III. (Tasrif)

 III. (Tasrif). Kelimenin yap›s›n› bozarak tasarrufda bulunmak:

Müteşâbih kelimenin yap›s›n› ve ma’nâs›n› değişdirmekden imsâk etmek lâz›md›r. Kur’ân-› kerîmde, (İstevâ alel arş) âyet-i celîlesindeki istevâ kelimesini (müstevin) veyâ (yestevî) gibi değişdirerek okumamak lâz›md›r.

Çünki ma’nâ değişebilir. (Müstevin alel arş) ifâdesi, Ra’d sûresi, ikinci âyet-i kerîmesindeki (Allah, görmekde olduğunuz gökleri direksiz olarak yükseltdi, sonra Arş üzerine istivâ etdi) buyurulan, (İstevâ alel Arş) ifâdesinden, istikrâr yönünden dahâ aç›kd›r. Bekara sûresi, yirmidokuzuncu âyet-i kerîmesi, (O, yerde ne varsa hepsini sizin için yaratdı. Sonra semâya istivâ etdi) de onun gibidir. Çünki bu âyet-i kerîmeler, mahlûkâtı yaratdıkdan sonra semâya istivâ etdiği veyâ Arş vâsıtası ile mülk ve melekûtu idâre etdiği anlaşılmakdadır. Tasrîfdeki, kelimenin yap›s›ndaki değişiklik, delâlet ve ihtimâllerin de değişmesine sebeb olur. Müteşâbih kelimeye bir harf bile olsa ziyâde etmekden kaç›nmak lâz›m geldiği gibi, kelimenin tasrîfini, yapısını da değişdirmemek lâz›md›r. Çünki tasrîfin alt›nda ziyâde ve noksanl›k vard›r.

IV. (Tefri’). Teferruâta girmek yolu ile tasarrufda bulunmak: Müteşâbih kelimede k›yâs yapmakdan, teferru’ât›na girmekden, k›smlara ay›rmakdan sak›nmak lâz›md›r. Meselâ yed (el) lafz› geçince, elin k›smlar›ndan olan el ayas›, bilek ve kolu da berâber düşünmek, bunlar› elin îcâblar›ndan saymak câiz değildir. Parmak denildiğinde parmak ucu [boğum veyâ t›rnaklar›] hât›ra getirmek aslâ câiz değildir. Her ne kadar meşhûr olan el, et, cism ve damardan ayrı tutulmasa da, bunlar›n zikr edilmesi câiz değildir. Bundan dahâ sonra akla geleni, ziyâde etmekdir. Meselâ el deyince, ayağ› da düşünmek, gülmek veyâ göz deyince ağz› var bilmek, işitme ve görme deyince, gözün ve kulağ›n varl›ğ›nı düşünmekdir. Bunların hepsi muhaldir, yalandır ve ziyâdelikdir. Müşebbihe ve haşeviyye f›rkalar›ndan olan ba’zı ahmaklar bu cesâreti gösterdikleri için bunları bildirdik.

V. (Cem’). Toplama yolu ile tasarrufda bulunmak: Farkl› haberleri bir araya toplamakd›r. Bu haberleri bir araya toplay›p baş›n isbâtı için bir bâb, elin isbât› için bir bâb ve benzeri bâblar hâlinde bir kitâb hâz›rlayan ve bu kitâb›n ad›n› (S›fatlar kitâb›) koyan bir musannif, tevfîk-i ilâhîden uzakd›r. Çünki bu haberler, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” ayr› ayr› vaktlerde, işitenlere doğru ma’nâlar anlatan, çeşidli karîne lere dayanan farklı kelimelerdir. İnsanın yarat›lmas› üzerine bir misâl verildiğinde, el, ayak, baş, ... gibi farkl› uzvlar zihnde teşbîh uyand›ran ve zâhirî kuvvetlendiren büyük karîneler hâlinde kulakda bir araya geldiğinde,zihnde insan şekli canland›r›l›r.

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” acabâ niçin hakîkatin hilâf›n› vehm etdirecek şeklde söylemişdir diye bir süâl akla gelebilir. Hattâ bu düşünce gitdikce büyür. Bir kelime, ihtimâle yol açar. Sonra aynı cinsden ikinci, üçüncü, dördüncü kelimeler arka arkaya bir araya gelir ve bütününe izâfetle ihtimâli kat kat artar. Bunun için iki, üç kişinin haber vermesiyle hâs›l olan zan, bir kişinin haber vermesiyle hâs›l olmaz. Hattâ tevâtür haberle hâs›l olan kat’î ilm, bir kişinin haberiyle hâs›l olmaz. Yine tek kişinin haberi ile hâs›l olmayan, tevâtürün ictimâ› ile kat’î ilmden hâs›l olur.

Bütün bunlar, haber verenlerin çok ve toplu olmas›n›n netîcesidir. Çünki insanda vicdânî kanâ’at hâs›l eden ihtimâl, her (adl) kimsenin sözüne ve netîceye te’sîr eden karînelerin kuvvetine bağl›d›r. ‹htimâl kesilir veyâ za’îflerse bu netîce doğmaz. Bunun için (cem’i müteferrikât), parçalar›n toplanmas› câiz değildir.

VI. (Tefrîk). Ay›rma yolu ile tasarruf: Toplu hâlde zikr edilenleri birbirinden ay›rmakd›r. Ayr›lm›ş olanlar toplanmad›ğ› gibi, toplanm›ş olanlar›n aras› da ayr›lmaz. Bir kelimeden evvel geçen veyâ ona eklenen her kelimenin esâs kelimenin ma’nâs›n›n anlaş›lmas›nda bir te’sîri vard›r ve esâs kelimedeki za’îf ma’nây› kuvvetlendirir. Birbirinden ayr›ld›ğ› takdîrde, delâlete düşer. En’âm sûresi, onsekizinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (O kullar›n›n fevk›nde her dürlü tasarrufa sâhibdir) buyurulmuşdur ki, buna misâldir. Bir kimsenin “O fevkdir” demesinde bir beis yokdur.

Çünki kâhirin fevkden önce zikr edilmesi, kâhir ile makhûrun fevk›yyet üzerine fevk›n delâletini gösterir. O da rütbe fevk›yyetidir. Kâhir lafzı fevka delâletdir. Hattâ, “O kullarından başkas› üzerine kâhirdir” demek, (fevka gayrihi) câiz değildir. (Fevka ibâdihi) ya’nî kullar›n›n fevk›nde demek lâz›md›r. Allahü teâlân›n vasf›nda, “kullar›n›n fevk›ndedir” diye zikr etmek, “efendilik üstünlüğü” ihtimâlini kuvvetlendirir. Zîrâ Zeyd Amrın fevkindedir demek, aralar›nda üstünlük ma’nâs›ndaki farkl›l›ğ› açıklamadan önce söylemek yerinde olur. Efendilik-kölelik, tasarrufda gâlib olma, saltanât yolu ile nüfûz kullanma, babal›k ve zevciyyet gibi üstünlüklerden, b›rak avâmı, âlimler bile gâfildir. O hâlde cem’, tefrîk, te’vîl, tefsîr ve çeşidli tagyîrlerde tasarrufda bulunmak, avâma nas›l b›rak›l›r? Bunun için, Selef-i sâlihîn bu inceliklerde çok titiz davrand›lar. Vârid olan haberleri, vârid olduğu şeklde, aynı lafz üzere iktisâr edip, dondurdular. Hak da dedikleri gibidir. Doğrusu da onların gördüğüdür.

İhtiyât edilmesi lâzım gelen konular›n en önemlisi, Allahü teâlânın zât ve s›fatlar›nda tasarrufdur. Dilin tutulması ve konuşulmamas›na en çok lâyık olan, tehlükesi büyük olan şeylerdir. Küfrden büyük hangi tehlüke vardır. [Ya’nî en büyük tehlüke küfrdür.]


Eser: İlcâm-ül avâm an ilm-il kelâm

Müellif: İmâm-ı Gazâlî

Terceme: Hüseyn Hilmi Işık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder