MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ
Şimdi de sana riyâ nedir, ihlâs nedir, onları anlatayım ki, amellerini riyâdan sakınabilesin. Zira, riyâ şirktir.
Fudayl İbn-i İyaz rahmetullahi aleyh, müritlerine nasihat ederek buyurdu ki:
— Ne yapın yapın, birbirinizi ihlâsa götürün.
Müritleri sordular:
— Yâ Şeyhî Bize riyânın ve ihlâsın ne olduğunu lütfen bildir.
Hazret-i Şeyh cevap verdi:
— Kişi, kendisini halkın izzetinden, hürmetinden ve şöhretinden vaz geçirip horluğa ve alçak gönüllülüğe bırakmayınca, ihlâsı elde edemez. Yoksa, bu halk ile karışıp kaynaşmak, halktan izzet ve hürmet beklemek kişiye riyâ getirir. Sizler, kendinizi ve amellerinizi halktan gizlemeğe bakınız. Hak teâlâ sizin iradeniz olmadan sizi aşikâre ederse, ondan size bir ziyan gelmez.
Bilmiş ol ki, bu hak yolunun eşkıyaları vardır, din ve imân yağma ederler. Bu yolun hırsızları da sıdk ve ihlâsı çalarlar. Kişiyi, dünyadan âhirete imânsız gönderirler. Bu gibiler pek çoktur, fakat hepsinden büyük ve hayırsız olanı RÎYÂ'dır, diğerleri tamamen buna tâbidir. Nitekim, dünya sevgisinin de bütün şerlerin başı olduğunu evvelce anlatmış ve açıklamıştık.
Evet, kişinin bütün amellerini hiç edip, ahirette zarara uğramışlardan olarak gönderen de riyâdır ama riyâya da sebep yine dünyadır ve dünya sevgisidir, kibirdir, dünyanın izzetini, hürmetini, şöhretini sevmektir. Bunların hepsinden birden kişinin nefsini kurtarması gerektir, ki insan ihlâsa ulaşabilsin.
İhlâs ona derler ki, işlenen her amelin cidden ve hakikaten Hak için işlenmesidir. Böyle yapılırsa, amel o vakit sırf hak için olur ve hiçbir amelinden ne dünyevî ne de uhrevî hiçbir şey ummazsın. Şu hâlde, günahlarını halktan sakladığın gibi, amellerini de gizlemeli, yani ibadet ve tâatini, bütün iyi amellerini saklamalısın. Hatta, o kadar ki günahlarını gizlememeli, fakat amellerini gizlemelisin. Seni, yaramaz ve hayırsız tanısalar bile, aldırış etmeyerek amelini gizlemeli ve tâatini kimseye bildirmemelisin.
Hak teâlâ, ortak kabul etmez. Nitekim, buyurur: “Bana şerik yoktur. Şerik edinmekten müstağniyim.” Her kim, herhangi bir amel işler ve o amelinin yarısını bağışlarsa yani o ameli işlemesinde benden gayrı bir maksudu bulunursa, ben ondan da müstağniyim ve o gibi kimselerden rahatsızım. Zira, o müşrik olmuştur ve ben onu cehenneme atarım, demektir. Nitekim, Kur'an-ı kerimde buyurur: “Rabbinin İbadetine kimseyi şerik etmesin.” (Kehf sûresi: 110)
Riyâ, herkese gelebilir ama bazıları çabuk def ederler. Nitekim, ihlâs ile mümtaz olanlar, bunu başarmışlardır. Fakat, riyâ öyle gizli bir şeydir ki, değme kişiler dahi ondan gafil olurlar. Bunun içindir ki, aleyhissalâtü vesselam efendimiz: “Riyâ gayet gizlidir. Karanlık gecede, kara bir karıncanın kara bir bez üzerinde yürümesi gibi belirsizdir, buyurmuşlardır.”
Şu hâlde, ihlâs ile amel etmek isteyenler, bir gizli yerde, temiz ve hâlis bir niyetle oturup ibadet ve tâ’atle meşgul olmalı, hiç kimse görmemeli, hiç kimseye söylememeli, yani: (Ben şöyle ibadet ederim, böyle oruç tutarım,) dememelidir.
Eğer, bütün amelleri mi, yoksa yalnız farz olan amelleri mi gizlemek gerektir, diye soracak olursan, hemen cevap vereyim: Farz olan amelleri açıklamak gerekir. Beş vakit namazı cemaatle kılmak, Ramazan ayında oruç tutmak, halk ile bayram etmek, hac ve zekât farz olunca hacca gitmek ve zekât vermek, bu ve bunun gibi amelleri açıktan yapmak gerekir.
Eğer, bunlar açıklanmaz ve halktan gizlenirse, dedikodulara, kötü zanlara sebep olabilir, insanın arkasından. (Bu namaz kılmaz, oruç tutmaz, zengin olduğu halde zekâtını vermez, hacca da gitmez.) gibi sözler ederler, günaha girerler. Müslümanları bu şekilde günaha sokmak caiz değildir. Onun için, bu gibi amelleri açıklamak daha hayırlıdır. Fakat, bunda da aşırılığa gidip herkesi huzursuz etmemelidir. Herhangi bir mescitte, beş vakit namazı cemaatle kılmak, zekât verdiği kimseye, bunun zekât olduğunu söylemek kifayet eder.
Bir de bu farz olan amellere riyâ karıştırmamaya çok dikkat etmelidir. Bunları kendisine: (Bu adam, beş vakit namazını kılar, orucunu tutar, hacca gidip geldi, zekâtını da muntazaman verir, çok iyi ve çok salih kişidir) denmesi için yaparsa, riyadır.
