Hüseyin Hilmi Işık efendi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hüseyin Hilmi Işık efendi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hüseyin Hilmî Işık Efendi’nin “Rahmetullahi aleyh” Türkiye’ye, İslâm âlemine ve bütün dünyâya yaptığı en büyük hizmet nedir?

 Hüseyin Hilmî Işık Efendi’nin “Rahmetullahi aleyh” Türkiye’ye, İslâm âlemine ve bütün dünyâya yaptığı en büyük hizmet nedir?” diye bir suâl sorulacak olursa, şöyle cevap verilebilir: O, 1966 senesinde, İstanbul'da bir kitâbevi açmış [önce ismi Işık Kitâbevi idi, sonra Hakikat Kitâbevi oldu], Türkçe, Almanca, Fransızca, İngilizce ve ofset ile hazırladığı Arabî, Fârisî, Urduca (58+23+3) ve diğerleri ile 25 dilde 250 kitâbı, dünyânın her tarafına yaymıştır. Böylece doğru i’tikâd, fıkıh, tasavvuf bilgilerini ve İslâmın güzel ahlâkını İslâm âlemine, hattâ dünyânın her yerine neşretmiştir.

“Biz, İslâm dînini doğru olarak öğrenmek isteyen temiz insanlara hizmet etmek için, İngilizce, Fransızca, Almanca ve daha başka dillerde kitaplar hâzırladık. Bunların hepsi büyük ve hakîkî İslâm âlimlerinin eserlerinden toplanan bilgilerden meydâna gelmiştir. Bu kitapların isimleri, bazı kitaplarımızın sonunda bildirilmiştir…

Bu kitapları, dikkat ile okuyan insâflı her insanın, İslâm dînine samîmî olarak îmân edeceğine ve seve seve Müslümân olacağına inanıyoruz. Çünkü İslâm dîni, akl-ı selîm sâhiplerinin kabûl edecekleri akîdelerden ve ahkâmdan ibârettir. Akl-ı sakîm sâhipleri, rûhları hasta olanlar, nefislerine düşkün olanlar, yalnız kendi çıkarlarını düşünenler, İslâm dînini idrâk ve takdîr edemezler.” (Herkese Lâzım Olan Îmân, 3. Tenbîh)

Başta; “Tâm İlmihâl Seâdet-i Ebediyye” kitâbı olmak üzere, 14 Türkçe ve bunların tercümeleri olan diğer dillerdeki pek çok kitâbı vardır. Bu kitâplar, her tarafa dağılmaktadır; “İnternet” vâsıtası ile de bütün dünyâda okunmaktadır.

Hüseyin Hilmî Efendi, "Tâm İlmihâl Seâdet-i Ebediyye" kitâbı hakkında şöyle demiştir: “Bu kitâbı, baştan sona kadar dikkatlice okuyan bir kimse, İslâmın bütün emir ve yasaklarını öğrenir. Dînimiz hakkında doğru ve yeterli bilgiye sâhip olur. Her Müslümânın, dînimizi çok iyi bilmesi şarttır. İslâm âlimleri, 'dînini bilmeyenin dîni yok demektir' demişlerdir.”

Abdülhakîm-i Arvâsî hazretlerinin büyük oğlu, derin âlim Ahmed Mekkî Efendi (rahmetullahi aleyh), “Seâdet-i Ebediyye”  kitâbının başına yazdığı “Takrîz”inde şöyle söylemektedir: "Asrımızın fâdıllarından, zamânımızın bir tânesinin yazmış olduğu Seâdet-i Ebediyye kitâbına göz gezdirdim. Bu kitâpta, kelâm, fıkıh ve tasavvuf bilgilerini buldum. Bunların hepsinin, bilgilerini nübüvvet kaynağından almış olanların kitâplarından toplanmış olduğunu gördüm. Bu kitâpta, Ehl-i Sünnet vel-cemâ'at i’tikâdına uygun olmayan hiçbir bilgi, hiçbir söz yoktur.

Ey Temiz gençler! Dînî ve millî bilgilerinizi, bu latîf, benzeri bulunmayan, belki de, ileride bir benzeri yazılamayacak olan bu kitâptan alınız."

Eserin İngilizceye tercümesi de yapılmış, "Endless Bliss" ismi verilmiş ve 6 cild olarak bastırılmıştır. Almancası da tek cild hâlinde basılmıştır.

Büyük İslâm Alimi Hüseyin Hilmi Işık Efendi "rahmetullahi aleyh"

26 Ekim 2001 Hüseyin Hilmi Işık Efendi'nin Vefat tarihidir. Allahü teâlâ bizleri şefaatine nail eylesin.

Kalbin tasfiyesi ve tasavvuf yolunda ilerlemek

Kalbin Tasfiyesi ve Tasavvuf yolunda ilerlemek. Kuran-ı Kerim okumanın fazileti. Kuran-ı kerime kendi kafasına göre mana verene uyulmaz.
Hüseyin Hilmi Işık Efendiyi vefatının sene-i devriyesinde (26-10-2001) rahmetle anıyoruz. Allahü teâlâ şefaatlerine nail eylesin.

Hüseyin Hilmi Işık Efendi'nin Vefatı

Hilmi Işık Efendi, 9 Şaban 1422 ve 25 Ekim 2001 Perşembe gününü 26 Ekim Cuma gününe bağlayan gece saat 23 sularında fenalaştı. Aile doktoru Suad Selçuk çağırıldı. Bir yandan da Enver Bey'e haber verildi. Doktor Sabahaddin Gül ve Nezih Berksoy da gelerek, oksijen ve serum taktılar. Enver Bey geldikten sonra, yatağa oturup ellerini tutmaya, bir yandan da omuzlarını okşamaya başladı. Hallerinde bir iyileşme müşähede edildi. Ilk olarak "Elhamdülillah" dediler. Tan-siyon ve nabız normalleşti. Gözlerini açtılar. Bunun üzerine boyunlarındaki serum çıkarıldı. 23.50'den 01.20'ye kadar yaklaşık 1,5 saat boyunca hep "Allah, Allah", bazen "Estağfirullah" ve bazen de "Elhamdülillah" dediler. O sı-rada Hüseyn Yener, 17 aded Yâsîn-i Şerif ve bir ara sesli olarak Silsile-i Aliy-yeyi okudu. Ağızlarına Enver Bey tara-findan zemzem akıtıldı. Bir ara "Efendi Hazretleri!" diyerek avuçları yukarı doğru açık olmak üzere ellerini uzattılar. Enver Bey ile beraber Felâk ve Näs sû-relerini okudular. Salevat-ı şerîfe ve kelîme-i tevhidi tekrar ettiler. İstiğfar söylediler.


Gece saat 1 civarında ayaklarında bir soğuma hâsıl oldu. Enver Bey, "Allah büyük!" dedi ve kelime-i tevhid ile ardından kelime-i şehadeti telkîn etti. Hilmi Işık Efendi, "Yaa, Allah büyük kardeşim" diyerek tasdikde bulundu. Saat bir buçuğu beş geçiyordu. Gözleriyle herkesi süzdüler. Sonra gözleri kapının üzerindeki kelime-i tevhid yazısına takıldı. O esnāda uykuya dalar gibi gözlerini yumdular ve birkaç dakika içinde vefat ettiler. Yüzlerinde huzurlu bir ifade belirdi. Dr. Suad Selçuk, ellerini ağızlarının önüne yaklaştırıp gerçekten nefes alıp almadıklarını kontrol etti. Sonra dönerek başını iki yana salladı. Bunun üzerine Enver Bey, "İşte he-pimizin akıbeti bu! Şa'bân-ı şerîf ayı, Cuma gecesi! Cennet-i a'la mü-barek olsun!" dedi. Sonra içerideki odaya geçip bir müddet sonra döndü. Gözyaşları içinde, cenazenin o gün (9 Şaban 1422 ve 26 Ekim 2001 Cuma günü) ikindi namazından sonra Eyüb Sultan Camii'nden kalkacağını, gelen arkadaşların yüzlerini görüp, alınlarından õpebileceğini söyledi. Sonra aileye haber vermek için evlerine hareket etti.

