edep etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
edep etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Edep

 Adem oğlunun edepten nasibi yoksa insan değildir. İnsan ile hayvan arasındaki fark edeptir.

(Şems-i Tebrizi hazretleri)

Edeb

 Edeb, haddini, sınırını bilmektir.Dinini öğrenmeyen sınır tanımaz..

(Seyyid Ahmet Mekki Efendi “rahmetullahi aleyh” hazretleri)

Edebe riayet

 Cenab-ı Hakk’a kavuşturacak her çeşit ibadet, her çeşit kemâlat üstünde, ilk sırada sohbet gelir, ama şartı ağırdır. O da edebe riayettir. Zerre kadar edeb dışına çıkılırsa istifade edilemez.

(İmam-ı Rabbani hazretleri kuddise sirruh)

Tarikatte sahih olan edeb

 Her tarikatte sahih olan edeb, şerîatin bildirdiği edebdir. Dînin edebi ile edeblenen doğru yola girmiştir. Onun maksadına kavuşması umulur. Dînin edebi ile edeblenmeyen yolunu kaybeder, sapıtır. Gâyesine ulaşamaz.

(Seyyid Hüseyin Burhâneddîn Efendi hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Edeb ve hayâ

 Edeb ve hayâ, Müslümanın ziynetidir. Edebi olmayan, Allahü teâlânın sevgisine kavuşamaz.Edeb, büyüklerin emrine Peki demektir.Söz dinlemeyenin edebli olmasından bahsedilemez.

(Seyyid Abdülhakim-i Arvasi “kuddise sirruh” hazretleri)

Esmâ-i hüsnâ ve tâzim

 Esmâ-i hüsnâdan her birini söyledikten sonra celle celâlüh gibi tâzim, hürmet (saygı)ifâdesini de söylemelidir. Yoksa edebe riâyet edilmemiş olur. 

(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri kuddise sirruh)

Edebi terk etmek

 Edebi terk etmek, huzûrdan kovulmayı gerektiren bir sebebtir. Huzûrda edepsizlik yapanı kapıya, kapıda edepsizlik yapanı hayvanlara bakmak için ahıra gönderirler.

(Ebû Ali Dekkak hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Edebe aykırıdır

 Dostlarına, nereye gittiklerini ve ne iş yaptıklarını suâl etmek edebe aykırıdır.

(Bündar bin Hüseyn hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Edebe riâyet etmeksizin evliyâya hizmet

 Edebe riâyet etmeksizin evliyâya hizmet eden kimse helak olur. Ondan istifâde edemez.

(Ebû Abdullah-ı Rodbârî hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir arkadaşımız, hanımı ile berâber, bir *Amerikalı* komşusunun evine ziyârete gitmiş. Ayrı oturmuşlar, ama arkadaşın hanımı mantosunu çıkarmamış. 


Öyle giyimli vaziyetde oturmuş. Amerikalı komşu kadın sormuş. *Niye mantonuzu çıkarmıyorsunuz?* demiş. O hanım da, *Çıkarmasam daha iyi*, demiş. 


Çünkü bizim *İlmihâl* de okumuş ki; *Kâfir kadın, erkek hükmündedir. Onun için müslümân bir hanım, onlara karşı da örtülü olması lâzım*. 


Doğru, biz *İlmihâl*’de böyle yazdık. Fakat sonra bakdık ki, *Hanbelî* mezhebinde bu böyle değil. Hanbelî mezhebinde, kâfir kadın, erkek hükmünde değil. 


Yâni müslümân bir hanım, gayr-i müslim bir kadının yanında başı açık, mantosuz oturabilir. Ancak bir şartla, hanbelî mezhebini *Taklîd* etmesi lâzım. 


Yâni bunu düşünürse, *Câiz* olur efendim. İlmihâli yazdığımızda, böyle şeyle karşılaşmamışdık. Sonra böyle bir *Suâl* gelince, cevâbını kitaplarda aradık, bulduk elhamdülillâh, Bu, büyük *Kolaylık* kardeşim. 


Ben Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerinden çok istifâde etdim, ama bir özelliğim vardı benim, çok *Terbiyeli* idim. Edebi gözetmeye çok îtinâ ederdim. Hattâ korkardım efendim. 


Bir edebsizlik yaparım da Abdülhakim Efendi hazretleri üzülür, hattâ *Git, bir daha gelme!* der diye titrerdim, ödüm kopardı. Bu yolda *Edeb*, çok mühim kardeşim. 


Kim olursa olsun, bir milim edebe riâyetsizlik, herşeyi siler atar. *Şâh-ı Nakşibend* hazretlerine sormuşlar, Efendim, sizin yolunuzun başı nedir? demişler.


Mübârek buyurmuş ki: *Edeb’dir*. Ortası nedir? demişler, *Edeb’dir* buyurmuş. Sonu nedir? demişler, yine aynı cevâbı vermiş mübârek, *Edeb’dir* buyurmuş. 


Bu defâ sebebini sormuşlar. Cevâbında; *Çünkü edebe riâyet etmiyen kimse, Allah dostu olamaz, mü’min, edeb sâhibidir*, buyurmuş.

İlla edep,İlla edep !!!

Her konuda haddini bilip, sınırı aşmamak, insanlara iyi muâmelede bulunmak, sünnet üzere yâni Peygamber efendimizin buyurduğu ve davrandığı gibi hareket etmek, hatâya düşmekten sakınılacak şey, terbiye, güzel ahlâka edeb denir.

Edeb, güzel terbiye, iyi davranış, güzel ahlâk, hayâ, nezaket, zarafet gibi manalara gelir. Mesela terbiyeli çocuk, edebli çocuk demektir. Hadis-i şerifte, (Evladınıza ikram edin, edebli, terbiyeli yetiştirin!) buyurulmuştur. Âdab, edebler, güzel huylar, iyi haller ve davranışlar; her konuda haddini bilip sınırı aşmamak demektir.
Dinimiz İslâmiyet, baştanbaşa edebdir. Edeb, kulun kendisini Cenab-ı Hakkın iradesine tabi etmesi, güzel ahlâklı olmasıdır. Hadis-i şerifte, (Sizin en iyiniz, ahlâkı en güzel olanınızdır.) buyuruldu.
Hazreti Ömer,  radiyallahu anh (Edeb, ilimden önce gelir) buyurdu. Çok heybetli olmasına rağmen, edebinden, hayâsından Resulullahın sallallahü aleyhi vesellem huzurunda çok yavaş konuşurdu. Peygamber efendimiz de, bir kimsenin yanında iki diz üzerine oturur, ona saygı olmak için mübarek bacağını dikip oturmazdı. Hadis-i şerifte, (Resulullahın hayâsı, bakire islâm kızlarının hayâsından çoktu) buyuruldu. İbni Mübarek hazretleri buyurdu ki: (Bütün ilimleri bilenin eğer edebinde noksanlık varsa, onunla görüşmediğime üzülmem, bunu kayıp saymam. Fakat edebli ile görüşemesem üzülürüm.)

Hikmet ehli buyuruyor ki:
İlim gibi edeb de, öyle bir hazinedir ki, onu hiçbir hırsız çalamaz. Din ve dünya güzelliği bundadır. İnsanı hayvandan ayıran edebdir.
İnsanlar edebe ilimden çok daha fazla muhtaçtır.
En büyük edeb, ilâhî hududu muhâfaza etmek, gözetmek yani Allahü teâlânın emirlerine uymak, yasaklarından sakınmaktır.
Bir kimsenin edebli olması, kalbinin iyi olduğunun, sağlam yani hasta olmadığının ve akıllı olduğunun alâmetidir.

İnsan edeb ile dünyâ ve âhirette yüksek derecelere kavuşur.

Edeb ehli mazlumdur, zalim olmaz,
Edebsiz ilim öğrenen âlim olmaz.

İlim meclislerinde aradım, kıldım taleb,
İlim geride kaldı ille edeb ille edeb.

Edeb bir tâc imiş nûr-i Hüdâdan
Giy ol tâcı emin ol her belâdan

Edeb bu kadar önemli olmasına rağmen, emredileni yapmak edebden önce gelir. (Emre uymak, edebi gözetmekten önce gelir) sözü meşhurdur.

İslam âlimleri, (Edep, haddini bilmektir) buyuruyorlar. Yani, kendi konumunu, yetkisini, sınırlarını bilmektir; ben ne yapabilirim, ne konuşabilirim, ne yiyebilirim gibi, her hususta hakkını ve sınırlarını bilmektir. Bunun sınırını da, dinimiz bildirmektedir. Yani dinimizi bilmeyenin edepli olabilmesi imkansızdır. Gayrimüslimlerin giyimleri oturmaları, kalkmaları, aile hayatları, yaşantıları buna güzel örnektir. Ölçüleri olmadan tamamen nefsani odaklı yaşarlar. Anne baba evlat ilişkileri, karı koca arasındaki ölçü  ve yaşantıları, diğer insanlarla olan gerek yakın gerek uzak ölçüsüz sınırsız irtibat ve ilişkilerini incelediğimizde hayvanlarla ne kadar benzerlik oluşturduklarını da görmekteyiz. Zaten kendilerini de yani kendilerine göre insanı tanımlarlarken düşünen hayvan, konuşan hayvan vs. gibi gruplamışlardır. Bilimsel gruplamalarında insanı omurgalı hayvanlar sınıfında göstermektedirler. (Belki insanın alemi halktan olan kısmı için elde olmadan böyle katagorize etmişlerdir desek de edebe uymamaktadır, insanın alem-i emrden olan özelliği de dikkate alınarak gereken yerine yerleştirilmelidir) İslam alimlerinin insana yaklaşımı böyle mi? Bir düşünelim.

Selef-i Salihîn, din büyüklerimiz edebe muhalif en ufak bir hareketten, adetâ büyük bir günahtan kaçarcasına sakınırlar, edeblere de adetâ farz imiş gibi ehemmiyet verirlerdi.

Ebu Osman Hazretleri buyurdu ki; Allahü teala’ya karşı edep, O’ndan devamlı bir şekilde korkmak ve O’nu murakabe etmekle olur. Resulullaha karşı edep ise, sünnet-i seniyyeye sıkı sıkıya yapışmakla yerine getirilebilir.
            Evliyaya karşı edep, onlara hizmet etmekle ve hürmet göstermekle yerine getirilir. Çoluk çocuğa karşı edep, onlara güzel ahlakla muamele etmekle yerine getirilir.
            Arkadaşlara ve dostlara karşı edep, onlara karşı güler yüzlü olmakla yerine getirilir. Cahillere karşı edep ise, onlara dua etmekle ve onlara acımakla yerine getirilir.

Edep insanın yaşantısının tümünü içine alır. Her hareketin her fiilin edebi vardır. Dinimiz hepsini açıklamıştır. Nasıl yemek yenir? Kimlerle nasıl konuşulur? Nasıl Oturulur?
Nasıl yürünür? Nasıl uyunur vs. gibi.

Mesela;
İnsanlarla Oturmanın Sünnet Ve Edebleri Alimler tarafından şöyle bildirilmiştir;
            Müslüman kişi, din kardeşleri ile otururken abdestli olur, yanlarına gitmeden önce üstünü başını temizler, düzeltir, güzel elbiselerini giyer. Yaşı büyük olanlara, oturmada öncelik ve iyi yeri verir. Ancak küçük yaşta daha âlim ve elem ise ona da büyük gibi davranır. Yürürken, yaşlı olanın önünden gitmez. (Tehlikeli durumlar ve ihtiyaç durumu hariç) Yaşlı olandan önce de konuşulmaz (ihtiyaç durumu hariç).
Büyüklerimizin yanında ve toplu yerlerde yüksek sesle konuşmamalıdır.
Büyüklerimizin ve hiçbir kimsenin yanında bacak bacak üstüne atarak oturmamalıdır. Bu şekilde alışan bir kimse farkına varmadan hocası, yaş ve ilim bakımından hürmet edilmesi gereken kimseler yanında da böyle yapar.

Büyüklerin huzurunda edebli vakarlı bulunmalı, uygunsuz hareketlerden sakınmalıdır. Eshâb-ı kiram, Resulullah “sallallâhü aleyhi ve elem” Efendimizin huzurunda adetâ başlarının üzerinde uçacak bir kuş varmış gibi edeb ve vakarla bulunurlardı. (Ulema yanıda diline, evliya yanında, kalbine, sofrada eline, misafirlikte gözüne ve sözüne sahip olmalı. İşini, eşini, aşını, bilhassa haddini bilmelidir) demişlerdir.

 Birinin kapısına varıldığında edeb;
(Hadîka)da, dil âfetlerinin sonunda diyor ki, (Birinin evine, odasına, bahçesine girileceği zemân izn istemek vâcibdir. Kapıya vurarak, zili çalarak veya seslenerek, meselâ selâm vererek izn istemeden içeri girmemelidir. Ana baba, çocuğunun, çocuk, bunların odasına gireceği zemân da izn istemelidir, izn üç defa istenir. Birincisinde izn verilmezse, bir dakika kadar sonra, ikinci defa istemeli, yine verilmezse, üçüncü defa istemelidir. Yine izn verilmezse, [dört rek'at nemâz kılacak kadar beklemiş ise], içeri girmemeli, gitmelidir. Kapı aralanırsa, aradığı kimseyi sormadan önce, kendini tanıtmalıdır. İçeri girmeğe rızâsı olduğu bilinen kimsenin yanına izn almadan girilebilir).

Konuşurken ve Telefon ederken edeb;
Az konuşmalı ve daima hayır söylemelidir. Büyüklerin yanında onların izni olmadan söze başlamamalıdır. Herkesi rahatsız edecek şekilde bağırarak , yüksek şekilde konuşmamalıdır. Konuşurken gıybet etmemeli, kimseyi çekiştirmemelidir. Kimse ile alay etmemeli, başkalarını güldürmek için bile olsa yalan söylememelidir. Müstehcen ve argo kelimeler kullanmamalıdır. Kibar ve nazik konuşmalıdır.

Yatıp Kalkarken Edeb
Yatağa girerken Eûzü-Besmele okumalı, tevbe istiğfar etmeli, erken yatıp erken kalkmalıdır. Geceleyin lüzumsuz ve boş konuşmalarla vakit geçirip geç yatmamalıdır. Geç yatılırsa sabah namazına kalkmak zorlaşır. Yatarken sabah namazına kalkmak için saati kurup yatmalıdır. Bu tedbiri almadan yatıp sabah namazına kalkamazsa günahkar olur. Abdestli olarak yatmalıdır. Yatarken (Âyetel kürsi), (felak),ve (nâs) sûrelerini okuyarak yatmalıdır.
- Yatağımızdan kalkınca yataklarımızı düzeltip öyle odayı terketmeliyiz.

Yerken ve içerken edeb
Yemekden önce elleri yıkamalı, yemeğe tuzla ve besmele ile başlamalı ve sağ elle yemelidir, Yemekden sonra Elhamdülillah demelidir.
- Ayakta bir şey yememeli, ve içmemelidir. Ayakta yemek ve içmek insanın vakarını giderir.
Şafii Mezhebinde ayakta yemek yiyenin şahitliği kabul olmaz.
-  Sofra'da çirkin şeyler konuşmamalı,  konuşurken de,  ağzımızdan etrafa yemek parçaları saçmadan dikkatli konuşmalıyız.

Misafirlikte yemekden sonra ev sahibine, bereket, rahmet ve mağfiret ile düâ edilir. Sonra, gitmek için izin istenir.

Camide edeb
Camiye sağ ayakla girip sol ayakla çıkmalıdır. Camiden ve mescidden çıkarken ayakkabıları yukardan yere atmamalı, yavaşça yere koyup öyle giymelidir.

Camide lüzumsuz konuşmamalıdır. Câmi'e girince, dünyâ kelâmı söylememelidir. Resûlullah "sallallâhü aleyhi ve sellem" buyurdular ki: (Cami'de dünyâ kelâmı söyleyen kimsenin ağzından fena bir koku çıkar. Melekler derler ki, yâ Rabbî, bu kulun câmi'de dünyâ kelâmı söylemesinden dolayı, ağzından çıkan koku bizleri rahatsız ediyor. Hak teâlâ hazretleri buyurur ki, "İzzetim, celâlim hakkı için, onlara yakında büyük bir bela veririm.)
Mescide girince , önce (Tehıyyetül mescid) denilen iki rek'at namaz kılıp veyâ başka ibâdet edip, sonra dünyâ kelâmı konuşmak caizdir.] [İslam ahlâkı / 413]

Kıbleye karşı edeb
Kıbleye karşı tükürmemelidir.
Menkıbe:  Bîrgün Cüneydi Bağdadî'ye "rahmetullahi aleyh" bir zatın kerametinden bahsettiler. O da, ziyaret etmek istedi. Kalkıp talebeleri ile birlikte O’nun bulunduğu tarafa doğru yola çıktılar. Biraz uzaktan bahsedilen kimsenin gelmekte olduğunu, fakat kıbleye karşı tükürdüğünü görünce, hemen geri döndü, Talebeleri dediler ki:
 - Efendim niçin geri döndünüz? Cüneyd-i Bağdadi "kuddîsesirrûh" cevabında buyurdular ki :
 - Kıbleye karşı tükürmek gaflettir, Gafil bir kimsede ise keramet olmaz.
Camide ve her yerde, kıbleye karşı ve kimsenin yanında ayakları uzatarak oturmamalıdır. Cüneyd-i Bağdadi hazretleri ; "Gece ve gündüz, hangi saatte olursa olsun ayağımı uzatmaktan abdestsiz veya cünüp olduğum halde uyumaktan, Rabbimden haya ederim. Çünki Allahü teâlâ bizi her an görmekte, sesimizi duymakta, hallerimizi ve hareketlerimizi görmektedir." buyurmaktatır.

Su içerken edeb
Su içerken bir solukda içmemeli, üç defada içmeli! Terli iken, soğuk su içmemelidir.
Bir toplantıda su istendiği zemân, baş tarafdan su vermeğe başlamalı, sağdan dolaşmalıdır. Suyu ayakta içmemelidir. Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Su içeceğiniz vakt, ayakda içmeyiniz! Vücûdunuza zararlıdır. Yalnız abdestden artan su ve zemzem-i şerif ayakda içilir.)

Yolda , evde ve iş yerinde edeb:
Pazar yerinde gezerken kimseyi rahatsız etmemeli. Sokaklarda sümkürmemeli, tükürmemeli, kimse ile alay etmemelidir. Yürürken ve insanlara karşı (onların göreceği ve özeneceği şekilde ortalıkta) yemek yimemeli. (Eskiden lokantalar yol üzerinde açıktan yemek verecek tarzda değildi) Kimse ile kavga etmemeli, dostla da, düşmanla da münakaşa etmemelidir.! Satdığın eşyayı geri getirirlerse red etmemeli, yalan söylememeli, haram yimemeli ve kimseyi aldatmağa kalkışmamalıdır.
Dükkânını Besmele ile açmalı ve kapamalıdır. Yenecek bir şey alındığı zaman, bir şeye sarmalı ve örtülü şekilde eve götürmelidir.! Eve gidince, çocukları herhangi bir şeyle sevindirmelidir. Müsait zemânlarında ilmihâl öğrenmeli ve öğretmelidir.
Bir kimse ile yolda arkadaş olunca, onun yürüdüğü kadar yürumeli, onunla konuşurken, sağa sola bakmamalıdır. Ondan ayrılınca, erkence yanına dönmeli, onu bekletmemelidir. Arkadaşın hakkını gözetmeli, gücendirmemelidir. Nemâzları onunla cemâ'at yaparak kılmalıdır. Ayrılırken onunla helâllaşmalıdır.

Hamamda ayıp yerlerini (yani, göbeğinden dizkapağına kadar olan yerlerini) muhakkak örtmeli, kimsenin avret mahalline bakmamalıdır. Elbisemizi ve pijamamızı giyerken herkesin ortasında avret yeri görünecek şekilde giymemeliyiz. Başkasının yanında kısa şort ile durmamalı, avret yerlerimizi kimseye göstermemelidir.

