Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

Şâh-ı Nakşibend hazretleri buyuruyorlar ki: *“Dindâr bir arkadaşla berâber olmak, evliyâ kabirlerine gitmekden daha fazîletlidir”.* Neden? Görüşüyorsun çünki. Bu dînin aslı, bizzât görmekdir, görüşmekdir, sohbetinde bulunmakdır.

 

Eshâb-ı kirâmın derecesine hiç kimsenin ulaşamamasının sebebi de işte budur. Çünki onlar, Resûlullah Efendimizle bizzat görüşüyorlardı, konuşuyorlardı, sohbetini dinliyorlardı. Bütün üstünlükler, *“sohbet”* de mevcûddur kardeşim.

 

Efendimiz aleyhisselâm, münâfıkları, hazret-i Huzeyfe’ye radıyallahü anh bildirmişdi. Yalnız o biliyordu. Bir gün ona *“Yâ Huzeyfe, arkamda namaz kılan yetmiş kişi bana inanmıyor, bunları ne yapalım?”* diye sormuş. O da *“Yâ Resûlallah, hemen öldürelim”* diye arz etmiş.

 

O zaman Efendimiz 

*“Hayır, o zaman insanlar; ‘Muhammed, namaz kılanları öldürüyor’ derler. Bu dedikodu kıyâmete kadar gider, sakın dokunma, ama öldükleri zaman cenâzesine katılma”* buyurmuş. Onun için hazret-i Ömer radıyallahü anh, dikkat ederdi. Huzeyfe cenazaye gidiyor mu, gitmiyor mu diye. Gidiyorsa o da gidiyor, gitmiyorsa o da gitmiyordu.

Efendim, bizim niyetimiz; hem Türkiye’ye, hem de bütün dünyâdaki müslimânlara hizmet etmekdir. Cenâb-ı Hakkın en çok râzı olduğu ibâdet de budur. Çünki Allahü teâlânın kulları bunlar. Yâni bir insanın evlâdına, birisi iyilik yapsa, o insan ne kadar memnun olur. Tersine, biri gelip, çocuğuna iki tokat atsa, ne kadar üzülür.

 

İşte Allahü teâlânın kullarını üzmek de, Allah’ı üzmekdir. Onun kullarını sevindirmek, Allah’ı sevindirmekdir. Onun için dînimizin aslı, kimseyi incitmemekdir. Bu hususda büyüklerimiz, “Tasavvuf, kimseyi incitmemekdir” buyuruyor. Efendi hazretlerinin vasiyeti var, son cümle olorak *“Kimseyi incitmeyin”* diye yazmış mübârek.

 

İsmâil Hakkı hazretlerinin altı cild *“Rûhül beyân”* tefsîri var, onu okudum. Anlatıyor ki: Hocam Osmân Hârûnî hazretlerine sordular ki: *“Efendim, Bursa’da, Altıparmak’da çok yahûdî var, rum var. Onlardan bâzıları var ki; câmi yapsak, para verirler, fakirlere yardım ederler, hiçbir zaman bize hayır demezler. Çok iyi huylular. Bunlar da, ötekiler gibi aynı seviyede mi Cehennemde yanarlar? Yoksa bunlar için bir kurtuluş çâresi olur mu?”* diye sordular.

 

Hocam buyurdu ki: Bu meziyetler, güzel ahlâkdır. Peygamber aleyhisselâm buyuruyor ki: *“Ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim”*. Bu güzel ahlâk kimde varsa, ister yahûdî, ister ermeni, ister rum, ister müslimân olsun, son nefesde îmânla gitmek ümîdi çokdur. Bilhassa bu tip insanlara, son nefeslerinde, Efendimiz aleyhisselâm görünür ve *“Ben peygamberim, beni tasdîk et de, Cennete git”* der, onlar da îmân edip öyle ölürler”.

 

*“Âsumân secde küned behr-i zemîni ki, derû. Yek dü kes, yek dü nefes, behr-i hüdâ binişînend”*. Efendi hazretlerine gitdiğim zaman, bunu bana yazdırdılar ve okutdular, mânâsını anlatdılar. Gökdeki melekler gıbta ederler, imrenirler.

 

Neye imrenirler? Öyle bir yere imrenirler ki, orada, Allah için bir iki kişi, bir iki nefes alacak kadar az bir zaman, orada bulunurlar, muhabbetle sohbet ederler. Birkaç müslimânın, Allah rızâsı için oturup da sohbet etdiği yere, gökdeki melekler imrenirler.

                 

Ya hizmet etdikleri yer?.. Yâni burası?.. Burası, mekânların en üstünüdür. Çünki *“Şeref-ül mekân, bil mekîn”.* Mekânların şerefi, taşdan toprakdan değildir. Ya nedendir? İçindekilerdendir... Bir yerin kıymeti, içinde olanlardan gelir.

 

Allah için yapılan her iş, ister âhiret işi, ister dünyâ işi olsun, hepsi zikirdir. Sûre-i Mâideyi okuyorum. O sûrede cenâb-ı Hak, Âdem aleyhisselâma emir verdi *“Çocukların, birer kurban kessin!”* diye. Hâbil ve Kâbil, birer kurban kesdiler efendim.