[Ebedî Seâdet yolunda bir ömür HÜSEYN HİLMİ IŞIK, Sf: 217-218]

İlim sahibi olmaksızın tefsir okuyanların imanı gider

Mamak'ta Kızılay'ın Maske Fabrikası'nda Cemal isminde genç bir işçi vardı. Babası Diyanet İşleri Reisliği'nde Heyet-i Müşavere Azâsı Konyalı Eyüb Necati Perhiz idi. Oğlu yaramazmış; okumamış; maske fabrikasına işçi vermişti. Alâkadar oldum. Çocuk düzelme gösterdi. Hâlindeki değişikliği gören babası bunun hikmetini sormuş. O da "Bizim bir kumandanımız var. Çok kibar birisidir. Efendimsiz konuşmaya alışırım da, ona da öyle konuşurum diye korkuyorum" demiş. Babası şaşırmış. "Ben onu ziyaret edeyim" demiş. Cemal geldi, bana söyledi. "Babam sizi ziyaret etmek istiyor" dedi. Ben de "Babanız kimdir?" diye sordum. Kim olduğunu söyledi. Ben, "Ba-banız yaşlıdır. Buraya gelmesi de uygun değildir. Ben ona gideyim" dedim.


O zamanlar Sıhhiye semtindeki Diyanet İşleri Reisliği'ne gittim. Buradaki heyet-i müşâvere âzâlığı, zamanında çok yüksek bir vazife idi. Efendi Hazretleri'nin biraderi Tâhâ Efendi vaktiyle burada âzâ idi. Gittiğimde, o zamanki Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi'yi de gördüm. Hükümetin adamı idi. Bir odadan çıktı, diğer odaya girerken önümden geçti. Gördüm, tokalaştık. Başında sarık, ufak tefek, çocuk gibi bir adamdı. Benim için hademeye ten-bihde bulundu. Hademe beni bir odaya aldı. Odada beş-altı kişi vardı. Beni görünce hepsi ayağa kalktılar. Ben o zaman yüzbaşıydım. Cemal, beni babasına "İşte efendim, benim beraber çalıştığım yüzbaşı" diye takdim etti. O bana iltifatlarda bulundu. "Sizi tebrik ederim. Benim oğlumu adam ediyorsunuz. Size bir hediye vereceğim" dedi. Oda-daki bir dolabı açtı. Hademeyi çağırdı. Hademe gelip, Elmalılı Hamdi Efendi'nin 9 cilt tefsirini çıkardı. Baktım ki bunları taşımaya imkân yok. Bir hamala verdim, istasyona kadar taşıdı. İstasyondan trenle Mamak'a götürdüm. Ma-mak'ta trenden indikten sonra da yine bir hamala verdim, eve getirdim. "Anne, bak bunlar Kur'an-ı kerim tefsiridir. Sakın abdestsiz ellemeyin" dedim. Birkaç gün sonra İstanbul'a gelmiştim. Bu hadiseyi, Efendi Hazretleri'ne anlattım. Buyurdu ki, "Sakın o tefsiri okuma; hatta eve gidince, hepsini yak! İlim sahibi olmaksızın, tefsir okuyanların imanı gider" buyurdu. Ben de hocamın sözüne ittiba ettim.


Bu Cemal'i sonradan arattım. Bandırma'da vefat ettiğini; oğlunun subay çıktığını öğrendim.


Tabiat Bilgisi Kitabı


Kızılay'ın Mamak'taki Maske Fabrikası, gaz maskesi yapar; Genel Kurmay da bunları satın alırdı. Biz de beş altı kişi satın alma komisyonunda idik. Komisyonun reisi paşa idi; ama onun bir işe karıştığı yoktu. İşi görenler, hep yüzbaşılardı. Birgün bütün komisyon âzâları, Cemal adında bir yüzbaşının odasında oturuyorduk. Bu Cemal, dine muhalif idi. Maske fabrikasının da Necati Bey isminde bize bağlı bir ticaret müdürü vardı. Ticaret mektebi mezunu bir gençti. Onun da üç dört tane kâtibi vardı. Böylece odada sekiz on kişi oturduk, sohbet ediyorduk. Necati Bey, "Ben annemden babamdan görmüştüm; Cuma geceleri ölmüşlerimize Yasin okurdum. Sonradan anladım ki, Yasin, orta mekteplerde okutulan tarih, coğrafya, tabiat bilgisi kitabı gibi bir şeymiş. İsâ Peygamber nasıl kaçmış; Yahudiler nasıl kovalamış; o zaman Müslümanlar, Yahudilerle nasıl harb etmişler, yerden otlar nasıl çıkar, dünya nasıl döner, böyle şeyleri anlatıyor. Bunların ölüye ne faydası olur? Binaenaleyh, ben onu okumaktan vazgeçtim" dedi. Bu söyledikleri, Yüzbaşı Cemal'in hoşuna gidiyor, kah kah gülüyordu.


Ben dayanamayıp, "Sen Yasin-i şerîf sûresinin, tarih, coğrafya, tabiat bilgisi kitabı gibi olduğunu nereden anladın?" diye sordum. "Tefsirde okudum" dedi. "Hangi tefsirde okudun?" diye sordum. "Elmalılı tefsirinde" dedi. Öyle deyince Abdülhakîm Efendi Hazretleri'nin sözü hâtırıma geldi. "Bu tefsiri okuyan câhillerin imanı gider” buyurmuştu. İşte bu da öyle câhildi. O tefsiri okuduğu için, ana yuvasından almış olduğu ve senelerce titizlikle sakladığı kıymetli imanını kaybetti. Câhil olduğu için, okuduğu tefsir, irtidadına sebep olan şüpheleri meydana getirdi. Kur'an-ı Kerîme hakaret etti. Allah kelâmını, insanların kitabına benzetti. Halbuki Yasin-i şerîf sûresi Kur'an-ı Kerîmin kalbidir. Efendi Hazretleri, böyle söylerdi. Görülüyor ki, uydurma, anlamadan yazılan tefsîrleri ve tercemeleri bir yana bırakalım, meşhur tefsîrler bile, ehlinden başkasına zararlı olmaktadır.


Dipnot:

Bununla beraber Hilmi Işık Efendi, kitaplarında zaman zaman Elmalılı Hamdi Efendi'nin tefsirine referans vermiş; Seâdet-i Ebediyye'nin hâl tercemeleri kısmında da kendisini şöyle tasvir etmiştir: "ELMALILI HAMDÎ rahmetullahi teâlâ aleyh: Muhammed Hamdi bin Nu'mân, Antalyanın Elmalı kazâsında [1294] de tevellüd, 1361 [m. 1942] de, İs-tanbulda vefât etdi. Erenköydedir. Sultân ikinci Abdülhamîd hân zemânında yetişen din adamıdır. Zemânının âlimi idi. Tefsîri meşhûrdur." Şu halde, Seyyid Abdülhakîm Efendi'nin bahsi geçen ikazı, kitaba bir hakaret değil; dinî ilimler bakımından henüz yetişme devresinde olan kimselerin, yanlış tesir ve telkine uğraması endişesiyledir.

[Ebedî Seâdet yolunda bir ömür HÜSEYN HİLMİ IŞIK, sf: 114-115-116]

Bir şartla kabul ederim

 Bu sırada Abdülhakîm Efendi Hazretleri bizim hanımın bulunduğu odaya gelip iki eliyle kapının iki yanına dayanarak fikrini sormuş. Bizim hanım, annesinin arkasına saklanmış. Sonra annesinin arkasından çıkıp Efendi Hazretleri'ne, "Efen-dim, bir şartla kabul ederim" demiş. Efendi Hazretleri, "Ne bu şart?" buyurmuşlar. "Bana şefaat edeceğinize söz verirseniz kabul ederim" demiş. Efendi Hazretleri de söz vermişler. Bizim hanım bu sefer sened istemiş. Efendi Hazretleri, bir kâğıda "Sîret'e ve Sîret'i sevenlere inşallah âhirette şefaat edeceğim" diye yazıp vermişler. Bu kâğıdı bizim hanım sandığında hâlâ saklar. Efendi Hazretleri'nin bizim hanıma, annesinden bile daha çok teveccühleri vardı. Öyle ki yazdığı tebrik ve mektuplarda bizim hanıma iltifatlar ederdi. O da bunları titizlikle saklardı.


Küçükken bir defasında Çamlıca Tepesi'ne gezmeye gidilmişti. Burada Efendi Hazretleri ona, "Melek misin, hûri misin? Ne meleksin, ne hûrisin; hem meleksin, hem hûrisin" meâlinde Farsça bir beyit ile hitab ettiler. Efendi Hazretleri, dergâh-daki hanımlara, "Bugün Ziya Bey gelecek. Siz işinizi gücünüzü bırakın Sîret ile alâkadar olun" derdi. O ise, Efendi Hazretleri'nin peşinden ayrılmaz; hatta Efendi Hazretleri'nin karyolası altına salıncak gererek bebekleri ile oynardı. Efendi Haz-retleri, onun için "Nefise-i Sîret, hasene-i sûretin cemal-i mübârekesini gören zevât, bahtiyardır" diye iltifat buyururdu.

(Ebedî Seâdet yolunda bir ömür HÜSEYN HİLMİ IŞIK, sf: 119-120)

Hüseyin Hilmi Işık Efendi'nin Vefası

İlk mektebde okuyordum. Ulûm-i dîniyye dersinde, diğer mevzuların yanı sıra namaz sureleri de öğretilirdi. Hocamız Tâhir Efendi, bir gün Kureyş suresini oku-tuyordu. Sıra bana gelince (Liylâfi) şeklinde okudum. Hemen, "Evlâdım, onu (Liî-lâfi) diyerek oku. Aradaki (i) harfini atlama!" diyerek müdahale etti. Bana bir harf öğrettiği için, o günden beri kendisine dua ederim.

(Ebedî Seâdet yolunda bir ömür HÜSEYN HİLMİ IŞIK, sf:15)

Elmalı Tefsiri

 Bir gün Abdülhakîm Efendi Hazretleri ile Kaşgarî Câmii'nin bahçesinde oturuyorduk. Efendi Hazretleri  anlatmaya başladı: "Geçen gün [Galata] Köprü'den Bayezid Câmii'ne vaaza gidiyordum. Tramvaya bindim. Tramvay doluydu. Bir boş yere oturdum. Tramvay Sultanahmed'e geldi. Burada yanımdaki yolcu indi; yerine yeni binen birisi oturdu. Bana selâm verdi. Bir de baktım ki, Elmalılı Hamdi Efendi. Kendisi Sultan Hamid zamanında yetişmiş din âlimlerindendir. Vaktiyle benim zamanımda Medresetü'l-Mütehassısîn'de mantık müderrisi idi. Kendisiyle biraz konuştuktan sonra, bana Kur'an-ı kerîmden bir âyet-i kerîme okudu. "Efendim, malum, Ben bir tefsir yazıyorum. Bu âyetin tefsirini, diğer tefsirlere göre yazarsam, gençler anlamaz, itiraz ederler. Gençlerin kafasına uygun bir şekilde bunu nasıl tefsir edeyim? " diye sordu. Ben de dedim ki, 'Vah vah, sen demek ki gençliğin kafasına göre tefsir yazacaksın! Tefsir kitapları ne yazıyorsa, öyle yaz! Tefsir kitaplarını din imamları, müfessirîn-i kirâm yazmıştır. Bu bilgiler hep, Resûlullah efendimizden gelmiştir.' dedim. Cevap vermedi."

Hayri Aytepe Paşa, bir gün Efendi Hazretleri'ne, "Hangi tefsiri tavsiye buyurursunuz?" diye sordu. Efendi Hazretleri, "Tefsir okuma! İlmihal oku; Mektûbât oku; Reşahât oku!" buyurdu. "Efendim, bazı meclislerde soruyorlar, cevap vermek mecburiyetinde kalıyorum?" deyince; "Çok lâzımsa Mevâkib oku! buyurdu. [910/1505'de vefat eden Heratlı Hüseyn Vâiz Kâşifî'nin Farsça Mevâhib-i Aliyye adlı meşhur tefsîrini 1246/1830 senesinde Kırımlı İsmail Ferruh Efendi Türkçe'ye tercüme edip, Mevâkib ismini vermiştir.]

[Ebedî Seâdet yolunda bir ömür HÜSEYN HİLMİ IŞIK, Sf:114]

Ehl-i sünnet gemisi

 Biz,elhamdülillah, ehl-i sünnet gemisini batmaktan kurtardık; Hüseyin Hilmî Efendi de bunu dünyânın her yerinde dolaştıracaktır.

(Seyyid Abdülhakim-i Arvasi "kuddise Sirruh" hazretleri)

Ben dua edeceğim siz ikiniz amin deyin

Çok mühim tarihi vak'a var, size anlatacağım. Bu hadiseyi yaşayanlar hayatta. Bizim abilerden İbrahim abi profesör. Bu evlendi, Erzuruma tayin oldu. Orada hocalık yapıyor. Hanımı bir gün merdivenlerden bir düşmüş, iki gözü âmâ olmuş. Görmek yok, bitti. Gitmedik doktor, gitmedik hoca bırakmadılar. Bir akşam evde Mübarekler imam, arkada Bülent abi ile Enver abi cemaat, namaz kılıyoruz. Telefon çaldı, selam vermek üzereydiler zaten, selam verdiler, ben aşağıya indim, Mübarekler namaza devam ettiler. Tabi kendini tanıttı, dertliyim, felaket üzüntüdeyim, dedi. Ne oldu, dedim. Hanım merdivenlerden bir düştü, iki gözü kayboldu, hiçbir şey görmüyor. Ne olur bunu Mübareklere arz et, dedi. Şimdi namaz kılıyorlar. Sen kapat telefonu, namazdan sonra söyleyeceğim, dedim. Namaz kıldık, dua ettiler, neydi o telefon, buyurdular. Efendim, Erzurumda İbrahim abi var. Hanımı düşmüş, âmâ olmuş, iki gözü görmüyor. Her çareye başvurmuşlar, hiçbir fayda olmamış. Dua istiyor efendim, dedim. Hay hay. Ben dua edeceğim, siz ikiniz amin deyin, buyurdular. Peki efendim, dedim. Bülent abi ile ikimiz bir başladık amin demeye, Mübarekler dua, biz amin, Mübarekler dua, biz amin.. Epey sürdükten sonra, Allah şifa verir inşaallah, buyurdular. Sabahleyin İbrahim abiden bir telefon ki, telefon kopacak. Sevincinden bağırıyor: Abi! Gözleri açıldı. Abi! Bu gece rüyada Mübarekleri gördü, sonra renkler yavaş yavaş gelmeye başladı, sonra bütün renkler bitti, uyandı ki, ben görüyorum diye bağırmaya başladı dedi. Bir müddet sonra bir kızı dünyaya geldi. Telefon. Abi! Ne oldu? Kız çocuğumuz dünyaya geldi, Mübarekler ismini koyar mı?. Geldim Mübareklere arz ettim. Efendim böyle böyle olmuş dedim, anlattım. Efendim, madem ki ışığa kavuştu, ona güzel bir isim koyalım, Lamia koyalım, buyurdular. Lamia. Işığı görmüş manasına geliyor. Enver Abiler'in "rahmetullahi teala aleyh" sohbetlerinden...

Abdülhakim Arvâsî sayesinde

 *1985 yılının Kurban bayramında Hocamız, Cağaloğlu'ndaki gazete merkez binasına ziyarete gelmişlerdi. "Belki de bu birlikte oluşumuzun sonuncusu olabilir" dediler. Bunun üzerine Hasan doğar çok ağladı. Beraber resim çektirdik. O resim çekildiğinde, Enver abi Hocamız'a benim Ankara'ya gideceğimi arz etti. Hocamız bana, Efendi hazretleri'ni ziyaret etmemi emredip, selâmlarını ilettiler.

* Ankara'ya gittiğimde Efendi Hazretleri'ni ziyaret ettim. O gece Arif Güneş Abi'nin evinde, rüyamda, İstanbul'un tepelerinde milyonlarca kişi gördüm. Kendime "Maşallah, bu insanlar Hocamız sayesinde ne kadar şanslı" dedim. Arkamda duran, kendisini görmediğim bir kimseler, "Abdülhakim Arvâsî sayesinde" dediler. Sabah kalktığımda Arif Güneş'e rüyayı anlatıp, Abdülhakim Arvâsî diye birisi var mı diye sordum. " Dün ziyaret ettik ya" dedi. O zaman Efendi Hazretleri'nin, Abdülhakîm Arvâsî ile aynı kişi olduğunu anlamıştım. Enver Abi'ye rüyamı anlattım. "Hak bir rüya. Tüm nimetler bizden önceki büyüklerden bize geliyor" dedi. Sabah namazından bir müddet sonra tekrar yatmıştık. Yine öyle mübarek bir rüya görmek istiyordum. Abdestli ve sağ yanıma yatmıştım. Rüyamda Hocamız'ı gördüm. Çok güzel bir çardakta idim. Hocamız geldi ve dizlerinin dibine oturmamı söyledi. Ona pür dikkat bakarken, gözlüklerimi aldı ve bana onların yerine yenisini yapıp vereceğini ama, bunda tek bir cam olacağını söyledi. Tamamlandığında tekrar bir araya girip çay içeceğimize söz verdiler. 

[Hüseyn Hilmi Işık Efendi ile Hatıralar,1.cild,sf: 13]

(Abdullah Yerebakan ağabeyin hatıralarından bir kesit)

Arkadaşlarımız kurtuldu. O da yakında belasını bulur

 *Bir gün Hocamız Beylerbeyi'nde bizim eve gelmişlerdi. Oğulları Abdülhakîm geldi, "Baba, [Harbiye kumandanı] Albay Talat Aydemir üç tane arkadaşımızı namaz kıldıkları için Harbiye'den atmış" dedi. Hocamız'ın renginin birdenbire değişmesini Ben orada gördüm. Çok üzüldüler. Durdular, sükût ettiler. Biz korktuk, eyvah dedik. Arkasından, "Arkadaşlarımız kurtuldu. O da yakında belasını bulur, rezil olur" buyurdular. Az zaman sonra darbeye kalkıştı; muvaffak olamayıp idam edildi.

[Hüseyn Hilmi Işık Efendi ile Hatıralar,1.cild,sf:407]

(Damadı merhum Enver Ören beyin hatıralarından bir kesit)

Bazen görmemek daha iyidir

 Bir arkadaş hangi kabre gitse, o kabirde yatan kimseyle konuşuyor; bir şeyler soruyor ve cevap oluyormuş. Yani Kalp gözü açılmış. Ben de Hocamız'a anlattım. "Efendim, arkadaşın hâline, şaşırdım kaldım" dedim. Onların cevabı şöyle oldu: "Bu çok özenilecek, çok istenilecek bir hal değil kardeşim. Çünkü bizim dinimiz görmeyi şart koşmamıştır, iman etmeyi şart koşmuştur. Gördüğü için kendisinde ufak bir benlik, ufak bir üstünlük gelir hepsi gider. Bazen görmemek daha iyidir." Buyurdular.

