Katı-ı tarîk (Allahu teâlânın yolunu kesenler)

Bir nevi' katı-ı tarîklik vardır ki, bunlar Allahu teâlânın yolunu kesen,katı'-ı tarîk-i ilâhî olanlardır.Bunlar şol kimselerdir ki,bu derece âlim olmadıkları ve irşâda ehil bulunmadıkları halde,kendilerini lâyık ve halka pişvâ [önder] ve dinde müslümanları irşâd hususunda kâfi ve kâmil bilip ileri atılanlardır.Bunların cezâsına dünya mütehammil değildir. Bunların cezâsı, yevm-ül cezâda verilecektir. Gemlenip ya'ni ağızlarına ateşten gem vurulup yüzü koyun sürüklenerek melâike tarafından cehenneme atılacaklardır. Şimdi bu derece âlim ve irşâda ehil kimse yoktur.

(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin (kuddise sirruh), Cezâ evleri umûm müdürü Baha Arıkan'ın İslâm hukuku ile alâkalı suâllerine vermiş olduğu,başka bir yerde bulunması çok zor olan doyurucu cevâblarından bir bölüm)

Tarîkat ve Tasavvuf

Bu bir zamandır ki,şerîatin şeâiri [İslam dîninin şiârları,alâmetleri] muhtefî [örtüldü]. Tarîkatin ana caddesi boşaldı.İnsanın vücûdunda nefs-i emmâre hâkim ve galib olup ,şeytanın askerleri her tarafta hükmünü icrâ etmektedir.Hakîkat ilimlerinin alâmet ve işâretleri ters dönmüş,ya da yok olmuş,tarîkat yolları kapanmış ve bitmiştir. Tasavvufun ma'nâsı bozuldu,ismi kaldı. Erkânı [direkleri] kırıldı,resmi kaldı. Hattâ isim ve resim bile tebdîl ve tahvîle [değişikliğe] uğradı. Ehli olmayanlar tasavvufu dıştan güzel görünen,hattâ felsefeden alınmış kıymetli bir şey sandılar. O ise hakîkatler kaynağıdır. Görenler bildiler,anladılar. Görmeyenler ise,ya taklîd sahrasında kaldılar yahûd da şübhe ve tereddüdde bocaladılar. Belki inkâr çukurlarına yuvarlandılar.

İslâm gayreti taşıyanlar,bu azîz ve parlak dînin yücelmesini ,ahkâmının yükseklere kaldırılmasını ve bu arada hakîkî dîn kardeşler,sırdaş olacak dostlar aramak istediler. Bu münâsebetle dînin umûmi fâidelerini beyân ve ayan edecek ve hakîkat gelininin yüzündeki örtüyü kaldıracak büyük zâtlar aradılar.

(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (kuddise sirruh) hazretlerinin mektubundan bir bölüm)

RÛH

İbni Battâl: "Ruhun hakîkatinin bilinmemesindeki hikmet, insanın aczinin izhârıdır. Zirâ rûhun mevcûdiyeti kat'i olmakla beraber hakîkati bildirilmedi. Bunda Hâlik-ı kâinât sübhânehü ve teâlânın hakîkatini idrâkte acze işâret vardır. Buna daha bâriz bir misâl de, insanın kendi kendisini idrâkten âciz olmasıdır" buyurdu.
(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (Kuddise sirruh) hazretlerinin ruh risalesinden bir bölüm)

KAVUŞMAK İSTER MİSİN?

اللهم صَلِّ علی محمَّدٍ وعلی آلِ محمد في الاَوَّلينِ والآخِرينِ و في المَلاء الا علی الی یوم الدين

Resûl-i Ekrem sallallahu teala aleyhi ve sellem efendimiz iş bu salevât-ı şerîfe için buyurdular ki;
“Eger, denizler mürekkeb ve ağaçlar kalem ve cümle melekler kâtib olsalar; deryâlar tükene, ve kalemler söne ve bu salevâtın sevâbını temam edemezler”
Kardeşim!
Ol fahr-i kâinat ve rahmeten lil âlemîn sallallahu teala aleyhi ve sellemin şefaatine kavuşmak istemez misin?

UNUTMAK

Buyurdular ki;
“Rabbini unutmak, aslını unutmaktır. Mert işi değildir. Zordur. Büyük suçtur. Rabbini zikretmek ise, kulluğun icâbı ve kulun şerefidir.”

GÖRÜNMEK

Buyurdular ki;
“Güzel görünmek için çalışmak günah, çirkin görünmemek için çalışmak günah değil, iyi.”

HİCÂB

HİCÂB
Hazret-i Alî kerremallahu vecheh efendimizin rivayeti ile Efendimiz sallallahu teala aleyhi ve sellem buyurdular ki;
“Hiç bir duâ yoktur ki onunla semâ arasında hicâb (perde) olmasın. Bana ve âlime salevât verince ol hicâb mürtefi’ olur (ref olunur, kaldırılır) ve ol duâ semâdan yukarı gider. Eger, salevât virmezse geri ol kimsenin başı üzerine rücu’ ider (döner).”

O halde?
Duâ ederken, Efendimiz sallallahu teala aleyhi ve selleme ve âline salâtu selam eylemek duânın icâbâtındandır.
Kimse iş olsun diye duâ etmez.

BİR MÜNÂCÂT

Ey hâlik-i zulümât ve nûr!
Ve ey râzık-ı mâr u mûr!
Ey musavvir-i eşbâh !
Ve ey münevvir-i ervâh!
Ey menba’-ı rahmet!
Ve ey sâhib-i mağfiret!

Sen öyle bir mâliksin ki;
Lutfun bir kutreyi (çok az bir şeyi) der-semîn (çok kıymetli) eyler,
Ve kudretin bir reşhayı (damlayı) sûret-i insan kılar.

فَتَباٰرَكَ الله احْسَنُ الخاٰلِقينْ

Bize tevbe-i nasûhu nasîb eyle!
Âmin.

MEDH U SENÂ

MEDH U SENÂ
Hülâsa-i mevcûdât ve zübde-i kâinât ve maksûd-ı âlem ve bihterîn-i benî Âdem Hazret-i Muhammed Mustafâ’dır (Sallallahu teala aleyhi ve sellem).

NA’LÎN

NA’LÎN
Me’âricü’n-nübüvve kitabında Efendimiz aleyhissalatü vesselamın Mûsâ aleyhisselâm üzerine olan faziletleri bahsinde der ki;
“Mûsâ aleyhisselâma Tûr’da emr olundı ki (na’lînini çıkar!) Habîb-i Ekrem sallallahu teala aleyhi ve sellem arş üzere yürürken na’lînin(i) çıkarmak dileycek (istediği zaman),
‎ولا تخلع نعلیك
ile fermân olındı.
“Çıkarma na’lînin(i)! Arş diler ki ayağının tozuyla müşerref ola”
Bu ne muhteşem bir ma’nâ!
....
*Na’lîn: Bir çif ayak kabı, nalın.

ŞEFÂAT

Ulemâ rahimehullahu teâlâ ider;
Ol hazretin (peygamber efendimizin) yedi dürlü şefâati olur:
✔️Evvelki şefâati, şefât-i uzmâdır ki âmme-i ehl-i mahşere ( bütün mahşerdekilere) şefâat ider. Nitekim hadîs-i şerîfde vârid oldu ki “halâyık (halk, insanlar) cem’i-i enbiyâdan ümidlerini kad’ idicek (ümidlerini kesince) ol hazretin huzûr-ı şerîfine gelürler. Şefâat idüb, makbul olur. Nitekim ehâdis-i sahîhede tafsîli zikr olunmuşdur.
✔️İkinci, ol sultân şefâatiyle çok kimse bilâ hesâb (hesabsız, sualsiz) ve lâ azâb (azabsız) Cennete dâhil olurlar.
✔️Üçünci, nice kimse azâba müstehak olmuş iken ol hazretin şefâatiyle halâs olurlar.
✔️Dördinci, nice kimse günahları sebebiyle Cehenneme girmiş iken Resûlallah sallallahu teala aleyhi ve sellem hazretlerinin şefâatiyle halâs (kurtuluş) olurlar.
✔️Beşinci, niceler Hakk tealanın fadlı ile Cennete girmiş iken, peygamber sallallahu teala aleyhi ve sellemin şefâatiyle derecâtı ziyâde âlî (dereceleri çok yüksek) olurlar.
✔️Bazı küffârın azâbı şefâatiyle tahfîf olunur.
✔️Yedinci nev’i, Medîne-i münevverede medfûn olanlara ideceği şefâat-i hâssedir (husûsî şefâatidir).