Peygamber efendimiz "sallallâhü aleyhi ve sellem" buyurdu ki: (Âhır zemânda ümmetimin erkeklerinin, avret yerleri örtülü olarak da hamama gitmeleri haram olur. Çünki, orada avret mahalleri açık olanlar da bulunur. Avret yerlerini açanlara ve başkasının avret yerine bakanlara, Allah la'net eylesin!)  [Seâdet-i Ebediyye / 573]

Hasta ziyaretinde edeb:
Bir hastanın ziyaretine gidip, kapıya varınca, içeri girmeğe izin istemeli. Besmele ile girmelidir. Hastanın sağ tarafına oturmalı, içeri girince selâm vermeli, hâl ve hatırını sormalıdır. Hastalığı ile ilgili bir ilâç biliniyorsa, söylemeli. Kelime-i şehâdet getirerek ona duyurmalı ve âcil şifâlar dilemelidir. Hastanın yanında fazla oturmamalı. Bir ihtiyâcı varsa yapmalı. Ayrılırken kendisine acele sıhhat bulması için düâ eylemelidir.

Aile fertlerine karşı edeb:
Aile fertlerini güzelce idare etmeli. Tatlı nasihat ederek, Allahü teâlânın emrlerini onlara öğretmelidir! Gusl abdesti almasına, nemâza devam etmesine çok dikkat etmelidir. Her ihtiyâcını, idaresini halâlden te'mîn etmeli! Onlara haram lokma yidirmemelidir! Hanımını tarlada, fabrikada çalışdırmamalı! Onun kazandığı, onun mülkü olur. Rızâsı olmadan elinden almak, haramdır. Hanımına kızınca, döğüp seni boşarım gibi kelimeler kullanmamalı ve kötü ve üzüleceği sözler dememeli söğmemelidir. Evine çalgı, içki sokmamalı! Ailenin sırrını başkasına açmamalıdır.

Eve girme ve çıkma edebi
Evine Besmele ile girmeli! Eğer zemânın müsâid ise, ihlâs sûresini okumalıdır.! Peygamberimiz "aleyhisselâm" buyurdu ki: (Eve girerken ihlâs-ı şerifi okuyan, yoksulluk görmez!) Eshâbdan Süheyl "radıyallahü anh", Peygamberimizin "aleyhisselâm" bu tavsiyesi üzerine zengin olmuşdur. Eve girerken sağ ayakla içeriye girmeli ve selâm vermelidir.! Evde kimse yoksa, şu sekide selâm verilir: "Esselâmü aleynâ ve âlâ ibâdillâhissâlihîn." Bununla beraber, bir kerre (Kulhüvallâhü) sûresi ve bir kerre de (Âyetel kürsî) okunursa eve şeytân giremez. Her neye başlanırsa Besmele ile başlamalı! İşe ve yemeğe sağ elle başlamalı! Yemeğe hep beraber oturmalıdır. Yemekden sonra, düâ etmelidir.

Umumî yerlerdeki edeb
- Heladan çıktığımızda, temizleyip, su döküp öyle çıkmalıdır. Girdiğimiz de helayı nasıl bulmak istiyorsak öyle bırakmalıyız.
- Dışarda yürürken evlerin pencerelerine bakmamalı.
Birbirimizle konuşurken kaba sözlere mesela; oğlum, lan, ulan gibi argo sözlere ağzımızı alıştırmamalıyız.
Elimize geçen çöp parçalarını sağa sola atmamalıyız.


İmâm-ı Rabbânî hazretleri; "Edebe riâyet etmeyen hiç kimse, Allahü tealaya kavuşamaz, yâni velî olamaz. Din büyüklerinin yolu baştan sona edeptir. Buyurmuştur.

(Allahü tealanın rezil etmek istediği kul, ilim ve edepten mahrum kalır.) [İbni Neccar]

Günümüzde dinimizin bir çok emirleri ve gösterdiği güzel yaşantının unutulduğuı gibi edep de unutulmaya yüz tutmuş olup bu kıymetli cevher yani insanın insan yapan, dünyada huzur ahırette ebedi seadete götürecek olan bu güzel hasletler ortadan toplumdan kalkmaya başlamıştır.

Şerefül insan bil ilmi vel-edep, la bil mal-ı vel haseb.]Yani insanın şerefi, kıymeti, ilmi ve edebi ile ölçülür. Malı ve baba ve dedeleri ile değil!

Babanın, çocuklarına ilim, edep ve sanat öğretmesi farzdır. Önce, Kur'an-ı kerim okumasını öğretmelidir. Sonra imanın ve İslamın şartlarını öğretmelidir. [Çocuk Kur'an-ı kerim okumasını ve din bilgisini öğrenmeden mektebe gönderilirse, artık bunları öğrenecek vakit bulamaz. Din düşmanlarının tuzaklarına düşerek, onların yalanlarına, iftiralarına aldanır. Dinsiz ve İslam ahlakından mahrum olarak yetişir. Dünyada ve ahirette felaketlere sürüklenir. Cemiyete ve millete zararlı olur. Kendine ve başkalarına yapacağı kötülüklerin günahları, anasına babasına da yazılır. Çocuğunu, din bilgilerini öğretmeden önce, kafirlerin, Hıristiyanların mekteplerine göndermenin büyük zararları, (İrşad-ül-hiyara fi-tahziril-müslimin min medarisin-Nasara) kitabında uzun yazılıdır.

Edep, öğretilmez, öğrenilirmiş. Meselâ, çocuğa desen ki, “Edepli ol! ”, çocuk bir şey anlamaz. Fakat anne baba yemesinde, içmesinde, giyinmesinde edepli olursa, çocukları da edepli olur.

Dedelerimizin Dinimize Karşı İlim Ehline Karşı Allah Dostlarına ve Allahü tealanın değer verdiklerine karşı edebi de hayranlık uyandıracak cinstendir:

Şair Nâbi’nin Sakın Terk-i Edepten diye başlayan şiirinin yazılması sırasında yaşananlar malumdur.

Şair Nabi İle İlgili Tarihi Olay:

Merhum Şâir Yusuf Nâbî , 1678 yılında bir kafile ile hacc yolculuğuna çıkmıştı. Kafilede devletin ileri gelen paşaları da bulunuyordu. Kafile hicaz bölgesine girince Hazreti Peygamber'i sallallahü aleyhi ve sellem ziyaret aşkı Nâbî'yi iyice sardı. Öyle ki, vücudu bir hoş oldu, uykusu kaçtı, hiç uyumadı. Bir gece yarısı kafile Medine-i Münevvere'ye yaklaştı. Kafilede bulunan Eyüplü Râmi Mehmed Paşa o esnada kıble tarafına doğru ayaklarını uzatmış uyuyordu. Rasul-i Kibriya'nın beldesine girerken gördüğü bu manzara Nâbî'ye hiç de hoş gelmedi. Paşayı uyandıracak bir şekilde şu meşhur beyitleri söylemeye başladı:

Sakın terk-i edepten, kûy-i mahbûb-ı Hüdâdır bu!
Nazargah-i ilahîdir, Makam-ı Mustafadır bu.
Mürâât-ı edep şartıyla gir Nabî bu dergaha,
Metâf-ı kudsiyadır, bûsegâh-ı enbiyadır bu.

Açıklaması şöyledir: Edebi terketmekten sakın! Zira burası Allahu teala'nın Habibinin beldesidir.
Burası, Hak Teala'nın devamlı nazar kıldığı bir yerdir; Muhammed Mustafa'nın sallalahü aleyhi ve selem makamıdır. Ey Nâbî, bu dergaha edebin şartlarına dikkat ederek gir. Sakın edebi basite alma. (Bunu da ayrı bir edeple söylüyor “Mürâât-ı edep şartıyla gir Paşa bu dergaha” demiyor, Edep şartıyla gir ey Nabî diyor) Burası, büyük meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, peygamberlerin eğilip eşiğini öptüğü bir yerdir.
Bu beyitleri işiten paşa, gözünü açtı, hemen kendine geldi, ikazın sebebini anladı, ayaklarını topladı, doğruldu. Nâbî'ye dönerek:
- Ne zaman yazdın bunları? Senden başka duyan oldu mu onları? diye sordu. Yusuf Nâbî:
- Bunları daha önce herhangi bir yerde söylemiş değilim. Şimdi, sizi bu halde görünce elimde olmadan yüksek sese söylemeye başladım. İkimizden başka bilen yok! dedi. Paşa:
- Öyleyse bu aramızda kalsın, diye ikaz etti. (Çünkü paşa da hayâ sahibiydi, utanmıştı, bu edepsizliği başkasının duymasını istemiyordu) Nâbî sustu, yola devam ettiler. Kafile, sabah ezanına yakın Hazreti Rasulullah'ın sallallahü aleyhi ve selem mescidine yaklaştı. Bir de baktılar ki, mescidin minârelerinden müezzinler, ezandan önce, Nâbî'nin: "Sakın terk-i edepden..." beytiyle başlayan nâtını okuyorlar. Nâbî ve paşa hayret ettiler. Mescide girdiler, namazı kıldıktan sonra, hemen müezzinin yanına koştular. Nâbî, heyacanla:
- Allah adına, peygamber aşkına söyle, sen ezandan önce okuduğun o beyitleri kimden, nereden ve nasıl öğrendin? diye sordu. Müezzin önce cevap vermek istemedi, Nâbî ısrar ve rica etti. Bunun üzerine müezzin:
- Resûl-i Kibriya (sallalahü aleyhi ve sellem) Efendimiz, bu gece bütün müezzinlerin rüyasını şereflendirerek: "Ümmetimden Nâbî isimli birisi beni ziyarete geliyor. Bana olan aşkı her şeyin üzerindedir. Kalkın, ezandan önce, onun benim için yazdığı beyitleri okuyarak kendisini karşılayın, mescidime girişini kutlayın"! buyurdu. Biz de Efendimizin emirlerini yerine getirdik, dedi. Nâbî, hepten şaşırdı ve heyecanlandı, dayanamayıp ağladı. Göz yaşları içinde müezzine tekrar:
- O iki cihanın Efendisi, gerçekten Nâbî mi dedi, o benim ümmetimdendir mi buyurdu? diye sordu. Müezzin:
- Evet, Nâbî dedi, o benim ümmetimdendir buyurdu, deyince, Nâbî bu iltifata daha fazla dayanamadı, sevincinden düşüp bayıldı. Bir zaman sonra ayıldığında paşayı ve müezzini yanında ağlarken buldu.

