*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
*Enver âbi* bana anlattı efendim. Geçen gün, birkaç kişi Enver âbiye gelmişler. Konuşma esnâsında bir tânesi Enver âbiye; *Siz, paraları dışarıya transfer etmişsiniz, halk böyle söylüyor*, demiş.
Enver âbi de ona; *Peki, sen nasıl düşünüyorsun?* diye sormuş. O da; *Ben de öyle düşünüyorum* deyince, Enver âbi hemen kalkmış.
Bir *Kur’ân-ı kerîm* getirip, masanın üzerine koymuş. Sonra açıp, *Elleri* ni Kur’ân-ı kerîmin üzerine koymuş ve öyle söyliyene dönerek demiş ki:
Şu anda abdestliyim, *Vallâhi, Billâhi, Tallâhi*, ne *Benim*, ne de *Mücâhid* in, ne yurt içinde, ne de yurt dışında, kendimize âit özel bir *Hesâb* ımız yoktur.
Böyle deyince, adamın yüzü *Kül* gibi olmuş. Enver âbi ayrıca şöyle söylemiş:
Hocamız, beni bu işin başına koyduğu zaman, iki de şart koşmuştu. Birincisi; *Paraya elini sürmeyeceksin!*
İkincisi de; *Yanına üzüntülü gelen her kimse, senin yanından sevinçli ve gülerek çıkıp gidecek!* Ben de buna riâyet ediyorum, demiş.
Bir de şunu söylemiş: Bir gün, Hocamız; *Benim, şu anda, dünyâlık olarak çamaşırlarımdan ve kitaplarımdan başka hiçbir şeyim yoktur*, demişti.
Ben de kendilerine; *Benim dünyâlığım sizinkinden az efendim. Çünkü, benim kitaplarım da yok!* dedim.
O kişiler, bunları işitince çok *Mahcup* olmuşlar, *Özür* dilemişler ve başları *Önlerinde* çıkıp gitmişler efendim.
● ● ●
Efendi hazretlerinin *Artık* larını yerken, içerken kalbim temizlendi. *Mü’minin artığı şifadır!* ya, bu büyüklerin artığı, hem bedene şifâdır, hem de kalbe şifâ, yâni *Mânevî* şifâ.
Ben Lisedeyken okul *Birincisi* ydim. Merâsimlerde okulun en önünde *Ben* giderdim. Öğretmenler hep *Benim* le muhâtap olurdu.
O zamanlar otomobil azdı. Bir otomobil görsem, *Benim de olsa!* derdim. Bir apartman görsem, *Benim de olsun!* derdim.
Efendi hazretlerini görünce, bu düşünceler *Kaybolup* gitdi, *Silindi* tamâmen, Efendi hazreterinin *Himmeti* ve *Bereketi* işte.