(Meâricü’n-nübüvve tercemesi)

RAHMET

“Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm bu âyet-i kerîmeyi (وما ارسلناك الارحمةللعالمین) inzâl idicek (indirdiğinde) itdi (Resûl-i Ekrem efendimiz sallallahu teala aleyhi ve sellem dedi ki);
-Yâ Cebrâil! Bu rahmetten sana nasîb vâki oldı mı?
-Belâ, yâ resûlullah!
didi.
-Hazretinin meb’ûs (peygamber) olmazdan evvel, sû-i hatemeden (son nefeste imansız gitmek) havf iderdim (korkardım). İblis’in ahvâli havfıma sebeb olmuşidi. Çünkim(Ne zaman ki) Hakk teala seni kâffe-i âleme (bütün alemlere) rahmet idüb, beni hazretine haberci kıldı ve Kur’ân-ı azîm inzâl hidmetin (vazifesini) bana ferman itdi (buyurdu) ve bu âyet-i kerîmeyi getürdim (انه اقول رسول کریم ذی قوة عند ذی العرش مکین مطاع ثم امین) Hakk teala hakkımda (kerîm ve mekîn ve mutâ’ ve emîn buyurıcak (buyurduğunda) havf-ı âkıbetten ve haşyet-i sû-i hatemeden (imansız gitme dehşeti ve son nefes korkusundan) halâs oldum (kurtuldum). Ve bu seâdeti senin berekâtında bu devleti hazretinin hidmeti (hizmeti) ile buldum,
didi.
(Meâricü’n-nübüvve tercemesi)

RAHMET

RAHMET 

Ma’lûm ola ki, ol hazret-i Resûlallah sallallahu teala aleyhi ve sellem dünyada ve âhirette müminlere ve kâfirlere rahmettir.
Mü’minlere; hidâyeti sebebiyle rahmet oldı.
Münâfıklara katlden (öldürülmekten) ve nehbden emân ile rahmet oldı.
Kâfirlere te’hîr-i azâb sebebiyle rahmet oldı.
‎وما کان الله لعذبهم و انت فیهم
Yani “Allahu teala anlara azâb itmez, şol halde ki sen anların mâbeyninde (arasında) olasın”
Pes, bu âyet-i kerîmede beşâret-i azîme (büyük bir müjde) vardır.
Küffâr ve müşrikîn (kâfirler ve müşrikler) Habîb-i Ekrem sallallahu teala aleyhi ve sellem hazretlerinin vücûd-ı şerîfi hasebiyle azâb-ı dünyâdan emin olıcak (olunca) layıkdır ki ehl-i îmân ce eshâb-ı irfân, Habîbullah sallallahu teala aleyhi ve sellemin berekâtıyle ve şefâatiyle azâb-ı nîrândan (Cehennem azâbından) halâs olurlar.
Nakl olunur ki, çünkim (ne zaman ki) bu âyet-i kerîme nâzil oldı hazret-i sultân-ı enbiyâ aleyhi ve aleyhimüsselatü vesselamın hâtır-ı şerîflerine teşvîş (düşünce) geldi ki;
-ihtimâldir, bunların mâbeynlerinden (aralarından) gittikde, bunlara azâb nâzil olıcak.
Hakk teala teselliyât-ı hâtır içün bu âyet-i kerîmeyi inzâl itdi;
وَماَ کاَنَ الله مُعَذِّبْهُمْ و مَنْ یَسْتَغْفِروُنَ
Ya’ni;
“Hakk teala celle ve a’lâ bunlara azâb itmez, mâdâm ki (yeter ki) istiğfâr (tevbe) iyleyeler.

(Meâricü’n-nübüvve tercemesi)

CEBRÂİL’İN AŞKI

CEBRÂİL’İN AŞKI

Cebrâîl ve Mikâîl aleyhisselâm, hazret-i risâletpenâh geldiler. Mikâîl aleyhisselâm durur idi. Cebrâîl aleyhisselâm ol hazretin rıdâsını (belden yukarı kullanılan örtü) pûs idüp (üzerine örtüp) yüzine sürer idi.
Peygamber aleyhisselâtü vesselam itdi:
-Yâ Cebrâîl, bu ne hâlettir?
Cebrâîl aleyhisselâm itdi:
-Mikâîl’den suâl eyle.
Mikâîl aleyhisselâm itdi:
-Yâ Resûlallah! Bugün yetmiş kere Hazret-i bârî-i tealadan izin taleb itdi; hazretine gele. Melâikeler itdiler;
-Ey Cebrâîl! Bu ne mübâlağadır?)
İtdi;
-Ma’zûr tutın ki; benim, Muhammed sallallahu teala aleyhi ve sellemin cemâlinsiz kararım yoktur (duramam).

(Meâricü’n-nübüvve tercemesi)