilse, hepsini sadaka olarak fakirlere dağıtırsa da, sonra sahibi çıkıp, ödemesini, tazminini isterse, öder. Sahiplerini buluncaya kadar dayanamayıp bozulacak malı, kendi kullanıp, sonra tazmin etmesi, yani benzerini, benzeri yoksa kıymetini ödemesi caiz olur.


Sual: Bir şirkete ortak olan, sadece kendi hissesine düşenin mi zekâtını verir?

Cevap: Bir ticaret şirketine ortak olanın, hissesi nisab miktarı ise, kendi hissesinin zekâtını hesap ederek vermesi lazımdır.


Zekâtı verilmeyen mallar

Sual: Bazı kimseler, dünyada zekâtı verilmeyen malların, ahirette azap aleti olarak, insana geri çevrileceğini söylüyorlar. Gerçekten böyle midir, böyle bir şey var mıdır?

Cevap: Konu ile alakalı olarak Riyâd-un-nâsıhîn kitabında deniyor ki:

“Hazret-i Ali naklediyor: Resûlullah efendimiz Veda Haccında buyurdu ki: (Malınızın zekâtını veriniz! Biliniz ki, zekâtını vermeyenlerin, namazı, orucu, haccı ve cihadı ve imânı yoktur.) Yani, zekât vermeyi vazife bilmez, farz olduğuna inanmaz, vermediği için üzülmez, günaha girdiğini bilmezse, imanı gider. Senelerle zekât vermeyenlerin zekât borçları birikerek, bütün malını kaplar. Malı kendinin sanıp, Müslümanların hakkını hatırına bile getirmezler. Böyle kimseler, Müslüman olarak tanınır. Fakat bunlardan, imanını kurtaran pek nadir olur. Zekât vermek, Kur’ân-ı kerimin otuziki yerinde, namazla birlikte emredilmektedir. Tevbe sûresi, 34. âyet-i kerimesi, böyle kimseler için olup, burada mealen; (Malı, parayı biriktirip zekâtını, Müslüman fakirlerine vermeyenlere çok acı azabı müjdele!) buyurulmaktadır. Bu azabı, bundan sonraki âyet-i kerime bildirmekte olup, mealen; (Zekâtı verilmeyen mallar, paralar, Cehennem ateşinde kızdırılıp, sahiplerinin alınlarına, böğürlerine, sırtlarına mühür basar gibi bastırılacaktır) buyurulmuştur.” İmâm-ı Gazâlî hazretleri de buyuruyor ki:

“İnsanlardan her biri, dünyada sımsıkı sakladıkları malı boyunlarına geçirmişlerdir. Deve zekâtını vermeyenlerin, boynuna deve yüklenir. Sığır, koyun zekâtı vermeyenler de, böyle olur. Bunların feryatları âdeta gök gürlemesi gibidir. Ekin zekâtını, yani uşrunu vermeyenlerin boynuna ekin denkleri yüklenir. Eğer buğday ise, buğday, arpa ise arpa yani hangi cinsten ise o dolmuştur ki, ağırlığından altında, vâveylâ, vâseburâ diye bağırırlar. Altın, gümüş ve kâğıt para ve sair ticaret malı zekâtından vermeyenler de, dehşetli bir yılanı yüklenirler ki, değirmen taşlarını yüklenmiş kadar ağırlığı vardır. Feryat edip bağırırlar, bu nedir, derler. Melekler onlara; (Bunlar, dünyada zekâtını vermediğiniz mallarınızdır) derler. İşte bu hal, Âl-i îmrân sûresinin mealen; (Dünyada esirgedikleri, kıyamet günü boyunlarına takılır) olan, 180. âyet-i kerimesi ile bildirilmiştir.”


Sual: Zengin bir kimse, niyet etmeden para, mal dağıtsa, bu verdiği para ve mallar zekât yerine geçer mi?

Cevap: Her ibadete mahsus olan farzların yerine getirilmesi şarttır. Zekâtın da farzı yerine getirilmezse, zekât verilmiş olmaz. Zekâtın farzı birdir, bu da, niyet etmektir. Niyet kalp ile olur. Malın zekâtını ayırırken veya Müslüman fakire verirken; “Allah rızası için, zekât vereceğim” diye niyet edip de fakire veya zekâtını fakirlere vermek için vekil ettiği kimseye verirken hediye veriyorum dese, caiz olur, söze bakılmaz. Zekât ve sadaka diye birlikte niyet ederse, İmâm-ı Ebû Yûsüf'e göre, zekât olur. İmâm-ı Muhammed'e göre, sadaka olur, zekâtını vermemiş olur.


Sual: Zekâtını vermeden ölen kimsenin zekât borçlarını, mirasçıları ödeyecek midir?

