Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Şeytân*, insana evvelâ *Din kardeşi* ni tenkîd etdirir, yâni kötüler. Onun kusûrunu arar. Sonra başlar o din kardeşinin *Aleyhinde* konuşmaya. 


İşte bu, *Felâket* in başlangıcıdır. Sonra din kardeşinden atlar onun *Âbisi* ne, sonra bir *Başkası* na, derken *Hocası* nı tenkîde başlar, böylece felâkete gider. 

********

Afrika’daki *Gana* dan gelen bir mektupda diyor ki: 


*Efendim, biz burada, sizin ingilizce Ehl-i Sünnet Yolu kitâbınızı okumak sûretiyle, tam 400 putperest, hepimiz kelime-i şehâdet getirdik ve müslümân olduk!* diyor. 


Bu hizmete verilen *Sevap*, sâdece o kitâbı gönderene değil, bu hizmetlere katılanların *Hepsine* dir. Çünkü bu, bir *Şirket* dir. Her bir ortak, her *Zerre* de ortakdır. 


Meselâ bir *Çuval* buğdaya, iki kişi *Ortak* olsa, buğdayın yarısı birinin, diğer yarısı da öbürünün şeklinde olmaz. Öyle değil. Ya nasıl?


O iki kişi, her bir *Buğday tânesi* nde, yarı yarıya ortakdırlar. Yâni her bir buğday tanesinin yarısı *Birinin*, öbür yarısı da *Öbürünün*.


Binâenaleyh, o *400* kişinin müslümân olmasının *Sevâbı*, bütün arkadaşlarımıza, bütün âbilerimize, yâni hizmetlerimize iştirak eden *Herkese* dağıtılacakdır. Her âbi, bu sevapdan *Pay* alacakdır.


Yâni, Allah için *Fiilen* bu hizmete iştirak edenlere, vakti yoksa *Para* verip destek olanlara, parası da yoksa *Duâ* edenlere, hattâ bu âbilere *Muhabbet* besliyenlere, ihlâsı derecesinde çok *Sevap* verilecekdir. 

********

Afrika’dan, bir çiftlik hizmetkârından mektup geldi. Birine, bizim *Dinde Reformcular* kitâbımız ulaşmış, o da beğenmeyip *Çöpe* atmış. Çöpü karışdıran biri de, bu *Kitâbı* bulup okumuş. 


Mektûbu o yazıyor, diyor ki: *Okudukça sevdim, sevdikçe âşık oldum. Bana başka kitaplarınızı da gönderir misiniz*, diyor. 


*Kitap* kalıcıdır kardeşim. Kitap verdiğimiz kişi okumadı diye, üzülmemek lâzım. Zîrâ *Kur'ân-ı kerîm* bütün insanlara indiği hâlde, inananlar, dünyâdaki insanların sâdece *Beşde biri*. 


Ayrıca, *Kitap* yanmadığı müddetçe yerinde duracakdır ve birileri onu alır, okur. Bizim kitaplarımız *Miknâtıs* gibidir. Zîrâ miknâtıs, içinde *Cevher* olanı çeker. *Tozu toprağı* çekmez. 


Tozun toprağın içinde bir *İğne* olsa, veyâ bir *Metal* parçası olsa, mıknâtıs onu çeker. Velhâsıl kimde *Cevher* varsa, o *Kitâbı* alacak ve okuyacakdır. 


Miknatıs *Moloz* ları çekmez. Peki neyi çeker? Sâdece *Cevheri*, yâhud da içinde *Cevher* bulunan şeyi çeker. Onun için bu *Kitapları* çok dağıtmanızı istiyoruz kardeşim. 


Belki o alanda *Cevher* olmıyabilir. Ama o *Kitap* yanmadıkça, yırtılıp atılmadıkça, mutlaka içinde *Cevher* olan birileri onu alır, okur ve *İstifâde* eder kardeşim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder