Enver abi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Enver abi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bizlerin çektiği sıkıntı, Allahü teâlâya olan aşkımızın azlığındandır

 *Enver Ören “rahmetullahi aleyh” Ağabeyimiz* Buyurdu ki:

Bakınız mutlak aşk derecesine kavuşanlara, yani Allahü teâlâya hakiki âşık olanlara, bir sürü dert ve belâ gelir. Aşkı daha ziyade ise, bin türlü dert peşini bırakmaz. Bin türlü. Çünkü dert ve belâlar kemend-i mahbûbdur. Allahü teâlâ, sevdiğine bu belâları verir. Dert sahibi Allahü teâlâyı çok anar. Allahü teâlâ da kendisini çok anmamızı, zikretmemizi ister. Hakiki âşıklar, Allah aşkından, derd ve belâlardan zevk alır. Çünkü dert ve belâları Allahü teâlâ göndermektedir. Meselâ Hazret-i Ali ayağına ok battığı zaman buyuruyor ki, *“Namaza durduğum zamân oku çıkarın. O zamân acı duymam.”* Allahü teâlâya olan aşkı, onun acı duymasına mani oluyor. Bizlerin çektiği sıkıntı, Allahü teâlâya olan aşkımızın azlığındandır. Allah’a şükür, îmânımız var. Îmân eden Allah’ı seviyor demektir. Allahü teâlâ, hiç kendini seven kullarına kızar mı?

Enver ağabeyden bir sohbet

Enver abi buyurdu ki;

Mekkî Efendi vardı, Allah rahmet eylesin Kadıköy müftüsüydü. Bir gün beraber Fatih Câmii’ne vaaza gidiyorduk. Bir çeşmenin önünden geçiyorduk. Metruk, harap olmuş bir çeşme, suyu da akmıyor. Dedi ki bana, “Bak, bu çeşmenin üstünde ne yazıyor?” Okuyamadım dedim. O  okudu. Yazıyordu ki:

*“Acibtü limen talebe’d-dünyâ, ve’l-mevtü yatlübühû*

Şaşarım dünyâya tâlib olana, ölüm de ona tâlibdir.


*Acibtü limen bene’l-kasre, ve’l-kabrü menzilühû*

Şaşarım köşk, kasr, binâ ile uğraşana ki, menzili kabirdir.


*Acibtü limen zenebe ve’r-Rabbü şâhidühû*

Şaşarım günâh işleyenlere, oysa Allah onları görüyor.


 *Ve’l-mevtü bâbün ve küllü’n-nâsi dâhilühû*

Ölüm bir kapıdır, herkes oradan geçecektir.”İnsanlar dünya peşinde, ölüm de onların peşinde koşadursunlar, bir gün gelir ömür biter. Vallahi biter, billâhi biter. Nitekim bitti de. Ben babamdan ayrılacağımı hiç düşünemezdim. On dört, on beş yaşındayken vefat etti gitti. Annemden ayrılacağımı hiç düşünemezdim. O da vefat etti. Şimdi bizim Mücahid, “Ben babamın öleceğini düşünemem” diyordur. Sanki Enver Abi bu dünyada kalacak. Elbet bir gün o da ölecek. Bütün çalışmalarımız, bütün gayretlerimiz, bütün uğraşmalarımız, hem dünyada üç beş gün rahat huzur içinde yaşamak, hem de öldükten sonra rezil ve rüsva olmamak için. Nasıl olmayacağız? Cenâb-ı Hak merhamet etmiş, onları Kur’ân-ı kerîmde bildirmiş. Bize bir dua öğretmiş. Böyle dua okursanız, kurtulursunuz diye. Nedir o dua? 

