Ben dua edeceğim siz ikiniz amin deyin
Abdülhakim Arvâsî sayesinde
*1985 yılının Kurban bayramında Hocamız, Cağaloğlu'ndaki gazete merkez binasına ziyarete gelmişlerdi. "Belki de bu birlikte oluşumuzun sonuncusu olabilir" dediler. Bunun üzerine Hasan doğar çok ağladı. Beraber resim çektirdik. O resim çekildiğinde, Enver abi Hocamız'a benim Ankara'ya gideceğimi arz etti. Hocamız bana, Efendi hazretleri'ni ziyaret etmemi emredip, selâmlarını ilettiler.
* Ankara'ya gittiğimde Efendi Hazretleri'ni ziyaret ettim. O gece Arif Güneş Abi'nin evinde, rüyamda, İstanbul'un tepelerinde milyonlarca kişi gördüm. Kendime "Maşallah, bu insanlar Hocamız sayesinde ne kadar şanslı" dedim. Arkamda duran, kendisini görmediğim bir kimseler, "Abdülhakim Arvâsî sayesinde" dediler. Sabah kalktığımda Arif Güneş'e rüyayı anlatıp, Abdülhakim Arvâsî diye birisi var mı diye sordum. " Dün ziyaret ettik ya" dedi. O zaman Efendi Hazretleri'nin, Abdülhakîm Arvâsî ile aynı kişi olduğunu anlamıştım. Enver Abi'ye rüyamı anlattım. "Hak bir rüya. Tüm nimetler bizden önceki büyüklerden bize geliyor" dedi. Sabah namazından bir müddet sonra tekrar yatmıştık. Yine öyle mübarek bir rüya görmek istiyordum. Abdestli ve sağ yanıma yatmıştım. Rüyamda Hocamız'ı gördüm. Çok güzel bir çardakta idim. Hocamız geldi ve dizlerinin dibine oturmamı söyledi. Ona pür dikkat bakarken, gözlüklerimi aldı ve bana onların yerine yenisini yapıp vereceğini ama, bunda tek bir cam olacağını söyledi. Tamamlandığında tekrar bir araya girip çay içeceğimize söz verdiler.
[Hüseyn Hilmi Işık Efendi ile Hatıralar,1.cild,sf: 13]
(Abdullah Yerebakan ağabeyin hatıralarından bir kesit)
Arkadaşlarımız kurtuldu. O da yakında belasını bulur
*Bir gün Hocamız Beylerbeyi'nde bizim eve gelmişlerdi. Oğulları Abdülhakîm geldi, "Baba, [Harbiye kumandanı] Albay Talat Aydemir üç tane arkadaşımızı namaz kıldıkları için Harbiye'den atmış" dedi. Hocamız'ın renginin birdenbire değişmesini Ben orada gördüm. Çok üzüldüler. Durdular, sükût ettiler. Biz korktuk, eyvah dedik. Arkasından, "Arkadaşlarımız kurtuldu. O da yakında belasını bulur, rezil olur" buyurdular. Az zaman sonra darbeye kalkıştı; muvaffak olamayıp idam edildi.
[Hüseyn Hilmi Işık Efendi ile Hatıralar,1.cild,sf:407]
(Damadı merhum Enver Ören beyin hatıralarından bir kesit)
Bazen görmemek daha iyidir
Bir arkadaş hangi kabre gitse, o kabirde yatan kimseyle konuşuyor; bir şeyler soruyor ve cevap oluyormuş. Yani Kalp gözü açılmış. Ben de Hocamız'a anlattım. "Efendim, arkadaşın hâline, şaşırdım kaldım" dedim. Onların cevabı şöyle oldu: "Bu çok özenilecek, çok istenilecek bir hal değil kardeşim. Çünkü bizim dinimiz görmeyi şart koşmamıştır, iman etmeyi şart koşmuştur. Gördüğü için kendisinde ufak bir benlik, ufak bir üstünlük gelir hepsi gider. Bazen görmemek daha iyidir." Buyurdular.
[Hüseyn Hilmi Işık Efendi ile Hatıralar,1.cild,sf:390]
(Enver Ören "rahmetullahi aleyh" ağabeyin merhum hocamız Hüseyn Hilmi Işık Efendi ile hatıralarından bir kesit)
Vefâ
Son derece vefâkâr idiler. En başta İslâm âlimleri ve Osmanlılara “Osmanlılar olmasaydı, biz şimdi Müslüman ve Ehl-i sünnet olamazdık” derlerdi. Hocası Seyyid Abdülhakîm Efendinin talebeleri ve aile efrâdına hürmet ve ihsanlarda bulunmayı bir vefâ vecibesi addederlerdi. Bursa’da gezerken rastladıkları, aldığı emre rağmen, sahurda suları kesmeyen ve kendilerine bir bardak çay ikram eden su deposu bekçisini, maaş kuyruğunda sırasını kendilerine veren yüzbaşıyı vefatlarına kadar unutmadılar ve ruhlarına okudular. Hısım akrabayı arayıp sorar; talebelerini gönderip bir arzuları varsa, yerine getirmeye çalışırlardı.
İşbu hikmetli ve faziletli yazı, büyük islam âlimi merhum ve mağfur Hüseyin Hilmi Işık Efendinin mümtaz ve kıymetli talebelerinden nakildir Efendim..
Sen muallim olunca talebeye bol not ver
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Bir gün dergâhın bahçesinde Efendi hazretleriyle oturuyorduk, kanepede yan yana. Bana dönüp; *(Sen muallim olunca talebeye bol not ver. Bu sözümü unutma)* dedi Mübârek.
Ben de; Efendim, bizi *(Öğretmen)* yapmazlar, bizi *(Hastâne)* lere tâyin ederler, biz *(Eczâcı)* lık yaparız, öğretmen sınıfı ayrıdır, dedim.
Ben öyle söyleyince, Mübârek gülümsedi ve; *(Sen şimdi eczâcısın, ama zararı yok, öğretmen olunca benim bu sözümü unutma)* dedi.
Efendi hazretleri vefât etdikden dört *(Sene)* sonra, 1947 de, buyurdukları *(Gerçek)* oldu. Beni, Bursa Askerî lisesi’ne *(Kimyâ)* muallimi olarak tâyin etdiler.
Bir müddet sonra Genelkurmayda işimiz kalmadı. *(Bu kimyâ mühendisini ne yapalım?)* diye düşünmüşler.
Sonra; *(Askerî mekteplere kimyâ muallimi yapalım)* demişler. Askerî Liseye sokak kapısından girerken, Efendi hazretlerinin bu sözü hâtırıma geldi.
*(Bu sözümü unutma!)* buyurmuşdu bana. Bunu hâtırlayınca hüngür hüngür ağladım. Benim ilerde *(Muallim)* olacağımı haber vermişdi.
Efendi hazretleri *(Ölüm)* hastalığında sık sık; *(Elhamdülillâh, dünyâdan bir şey götürmüyoruz)* derlerdi. Yatak üstünde konuşurduk. Beni imtihân bile etdi.
Vefâtına iki *(Gün)* kala, yatağın içinde oturuyordum, o gün de pazardı. *(Bu gün günlerden ne?)* dedi. (Pazar efendim) dedim.
Peki, Pazar *(Arabca)* mı, *(Farsça)* mı? dedi. Yatakda beni imtihân ediyor.
Ben de; (Efendim Arabca) dedim. Efendi; *(Ooo olmadı, Fârisîdir)* dedi. Bilemedim orada. İmtihânı kazanamadım.
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Cennetin en yüksek derecesi, *(Şehîd)* lere mi verilir? Hayır, islâmiyeti *(Yayan)* lara verilir. Zâten şehîdler de islâmiyeti *(Yaymak)* için şehîd oluyorlar.
İslâmiyeti yayanlara *(Cennet)* de en yüksek derece var. Peygamber aleyhisselâma sormuşlar; *(İnsanların en kıymetlisi kimdir?)* diye.
İki kelime ile cevap vermiş Peygamber aleyhisselâm. Buyurmuş ki: *(Men teallemel ilme ve allemehû.)* Ne demek bu?
Yâni, ilim *(Öğrenen)* ve öğrendiğini başkalarına *(Öğreten)* dir, buyurmuş. Yalnız öğrenmekle olmuyor. Öğrendiğini de *(Öğretecek)*. Asıl lâzım olan bu.
Elhamdülillah, biz öğretiyoruz. Birine bir *(Kitap)* vermek demek, *(Öğretmek)* demekdir işte. Peygamber Efendimizin *(Müjde)* si bu.
Öğrenecek, öğretecek ve yayacak. Nasıl yayacak bu zamanda? *(Kitap)* vermekle. Ne *(Mutlu)* ilim öğrenene ve Allahın kullarına *(Yayana)*.
Allahü teâlânın kullarına, hem de bütün dünyâya *(İslâmiyeti)* öğretmek için, Allahü teâlâ bizi *(Vâsıta)* kılmış. Hepimizi yâni.
Kimimiz *(Paket)* yaparız, kimimiz *(Yazar)* ız, kimimiz postâneye *(Götürürüz)*, kimimiz de *(Taşırız)*. İslâmiyetin koruyucusu, *(Osmânlı)* lar ve *(Nakşî)* lerdir.
İslâm düşmanları bunu bildikleri için, en çok bu *(İki)* sine saldırıyorlar. İslâmiyeti *(Yok)* etmeye uğraşıyorlar. İslâmiyet, Allahü teâlânın *(Emir)* leri ve *(Yasak)* larıdır.
*(Evliyâ)* deyince, aklınıza ne geliyor? Bir anda çeşidli yerlere *(Gitme)* si, su üzerinde *(Yürüme)* si gibi şeyler mi?
Hayır, bu gibi şeyler, *(Şeytân)* ın işleridir. Şeytân da yapıyor böyle şeyleri. *(Evliyâ)* demek; Allahın *(Dostu)*, Allahın sevdiği *(Kulu)* demekdir.
Efendi hazretleri buyurdu ki: Bu zamanda *(Îmânı)* olan, *(Harâm)* dan sakınan, ibâdetlerini ihlâsla *(Yapan)*, evliyâdır. Yâni Allahü teâlânın sevdiği kuldur
Hüseyin Hilmi Işık Efendi ve Lâdikli Hacı Ahmet Efendi
Anadolu’nun mânevi mimarlarından olan Mevlana Celaleddin Rumi'nin, Şems-i Tebrizi'nin, Sadreddin Konevi'nin ve Seyyid Harun Velinin (rahmetullahi aleyhim) hemşehrisi, Evliyalar Ansiklopedisi’nden öğrendiğimiz kadarıyla pek çok kerametleri görülen, Hızır aleyhisselamın dostu Lâdikli Hacı Ahmet Efendi 1967’de hayatta iken, Ladikli Hacı Ahmet Efendiye Hüseyin Hilmi Işık Efendi'nin talebesinden olan Suphi Birpınar, ehli sünnet âlimlerinin nurlu yolunu tüm dünyaya yayan ve telkin eden ve bilcümle âlim ve evliyayı bütün dünyaya tanıtan ve böylelikle milyonlarca insanın hidâyetine vesile olan büyük islam âlimi HÜSEYİN HİLMİ IŞIK (rahmetullahi aleyh) Efendiyi sormuşlar.
O da: “Ben bilmiyorum. Ama haftaya gelin, sorayım, ne söylerse size söylerim” buyurmuş. Haftaya gidince demiş ki: “Hızır aleyhisselâma sordum; O zat ÇOK BÜYÜK, ÇOK MÜBAREK BİRİ imiş. Talebesi olanlara ne mutlu.” buyurmuşlar.
Allahü teala, bizleri de cümlesinin şefaatlerine nail eylesin! Amin.
BEREKÂT
Berekât’a başladım.
Dedim Hilmi Bey hocamıza;
-Efendim, size sormadan bir iş yaptım.
-Ne yaptınız?
Dediler. Dedim;
-Farsça çalışmak için, Berekât’ı tercümeye başladım. Ama, gece de sabaha kadar, hep Muhammed Bâkîbillah hazretlerini gördüm. Sohbet ettik. Sakalı böyle siyah değildi, kırmızı gibi böyle. Öyle konuştuk.
-Yaa efendim. İnşallah devam edin. İnşallah biter de bir gün kitab olarak çıkar.
Arkadan buyurdular ki efendim;
-Ne mutlu size! Ömrünüzün en iyi zamanını, en iyi işte geçiriyorsunuz.
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Bir kâfir, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin *İhyâ-ül Ulûm* kitâbının sayfalarını, muhabbetle çevirse, *Îmâna* gelir.
Bir mü’min de, bir kâfirin kitâbını muhabbetle çevirse, mâzallah *Kâfir* olur efendim. O gün olmasa da, bir gün olur. Çünkü satırlar arasından çıkan *Zulmet*, mutlaka birgün te’sîrini gösterir.
*Enver âbi* bir rüyâ görmüş efendim, bana anlatdı. *Efendi* hazretlerini görmüş. Oğlu *Mekkî Efendi* de varmış. Mekkî Efendi, babasına;
*Babacığım, Seâdet-i Ebediyye kitâbını yazmak hakkını niye Hilmi beye verdin?* diye sormuş. Yâni ben burdayım, bana niye vermedin? der gibi sormuş. Efendi hazretleri de;
*Çünkü Efendi’yi anlıyan bir Efendi çıkdı. Otuz sene İstanbul halkına ne anlattıysam, hepsi o kitâbın içinde var*, buyurmuşlar. Enver âbi bunu bana anlatdı, çok sevindim.
Bugün, yer yüzünde, böyle bir *Topluluk* yok kardeşim. Böyle bir *Hizmet* de yok. Neden? Efendi hazretlerinin bereketi. Mekkî Efendi şâhit.
Efendi hazretlerinin vefâtlarına yakın ziyârete gitdiğimde, beni yatağının içine alır ve elini uzatıp, *Hilmi, elimi sık!* derdi. Ben de sıkardım, biraz gevşetsem, *Devam et, sık!* derdi.
*Mekkî Efendi* de bunu görürdü. Nitekim kendisi, bu hâdiseyi aynen Enver âbiye anlatmış efendim. Orada başka arkadaşlar da varmış.
Hattâ Mekkî Efendi; *Öyle zannediyorum ki, o günlerde babam, kalbinde ne varsa, hepsini Hilmi’ye verdi, hepsini onun kalbine akıtdı*, demiş.
********
Bütün âbilere söylüyorum, tavsiye ediyorum, hattâ vasiyyetime bile yazdım, *Arkadaşlar, her gün muhakkak bir iki sayfa da olsa, Tam İlmihâli okusunlar*, diye.
*Mektûbât* kitâbımızın ilk sayfasında da var bu. Bizim Abdülhakîme hitâben bir *Yazı* yazdım oraya.
*Oğlum! Bu kitap süs eşyâsı değildir. Okumak, öğrenmek ve tatbîk etmek için yazılmışdır*, diye devâm ediyor. Dînimizi öğrenmek herkese *Farz* dır. Okumayınca nasıl öğrenilecek?
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Siz o kadar *Mümtaz* ve *Seçilmiş* insanlarsınız ki kardeşim, Allahü teâlâ size bu temiz kalbi nasîb etmiş. *Elmas* hiç kalır yanında. Çok *Kıymetli* olan bu elmas, hepinizin kalbinde var. Daha ne istiyorsunuz?
Bu *Ni’met* verilmişse, *Herşey* verilmiş demekdir. Allahü teâlâ, bu dîne *Hizmet* edenleri, sâdece ibâdetle meşgûl olan ve harâmdan sakınan *Âbidler* den daha çok seviyor.
Bu gençler, *İslâm* ın yayılmasına *Hizmet* edecek, bizim de mezarda, rûhumuz *Şâd* olacak inşallah.
Efendim, bu dünyâda, hem *Dünyâ* seâdeti, hem de *Âhiret* seâdeti, iki şeye bağlıdır. Bu iki şeyi yapan, *Râhat* eder. Bundan daha sağlam bir *Sigorta* yok efendim.