[Hüseyn Hilmi Işık Efendi ile Hatıralar,1.cild,sf:390] 

(Enver Ören "rahmetullahi aleyh" ağabeyin merhum hocamız Hüseyn Hilmi Işık Efendi ile hatıralarından bir kesit)

Vefâ

Son derece vefâkâr idiler. En başta İslâm âlimleri ve Osmanlılara “Osmanlılar olmasaydı, biz şimdi Müslüman ve Ehl-i sünnet olamazdık” derlerdi. Hocası Seyyid Abdülhakîm Efendinin talebeleri ve aile efrâdına hürmet ve ihsanlarda bulunmayı bir vefâ vecibesi addederlerdi. Bursa’da gezerken rastladıkları, aldığı emre rağmen, sahurda suları kesmeyen ve kendilerine bir bardak çay ikram eden su deposu bekçisini, maaş kuyruğunda sırasını kendilerine veren yüzbaşıyı vefatlarına kadar unutmadılar ve ruhlarına okudular. Hısım akrabayı arayıp sorar; talebelerini gönderip bir arzuları varsa, yerine getirmeye çalışırlardı.

İşbu hikmetli ve faziletli yazı, büyük islam âlimi merhum ve mağfur Hüseyin Hilmi Işık Efendinin mümtaz ve kıymetli talebelerinden nakildir Efendim..

Sen muallim olunca talebeye bol not ver

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gün dergâhın bahçesinde Efendi hazretleriyle oturuyorduk, kanepede yan yana. Bana dönüp; *(Sen muallim olunca talebeye bol not ver. Bu sözümü unutma)* dedi Mübârek. 


Ben de; Efendim, bizi *(Öğretmen)* yapmazlar, bizi *(Hastâne)* lere tâyin ederler, biz *(Eczâcı)* lık yaparız, öğretmen sınıfı ayrıdır, dedim. 


Ben öyle söyleyince, Mübârek gülümsedi ve; *(Sen şimdi eczâcısın, ama zararı yok, öğretmen olunca benim bu sözümü unutma)* dedi. 


Efendi hazretleri vefât etdikden dört *(Sene)* sonra, 1947 de, buyurdukları *(Gerçek)* oldu. Beni, Bursa Askerî lisesi’ne *(Kimyâ)* muallimi olarak tâyin etdiler. 


Bir müddet sonra Genelkurmayda işimiz kalmadı. *(Bu kimyâ mühendisini ne yapalım?)* diye düşünmüşler.


Sonra; *(Askerî mekteplere kimyâ muallimi yapalım)* demişler. Askerî Liseye sokak kapısından girerken, Efendi hazretlerinin bu sözü hâtırıma geldi. 

 

*(Bu sözümü unutma!)* buyurmuşdu bana. Bunu hâtırlayınca hüngür hüngür ağladım. Benim ilerde *(Muallim)* olacağımı haber vermişdi. 


Efendi hazretleri *(Ölüm)* hastalığında sık sık; *(Elhamdülillâh, dünyâdan bir şey götürmüyoruz)* derlerdi. Yatak üstünde konuşurduk. Beni imtihân bile etdi. 


Vefâtına iki *(Gün)* kala, yatağın içinde oturuyordum, o gün de pazardı. *(Bu gün günlerden ne?)* dedi. (Pazar efendim) dedim. 


Peki, Pazar *(Arabca)* mı, *(Farsça)* mı? dedi. Yatakda beni imtihân ediyor. 


Ben de; (Efendim Arabca) dedim. Efendi; *(Ooo olmadı, Fârisîdir)* dedi. Bilemedim orada. İmtihânı kazanamadım.