Mektubat'ı Masumiyye kitabının kapak sayfası

Hace Muhammed Masum kuddise sirruh hazretlerinin farisi yazmış oldukları "mektubat'ı masumiyye" kitabının kapak sayfası. 

Not; Bu eserin ilk defa Türkçeye tercemesini (Osmanlıcaya tercemesi ise çok daha önce Osmanlı Uleması tarafından yapılmıştır) geçtiğimiz günlerde Süleyman Kuku hocaefendi yapmıştır. Nefis bir terceme olmuştur. Cenab-ı Hakk sa'yini meşkur eylesin.

Mektûbâtını türkçeye tercüme etmeye kalkıştığım Muhammed Ma’sûm hazretleridir. İkinci binde dîni kuvvetlendiren ve ilk zamandaki gibi taze ve temiz hâle getiren İmam-ı Rabbânî hazretlerinin, Rabbânî ve kayyûmiyet sıfatlarına ortak olacak kadar büyük halîfesi ve oğludur. Kâim makâmıdır. Her güzel ilme sâhib, her eşsiz ma’rifete ehil, şerîatın en güzel elbiseleriyle ilelebed süslüdür ve süslü kalacaktır. Babasının sırdaşı, kendinden sonra gelenlerin en büyüğü ve imamı, namazların çoğunu Arşın üstünde edâ eden, kâinât ve içindekilerin ma’nen onunla varlıkta bulunduğu kayyûm-i âlemdir.

Mektûbâtını okuyunca, ilminin derinliğini, ma’rifetinin, yalnızlık sıkıntısı çekecek derecede olduğunu, tecelli cinsinden olan bütün zuhûrlara kavuştuğunu, babası gibi kullukta en yüksek makâmı ihraz ve isbât ettiğini, bununla beraber tevazuunu, ihtiyac ve niyâzını göreceksiniz ve gayr-i ihtiyârî:

Baba nûrdur ve oğul nûr,

Bunun için dediler nûrun alâ nûr.

Beytini terennüm edeceksiniz.

Mektûbât cinsinden eserler, bilhassa ikinci bin sırasında ve sonrasında meşhûr oldu. Yeni bir çığırdır.

Büyük veli Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerinin İmam-ı Rabbani hazretlerini vesile ederek yaptığı dua


İmâm-ı Rabbânî "kuddise sirruh" vefatından sonra da sevilmiş, asırlar boyu methedilmiş, eserleri okunup istifade edilmiştir. Büyük veli Mevlana Halid-i Bağdadi, ince ruhunun terennümleri ile dolu olan Farisi Divanı’nın doksan dördüncü sahifesindeki beytlerinde mealen şöyle demektedir:
“Ya Rabbi! O nihayetsiz yolun yolcusu, ilim sahiplerinin reisi, bu göz ile görülmeyen, akıl ile varılmayan gizli sırların menba’ı, insanların anlayamadığı, ancak senin bildiğin büyüklüğün sahibi, köpüren ve dalgalanan manalar deryası, maddesizlik ve mekansızlık aleminin reisi, nurları ile Hindistan’ı aydınlatan, Serhend şehrini, Musa aleyhisselama Allahü Teala’nın kelamı geldiği şerefli va’di yapan, Muhammed aleyhisselamın dininin büyüklüğünün vesikası, keskin görüşlüler meclisinin ışığı, dini bütün olanlar ordusunun kumandanı, düşünülemeyen yüksekliklere erişen, izinde gidenleri de oraya çeken Ahmed-i Faruki’nin gözlerinin nuru hürmetine beni affet! Senin af ve merhamet denizinin sonsuzluğunu düşünerek rahat ediyorum. Allahım! Yalnız senin ihsanına güveniyorum. Çünkü, ‘Ben af ediciyim’ buyuruyorsun!”

HALİFE-İ MÜSLİMÎN


Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî Efendi (kaddesallahu te'âlâ sirreh) buyurdular ki;
“Başkal’a şehrinde bir medresem vardı. Bu medresede yirmi-otuz talebe okutuyordum. Talebenin yimesi içmesi, elbiseleri, bütün masrafları hep bana ait idi. Bir gün ders veriyordum, kapı açıkdı, içeri gayet temiz giyinmiş bir bey geldi. Selam verdi ve dersi dinledi. Ders sonunda yanıma geldi;
-Efendim kaç talebeniz var? Hangi kitâbları okutuyorsunuz? Hangi kitâblara ihtiyacınız var?
diye sordu. Ben de lâzım olan birçok kitâb ismi verdim. Biraz sonra cebinden defterini çıkardı, bütün ihtiyaçlarımı deftere yazdı. Sonra veda etdi, gitdi. Konuşması gayet nazik, elbisesi gayet muntazam ve temiz olduğundan, bunun bir İstanbul beyi olduğunu anladım. Birkaç ay geçti. Ben artık bunu unutmuştum.
Birgün medreseye postacı geldi. Seni postaneden istiyorlar dedi. Gittim. Bunlar sana geldi dediler. İki büyük sandık gösterdiler. O iki sandık kitâb dolu idi. Kitâbları, sandıkları aldım, hayvana bindirdim. Medreseye getirttim. Sandıklar açıldı. Bir de ne bakayım, sandığın içinde iki ay evvel ismlerini yazdırdığım kitâblar.
Üzerinde bir kağıt: 
"Halife-i müslimîn Sultan Abdulhamid Hân’ın hediyyesidir"
Demek ki, Sultan Abdulhamid Hân bütün Anadoluya, bütün ilm yuvalarına, böyle bedava kitâb gönderiyordu.