Birincisi, *Peygamber* aleyhisselâmın izinde *Yürümek* dir. Onun bildirdiği, Onun teblîğ etdiği dîne *Tâbi* olmak dır. Tabii bunun için de, bu dîni öğrenmek lâzımdır.
Peygamber aleyhisselâmın buyurdukları, anlatdıkları bu *Dîni*, yine Onun *Vârisleri* nden birinin *Ağzı* ndan, *Kalem* inden, *Kitâb* ından öğrenmek şansı, pek az bulunan, çok büyük bir *Ni’met* dir.
Bunu öğrenmek imkânını Allah birine vermişse, ne büyük *Seâdet* dir. İşte siz, bu *Şansa* sâhipsiniz kardeşim.
Allahü teâlâ, bütün Peygamberleri, tek bir maksatla, yâni *Kullarımı ateşden kurtarın!* diye göndermişdir. İşte buna *Cihâd* denir. Cihâd demek, Onun kullarına *İslâmı* anlatmakdır.
Onları *İslâma* dâvet etmekdir. Siz, bu vazîfeyi yapdığınız için, Peygamberlik vazîfesine tâlipsiniz kardeşim. Onun için, sizin yeriniz, *Başımızın üstü* dür.
Cennetin en yüksek derecesi *Şehîdlere* mi verilir? Hayır. *İslâmiyeti Yayanlara* verilir. Zâten şehîdler de, islâmiyeti yaymak için *Şehîd* oluyorlar.
İslâmiyeti yayanlara, *Cennet* de en yüksek derece var. Peygamber Efendimize sormuşlar: *İnsanların en kıymetlisi kimdir?* diye.
Efendimiz, bu suâle şöyle cevap vermiş: *İnsanların en iyisi, dînini öğrenen ve öğrendiğini başkalarına öğretendir* buyurmuş.
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Nakşibendî büyükleri *Taş*’a teveccüh etseler, taş feyz alır kardeşim. İstîdâda bakmadan herkese *Feyz* verirler. Yalnız *Talep* şartdır. İstemek lâzım. Talep olmayınca feyz olmaz.
*Mevlâna Hâlid* hazretleri Bağdat’dan Delhi’ye gelirken, yolda rüyâda, *Abdullah-ı Dehlevî* hazretlerini görüyor. Uyanınca bakıyor ki, kalbi *Zikr* ediyor.
Delhi ye gelince, aynen rüyâda gördüğü gibi, Abdullah-ı Dehlevî hazretlerini görüyor. Ve yedi ayda *Mürşid-i kâmil* oluyor.
Bir gün sohbet esnâsında, Abdullah-ı Dehlevî hazretlerini sevenlerden bir *Kadın* ın vefât ettiği haberi geliyor.
Abdullah-ı Dehlevî hazretleri bunu işitince, o hanımın kabrine teveccüh edip, sonra yanındakilere; *Kuvvetli ihtimâldir ki, bu yola bağlı olanlara kabir azâbı olmaz*, buyuruyor.
Abdülhakîm Efendi hazretleri de; *Bu büyüklerin Kuvvetli ihtimâl demeleri, Muhakkak demekdir*, buyururdu.
Bir kadıncağız da, *Abdullah-ı Dehlevî* hazretlerine bağlanmak istermiş. Kocasıyla devâmlı haber gönderirmiş, kocası da söylemeyi unuturmuş. Derken kadın ölmüş.
O ölünce, kocasının aklına gelmiş ve gidip hanımının bu arzûsunu Abdullah-ı Dehlevî hazretlerine söylemiş. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri de kabûl buyurmuşlar.
O gece kadın, kocasının rüyâsına girip; *Çok şükür, murâdıma kavuşdum, beni kabûl etdiler*, demiş. Nakşibendî büyükleri böyledir kardeşim.
Ölüye diriye, kadına erkeğe, yaşlıya çocuğa, hepsine *Feyz* verirler. Hattâ yanlarında bulunmak da şart değildir. Uzakdan *Sevmek* yetişir.
Hâlbuki *Çeştiyye* tarîkatına girmek için, mürşid-i kâmilin Elini tutarak intisâb etmek şartdır. Nakşibendîde ise, uzakdan bağlanıp *Sevmek* le de, intisâb etmiş olunur.