 O dua Kur’ân-ı kerîmde var: *“Rabbenâ âtinâ fi’d-dünyâ haseneten ve fi’l-âhireti haseneten ve kınâ azâbe’n-nâr: Ey Rabbimiz! Dünyâda ve âhirette ne iyilik varsa bize ver. Âhirette yakma ve bizi ateşten koru.”* [Bakara, 201] Biz yanmayalım diye, böyle dua etmemizi istiyor Cenâb- ı Hak. Ne güzel merhamet. Çünkü Cenâb-ı Hak ezelde, *“Cennet’i de, Cehennem’i de cinnîlerle ve insânlarla dolduracağım”* [A’râf, 18] diye takdir etmiş. Onun takdiri, Onun dediği olur. Fakat kullarının yanmasını istemiyor. Merhameti çok. Bu sefer Peygamberler “aleyhimüsselâm” göndermiş. Kitaplar, âlimler, evliyâlar göndermiş. Kullarım yanmasın istemiş. Kim Onun emir ve yasaklarına uyarsa, kim Onun emrettiği şekilde dua ederse, onlar ateşte yanmayacaklar. Kim inkâr ederse, “Olmaz böyle şey” derse Cehennem’e hazırlansın. Çok pişman olacaklar. Ama dünyaya bir daha gelmek yok ki.

Dine hizmet eden aziz olur

 Enver abi buyurdular ki;

Burada bir arkadaşımız var, onu buradan görüyorum. Allah rahmet eylesin, hanımı vefat etti. Hanımı vefat etmeden birkaç saat evvel, o arkadaş buraya telefon etti ve; bizim hanım çok ağır. Ne yapayım, dedi. Ben de Hocamıza telefon ettim, dua ettiler, Allah selamet-i iman versin, buyurdular. Bu kadıncağız vefatından üç-dört dakika evvel, kocasına diyor ki; Şimdi, şu anda seyyid Abdülhakim efendi hazretlerini görüyorum. Bana diyor ki; Kızım korkma ölümden, gözünden çapak alacak kadar duyacaksın, hiç duymayacaksın. Bu arkadaşımıza; senin hanım ne iş yapardı, diye sordum. Kitap hizmeti yapanlara yemek verirdi, dedi. Mübarekler buyurdular ki; Efendim, Allahü tealanın dinine hizmet eden mücahide bir bardak su veren, asla, ne kabir azabı ne ölüm acısı, ne mahşer azabı, hiç çekmeyecektir. Onlar Arşın altında gölgeleneceklerdir. Bu, Kıyamet ve Ahiret kitabında yazıyor. İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyorlar ki; Bir âlime bir bardak su veren için melekler nida edeceklermiş. Ey, filan âlime bir bardak su veren, gel gel. Sana bugün azap yok. Müjdeler çok. Biz yeter ki, kendimizden vazgeçelim. Bizim için bütün faziletlere, bütün devletlere, bütün nimetlere, bütün güzelliklere en büyük engel, bizim kendimizdir, nefsimizdir.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bu *Büyük*’lerin arzûsunu, isteğini, Allahü teâlâ *Geri* çevirmez efendim. Meselâ Efendi hazretleri buyurdular ki: *Yabancı dil bilseydim, çok faydalı olurdum*. 


İşte efendim, kaç tâne *Yabancı Dil*’de kitaplarımız basıldı. *Otuz*’dan fazla lisânda kitaplarımız, Efendi hazretlerinin bu *Arzû*’su ile teşekkül etdi. 


Onun bu *İsteği* ile tecellî etdi ve dünyânın her tarafına *Yayılıyor*. Her yerde, Efendi hazretlerinin *Rûhâniyeti* ile birlikde okunuyor, seviliyor, elhamdülillah. 


*Yabancı dil bilseydim, çok faydalı olurdum*. Kim buyuruyor bunu? Efendi hazretleri gibi bir *Allah dostu*. Cenâb-ı Hak, onun bu arzûsunu *Geri* çevirir mi efendim? 


*Eshâb-ı kirâm* efendilerimiz, Peygamber aleyhisselâma en çok *Tâbi* olan kimselerdir. Bizim inandıklarımıza, onlar bizzât *Şâhit* oldular, *Gördü*’ler çünkü. 


*Cebrâil* aleyhisselâmı gördüler, *Melek*’leri gördüler, hazret-i *Peygamber*’i gördüler. 

● ● ● 

Size iki emânet bırakıyorum. Bu emânetlerin bir tânesi *Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye*’dir. Çünkü onda, *İlim*, *Amel* ve *İhlâs* çok güzel anlatılıyor. 