 

Allahü teâlâ buyurdu ki: *“Hâbil’in kesdiği kurbanı kabul etdim, Kâbil’inkini kabul etmedim. Çünki biz, yalnız ‘Allah için’ yapılan ibâdetleri kabul ederiz, Allah rızâsının dışında olanları kabul etmeyiz”.*

 

Hâbil, *“Allah rızâsı”* için kesmişdi, Kâbil ise *“nefsi için”.* Onun için kabul edilmedi. Dolayısıyle ister dünyâ işi olsun, ister âhiret işi olsun, cenâb-ı Hak niyete bakar. Kulum bunu ne niyetle yapıyor?

 

Bir hastânede mescit olsa, o mescitde kılınan namaz, o mescitde okunan Kur’ân-ı kerîm, bu ibâdetlerden hâsıl olan feyz ve nur, dalga dalga bütün odalara gider, yayılır ve farkında olmadan hastalar şifâ bulur efendim.

 

Çünki Kur’ân-ı kerîm dağa inseydi, koca dağ erir, su gibi akardı. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde öyle buyuruyor. Kur’ân-ı kerîmin derecesine, peygamberler bile yetişememişdir. Çünki kelâm-ı ilâhîdir o. Allah kelâmıdır.

 

Efendi hazretleri, şaka için lâf söylemezdi. Bir gün Efendi hazretlerine sordular, *“Efendim, tekkeler kapandı, artık evliyâ yetişmez mi?”* dediler. *“Bu yol kapandı mı, artık evliyâ yetişmeyecek mi?”* dediler.

 

Efendi hazretleri şaka için lâf söylemezdi efendim. Böyle soranlara; *“Bu gün, ehl-i sünnet îtikâdında olan, haramlardan sakınan, farzları yapan bir mü’min, bu asrın evliyâsıdır. Allah’ın dostudur ve kıyâmete kadar da böyledir”* buyurdular.

 

Efendim, mü’minin îmânının tesîri, hem canlılara, hem de cansızlaradır. Duvarlara bile tesîr eder. Taşa bile te’sîr eder. Meselâ bir evliyâ zât, bir taşa elini sürse, o taş feyz alır ve feyz saçar etrâfına. Bin sene geçse bile o taşdan feyz gitmez. Kullandıkları eşyalardan da feyz alınır.

 

Nitekim onların eşyâlarını, takkelerini, gömleklerini, bin sene sonra kullanan, aynı feyzi alır kardeşim. Çünki evliyâ demek, Allah dostu demekdir. Allah adamı demekdir. Onların bütün zerreleri zikreder. Bütün hücreleri zikreder, hattâ vücûdundaki kıllar bile zikreder.


Hayır da Allah’dan, şer de Allah’dan. 

Biz bâzı şeylere, hayır diye dört elle sarılırız, 

ama sonu felâket olur. 

Bâzı şeylerden de şer diye kaçarız, 

hâlbuki o, bizim için hayırlıdır. 

Hayrihî ve şerrihî minallahi teâlâ. 

Îmânın şartıdır bu. 

Onun için sebeblere yapışacağız kardeşim.

 Yalnız sebeblere yapışırken de akıllı hareket edeceğiz.

 Çünki neyin sebebine yapışırsak, onun netîcesine katlanmak zorundayız.

 Çünki Allahü teâlâ öyle dilemiş ezelde.

 

Allahü teâlâ kullarını başıboş bırakmamış.

 Kur’ân-ı kerîmde, 

Eûzü billâhi mineşşeytânirracîm Bismillâhirrahmânirrahîm

*“Ve şâvirhüm fil emr ve izâ azemte fe tevekkel alallah”*

 buyuruyor. 

Yâni *“Ey habîbim!..*

*Sen bir sebebe yapışmadan evvel istişâre et, danış.”*

 Hem de Peygamber aleyhisselâma buyuruyor cenâb-ı Hak. 

İstişâre et, eshâbına danış.

 Ondan sonra sebebe yapış ki, yanlış iş yapmıyasın.


Ankara’dan gelirken birgün bir kitâb getirdim Efendi hazretlerine. 

Askeriye dağıtıyordu o kitâbı. 

*“Benim Dînim”* diye, 

şiir hâlinde. 

Efendi hazretleri “Biraz oku” buyurdular. 

Bir sayfa okudum.

 *“Devâm et”* buyurdu. 

Yine okudum, okudum,

 derken bitdi kitâb. 

Mübârek hepsini dinledikden sonra 

*“Hepsi doğru, tek kelime yanlış yok.*

*Ama bunu okuyan, zehirlenir.*

*Çünki yazarı habîsdir,satırları arasından habîs rûhunun zulmeti yayılıyor.*

*Her satırından zehir akıyor.*

*Bu zehir, kalbi öldürür, onun için her kitâbı okumayın”* buyurdu.

 

Bir iş icrâ olduğu zaman, 

o işin olmasını Allah’dan değil de, sebebden bilen,

kâfir olur kardeşim.

Müsebbibden bilen, mü’min olur. 

Müsebbib, Allahü teâlâdır.

Yaratan, Allahü teâlâdır.

Çünki o sebebi, Allahü teâlâ gönderdi, çok mühim. Avrupalılar, başarılarını sebebden bilirler. 

Mü’minler ise müsebbibden bilirler. 

O hâlde teşebbüs etdiğimiz şey, bize hayır da olur, şer de olur. 

İyiliğe de sebep olur,

 kötülüğe de sebep olur. 

Biz ne diyoruz? 

Hayrihî ve şerrihî minallahi teâlâ

 

🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹

     *Hüseyin Hilmi Işık* (rahmetullâhi aleyh)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder