MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ
Belâya sabredenlerden birisi de Eyüp aleyhisselâm dır. Onun sabrı, âlemde meşhurdur. Eyüp aleyhisselâm, ne zaman namaza dursa, hiçbir şey onun gönlünü haktan ayırmazdı. Yani, onun gönlüne haktan gayrı bir şey gelmez ve girmezdi, İbadet ve tâat içinde, onun sabrı o kadar idi ki, Hak teâlâ onu meleklerine överdi. Sabrı ile yer ve gök doldu. Cebrail, Mikâil, İsrafil, Azrail aleyhümüsselâm ile arşı taşıyan melekler, Hak teâlâ hazretlerinden Eyüp aleyhisselâmı ziyaret edebilmek için izin istediler. Daha sonra, yerde ve gökte ne kadar melek varsa, hepsi saf saf ziyaretine geldiler.
Şeytan aleyh-ü-lâ'ne, bu şevket ve azameti görünce kandı ve Hak teâlâya niyazda bulundu: “Yâ Rab! Bu kuluna ne izzet ve ululuk vermişsin ki, bütün melekler azametle gelir ve onu ziyaret ederler.”
Hak teâlâ buyurdu:
— Eyüp, benim sabırlı kulumdur. Sabırlı kullarıma bu yapılanlar dahi azdır.
Şeytan, tekrar niyazda bulundu:
— Yâ Rab! Benim de senden bir dileğim var, müsaade buyur ben de gideyim ve o kulunu deneyeyim. Eğer, benim tecrübem de doğru çıkarsa senin o kulunun gerçekten sabırlı olup olmadığı belli olur, dedi.
Hak teâlâ, ferman buyurdu:
— Yâ mel'un, bir de sen tecrübe et.
Şeytan, Eyüp aleyhisselâmın bulunduğu yere geldi ve evvelâ onun malına kast etti. (Bundan anlaşılıyor ki, şeytan müminleri yoldan çıkarmak istediği zaman, önce mallarına el atarmış, sonra evlatlarına el atarmış ve nihayet bedeninden tutarmış. Nitekim, Resûl aleyhisselâm da böyle buyurmuşlardır.)
O yüzü ve bahtı kara şeytan, önce Eyüp aleyhisselâmın malına kast etti ki, malı ile onu yoldan çıkarabileceğini sandı. Eyüp aleyhisselâm ise, başını secdeye koymuş, Mevlâsına münâcat ediyordu. Melekler hisar gibi etrafını sarmışlardı, ta göklere kadar çevresi meleklerle dolmuştu. Bunun için, ona yaklaşıp nükteli söz söylemeye imkân bulamadı.
Fakat, şeytan mağlûbiyeti kolay kolay kabul eder mi? Bir dağ başına çıktı ve gördü ki, Eyüp aleyhisselâmın davarları orada otluyorlar. Şeytan-ı lâin, bu dağın üzerinden öyle bir haykırdı ve ayağı ile dağı öyle bir sarstı ki, korkudan ovada bulunan hayvanların hepsi helâk oldu, bir tek canlı kalmadı.
Şeytan, tekrar Eyüp aleyhisselâmın yanına döndü ve gördü ki, yine secdede bulunuyor ve etrafında da melekler oldukları gibi duruyorlar. Uzaktan seslendi: “Yâ Eyüp! Başını secdeye koymuş yatıyorsun ama senin ibadet ve tâatinden Hak Teâlâ vazgeçti. Sana kızdı ve dağdaki bütün davarlarını kırıp geçirdi. Bir tane bile bırakmadı. Burada, başın secdede daha ne kadar yatacaksın?
Eyüp aleyhisselâm, şeytanın bu sözlerine aldırış bile etmedi. Namazını bitirdi, selâm verdi, hakka hamd-ü senâ eyledi ve sonra şeytana şunları söyledi: “Davarların hepsi helâk oldu diyorsun. Onlarla benim ne ilgim var? Onlar benim neyimdir? Ben, âciz ve zayıf bir kulum, kulun nesi varsa efendisinindir. Efendi, davarlarını kırmış, bana ne? Ben kulum ve kulluğumu bilirim” dedi ve tekrar secdeye vardı.
Mel'un şeytan mahcup ve perişan baka kaldı ve malını telef etmekle zafere ulaşamayacağını anlayarak; bu defa da çocuklarına kastetti. Kişinin oğlu ve kızı, gönlünün meyvesidir. Gitti, gece vaktine kadar bir tarafa sindi ve hava kararınca, tekrar Eyüp aleyhisselamın evine geldi. Eyüp aleyhisselâmın karısı ile kışlarının bir döşekte yattıklarını gördü. Eyüp aleyhisselâmın dokuz kızı vardı. Şeytan, o masum kızların üzerlerine elini koydu ve öyle bir haykırış haykırdı ki, yavrucukların hepsi korkularından helak oldular.
Hemen Eyüp aleyhisselâmın yanına koştu ve gördü ki, yine namaza durmuş ve etrafını çepçevre melekler kuşatmışlar. Meleklerin, onun etrafında böyle saf saf durmaları sana acayip gelmesin. Herhangi bir mümin, kalp huzuru ile el bağlayarak Hak teâlâ huzurunda durursa, bu ibadeti sırasında yerde ve gökte bulunan bütün melekler, ona hizmet etmeğe can atarlar. Zira, Allahu teâlâya ibadet edene hizmet etmek, Allâhu teâlâya hizmet etmek gibidir.
Şeytan, bu defa da meleklerden Eyüp aleyhisselâma yaklaşmaya imkân bulamadı ve yine uzaktan seslendi:
— Yâ Eyüp! Bu senin yaptığın bütün ibadetler, Hak katında bir sinek kanadı kadar değersizdir. Allahu teâlâ, sana kızdı ve bütün kızlarını helâk etti. İnanmazsan git bak,
hepsi bir döşek içinde cansız yatıyorlar, dedi.
Eyüp aleyhisselâm yine aldırmadı:
— Benimle ne ilgisi var? öldülerse. Hüküm, tek ve kahhar olan Allâhu Teâlâ’nındır. Yaratan ve can veren o idi, öldüren de yine odur, dilerse öldürür ve dilerse diriltir, bana ne? dedi ve yine secdeye vardı.
Şeytan, çok üzüldü ve Eyüp aleyhisselâmı baştan çıkaramadığına çok canı sıkıldı, vardı ve yine Hak teâlâ hazretlerine niyazda bulundu:
— Yâ Rab! dedi. O Eyüp kuluna ne yüce bir sabır vermişsin. Malını tamamıyla helâk ettim, gönlünü senden ayırmadı, evlâtlarını helâk ettim yine senden gönlünü ayırmadı. Müsaade buyur, gideyim onun bedeninden de tutayım, dedi.
Hak teâlâ:
— O kulum ki, kendisini bana ısmarladı ve benim tâatim de önde oldu. Sen, onu kandırmazsın. Şu gönül ki, benim kudretim elindedir, ona girmeye nasıl zafer bulabilirsin? Git, nasıl bilirsen öyle yap, buyurdu. Nitekim, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurur: “Her kim, Allah ile olsa; Allah da onunla olur.”
Şeytan, döndü baktı ki Eyüp aleyhisselâm Rabi’sine niyaz ve Münâcatta bulunuyor ve melekler de kendisini zevkle dinliyorlar. (Aziz: Bir kul, Rabbine münâcat ve niyazda bulunursa, melekler onu dinlerler ve duası arasında ' ÂMİN derler.) Şeytan, yine azmetti, fakat Eyüp aleyhisselâma yaklaşmaya imkân bulamadı. Zira, melekler göklere kadar etrafını çepeçevre hisar gibi sarmışlardı. Yılmadı, bu defa aşağıya indi, yerin dibine kadar daldı ve yine meleklerin her tarafı sarmış bulunduklarını anladı. Âciz kaldı, bir türlü ona yaklaşamadı.
Nihayet, o habis burnunu yere vurdu ve domuz yeri kazar gibi kazarak içine girdi ve Eyüp aleyhisselâmın secde ettiği yere kadar sokulmaya muvaffak oldu. Eyüp aleyhisselâmın yüzüne bir kere ÜF deyiverdi, Hazreti Eyüp öyle sandı ki bütün gövdesi eridi, doğruldu ve canının acısından başını tekrar secdeye koydu, âdeta kendinden geçmiş gibi yatarken bütün vücudu zehirli yılan sokmuşçasına şişti, yarıldı ve çatladı. Yaralarından irinler ve sarı sular aktı, zamanla kurt üşüştü. Hâsılı, o hale geldi ki, yaralarındaki her kurt bir hıyar kadar büyüdü. Fakat, Eyüp aleyhisselâm bir kere dahi inleyip, sızlanmadı.
