Hüseyin Hilmi Işık efendi sohbet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hüseyin Hilmi Işık efendi sohbet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İstikamet kadar mühim bir şey yok

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Enver âbi* diyor ki: Amerika’da *Otoban* lar var, aynen *Ahtapot* gibi, herkes numaralara bakıyor. Bir şaşırdın mı mahvoldun. Aynı *Nokta* ya gelmek için, bütün *Gün* dolaşıp durursun. 


Onun için, *İstikâmet* kadar mühim bir *Şey* yok kardeşim. Allahü teâlâya hamdolsun ki, *Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri* ne rastladık da, bize istikâmetimizi gösterdiler, önümüzü açdılar. Ne kadar *Şükr* etsek azdır. 

 

Okyanusu, *Yüzerek* geçemezsin. Tek başına *Kayıkla* da geçemezsin. Geçmeye kalkarsan, bir *Fırtına* çıkar, bir *Köpek balığı* çarpar, boğulup gidersin. 


*Herkese Lâzım Olan Îmân* kitâbımızda otuz kırk tâne gayr-i müslimin müslümân oldukları yazılı. *Niçin müslümân oldular?* diye de *Başlık* atmışız. Bunların çoğu da önemli kimseler. 


Kimi *Doktor*, kimi de *Kurmay Albay*. Avrupalı hıristiyanlar bunlar. Bir tânesi, birinci cihân harbinde, *Müslümân* bir Pâkistânlı ile *Ahbap* oluyor. Birbirlerine gidip geliyorlar. 


O müslümân, bir gün bu ahbâbının evine, ziyârete gidiyor, ona islâmiyeti anlatıyor. O da diyor ki: *Senelerdir arkadaşız, sizin müslümânlığınıza bayıldım, çok seviyorum*, diyor. 


Pâkistânlı da ona; *Öyleyse müslümân olsana kardeşim, dünyâ ve âhiret seâdetine kavuşursun, seni sevdiğim için söylüyorum*, diyor. 


O da diyor ki: Ben *Müslümân* lığı çok seviyorum ama günde *Beş* defâ *Namaz* kılmak, bana *Zor* geliyor. Bunun bir *Çâresi* yok mu? Ben müslümân olacağım, ama bana bir *Çâre* söyle, diyor. 


Onun evinin duvarında, örtülü bir *Şey* asılıymış. Pâkistânlı merak edip, ona soruyor; *Bu nedir?* diyor.


O da diyor ki: Bu, *Keman* dır, ben her gün vazîfeden gelince, bunu *İki sâat* çalarım, yorgunluğum gider. Çalmazsam, o *Gece* uyuyamam. Bu, benim *İlâcım*, diyor.


Pâkistânlı; *Bizim de öyle yorgunluklarımız oluyor, bizim ilâcımız da günde beş kere namaz kılmakdır*, diyor. Günde beş kere namaz kılınca, yorgunluk, üzüntü kalmıyor, diyor. 


O da; *Sahi mi?* diyor. Pâkistânlı; *Evet, istersen tecrübesini yap, ama evvelâ müslümân olman lâzım!* diyor. O da arkadaşına inanıyor, râhata kavuşmak için *Îmâna* gelip, müslüman oluyor. 


Nitekim Peygamber Efendimize souyorlar; *İnsanların en kıymetlisi kimdir?* diye. Efendimiz, bu suâle cevaben; *En kıymetli insan, ilim öğrenen ve öğrendiğini başkalarına öğretendir*, buyuruyor.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Sabâh erkenden *Eyüp* deki dergâha giderdim. Kapı kapalı olurdu. *Mevlânâ Hâlid* dîvânından, yüksek sesle okumaya başlardım. Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri işitirmiş. Şâkir Efendi’ye; *Bizim bülbül geldi, koş kapıyı aç!* buyururmuş. 


O zamanlar, ben Ankara’da vazîfeli idim. Abdülhakim Efendi hazretleri İstanbul’da idi. Ben Ankara’dan her fırsatda gelir, Efendi’nin *Sohbet* leriyle şereflenirdim. 


Bâzan *Tren* le gelirdim. Hattâ bir keresinde tren çok kalabalıkdı. Öyle ki, kompartımanlar tamâmen *Dolu* idi. Hattâ koridorlarda bile yer *Yok* du. 

● ● ● 

Arkadaşlardan ricâm, *Kitap* okumalarıdır. Ben de arkadaşlarımı kitap yoluyla görmeği tercîh etdim. Siz, benim *Gözüm*, *Kulağım* ve *Elim* siniz. 


*Siz* olmasanız, ben bir *İşe* yaramam. Onun için kitapların dağıtılmasında yardımcı olan kardeşlerimi çok *Seviyorum* ve onlara *Duâ* ediyorum. 


Yolunu şaşırmış bir kimseyi Doğru yola* çevirmek, on kâfiri *Îmâna* getirmekden daha çok *Sevap* dır. Arkadaşlarımızın, ilmihâl ve diğer kitaplarımızdan her gün bir veyâ iki *Sahîfe* okumalarını istiyorum. 


Okursanız, *Feyz* alırsınız, feyz demek, *Nûr* demekdir. Nûr, kalbe yağar ve kalbi temizler. Okudukca kalbiniz *Nûr lanır*, okuduğunuzu anlamağa başlarsınız. 


Ehl-i sünnet *Âlimleri* nin kitaplarını okuyanlar, Allahü teâlânın *Rızâsı* na ve *Sevgisi* ne mazhar olurlar. Şimdi o yolu bilen kalmadı. Ama yalancılar ve dolandırıcılar çok var her tarafda. 


Bunların sözlerine aldanmıyalım. Tesavvufu *Anlamıyan* ve büyükleri *Tanımıyan* bâzı câhillerin, din adamı şekline girdiklerini işitiyor, *Yaldızlı* kitaplarını da görüyoruz. 


Sakın onlara aldanmayınız! Onlardan, *Zehirli Yılan* dan kaçar gibi kaçınız. Elinizdeki doğru kitaplara sarılırsanız, bu *Kitaplar*, sizi maksada ulaşdıracakdır.


Cenâb-ı Hakka hamd ve senâlar olsun ki, *Küfr* ve *İrtidâd* ın istilâ etdiği bir zamanda, böyle muhabbet ve zevk, Cenâb-ı Hakkın en büyük *Lütfu* ve *İhsânı* dır. 


Hakîkati görmek, *Nûr* ile *Zulmeti* anlamak ve *Kâr* ile *Ziyânı* tefrîk edebilmek, ne büyük bir sermâye ve seâdetdir. Ehl-i sünnet üzere *Îmân* etmek, her zaman kıymetlidir. 


Fakat böyle doğru inananların azaldığı bir zamanda, *Kıymeti* daha da *Fazla* dır. Gece gündüz Cenâb-ı Hakka şükrediniz. Ve en birinci vazîfe olarak *İslâm Harfleri* ni öğreniniz kardeşim.

Allahü teâlâ îmânı seçdiği kullarına verir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir kimse; Ben *emr-i mâruf* nasıl yapılır bilmiyorum derse, ona deriz ki: Sen bilmiyorsan, bunu bildiren *Kitap* lar var. Al onlardan dağıt. Yâni *Mâzeret* yok bu işte kardeşim. 


Peygamber Efendimiz *Mîrâc* gecesi, Allahü teâlâyı *Görmek* devletiyle şereflendi ise de, bu dünyâda değildi. Cennete girdi. Oradan gördü. 


Yâni, *Âhiret* te görmüş oldu. *Dünyâ* da görmedi. Dünyâda iken, dünyâdan çıktı, âhirete karıştı ve gördü. Çünkü Allahü teâlâ, bu dünyâda görülemez efendim

● ● ● 

İnsan, bir şeyi seçebilir, beğenebilir, alabilir. Meselâ evlenecekse, *Hanımı* nı seçer, beğenir ve alır, ama *Îmânı* böyle alamaz. Peki bunu nasıl alır? 


Ancak seçilirse, *Îmâna* kavuşur. Çünkü Allahü teâlâ, seçdiklerine verir onu. Sen îmânı seçemezsin. Cenâb-ı Hak onu, *Seçdiği* kullarına verir. 


Velhâsıl Allahü teâlâ, *Îmânı* kime verecekse, ona, sevdiği bir *Dostu* nu tanıtır, Onu sevdirir ve onun vâsıtasıyla *Îmâna* kavuşdurur. 


Zâten bir *Allah dostu* na kavuşmak demek, ona *Îmân* nasîb olacak demekdir.  

● ● ● 

*Mâlûmât-i Nâfia* diye bir kitap vardı. Efendi hazretleri bana; *Al oku bunu, fâidelidir!* buyurdu. Biz o kitâbı şimdi basdırdık. İsmini de *Fâideli Bilgiler* koyduk. 


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri *Tavsiye* etdi bize onu. Hep Efendi hazretlerinin beğendiği, methetdiği, tavsiye etdiği *Kitap* ları basdırdık kardeşim, elhamdülillah. 


*Abdülhakim Efendi hazretleri* ne gitdiğimde, hiç ayrılmak istemezdim yanından. Hep *Son* vapuru beklerdim. Vakit hayli ilerleyince, saate bakardım.


İçimden; *Son vapurun kalkmasına daha yarım saat var. Hele beş-on dakîka daha oturayım!* derdim, ayrılamazdım. Bir de bakardım ki, *On dakîka* var. 


Bu defâ; *Olsun, koşa koşa giderim. Beş dakîka daha otursam kârdır!* derdim. Sonra bir bakardım ki, *Beş dakîka* kalmış vapurun kalkmasına. 


Bu defâ da; *Kalkmıyacağım, ne olursa olsun!* derdim. İskeleye gidince bakardım ki, vapur kalkmış. Hattâ *Yarım sâat*, hattâ *Bir sâat* olmuş. 


Mecbûren yürüyerek *Fâtih’e* giderdim. Beş on dakîka diyerek, vapuru kaçırırdım. Başka vâsıta da yokdu. *Gece* karanlıkda, yürüyerek *Eve* giderdim.

Şu dört şey kimde varsa korkmasın

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Şu dört şey kimde varsa, korkmasın. Nedir onlar? *İlim, Akıl, Sabır, Edeb*. Bu din, bilmek dînidir, bilmeden müslümânlık olmaz kardeşim. *İlim* sâhiplerine hürmet edilir. 


Meselâ bizim arkadaşlardan *Mehmed Yücel* vardı, Allah rahmet eylesin. Daha Lisede iken *Arabî* öğrendi, *Fârisî* öğrendi. 


Bir gün bâzı arkadaşlarla bir evde oturuyorduk. Kapı açıldı, bu *Mehmed* içeri girdi. O gelince ben ayağa kalkdım, diğer arkadaşlar da kalkdılar. 


Tabii *Mehmed* şaşırdı, öbürleri de merak etdiler hâliyle. Ben Mehmed’e döndüm; *Kardeşim, ben sizin şahsınıza değil, ilminize ayağa kalkdım*, dedim. 

● ● ● 

Mürşid olgun, mürîd uygun olunca, yâni mürşid, *Kâmil* ve *Mükemmil* olunca, mürîdde de *Muhabbet* ve *Kâbiliyet* olunca, senelerin işi, sâatlere ve sâniyelere döner. 


*Mürşid-i kâmil* in bir bakışı yeter. Bütün ilimlerde de aynı kâide vardır. Hoca, *Mâhir* ve *Müşfik* olursa, talebe de *Zekî* ve *Çalışkan* olunca, öğrenilmiyecek hiçbir ilim yokdur. 


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri bize *Husûsî* emek verirdi efendim, husûsî bir şekilde ilgilenirdi. *Abdülhakîm Efendi* hazretlerine her gitdiğimde, beni *Yanına* oturtur, *Elini* elime verirdi. 


Sonra cebinden *Kâğıt* çıkarıp birşeyler yazar, yazar ve bana verip; *Al, bunu oku!* derdi. Ben de okurdum, bâzan da okuyamazdım veyâ yanlış okurdum, *Gülerdi* Mübârek. 


Kendisi *Düzeltir*, doğrusunu öğretirdi. Ders vermeğe başlamadan önce bir müddet, sâdece elini tutdurup, *Sık!* derdi. Ben de sıkardım. Az sonra yorulup elimi gevşetince, tekrar *Sık!* derdi.

● ● ● 

Abdülhakim Efendi hazretlerini tanıdıkdan bir sene sonra, *Ders* okutmaya, *Arabca* öğretmeye başladı bana. Başkaları, bahçede *Namaz* vaktini beklerdi. 


*Ezâna* daha yarım saat varken, Mübârek beni içeriye, odaya alır, *Arabî* öğretirdi, *Sarf* ve *Nahiv* öğretirdi. Cebinden kâğıt kalem çıkarır, üzerine birşeyler yazardı Mübârek.


Sonra bana verir ve; *Al bunları oku, ezberle!* derdi. Evvelâ kendi okurdu. O okurken, ben *Hareke* koyardım. Sonra çıkınca yolda, otobüsde, tramvayda, bunları *Okur* ve ezberlerdim. 


Ertesi gün yanına gidince, *Ne yapdın?* derdi. Ezberledim efendim, derdim. *Oku bakayım!* derdi. Bir okurdum, amân ne hoşuna giderdi Mübâreğin. *Nûr* içinde yatsın.

Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyulmazsa

"Bir mümin, kendisine en büyük düşman olarak kendi nefsini görmedikçe, Allah dostu olamaz kardeşlerim."


Dinimizde, namazın ayrı bir yeri vardır. Müslüman, namazını her halükârda kılmalıdır. Çocuklarımıza, yemek yemesini, su içmesini öğretmeden önce, namazlarını vaktinde kılmalarını öğretmeliyiz, emretmeliyiz.

 

Çoğumuzun eline yeteri kadar para geçmesine rağmen sıkıntı çekiyoruz. Çünkü bereket yok. Bereket kalmadı. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riayet edilmezse, namaz kılınmazsa birçok bela, musibet gelir insanın başına. 


Bunlardan dördü şunlardır:

 

1- Rızıklar daralır. Eskiden evde bir kişi çalışır, rahat geçinilirdi. Şimdi, icabında 2-3 kişi çalışıyor fakat yine de sakıntıdan kurtulmak mümkün olmuyor.

 

2- Hastalıklar artar. Bugün hemen hemen her evde hasta var. Her ev ilaç deposu. Kiminin midesi, kiminin kalbi. Neticede herkes hasta. Bütün hastaneler tıklım tıklım dolu.

 

3- Emniyet olmaz. Zamanımızda olduğu gibi, her tarafı terör, anarşi, hırsızlık, dolandırıcılık sarar. Kimsenin kimseye itimadı kalmaz. Kardeş kardeşten şüphelenir hâle gelir. İtimat, güven kalmaz. Herkes malının ve canının derdine düşer.

 

4- Merhamet kalkar. Patron işçisine, işçi patronuna şefkatli olmaz. Tok, açın hâlinden anlamaz. İşçi patronuna düşman olur. Hâl böyle olunca, iş yerlerinde, evlerde huzur kalmaz. Hanım kocasını, çocuklar anne ve babalarını dinlemez. Komşular birbirini sevmez. Merhamet olmadığı için, insan komşusuna her türlü kötülüğü yapmaktan çekinmez. Herkes kendi rahatını düşünür. Ben rahat olayım da, isterse herkes sıkıntıda olsun, zihniyeti hâkim olur. Hâlbuki, dinimize göre, Müslümanlar, bir vücudun organları gibidir. Birine bir zarar gelirse, bundan hepsi etkilenir. Hakiki Müslüman, bir Müslüman kardeşinin ayağına diken batsa, kendi ayağına batmış gibi o dikeni içinde hisseder. Bunlar, hep din bağı ile, merhamet ile olan şeylerdir. Bunlar kalkınca merhamet kalmaz.

 

Eğer Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riayet edilir, namazlar muntazam ve vaktinde kılınırsa, bunların tersi olur. Herkes birbirini sever. Müslümanların birbirlerini sevmesi, nefislerimizi sevmememize bağlıdır...

 

Büyük İslam âlimi Hüseyin Hilmi Işık (kuddîse sirruh) buyurdu ki:

 

"Aklı olanlar, aklına uyanlar, Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını beğenir, kabul eder. Ama nefsine uyanlar kabul etmez. Bunlar, Allah’ın emrine uymayı değil de, nefsine uymayı, nefsine itaat etmeyi tercih eder. Demek ki bu gibiler, Allah’ın kulu değil de, nefsinin kuludur, nefsinin kölesidir. Biz, Allah’ın kuluyuz. Onlar, nefislerinin kulu. Çünkü nefislerine tatlı geleni kabul ediyorlar, nefislerine güç geleni kabul etmiyorlar. Bir mümin, kendisine en büyük düşman olarak kendi nefsini görmedikçe, Allah dostu olamaz kardeşlerim."

Bir zaman gelecek, din bilgileri Hilmi’den sorulacak

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir toplulukda, Cenâb-ı Hakkın *Sevdiği* biri varsa, onun hürmetine diğerleri de, onunla berâber *Cennete* girecek. Ne büyük *Ni’met* efendim. 


İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât’ın birçok yerinde; *Allahü teâlânın, bir kuluna ihsân edeceği en büyük ni’met, ona, sevdiği bir kulunu tanıtmasıdır!* buyuruyor. 


Bu dünyâda, kim *Kimi* severse, âhiretde de *Onun* yanında olacak. Ne güzel işte. Eshâb-ı kirâm, bu *Müjde* ye o kadar sevinmişler ki, hiç birşeye, bu kadar sevinmemişler. 


Dînimizi öğreneceğiz kardeşim. İslâmiyetin en büyük düşmanı *Cehâlet* dir. Efendimiz aleyhisselâm ne buyuruyor? *Beşikden mezara kadar ilim öğreniniz!* diyor. İlim öğrenmek farzdır. 


Farzları öğrenmek *Farz*, vâcibleri öğrenmek *Vâcib*, sünnetleri öğrenmek *Sünnet*, harâmları öğrenmek de *Farz* dır. Öğreneceğiz ki, sakınacağız. 


*Taleb-ül ilmi farîzatün alâ külli müslimin ve müslimetin*. Ne demek bu? Yâni müslümânların, erkek olsun, kadın olsun, ilim öğrenmesi *Farz* dır, diyor Peygamber Efendimiz. 


Ben yedi yaşından beri *Kitap* okuyorum, hâlâ da okuyorum. Kitap okumadan duramıyorum, gece gündüz okuyorum. Bizim kitaplarımız çok *Kıymetli*. Niçin çok kıymetli? 


Çünkü içinde, bana âit hiçbir *Yazı* yok da onun için. Hepsi, büyük âlimlerin sözleri. *Pırlanta* nın yanında, *Cam parçası* nın kıymeti olur mu? 


Abdülhakîm Arvasi Efendi hazretleri, bize hangi *Kitâbı* tavsiye etdi ise, medh etdi ise, o kitâbı aldım, o kitapdan *Tercüme* etdim kardeşim. 


Beni Ankara’ya *Tâyin* etmişlerdi. Abdülhakim Efendi hazretleri bana mektup gönderirdi. Bir mektûbunda; *Azîz Hilmi* diye başlıyor mektûba. Azîz ne demek? *Sevimli* demek. 


İçinde diyor ki: *Bir zaman gelecek, din bilgileri Hilmi’den sorulacak*. Evde saklıyorum o mektûbu. Şimdi hakîkaten bütün dünyâ bize soruyor kardeşim. 


Ben, öğrendiğim herşeyi *Abdülhakîm Efendi* hazretlerinden öğrendim. Maddî mânevî, elime geçen herşey, Onun *Bereketi* yle olmuşdur. Senelerce bana *Arabca* öğretdi kardeşim.

Onun için cuma'dan sonra öğle namazını kılmak lazımdır

 Bundan 300 sene evvel din alimleri, cumanın şartları tam yerine getirilmediği için ahir zuhur namazını koymuşlar. Bu gün ise hiç getirilmiyor. Onun için cuma'dan sonra öğle namazını kılmak lazımdır. 

(Hüseyin Bin said hazretleri)

Peygamber efendimiz erzeli ömürden Allah'a sığınırlardı

 Peygamber efendimiz erzeli ömürden Allah'a sığınırlardı."Allahümme inni euzü bike min erzeli 'l-umri" duasını sık okurlardı. Erzel-i ömür, ihtiyarlık sıkıntılarıdır.

(Hüseyin Bin said hazretleri)

Niçin İsrail'in zulmüne uğradıkları anlaşıldı

 Filistin'den bir kızcağız mektup gönderiyor. Oradaki müslümanların hareketlerinden dert yanıyor. Her türlü günahı işlediklerini söylüyor. Temiz bir kızcağız. Efendim, şimdi anlaşıldı ki oradaki müslümanlar niçin İsrail'in zulmüne uğramışlar. 

(Hüseyin Bin said hazretleri)

Hizmet ediyoruz diye mağrur olmayalım

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri, yirmi iki yaşında *Mürşid-i kâmil* olmuş. Hızır aleyhisselâmdan ders almış. Nerede almış? *Havuz* da, *Su* içinde. 


Yüzmek, *Sünnet* dir. Büyükler yüzerdi efendim. Altınkuma, Abdülhakim Arvasi Efendi Hazretleri ile giderdik. Orada birlikde denize girerdik. 


Hazret-i *Hasan* ve Hazret-i *Hüseyin* de radıyallahü anhümâ havuzda yüzerlerdi. 


Hazret-i Ömer zamânında, *Îrânı* fetheden İslâm Ordusu, *Dicle* nehrini yüzerek geçdiler. Hattâ yüzme bilmeyen bir asker suda boğularak şehid oldu. 

● ● ● 

Allahın kullarına, bütün dünyâya, dînini öğretmek için, Allahü teâlâ bizi *Vâsıta* kılmış. Hepimizi yâni. Kimimiz *Paket* yapıyoruz, kimimiz yazıyoruz. 


Kimimiz matbâya götürüyoruz, kimimiz de postâneye götürüyoruz. Yâni hepimiz *Hizmet* ediyoruz. Ne büyük *Ni’met*. Eshâb-ı kirâmın vazîfesidir bu. 


Eshâb-ı kirâm niçin çok *Yüksek* dir ? Niçin çok *Şerefli* dir? Çünkü hep İslâm yolunda, islâmı yaymak için çalışdılar, uğraşdılar, hattâ *Can* larını fedâ etdiler.


Tâ Mekke-i Mükerreme’den, Medîne’-i Münevvere’den kalktılar, İstanbul’a kadar geldiler. Niçin? *Allahın Dînini* O’nun kullarına *Yaymak* için. Biz de öyle yapıyoruz elhamdülillah. 


Allahü teâlânın dînini yaymak için uğraşıyoruz kardeşim. Allah da bize *Yardım* ediyor. Meselâ hizmet için *Para* lâzım. Bu para nereden geliyor? 


*Allahü teâlâ* gönderiyor. O bize göndermezse, biz bu hizmetleri yapamayız ki. Yâni biz hizmet ediyoruz diye, *Mağrûr* olmıyalım, gururlanmıyalım. Neden? 


Çünkü bu şerefli hizmeti bize, Allahü teâlâ *Nasîb* ediyor. Bu, Rabbimizin büyük *İhsânı* bize. Hem *Nasîb* ediyor, hem de *Yardım* ediyor, para gönderiyor. 


Allah yardım etmese yapamayız ki. Elhamdülillah, ne büyük *Ni’met* dir bu. Bütün dünyâ, bizim kitapları *Yaymak* için çalışıyorlar. 


*Allahü teâlâ* bunu yapıyor, bize yapdırıyor elhamdülillah. *Bid’at ehli* hakkında, 10-15 tâne hadîs-i şerîf var. Bir tânesi şöyle: 


*Bid’at ehlinin yüzüne gülmek, onlarla sohbet etmek, en büyük günâhdır*. Bu hadîs-i şerîf yazılı bizim kitapda. Ben, bir ilâve yapdım buna. 


Çok güzel oldu. Şimdi bu *İlâve* yi gönderiyoruz. Bütün Asya halkı okuyor bunları. Tabii *Fârisî* olduğu için, Afrika’ya bunları gönderemiyoruz. 


Afrika’dan bir *Mektep* resmi gelmiş. Bakdım da, ne kadar fakîr çocuklar, hocaları da öyle. Görseniz, mektep *Ahır* gibi. Biz, o yerleri ahır bile yapmayız. Orada yatıyorlar, kalkıyorlar, okuyorlar.

İslamiyet'in iki bayrağı vardır

 İslamiyet'in iki bayrağı var. Biri erkekler için, diğeride hanımlar için. Erkeklerin bayrağı namaz, hanımların da örtüdür. Bunlar, Müslüman erkeğin ve hanımın alamet-i farikası,yani ayırıcı özelliğidir.

(Hüseyin Bin said hazretleri)

Medeniyete hizmet İslamiyeti anlatmakla mümkündür

 İnsanlığa,medeniyete hizmet, İslamiyeti anlatmakla mümkündür. İslamiyeti anlatmakta ilimle mümkündür.ilimsiz İslamiyet olmaz. Silah ve kılıç ile cihadı devlet yapar. Günümüzün en kıymetli cihadı, kalem ile neşriyat yolu ile yapılan cihaddır. Kalemini iyi yerde kullanan mücahid olur. Kötü yerde kullananda, fasık ve ya mülhid olur, Allah korusun!

(Hüseyin Bin said hazretleri)

Allahü teâlâ Sâlih müslümânlara üç husûsiyet vermişdir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Evliyâ-i kirâmın kalbinden *Feyz* gelir. Yâni onun kalbindeki *Nûr*, karşısında kim varsa, ona akar. Yâni onun kalbinden, bunun kalbine *Nûr* akar. 


İşte bu nûra, *Feyz* denir. O büyüklerin kalbine bu *Feyz* gelmiş. Peki nereden gelmiş? *Resûlullah* Efendimizin mübârek *Kalbi* nden gelmiş. 


Resûlullahın kalbindeki o *Feyz* ler, o *Nûr* lar ve *Mârifet* ler, bizim kalbimize de gelir inşallah. Bizim kalbimize de o feyz akarsa, muhakkak kalbimiz temizlenir. 


Bizim de kalbimizden *Dünyâ* muhabbeti çıkar. Kalbin temizlenmesi demek, *Dünyâ* sevgisinin o kalpden çıkması demekdir. 


Kâfirler, fâsıklar harâmlara dalmış. Müslümân *Harâm* işlemez kardeşim, ama kalbinde dünyâ muhabbeti olabilir. 


Kalbi temizlenince, dünyâ muhabbetinden de sıyrılır. *Harâm* lardan nasıl kurtulduysa, diğer bütün *Günâh* lardan da böyle kurtulur. Bir kimseye bu *Feyz* gelince, kalbi tertemiz olur. 

Bu Dünyâ yı, televizyon seyreder gibi görür. Yâni Hayâl gibi görür. Kalbinde Dünyâ ya yer kalmaz. 


Kalbine dünyâ yerleşmez. Ne büyük Ni’met kardeşim. Ne mutlu büyüklerin Feyzine kavuşanlara. İmâm-ı Şâfiî ne buyuruyor? 


A’reftü şerre lâ Lişşerri, ne demek bu? Yâni kötü şeyleri öğrendim, onları yapmamak için. Kendimi onlardan korumak için. 


Lüzûmsuz konuşanı, Gıybet edeni aranızda tutmayın kardeşim. Evvelâ Nasîhat edin, dinlemezse ayrılın ondan, görüşmeyin, onunla Arkadaş lık etmeyin. 


Allahü teâlâ, Sâlih müslümânlara üç husûsiyet vermişdir. Birincisi, onlar Cömert dirler. Allahın kullarına İnfak ederler, İhsân ederler, onları se-vindirirler. 


İkincisi, onların kalbinde hiçbir mü’mine karşı, Kin ve Nefret yokdur. Yâni bütün müslümânları Sever ve muhabbet beslerler. 


Üçüncüsü de, onlar Emr-i mâruf yaparlar. Yâni insanlara İslâmiyeti öğretirler, Allahın dînini her tarafa yayarlar. En mühimi de budur efendim.

Yazıklar olsun Cennet nimetlerini fani Dünya nimetleriyle değiştirenlere

Mübârekler (Hüseyin Hilmi Işık Efendi "rahmetullahi aleyh") buyurdular ki,

Herkesin ideali, dünyâda bile bir rahata 

kavuşmak, rahat bir iş bulmak, iyi bir 

hanımla evlenmek, iyi çocuk sahibi 

olmak, huzurlu olmak değil midir? 

Bütün bunlara kavuşsanız, boğazda 

yalınız olsa, villanız olsa, bırakacaksınız 

en azından. Daimi değil... Hastalıktan 

da kurtulamazsınız. Mutlaka bir aksilik 

sizi bulur. Neresinden bakarsanız gene 

sıkıntı. Cennette bunlar yok ki. Hastalık 

yok, huzursuzluk yok, geçimsizlik yok, fakirlik yok... Ne var? Refah var, zevk var, 

muhabbet var, sohbet var. Öyle sıcaklık da yok. Serinlik var. Ne güzellik 

düşünebiliyorsanız hepsi orada var. Zamanı! O da belli değil. Belki biraz sonra diyorum, 

belki beş sene sonra, belki on sene sonra. Neyse, netice itibariyle sonunda orası var. 

Müjdeler olsun, imanı olanlara ve ibâdetlerini İhlâsla yapanlara... Yazıklar olsun, üç 

paralık dünyâyı, üç-beş kuruşu, üç beş mevkii, üç beş rütbeyi, bu Cennetle 

değiştirenlere. Çok yazık... Vallahi çok yazık. Yani, duvarların içini altınla doldursalar ne 

yapacaksın. Yenmez, içilmez. Üsteilk hergün korkacaksın. Ha hırsız geldi, ha öldürdüler, 

ha çaldılar. Olmaması daha iyi. Hiç olmaz ise huzurumuz var. Git o zenginlere sen sor, 

ne sıkıntı içerisinde yaşıyorlar. Her an ölmek korkusu veya bir başkasına bırakmak 

endişesi içerisindeler. Cennette bu, kalıcı olacak, sonsuz olacak. Velhasıl, gözümüzü 

açıp kapayıncaya kadar bu ömür bitecek.

Akıllı olan fitne çıkarmadan hizmet eder

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*

İnsan, *Allahü teâlâ* yı çok severse, kendini *Hayâl* görür kardeşim. Ne gibi? *Leylâ* ile *Mecnûn* gibi. Mecnûn, akılsız demek, yâni *Deli* demekdir. 