Cevap: Vasiyet etmemiş meyyitin, bıraktığı maldan zekât borcu verilmez. Çünkü niyet etmesi lazım idi. Vârisleri, kendi mallarından ödeyebilirler. Bu takdirde, zekâtın iskatı yapılmış olur.


Sual: Zekât parası ile ölen birisi için kefen alıp, zekâta sayılabilir mi, zekât yerine geçer mi?

Cevap: Zekât parası ile meyyite kefen alınmaz, meyyitin borcu ödenmez ve cami de yapılmaz.


Sual: Zengin bir kimse, niyet etmeden, fakirlere çokça mal, para verse, dağıtsa, bunlar zekât yerine geçer mi?

Cevap: Bir kimse, zekât niyeti ile kırkta bir ayırmadan veya verirken niyet etmeden, fakirlere milyonlarla lira dağıtsa, zekât vermiş olmaz. Çünkü zekâtı ayırırken veya kendi vekiline yahut fakire, fakirin vekiline verirken niyet etmesi farzdır.


Sual: Bir fakire, onu dinen zengin edecek miktarda zekât vermek uygun olur mu?

Cevap: Fakirin, hiç olmazsa, bir günlük ihtiyacını karşılayacak kadar vermek müstehabdır. Borcu olmayan ve çoluk çocuğu bulunmayan fakire, nisap miktarı veya malını nisap miktarına tamamlayacak kadar zekât vermek mekruhtur. Çoluk çocuğu olan fakire, bunların her birine bölünce, nisap miktarı düşmeyecek kadar, çok zekât vermek caizdir. Zekâtı, fakir olan kardeşe ve hala, amca, dayı ve teyze gibi yakın akrabaya vermek daha sevaptır. Yakınları muhtaç iken, başkalarına verirse, sevabı olmaz.


Sual: Bir kimsenin, zekâtını, bulunduğu yerdeki fakirlere vermeyip de, başka şehir veya yerdeki fakirlere göndermesinin, vermesinin dinen mahzuru olur mu?

Cevap: Zekâtı başka şehre göndermek mekruh ise de, akrabaya vermek için veya kendi şehrinde fakir Müslüman bulamazsa, başka şehre göndermek caizdir. Zekâtı, borcu olana vermek, fakire vermekten daha iyi olduğu Bezzâziyye fetvasında yazılıdır. Malını israf edene, haramda kullanana zekât vermenin layık olmadığı Dürr-i Yektâda yazılıdır.


Sual: Zengin olan bir kimse, zekâtını verdikten sonra elindeki malı istediği gibi harcayabilir mi veya nasıl, nerelerde kullanmalıdır?

Cevap: Bu konuda, Süleyman bin Cezâ hazretleri, Eyyühel Veled kitabında buyuruyor ki:

“Allahü teâlâ, sana fazla mal verirse bahil yani cimri olma! Din uğruna sarf et! Halis Müslümanların yazdığı doğru ilmihal kitaplarını al, dağıt, cihat sevabına kavuşursun. Peygamber efendimiz bir gün, (Yâ Ebâ Hüreyre! Müminlerin büyüğü, benden sonra o kimsedir ki, Allahü teâlâ ona mal verir, o da gizli ve aşikâre, açıktan Hak yoluna harcar ve yaptığı iyilikleri kimsenin başına kakmaz) buyurdu.”


Zekâtı verilen mal, temizlenmiştir

Sual: Din adamı geçinen bazı kimseler, “zekâtı verilen malı, parayı elinde tutmak, saklamak da çok büyük günahtır” diyorlar. Bunların bu sözlerinin aslı var mıdır?

Cevap: Zekâtı verilmiş olan mal, ne kadar zaman saklanırsa saklansın, sahibine zarar vermez. Zekâtı verilmiş olan malı tedavülden çekmek suç olmaz. Suç olmaz demek, ahirette bunun için, suale çekilmez ve azap olunmaz demektir. Fakat, bu mal ile hayırlı işler yapmanın, ticarette ve sanatta kullanmanın, İslâmiyete ve Müslümanlara yardım etmenin sevaplarına kavuşulamaz. Hadîka kitabında diyor ki:

“Zekât, malı zarardan korur. Resulullah efendimiz; (Zekâtını vermekle mallarınızı zarardan koruyunuz) buyurdu. Bu hadis-i şerif, Münâvîde de senedi ile yazılıdır. (Altınlarını, gümüşlerini saklayıp Allah yolunda dağıtmayanlara çok acı azap vardır) mealindeki âyet gelince, Resulullah efendimiz; (Zekât Müslümanların mallarını temizlemek için emrolundu. Zekâtı verilen mal kenz olmaz, yani saklanan mal sayılmaz) buyurdu. Bir hadis-i şerifte; (Zekâtı verilmeyen mal için kıyamette çok acı azap vardır) buyuruldu. Resulullah efendimiz, zekâtı verilen mal biriktirilmiş mal sayılmaz buyuruyor, bazı mezhepsizler ise, ‘bu söz doğru değildir’ diyor. Böylelerinin nasıl bir kimse oldukları, bu sözünden de anlaşılmaktadır.”