Ey tâlib-i din kardeşim:
Gör ki, Hak teâlâ dostlarını nice sınar ve onların üzerlerine düşmanlarını nice havale eder. Bütün bunlara rağmen, Eyüp aleyhisselâm bu zahmetlerden incinerek bir gün olsun şikâyet etmedi. Şeytan da onu hiç boş bırakmaz, hekim gibi yanına gelir giderdi. Fakat, Eyüp aleyhisselâm asla tedavi istemez ve yaralarına bakılmasına ve ilâç vurulmasına izin vermezdi.
Bu zahmet ve mihnetler içinde aradan yedi yıl geçti. Eyüp aleyhisselâmın gövdesinde bir dirhem et kalmadı. Zira, Hak teâlâ kurtlara etini ve yağını yemelerini emretmişti. Yalnız, damarlarını ve sinirlerini yemekten sakınırlardı. Teni âdeta kalbura dönmüştü, güneş ışıkları üstüne vurduğu zaman, bir yanından bir yanına geçerdi. Kokusundan kimse yanına varamazdı. Fakat, tıpkı sağlığında ve sağlamlığında olduğu gibi daima ibadet ve tâ’atle meşgul olur, hiç tembellik ve gevşeklik etmezdi. Bütün bu zahmet ve mihnetlere, metanetle sabrederdi.
Eğer, Eyüp aleyhisselâmın ne dediğini merak edersen, onu da söyleyeyim O, daima: “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin” (Enbiyâ sûresi: 83) derdi, belâlara sabreder ve asla incinmez, sızlanmazdı. “MESSENNÎD-DURRU” demesi, gerçi incinmek demek olur. Bu âyet-i kerimeyi tefsir ederken, müfessirler ve meşâyih başka başka mâna vermişlerdir.
Bir mânası da budur: Eyüp aleyhisselâm, bir gün güneşe karşı oturmuş, gövdesine üşüşen kurtları seyrediyordu. Kimi büyük, kimi küçük, kimi sarı, kimi ak, kiminin başı kara, hâsılı vücudunda beş bin türlü kurt vardı. İşte, bu kurtların girmesini, yemesini, çıkmasını ve çokluğunu seyrederken, kurtlardan birisi sıçradı ve yere düştü. Eyüp aleyhisselâmın, onun düşmesine gönlü razı olmadı ve onu alıp tekrar düştüğü yere koydu. O kurt, öyle sıkı tutundu ki, tenini kuvvetle ısırdı. O zamana kadar kurtlardan bu kadar acı duymamıştı.
İşte bu sırada, Eyüp aleyhisselâm niyazda bulundu:
— İlâhi! Bu kurt yere düştü ve ben onu tekrar elimle düştüğü yere koydum. Halbuki, o beni şiddetle ısırdı ve çok canımı acıttı.
Hak teâlâ hazretleri buyurdu:
— Yâ Eyüp! Böyle acıması nedendir bilir misin?
— İlâhi! Ancak sen bilirsin.
— Şimdiye kadar böyle bir acı duymamanın sebebi, kurtların senin vücudunu yemeleri belâsı benim emrimle idi. Onun için acısını duymuyordun. Oysa, şimdi kurdu kendi elinle ve kendi dileğinle yaranın üstüne koydun, bu sebeple daha çok canın acıdı. İnsanların kendi dilekleriyle olan şeylerin sonu böyle pişmanlık ve acı olur.