*Mecnûn*, kendini yerden yere atıyor, *Leylâ* ya âşık olmuş. İnsanlar buna acıyor, *Leylânın* köyüne götürüyorlar. 

*İşte, Leylânın köyüne geldik*, diyorlar. *Mecnûn* ise, dağlara taşlara, *Leylâ! Leylâ!* diyor. 

Diyorlar ki: *İşte Leylâ pencerede, baksana!* Mecnûn hiç aldırmıyor. *Pencereye niye bakayım, ben her yerde Leylâyı görüyorum!* diyor. 

Bunlar, *Hikâye* değil kardeşim, *Mektûbât* da var. *Mevlânâ Hâlid* hazretleri kitâbında yazıyor ki: *Âşık, mâşûkunu aşırı severse, kendisi yok olur*. 

********

*Ehl-i sünnet* yolunu, yâni Peygamber aleyhisselâmın *Yolu* nu yaymak, Allahın kullarına bildirmek, en büyük *İbâdet* dir kardeşim. 

Bir müslümâna bir *Kitap* verseniz, o da alıp okusa, istifâde etse, en büyük *İbâdet*, en büyük *Sevap* olur. Bizim kitapları okuyanlar, dînimizi öğreniyoruz diye seviniyorlar. 

Nitekim *Afrika* dan gelen mektuplarda; *Gönderdiğiniz kitapları okuyoruz ve beş vakit namazda, size ve Hakîkat kitâbevi mensuplarına duâ ediyoruz*, diyorlar.

Bizim kitapları dağıtmak, arkadaşlarımız için büyük bir *Kazanç* vâsıtasıdır. Kim bu *Hizmeti* yaparsa, çok büyük *Sevap* kazanır. Bizim kitaplar, okuyana *Feyz* veriyor, dağıtana ise *Daha çok* verir. 

*Emr-i mâruf* un en iyi şekli, *Kitap* vermekdir kardeşim. *Al, bunu oku!* denir. İlm öğretmek çok kıymetlidir ve üstünlükdür. Ama anlatırken, kendisinin *Üstün* olduğunu düşünmiyecek. Çünkü bu, *Kibir* olur. 

Ehl-i sünnete hizmet etmek, kime nasîb olur bu zamanda? Bu, ne büyük *Ni’met* dir. Bu ni’metin kıymetini bilmek, Allaha *Şükr* etmek lâzım. 

Ancak, bu hizmeti, *Fitne* çıkarmadan yapmak lâzım kardeşim. *Akıllı* olan, fitne çıkarmadan *Hizmet* eder.

Eğer dünyânın herhangi bir yerinde, bu *Hizmeti* yapan birileri olsaydı, biz de gider, onlara *İltihak* ederdik. 

Çok araşdırdık, fakat ne çâre ki, dünyâda böyle hizmet yapan bir *Şirket*, bir *Topluluk*, hattâ bir *Kimse* yokdur kardeşim.....


(Hüseyin Hilmi Işık  Efendi..

"Rahmetullahi Teâlâ Aleyh")

Ehl-i sünnet âlimlerinin en büyüğü İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe hazretleridir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Ehl-i sünnet* âlimlerinin en büyüğü, hattâ *Reîs* leri, *İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe* hazretleridir. İlk kitâbı hâzırlıyan O. İlk kitâbı O meydana getirdi. Ama kendisi yazmadı. 


O söyledi, *Talebe* leri, *Kâtip* leri yazdılar. Biz, o ilk kitâbı, yâni *El kavl* kitâbını basdırdık. Çok *Kalın* bir kitap. Çok istiyorlar onu dünyâdan. 


*Hanefî* olmıyanlar bile hep *Kavl* kitâbını istiyorlar. Çünkü islâmiyeti anlatıyor. Sâdece *Hanefî* mezhebini anlatmıyor ki. 


Onun için, hangi *Mezheb* den olursa olsun, hep *Kavl* kitâbını çok arıyorlar. Elhamdülillah efendim, biz onu da basdırdık. 


Eğer ben *Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri* ni görmeseydim, *Efendi* hazretlerinden işitmeseydim, Ondan dînimi öğrenmeseydim, bu *Kitaplar* meydana gelmezdi. 


Bu kitaplar, hep Abdülhakim Efendi hazretlerinin mübârek *Sözleri* nden meydana gelmişdir. 

● ● ● 

En büyük *Günâh*, dîni parayla *Satmak* dır. Yâni *Din* kitâbından *Para* kazanmakdır. Bu kadar *Kitap* basılıyor, satılıyor. Bu *Kitap* hizmetlerinden benim cebime *On* para girmemişdir. 


Hattâ ben, kendi kitaplarımı bile *Para* ile satın alırım. Dînimize âit bir meseleyi *Öğreten* veyâ öğretilmesine *Sebep* olan, yüz *Ömre* sevâbı alır. 


Bir *İslâm Ahlâkı* nın, bir *Namaz Kitâbı* nın içinde, dîne âit yüzlerce *Mesele* var. Bir talebe, *Dînini* öğrenmek için, hattâ dîninden bir *Mesele* öğrenmek için evinden çıksa.


Dînini öğreneceği *Zâtın* evine gidinceye kadar, bu şerefli *Kul* benim üstüme *Bassın* diye, o yola *Melekler* kanatlarını döşerler kardeşim. 


Bu *Sevap*, dînini *Öğrenmek* için giden kişiye verilmekdedir. Ya *Öğretmek* için giderse? Yâni birine bir *Kitap* verirse? Veyâ kitap verilmesine *Sebep* olursa?


Yâni bir kimse, onun *Elinden* dînini öğrenirse, ona verilen *Sevâbı* bir düşünün. Elbette ki öbüründen daha *Çok* sevap alacakdır.


Birine bir *Kitap* vermek veyâ kitap verilmesine *Sebep* olmak o kadar *Sevap* dır ki, gökdeki kuşlar, karadaki hayvanlar, denizdeki balıklar, bunun için; *Yâ Rabbî, bu kulunu affet!* diye istiğfâr ederler. 


Bizim dînimizin *İki* esâsı vardır. Biri *Öğrenmek*, diğeri *Öğretmek*. Dînimizin en büyük düşmanı *Cehâlet* dir. Onun için nerede *İlim* varsa, *Din* oradadır. 


Nerede *Din* varsa, *İlim* oradadır. İlimsiz din olmaz. Onun için ilim öğrenmek çok büyük *İbâdet* dir, çok büyük *Sevap* dır kardeşim.

Bir mü'minin Allah indindeki makbuliyetinin derecesi ne kadardır?

 Bir mü'minin Allah indindeki makbuliyetinin derecesi ne kadardır? Bunun tek ölçüsü var,o da İslamiyet'e hizmet ettiği kadar. Kim dine ne miktarda faideli ise, onun kalbinde iman o derece parlaktır. İmanı güçlü ve kuvvetli olanların ellerine zincir vursalar, ayaklarına zincir vursalar yine durduramazlar, yine bir şeyler yapmaya çalışırlar, en azından söylerler.

(Hüseyin Bin said hazretleri)

İşte Îmân Budur

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri; *Otuz sene, bu insanlara islâmiyeti anlatdım, îmânı anlatdım, anlıyan çok az, üç beş kişi ancak çıkar*, buyurdu. Tabii buna şaşırmamak mümkün değil. 


Çünkü efendim, böyle bir mübârek zât, bu kadar mümtaz bir insan, mümtâz bir cemâate *Îmânı* anlatıyor. Anlıyan *Üçü beşi* geçmiyor. 


Hâlbuki bizim *Îmân ve İslâm* kitâbını birisi okusa, bir saatde biter, yarım saatde biter. Ne hikmeti var acabâ? Cevâbı şöyledir ki: 


Bir kimse *Kul hakkı* na inanmış olsa, kul hakkı, yalnız *Para* değil ki. Bir *Sert* bakış, bir *Yan* bakış, bir kalp *Kırmak*, bir mü’mini *İncitmek*, bunların hepsi *Kul hakkı* na girer. 


*Gıybet* ve *Sû-i zan* da kul hakkıdır. Ve kul hakkını Allahü teâlâ affetmiyor. İllâ ki, *Özür* dileyip, *Helâllık* alacaksın. İşte bunu bilen bir kimse, ayağını uzatıp da yatabilir mi? 


İşte *Abdülhakim Efendi* hazretlerinin bahsetdiği *Îmân*, bu îmân efendim. *Kul hakkı* nın ehemmiyetini bilen bir insan, öyle rahat rahat yatıp uyuyamaz. İşte *Îmân* budur. 

********

Ben, bizim hastânede yatarken, *Enver âbi* geldi bir gün, Efendim, dedi. Şu karyolanın üzerine, *Gökden* kim bilir ne kadar çok *Sevap* yağıyor, târifi mümkün değil, dedi. 


Ben de ona; *Nereden biliyorsun?* dedim. Efendim, bu kadar insanlar kitaplarımızı okuyor, *İstifâde* ediyorlar. Yalnız burada değil ki, bütün dünyâya gidiyor.


Her ülkeye kitaplarımız dağılıyor. Bu kadar insan, bu kitaplardan dînini öğrenip doğru *Îmân* ediyorlar, *Namaz* kılıyorlar. Bu sevapların bir misli de size geliyor, dedi. 


Ben de ona; *Evet, doğru* dedim. *Doğru diyorsun, kitapları ben yazdım. Ama arkadaşlar dağıtdılar. Siz dağıtıyorsunuz*, dedim. 


*Bana ne sevap geliyorsa, size de, arkadaşlara da aynısı yazılıyor, hepimiz kazanıyoruz*, dedim. 


Aslında bütün bu sevaplar, *Abdülhakim Arvasi Efendi* hazretlerine *Âitdir*. Çünkü biz, herşeyi Ondan öğrendik kardeşim.

Allahü teâlâ'nın dini yayılıyorsa o beldeye azab inmez

 Günahların işlendiği bir beldenin üzerine azab-ı ilahi gelir. Eğer orada Allahü teâlâ'nın dini yayılıyorsa inmez aşağıya , öylece durur. Şayet İslamiyet'e hizmet durmuşsa, azab-ı ilahi,mutlaka zelzele gibi,sel gibi ceza ile gelir.


(Hüseyin Bin said hazretleri)