Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin bir kerameti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin bir kerameti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin bir kerameti

 Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin sevenlerinden Halid Turan Bey, gençliğinde ziyarete gitmişti bu zatı.

Bir süre sohbet ettiler.

Büyük velî, kitaplıktan Arapça bir kitap çekti ve rastgele bir sayfa açıp;“Oku şu sayfayı!” dedi.

O da çat pat okumaya çalıştı. Mübârek zât, yanlışlarını düzeltip tekrar okuttu aynı yeri.

Sonra bir daha, bir daha… Tâ ki yanlışsız okuyuncaya kadar.

Bu iş tamam olunca;“Şimdi de tercüme et” dedi.

O başladı tercümeye. Yanlışları olunca büyük veli düzeltiyordu.

Tekrar tekrar okuttu...

Tâ ki hiç yanlışı kalmayıncaya kadar. Öyle ki; ezberlemişti o sayfayı.

İyi de niye böyle yapmıştı?

“Bir hikmeti vardır" dedi içinden...

Aradan nice yıllar geçti. Hocası göçtü dünyadan. Bir gün “kütüphane müdürlüğü” için imtihan açıldı. Bu da gidip girdi imtihana.

Çünkü iş arıyordu.

Hocalar bir Arabi kitaptan rastgele bir yer açıp “Şu sayfayı oku” dediler.

O, bu sayfayı gördü.

Donup kaldı birden...

Zira yıllar önce Efendi’nin tekrar tekrar okutup ezberlettiği sayfaydı bu.

Bir çırpıda okudu tabii.

Hocalar takdir edip “Okuman çok güzel, şimdi de tercüme et” dediler.

Takır takır yaptı tercümeyi de.

Birincilikle kazandı imtihanı.

Evine gelince hüngür hüngür ağladı!

Ve “Fâtihalar” gönderdi mübarek ruhuna.

Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin bir kerameti

Türkler Dinlerini İyi Bilir!

Nâmık Bulut Bey anlattı:
“Dârüşşafaka Lisesi’ni bitirip Almanya’nın Konstanz şehrine mühendislik tahsiline giderken, veda edip ellerini öpmek üzere Abdülhakim Efendi hazretlerine uğradım. Ellerini öptükten sonra ‘Cebindeki defteri çıkar!’ buyurdular. Ben de defteri çıkardım.

Üç tane sual ve o suallerin altına cevaplarını yazdırdı: Sana orada cihaddan sorarlar. Neden siz insanları öldürmek, memleketleri istilâ etmek için Viyana’ya kadar geldiniz? derler. Onlara, cihad Allahü teâlâ’nın dinini insanlara duyurmak demektir. Adam öldürmek ve memleket istilâ etmek için cihad yapılmaz. Sizin kendi aranızdaki din harblerinde ölenlerin sayısı müslümanların cihad neticesinde öldürdüğü insanların sayısından daha fazladır, dersin. Fransa’da Katoliklerin [1572’de] St. Barthelemy günü Protestanlara yaptığı ve binlerce kişinin öldüğü katliâmdan bahsedersin. Sonra sana taaddüd-i zevcâddan [birden fazla kadınla evlenme] sorarlar. Onlara dersin ki, İslâmiyyette bu bir emir değil, izindir. Bunun da sebepleri şunlar şunlardır. Siz bana temin eder misiniz ki Avrupa’da tek kadınla iktifâ eden ve metres tutmayan erkek yoktur, dersin.

Üçüncü olarak da domuz eti neden yemiyorsunuz? Artık çok temiz bir şekilde domuz yetiştiriliyor, derler. Sen de onlara, kul Allahın emirlerine uyar, sebebini sormaz. Allahü teâlâ bize pek çok şeyi helâl etmiş, domuz eti yemeği de yasak etmiş. Bu kadar helâl varken domuz eti yenmese ne olur? Rabbimizin hatırı yok mu? Dersin buyurdu ve ‘Şimdi bunu cebine koy!’ dedi. Ben de başka bir şey diyemedim. Avrupa’ya gittim.

İki buçuk sene geçti. Üniversitede bir yemek davetine gitmiştim. Herkes toplanmıştı. Benim Türk olduğumu öğrenince içlerinden, sonradan ilahiyatçı olduğunu öğrendiğim birisi, ‘Size suallerim var’ dedi. Bana Efendi Hazretleri’nin buyurduğu o üç suali sordu. Cevaplarını zaten ezberlemiştim. Defterdeki gibi cevap verdim. Adam bozuldu. ‘Türkler dinlerini çok iyi bilirler’ dedi.