Ey tâlip kardeş:
Bunda sır ve mecaz çoktur. Eğer, biraz kafanı yorarsan anlarsın. Eyüp aleyhisselâm, kendi dileği ile, kendiliğinden iş işlediğini bildi ve kendi böyle bir belâyı seçmesinden incinerek MESSENİD-DURRU (Bana hastalık ve zarar İsabet etti) dedi. Yoksa, belâdan ve zahmetten incinip, sabır etmeyerek böyle söylemedi. MESSENNİD-DURRU tefsirinde Şeyh Mâ'ruf-u Kerhi rahmetullahi aleyh, şöyle buyurmaktadır: Hak teâlâ hazretlerine niyazda bulundum:
— Yâ Rab! Kur'an-ı azim-ül-bürhanda: “Biz, Eyyüb'ü gerçekten (Nefsine, ehline ve malına erişen musibetlere) sabırlı bulduk. O, ne güzel kul idi. Daima Allâhu teâlâya döner, ona sığınırdı.” (Sa'd sûresi) Buyurdun. Şu hâlde Eyyub'un MESSENNİD-DURRU demesi ne idi? Hâtıftan bir nida geldi:
— Yâ Mâ'ruf! Mihnetlere uğramış ve tenini kurtlar yerken, biz ona her sabah in'am ederdik. Tecelli kılar ve: (Es selâmü aleyk ey benim sabırlı kolum, nice sorayım seni.) derdik. Bu tecelli ve soruşumuz dolayısı ile, Eyyube mihnetleri rahat görünürdü, öyle ki, Eyüp hoşluğa döndü ve hoş olmak alâmetleri belirdi. O tecelli ve hatır soruşların kesilebileceği kaygısına düştü ve bu ayrılık korkusu ile inleyerek İNNÎY MESSENNÎD DURRU dedi.
Şeyh Bayezid-i Bestamî rahmetullahi aleyh de bu ayetin tefsirinde buyurmuşlardır ki: “Ben, Eyüp aleyhisselâmın: Enbiya sûresi: 83. ayetinde inleyip bana hastalık isabet etti demesine hayret ettim. Hazreti Eyüp aleyhisselamın ruhuna teveccüh edip secde ettim. “Yâ Eyüp! Sen ki, övülmüş peygambersin. Allahu teâlânın verdiği belâdan niçin inlersin?” dedim, secdeye vardım, teveccüh ettim ve hemen o demde Eyüp aleyhisselâmın ruhu ile buluştum. Kendisine selâm vermek ve bu inlemesinin sebebini sormak üzere ileriye vardım,
Eyüp aleyhisselâm önüme geçti ve bana selâm verdi ve dedi ki: “Yâ Bayezid’i O Hazret, öyle bir Hazrettir ki, kişi neye güvenip dayanırsa, itimat ettiği şey Allâh ile arasında perde ve hicap olur. Kişinin kendisine değil, Allahu teâlânın fazlına dayanması gerektiğini anladım. Oğuldan, kızdan, hısımdan, kavimden, maldan, rızıktan, sağlıktan hiçbir fayda olmadığını da anladım. Yani, sabırdan başka dayanacak bir şeyim olmadığını da sezdim. Ancak bu sabrında, benimle Mevlâm arasında bir perde olduğunu, ulu bir dağ gibi dostumla aramı ayırdığını fark edince, hiçbir şeye sahip olmadan Allah’a varabilmek için bir kere ah ederek o sabır dağını da kül gibi savurup, hiç eyledim. O Hazrete, işte böyle bir hiçlikle vardım.
Hazret, bana: (Sen kimsin?) buyurdu. Cevap verdim: (İlâhi! ben bir hiçim, bende kimlik kalmadı ki, bir haber verebileyim) Kulluk makamında hiç olduğum için, benim iflâsımı ve yokluğumu kabul ettiler ve beni zâtından ve efalinden sual olunmayan ol padişahın yanma ilettiler. Şimdi, biz onun, oda bizimdir Yâ Beyâzid. Secdede bunları öğrenince bir nara atıp kendisine geldi ve: Peygamberim Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem, şeyhim Eyüp aleyhisselamdır, dedi.
Bazı müfessirler de Eyüp aleyhisselâmın inlemesini duyan şeytanın fevkalâde sevindiğini ve: “Hah, Eyyub'u aldattım. Şimdi, bilinmişlik ten unutulmuşluğa çıkardım. Mevla’sından şikâyet ettirdim” diyerek memnuniyetini açıkladı. Bunun üzerine Hak teâlâ hazretlerinin, Eyüp aleyhisselâmı gayrete getirmek maksadı ile: “Ben, şikâyet ehli miyim ki, benden şikâyet edersin? İzzetim hakkı için, bir daha ah edersen, muhabbetimin tadını senden alırım ve artık seni yakınıma bırakmam” buyurduğu için değil Eyüp aleyhisselâm yukarıda açıklanan sebep nedeni ile inleyip ah etmişti.
(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)