Yani, borcu ödenir farz kendisinden sâkıt olur ama sevap hâsıl olmaz. Gerçi, bazıları farzların edasında riyâ olmayacağını ileri sürmüşlerse de bu söz zayıftır. Şunu muhakkak bilmelisin ki, farz amellerde bu neviden riyâ karışması, Hak teâlâ katında hâsıl olacak ecir ve sevaba mânidir.
Diğer taraftan, nafile namazların, nafile oruçların, nafile hacların, sadakaların ve benzeri hayır ve hasenatın, mutlaka gizli yapılması gerektir, ki riyâ olmasın. Resûl-ü ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz: “Sadakalarınızı öyle gizli veriniz ki, sağ elinizle verdiğinizi, sol eliniz duymasın.” buyurmuşlardır.
Hak teâlâ hazretleri de sadaka verilen kişinin asla incitilmemesini irade buyurmaktadır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır: “Ey imân edenler Allâha ve ahiret gününe inanmadığı halde, insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızın ecrini başa kakarak ve gönül kırmak suretiyle iptal etmeyiniz.” (Bakara sûresi: 264)
Sözün kısası, farz olan amellerden gayrı bütün amelleri, Allahu teâlâdan başka hiç kimsenin bilmemesi hayırlıdır.
Şeyh Bayezid-i Bestamî rahmetullahi aleyh, tâlipliği döneminde bir gün mescide girip ve iki rekât namaz kılmak ister. Tam ALLAHU EKBER diyerek namaza duracağı sırada, şeyhinin de aynı mescitte bulunduğunu fark etti ve kendi kendisine:
— Şu namazımı huşû ile kılayım, şeyhim de görsün, düşüncesi ile kendisine ayrıca bir çeki düzen verir. Namazı bitirdikten sonra, şeyhinden takdir yerine şu tekdiri işitir:
— “Ey riyakâr Bayezid, git, yedi yıllık namazını iade et, riyâ ile namaz kılanların namazlarını Hak teâlâ geri çevirir” der.
Bayezid-i Bestamî, yedi yıl tazarrû ve niyaz eyledi, çalıştı ve çabaladı ve ancak ondan sonra kendisini riyakârlar defterinden sildirebildi.
Ey dertsiz: Sen ise, amellerini her gün halka arz eder, dinini dünyaya satar durursun. Acaba, halinin ne olacağını hiç düşünür müsün? Bak, Bayezid-i Bestamî'nin şeyhinin huzurunda kıldığı iki rekât namaz yüzünden başına gelenleri gördün mü? Huşû ile kılayım derken, tamam yedi yıllık namazları red olundu.
Ey mürâi ko riyayı, sıdk ile ihlâsa gel;
Kır riyâ leşkerlerin ihlâs kılıcın al ele...
Sultan-ül-ârifiyn Bayezid-i Bestamî, bir gün nafile oruç tutmuştu. İkindiye doğru orucunu bozdu. Ağzında bir tane kuru üzüm çiğniyordu. Ancak nefsine de şöyle diyordu:
— Ne sana olsun ne bana! Nefsi feryat edip sızlandı:
— Beni mahrum ve zararlı ettin.
Meşâyihten birisi, bir yudum su içti ve sakaya yüz altın sadaka verdi. Verdiğine de hiç üzülmedi. Ancak, nefsi:
— Allah yoluna bir günde bu kadar altın verdin, deyince:
— Yüz altın verdik ama o da bize bir yudum su verdi, içtik. Bu da onun karşılığı oldu, dedi ve nefsine hiç minnet etmedi.
Oysa, sen bir fakire beş akçe versen, o kadar minnet edersin ki, o fakir incinir. Rastladığın yerde sana hürmet göstermezse: (Yazık, yazık.. Bu fakir hiç iyilik bilmez. Kendisine bu kadar sadaka verdik, bize bir selâm bile vermiyor.) diye yaptığın işi o kadar beğenir ve kendine öyle ümit verirsin ki, âdeta şeytan olursun. Halbuki, âşıklar amel ettikleri zaman nefislerinin ümidini keserler ki, riyalı amelle kendilerini görüp şeytan olmasınlar ve amelleri de hebâ olup gitmesin.
Sultan-ül-âşıkiyn ve burhan-ül-ârifiyn Bayezid-i Bestamî (Rahmetullahi aleyh) elli haccının sevabını, mısır unu ile yapılmış pideye sattı ve pideyi de bir köpeğe yedirdi. Bütün amellerinden feragat eyledi. İşte, nefsin ümidini kesmek böyle olur.
Ebû Süleyman-ı Dârânî, müritlerinden birisine misafir oldu. Yemek vakti olup sofra kurulunca, ev sahibi karısına seslendi:
— Hatun, şeyhimin yiyeceği yemeği, Mekke-i Mükerremeden son defa gittiğimde getirdiğim tabağa koy. Sakın, bundan önce gittiğimde getirdiğim tabağa koyma! deyince, Hazret-i şeyh dayanamadı:
— Ey riyakâr! dedi. O iki haccın da bâtıl oldu. Var yine haccet, o iki haccından hiç sevap umma!
Bundan da anlaşılıyor ki, farz olan amellere de riyâ karışabiliyormuş, dile getirmek ve söylemek iyi değilmiş. Zira, o kişinin biri farz ve diğeri nafile olan iki haccının da bâtıl olduğunu böylelikle bizler de öğrenmiş ve anlamış olduk.
Sultan-ı Enbiyâ sallallâhu ve sellem efendimiz: “İyi amellerde, gururlanmaktan Allahu teâlâya sığınırım, buyurmuşlardır.”
(Eşrefoğlu Abdullah Rumî Hazretleri)