Sual: Zengin olan bir Müslüman, zekâtını bizzat kendisi, dilediği gibi, dilediği kimseye veremez mi?

Cevap: Konu ile alakalı olarak Dürri yektâ kitabında deniyor ki:

“Dört çeşit zekât mallarından ikisine, yani altın ile gümüşe ve ticaret eşyasına, Emvâl-i bâtına (gizli mallar) denir. Bir kimsenin gizli mallarını araştırmak ve zekâtlarını istemek caiz değildir. Böyle malların miktarını hesap etmek ve zekâtını vermek işi, bunların sahiplerine bırakılmıştır. Sahibi, zekâtını dilediği fakire vermekte serbesttir. Zekât hayvanlarına ve topraktan yetişen maddelere Emvâl-i zâhire denir. Emvâl-i zâhirenin miktarını anlamak ve fakirlere dağıtmak, bunların sahiplerine bırakılmamıştır. Bu işleri, o zamanki devlet yetkilisi tarafından gönderilen, vazife verilen memur yapardı. Bu memurlara Âmil denirdi.” Zamanımızda böyle vazifeli memurlar olmadığı için, zengin olan kişiler, bu malların zekâtını da, bizzat kendileri verir.


Sual: Zekâtı verirken, fakire hediye diye verilse, yine zekât verilmiş olur mu?

Cevap: Zekâtın farzı birdir. Bu da, niyet etmektir. Niyet kalp ile olur. Malın zekâtını ayırırken veya Müslüman fakire verirken “Allah rızası için, zekât vereceğim” diye niyet edip de fakire veya zekâtını fakirlere vermek için vekil ettiği kimseye verirken borç veya hediye veriyorum dese de, caiz olur, söze bakılmaz.


Sual: İhtiyaç eşyası, zekât ve kurban hesabına katılmaz deniyor. İhtiyaç eşyası ne demektir ve neler ihtiyaç eşyasına girmektedir?

Cevap: İnsanı ölümden koruyan şeylere, ihtiyaç eşyası denir. Bunların birincisi nafakadır. Nafaka da üçtür. Bunlar da, yiyecek, giyecek ve evdir. Yiyecek deyince, mutfak eşyası da anlaşılır. Ev demek, ev eşyası da demektir. Binek hayvanı veya arabası, silahları, hizmetçisi ve sanat aletleri ve lüzumlu kitapları da ihtiyaç eşyası sayılır.


Sual: Zengin bir kimse, zekât malını veya parasını hesaplayıp ayırsa, bu kimse zekât malını ayırmakla zekâtını vermiş olur mu?

Cevap: Zekât ayrılmakla verilmiş olmaz. Ayrılan zekât, kendinde veya vekilinde iken kaybolursa, tekrar ayırıp vermesi lazımdır. Vekili kaybedince, öder.


Sual: Ergenlik çağına girmiş olan kız ve erkek çocukların, eğer malları varsa zekât vermeleri gerekir mi?

Cevap: Hanefi mezhebinin âlimleri; “Mükellef, yani akıl, baliğ ve hür olan Müslüman erkek ve kadının, şartları bulununca, zekât vermeleri farzdır” dediler.


Sual: Zekât malı mutlaka fakire teslim edilmeli midir?

Cevap: Zekât vermek, malı Müslüman fakire temlik etmekle olur. Yani, malı fakirin eline vermek lazımdır. Îzâh kitabında; “Çocuğa, deliye verilecek zekât, babasına veya velisi olan akrabasına veya vasisine verilir” denmektedir.


Sual: Evin ihtiyaçları için ayrılıp biriktirilen paranın da zekâtı verilir mi?

Cevap: İhtiyaç eşyasını almak için ve cenaze masrafının yapılması için ayırılan para nisap hesabına katılır. Yalnız bu parası bulunan kimse, nisap miktarı olduğu günden bir sene sonra, yine nisap miktarından az olmazsa, elinde kalan bu paranın zekâtını verir. Çünkü, zekât, fıtra ve kurban için, ihtiyaç eşyasına malik olmak şart değildir. Bu eşyadan elde bulunanı nisaba katılmaz.


Sual: Kaybolmuş, yeri unutulmuş olan paraların, malların zekâtı verilir mi?

Cevap: Kaybolmuş, denize düşmüş, gasbolunmuş, gömüldüğü yer unutulmuş mal ve inkâr olunan alacaklar, tam mülk olmadıkları için, zekâtta nisap hesabına katılmaz ve ele geçerlerse, önceki senelerin zekâtları verilmez.