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve selem ve eshab-ı kiramın hatıralarına gösterilen saygıya Topkapı sarayında saklanan mübarek emanetler örnektir. (Tozunu bile muhafaza etmişler ortalığa atıvermeyip özel kuyu hazırlamışlar oraya boşaltıyorlarmış).
Abdülhamid Hanın Medine’ye yaklaşan demiryolunun altına keçe döşetmesi. Bu tip örnekler tarihimizde çok fazladır.

İffetli olmak hayâ sahibi olmak da çok mühimdir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Haya ile iman, ikiz kardeştir. Biri giderse diğeri de gider.) [Ebu Nuaym]

(Haya imandandır. Hayasızın imanı yok demektir.) [İbni Hibban]

(Hayasızın dini olmaz ve hayasız kişi Cennete giremez.) [Deylemi]

İnsana en büyük zarar, kötü arkadaştan gelir. Kötü arkadaşlarla düşüp kalkan, kılavuzu karga olan nasıl her zaman temiz olabilir?  [Şeytan insanı haddini aştırmak için saptırmak için birçok vesveseler verir, (Adem aleyhisselama cennetteki yasak meyveden yemesi için uğraşması gibi). İnsana haddini aştırmada yanlışa sevk etmede başarılı olmazsa kötü çirkin örnekleri kullanır, kötü arkadaşları kullanır hatta en yakın kötü arkadaşlarını kullanır]

[İman ile haya yan yana duramıyorsa o zaman şeytan ve yandaşları yani doğrunun düşmanları Allahü tealanın düşmanları neler yapmalı. Elbette insanı hayadan yoksun bırakacak her türlü sebebe yapışırlarsa bu emellerine kavuşacaklardır. Mü’min uyanık olmalı şeytan ve yandaşlarına değil Allahü tealanın yoluna Allah dostlarına uymalıdır. Onlara uyan kurtulur Kıtmir bile kıymetli ve itbarlı oldu. Aklın yolu birdir. Yalancılara aldanmamalıdır.]

İyi insanlarla beraber olan kimse, bir müddet onlar gibi iyi iş yapmasa bile, onların yanında kötülük edemez. Hadis-i şerifte, (İnsanın dini arkadaşının dini gibidir) buyuruluyor. (Tirmizi)

Şu halde yapılacak iş, arkadaşlık edilen kimselere dikkat etmek ve kötü arkadaşlardan uzak durmaktır. Namuslu, iffetli yaşamak isteyene cenab-ı Hakkın bunu nasip edeceği din kitaplarında yazılıdır. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İffet talep edeni, Allahü teâlâ iffetli kılar.) [Hakim]

İffetli olan, aile efradının da iffetli olmasını ister. Onları da kötülükten korur. Kendisi kötü olursa, bir gün çoluk çocuğu da Allah saklasın kötü yollara düşebilir. Çocuklarının iffetsiz olmasını hangi ana-baba isteyebilir?

Çocuklara iyi örnek olmak gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İffetli olursanız, kadınlarınız da iffetli olur. Ana-babanıza ihsan ederseniz, çocuklarınız da size ihsan eder!) [Taberani]

İffetsiz olan, Allah katında günahkâr, halkın yanında da şerefsizdir. Bir namussuzun toplumdaki iyilerin yanında itibarı [saygınlığı], bir köpeğin itibarı kadar yoktur. Zengin ve çok güzel bir kadın, eğer iffetsiz ise, itibarsızdır. Fakir ve namuslu bir kadın ise, her zaman itibarlıdır, saygıya layıktır.

Dünyadaki pek çok rezaletler, cinayetler, kavgalar, kıskançlıklar, özetle bütün fenalıklar, iffetsizlik yüzünden meydana gelmektedir. İnsanların pek çoğu, iffetsizliğin kötülüklerini bildikleri halde, kendilerini bu kötü yollara sapmaktan alıkoyamaz. Bu kuvvetli duygu karşısında, insanları alıkoyacak çareler vardır. Bu; terbiye ve ahlak meselesidir.

Allah’tan korkan bir insan iffetsiz olamaz. O halde, çocuklarımıza Allah korkusunu öğretmeye çalışmak, bizim için en başta gelen görev oluyor. Allahü teâlâdan korkmak için, Allah’ı iyi bilmek lâzımdır. Allah’ı bilmek için, onun büyüklüğünü ve sıfatlarını öğrenmek zorundayız. Allahü teâlâyı hiç düşünmeyen bir topluluk için, Allah korkusuna sahip olmak kolay değildir. Allahü teâlâdan korkmak da, bir bilgi, bir çalışma ve bir gayret işidir. Durup dururken, Allah korkusu meydana gelmez. Dinin emir ve yasaklarına riayet edene kolay gelir.

Dinimizde hayanın yeri çok mühimdir. Allahü teâlâdan utanmak, imanın kuvvetli olduğuna, hayasızlık da imanın zayıf olduğuna alamettir. Hadis-i şerifte, (Hayanın azlığı küfürdendir) buyuruldu. Hayasız kimse, zamanla küfre kadar gidebilir. Haya, imanın esasındandır. Hayası olan Allah’tan utandığı için günahtan çekinir. İnsanlardan utanmayan Allah’tan da utanmaz. İnsanlardan utanarak günahı gizlemek de hayadandır. İnsanlardan utananın, Allahü teâlâdan da utandığı anlaşılır. Çünkü hadis-i şerifte, (Allah’tan sakınan, insanlardan da sakınır) buyuruluyor. Hayasız olan mürüvvetsiz olur. Hazreti Ebu Bekir radiyallahu anh, (Hayasız insan, halk içinde çıplak oturan gibidir) buyurdu.

Kadın erkek ilişkilerinde ve tuvalet için kullanılan kelimeleri aynen söylemek insanlığa uygun değildir, hayayı yok eder ve iyileri gücendirir. Böyle kelimeleri söylemek gerekince, açık olarak değil, kinaye olarak söylenir. Kinaye, bir şeyi, açık manası başka olan kelime ile anlatmak demektir.

Dinimizde hayanın, utanmanın yeri çok mühimdir. Hayası olan, Allahü teâlâdan utandığı için günah işlemekten çekinir. İnsanlardan utanmayan Allah’tan da utanmaz. Açıktan günah işleyen kimse, hem insanlardan, hem de Allah’tan çekinmediğini gösterir. (Allah’ın bildiğini kuldan ne saklıyayım) demek doğru değildir. Gizli işlediği bir günahı başkalarına açıklamak doğru değildir, hayasızlıktır.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Haya ve az konuşmak imandan, fahiş söz ve çok söz nifaktandır.) [Tirmizi]
(Kim, dünyada günahını gizlerse, Allahü teâlâ da, Kıyamette, o günahı herkesten saklar.) [Müslim]
(Bir günaha düşen, Allah’ın örtüsünü, onun üzerinde bulundurmalıdır!) [Müslim]

İnsanlardan utanarak günahı gizlemek de hayadandır. Haya da imandandır. Günah gizlenmezse, fasıklar bundan cesaret alır. (Falanca günah işliyor. Ben de işlesem ne çıkar?) diyebilir. Riya olmaması için ibadeti gizlemek caizdir. Onun için (Kabahat da gizli, ibadet de gizlidir) denmiştir.

Haya, imanın esasındandır
Allahü teâlâdan utanmak, imanın kuvvetli olduğuna, hayasızlık da imanın zayıf olduğuna alamettir. Hayasız kimsenin küfre düşmesi kolay olur. Hadis-i şerifte, (Hayanın azlığı küfürdür) buyuruldu. (Hakim)

Hayasız kimse, zamanla küfre kadar gidebilir. Haya, imanın esasındandır.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Haya, iffet, dile hakim olmak ve akıl imandandır. Cimrilik, fuhuş, çirkin sözlü olmak ise hayasızlıktan ve münafıklıktandır.) [Beyheki]
(Fahiş ve çirkin sözlerden şiddetle kaçının! ) [Nesai]

(Mümin, ayıplamaz, lanet etmez, fahiş söz söylemez) [Tirmizi]
(Cennet, fahiş ve çirkin söz konuşana haramdır.) [İbni Ebiddünya]
(Allahü teâlâ, fahiş ve çirkin söz söyleyeni sevmez.) [İbni Ebiddünya]

Görüldüğü gibi, hayanın iman ile, hayasızlığın da imansızlık ile alakası büyüktür. İnsanlardan utanan kimsenin, Allahü teâlâdan da utandığı anlaşılır. Çünkü hadis-i şerifte, (Allah’tan sakınan, insanlardan da sakınır) buyuruluyor. Hayasız olan mürüvvetsiz olur. İnsanları, böyle kimselerin zararından sakındırmak için onların gıybetini yapmak caizdir. Hadis-i şerifte, (Haya cilbabını [örtüsünü] üzerinden atanları gıybet etmek günah olmaz) buyuruldu. (Haraiti)

(Haya on kısımdır. Dokuzu kadında, biri erkektedir) hadis-i şerifinde de bildirildiği gibi, kadınların hayası erkeklerden çoktur. Öyle olmasaydı, çok çirkin işler meydana çıkardı. Din düşmanları bunu bildikleri için, daha çocukken kadınlardan hayayı kaldırmaya çalışıyorlar. Hayasız bir toplum meydana getirmeye çalışıyorlar. Müslüman kadını hayalı olmaya devam etmelidir. Hadis-i şerifte, (Haya güzeldir, fakat kadında daha güzeldir) buyuruldu. (Deylemi)

Hadis-i şerifte "Haya imandandır" buyurulmaktadır.