İlim, amel ve ihlâs elde etmek istiyen, *İlmihâl*’i elinden düşürmesin. Her vesîleyle bir *Satır*, bir *Sayfa* okursa, hem *İlm*’i artar, hem *Amel*’i artar, hem de *İhlâs*’ı artar. 


İkinci emânet, *Enver âbi*’dir. Enver'in neden muvaffak olduğunun sebeplerini size anlatayım. *Enver*'de üç *Haslet* var, bu üç haslet onu *Muvaffak* ediyor. 


Birincisi, bugüne kadar *Berâber* olduk, yakînen tanıyorum, hiçbir zaman, hiçbir arkadaşı bana *Kötülemedi*. Hiçbir zaman kalbine, bir arkadaşa karşı *Kötülük* duygusu gelmedi. 


Onun *Hücre*’lerinde kötülük duygusu *Yok*. Zâten kötülük yapamaz, hattâ onda kötülük *Düşünce*’si bile yok. Onca *İftirâ*’ya uğramasına rağmen, kimseyi bana kötülemedi. 


İkincisi, onda anlatılamaz bir *Sabır* var. Hattâ bizden daha sabırlıdır. *Kızmak* yok, *Telâş* yok. Hadîs-i şerîfde buyruluyor ki; *Sabretmek, ferahlamanın anahtarıdır!* 


*Enver*'in muvaffakiyetinin üçüncü sebebi de şudur: Bir zamanlar savaş âleti *Ok* idi. Ondan sonra *Kılınç*’lar çıkdı. Daha sonra *Tüfek*’ler, *Tabanca*’lar ve *Top*’lar çıkdı. *Atom bombası* yapıldı. 


Ama şimdi atom bombasının yerini alan yeni bir silâh var. O da, *Tatlı dil* ve *Güler yüz*. Buna diplomasi derler. İşte *Enver*, tatlı dili ve güler yüzüyle, hizmetlerimizi bu *Nokta*’ya getirdi. 


Enver âbi, *Kuleli*'den benim *Talebem*’dir. Talebelerimin içinde en çok *Onu* beğenirdim. Onun için, onu kendime *Dâmâd* seçdim. Bütün bu müesseseleri *Ben* kurdum kardeşim.

Enver abi benim mutlak vekilimdir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Enver âbi* benim mutlak *Vekîlim* dir. O bir şey söyleyince, onu *Ben* söylemiş olurum. Ben öldükden sonra da vekîlimdir. Benim vekîlim bir tâne, o da belli, *Enver âbi*. 


Bir işi *Vekîl* yapınca, o işi *Asıl* yapdı denir. Allahü teâlâ, Enver âbiyi bize yardımcı yaratdı. Sizi de hepinizi, Enver âbi ye yardımcı yaratdı. 


Bülbülsüz kafes nasıl olur? Enver âbisiz *Gazete*, bülbülsüz *Kafese* benzer. 


İnşallah bugün *Bülbül* gelir Amerika’dan. Sıhhatle, selâmetle gelir de, kafesimiz şenlenir. Gazete şenlenir inşâallah. Allahü teâlâ buyuruyor ki: 


*Ben affedeceğim, fakat afv olmayı istiyen afv olur, mağfiret istiyen mağfiret olur. Siz istiğfâr okuyun ki, ben de sizi afv edeyim!* diyor. 


Onun için Allahü teâlâdan *Ümit* kesmek olmaz. Hattâ O’nun mağfiretinden ümit kesmek, *Küfr* olur mâzallah. 


Ne büyük *Ni’met* yâ Rabbî! Elhamdülillah. İslâm âlimlerinin kitapları dünyâya yayılıyor. Arkadaşlar gitmişler Beşiktaş’da bir *Kur’ân kursu* na. 


Kursta, *Bin talebe* varmış. Herbirine kitaplarımızdan birer tâne vermişler. Kitaplarımız *Bin eve* giriyor, ne büyük *Ticâret*, ne büyük *Kazanç*. 


Allahü teâlâ bu hizmetleri kime nasîb etdiyse, gece gündüz *Şükr* etsin kardeşim. Bu kitapları basdıranlar, yükliyenler, yayanlar, götürenler, hepsi *Sevap* kazanıyorlar. 


Şoförleri dahî bu *Hizmet* lere, bu *Sevap* lara dâhil. Ne büyük hizmet yâ Rabbî! 


Hele bu *Fitne* zamânında, bu hizmetleri yapmak, cenâb-ı Hakkın çok büyük bir *Lutf-ü ihsânı* kardeşim. Çok seviniyoruz, çook. 


Öyle ki, *Sevincim* den dünyâyı unutdum. Hiç, dünyâ varmış, yokmuş, hâtırıma gelmedi, o kadar çok *Sevindim*, elhamdülillah. 

● ● ● 

Hastalıklar, Cenâb-ı Hakkın mü’minlere lutfüdür. Âhiretde; *Âh keşke biraz daha hastalık çekseydim de, daha çok ni’mete kavuşsaydım!* diyecekler. 


Cenâb-ı Hak’dan gelen her şey, bize *Şer* gibi gelse de, aslında *Hayr* dır. Yeter ki, biz sebebiyet vermiyelim. 


Kur’ân-ı kerîmde; *Ve mâ zalemehümullah!* buyuruluyor. Yâni Allahü teâlâ kullarına *Zulm* etmez. *Kötülük* yapmaz, *Zarar* vermez. 


*Ve lâkin kânû enfüsehüm yazlimûn!* Ve lâkin onlar, benim emir ve yasaklarıma uymadıkları için, kendi kendilerine *Zulm* ediyorlar.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Ankarada, gazetemizin bir abonesi, rüyâsında, örtülü, nûr yüzlü bir *Teyze* yi görmüş, meğer o, Enver âbinin *Annesi* ymiş. O kimseye demiş ki: 


Oğlum Enver'e söyleyin, Çankaya semtinde, uzun uzun sütunlar, direkler varmış. Çocuklar, oraya tırmanıp tırmanıp yere düşüyorlarmış. Çoğunun kolu bacağı kırılmış. 


Oğlum Enver'e söyleyin de bir *Hastâne* yapdırsın, o insanları *Tedâvi* etdirsin, demiş. İşte, Enver âbi, *Türkiye Hastânesi* ni bunun üzerine kurdu kardeşim. 

********

Allahü teâlâ, müslümânlara her ihtiyâcını gönderse, kâfirlere göndermese, o zaman arada *Fark* olur. Hâlbuki cenâb-ı Hak *İmtihân* ediyor. 


Biz müslümânlar da sebebe yapışacağız, fakat sebebin te’sîrini *Allah* dan bekliyeceğiz. Onlar, *Sebep* den bekliyor, aradaki fark bu. 


Görünüşte aynı. Onlar da sebebe yapışıyor, biz de. Ama onlar, *Sebep* den bekliyor, biz ise *Müsebbib* den bekliyoruz. Müsebbib, *Allahü teâlâ* dır. Sebepleri gönderene, *Müsebbib* denir. 


Bu dünyâ fânî, her şey geçer. Ne *Beyi*, ne *Paşası*, hiç kimse kalmaz bu dünyâda. Gördüklerimizden, tanıdıklarımızdan kimler gitdi, kimler gitdi. 


Her şey geçer gider, fakat büyüklerimizden gelen *Feyz* ve *Nûr* ayrı, o geçmez, o gitmez. 

********

Dünyâda kimi severseniz, âhiretde de onun yanında olacaksınız. *Hadîs-i şerîf* bu. *El mer’ü me’a men ehabbe* İnsan dünyâda kimi severse, âhiretde de onun yanında olacak. 


Bu, büyük bir *Müjde* bizim için. Biz onları seviyoruz. İnşallah dünyâda onların *Himmet* leri bizimle berâber olduğu gibi, âhiretde de *Şefâat* leri olacak, kendileri bize yardım edecekler. 


O büyüklerin *Rûhâniyet* leri şimdi burada hazır. Onların rûhâniyetleri hâzır olur. O gün de hepimize *Şefâat* leri olur inşallah. 


Ben yukarı gidiyorum, size, *Enver âbi* yi vekîl bırakıyorum. Enver âbi den gelir *Feyz* ler.