Bu mektûb Urvetü'l Vüska Muhammed Ma'sûm Fârûkî "kuddise sirruh) hazretleri tarafından Şeyh Cüneyd Mihtî'ye yazılmış olup, vâkı'asının ta'bîri, zarûrî nasîhatler ve on latîfeden bahsetmektedir. Mektûbun tamamı değil bir kısmı alınmıştır.
... Soruyorsunuz: Şerîatta kula fâil-i muhtâr deniyor. Halbuki naslarda ve hadîslerde geldi ki:
"Allahu teâlânın hidâyet verdiğini kimse delâlete götüremez. Allah kimi şaşırtırsa, artık onun için yol gösteren yoktur. Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir" gibi âyetler ve;
"Îmân, Rahmanın iki parmağı arasındadır"
"Kaderin, hayır ve şerri Allahdandır"
"Kendisinden başka ilah olmayana yemin ederim ki, sizden biriniz Cennet amelleri işler, hatta kendisi ile Cennet arasında bir kol boyu [bir arşın, yarım metre] mesafe kalır ve alın yazısı öne geçer ve Cehennemlik amelleri işler ve Cehenneme girer. Bir kimsede cehennemlik amelleri işler ve kendisi ile cehennem arasında bir arşın mesafe kalır, kitab yazısı önüne geçer ve cennet amelleri işler ve cennete girer".
Deriz ki, sorudan hâsıl olan şudur ki, şerîat âlimleri kulda ihtiyâr vardır derler, ama bu âyetler ve hadîsler bunun aksini bildirmektedir ve ihtiyâr olmadığını haber vermektedir; burada bir çatışma olmuyor mu?
Cevab: Hiç çatışma yoktur. Açıklayalım, hiç şübhe yoktur ki, hidâyet ve delâlet Allahu teâlâya mahsûstur. Hayır, şer, îmân, küfür, tâat, isyan gibi ne varsa hepsi Allahu teâlânın takdîri ve irâdesi ile yaratılmaktadır. Âyet ve hadîsler de bunu göstermektedir.
Kulların yaptıklarını yaratan Hak teâlâdır, kullar değildir. Mu'tezile insanlar işlerinin yaratıcısıdır dediler ve delâlet, sapıklık derecesinde kaldılar. Çünkü Allahu Teâlâ:
"Sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı" [Saffat-96] buyuruyor. Yine hiç şübhesiz biliyoruz ki, kul, işin de mecbûr değildir. Cebriye mecburdur dedi ve doğru yoldan saptı. Çünkü bir şeye isteyerek dokunma ile, elin veya bir uzvun titremesi farklı şeylerdir. Teklîf ve dâimî azâb hükmü cebriyyeyi nakz ve nefyetmektedir. Bununla beraber Allahu teâlâ sevâb ve azâbı kullarının ameline bağlamış ve:
"Yaptıklarının cezâsı [karşılığı] dır" buyurmuştur. O hâlde anlaşılmış oldu ki, kulun yaptığı işte dahli vardır, her ne kadar yaratması Allahu teâlâ tarafından ise de, işte kulun bu dahline kesb [kazanma] deniyor. Kula irâde ve ihtiyâr verildi. Lâkin kendi irâdesine bırakmadılar. Teklîf, azâb ve sevabı bu irâdeyi kullanarak iş yapmasına bıraktılar. İşte kul irâdesini sarf ettikten sonra, o işin yaratılması Hak teâlâdan vuku'a geliyor. O hâlde âyet ve hadîsler yaratma itibâriyle olanı ifâde ediyor ve din âlimlerinin sözü kesb bakımından oluyor ki, bu da irâdeyi sarf etmektir.
Derseniz ki, Allahu teâlâ ezelde ilm-i kadîmi ile biliyordu ki, filân kul filân zamanda filân işi, tâat veya ma'siyyeti işleyecek. O hâlde o işin o kimseden meydana gelmesi elbette olacaktır ve kul bunda mecbûrdur. Çünkü meydana gelmese Allahu teâlânın ilmi cehle dönüşür, bu ise muhaldir.
Cevabında deriz ki, ilim vuku'a tâbidir. Nasıl yapılacaksa ilm-i ilâhî ezelde ona bağlandı. Ya'nî sonra olacakları Hak teâlânın ezelde bilmesinde bir mahzûr yoktur.
Derseniz, tâat ve masiyet hep ezelî takdîr ve irâde iledir, ihtiyâr nerededir? Deriz ki, ezelde takdîr ve irâde öyle işledi ki, filân kendi ihtiyârı ile şu işi yapacaktır. Bu ihtiyârın isbâtı olup nefyi [olmaması] değildir. Şu kadar vardır ki, bu ihtiyâr lâzımdır ki, elbette ondan vuku'a gelecek. Gelecek ki, takdîr-i ezeliye muhâlif vâkî olmasın.
Nitekim yazısı öne geçti hadîsinde buna işâret vardır. Bununla mektûbumuza son verelim. Gaybi en iyi bilen Allahu teâlâdır.
Mahdûmâ; kaza ve kader mes'elesi en ince mes'elelerdendir. Herkesin anlayışı bu konuyu kavrayamaz. Belki bu mes'elenin hakîkatini en iyi Allâmül-guyub hazretleri bilir. Kısaca şu kadar îmân etmek lâzımdır: Kaderin hayrı da, şerri de Allahdandır. İnsanlar yaptıklarının karşılığını görürler, iyilik yapmışlarsa iyilik, kötülük yapmışlarsa kötülük görürler. Bundan ileri gitmek bize lâzım gelmez. İlmini Allahu teâlâya bırakmalı ve Onun emir ve yasaklarına uygun yaşamalıdır. Böyle yapmazsa kul âsi olmuş olur ve çeşitli cezâlara müstehak olur. Açık olarak ve kendi vicdanımızla anlıyoruz ki, Hak teâlâ bize emir ve yasaklarını yerine getirecek kadar kudret ve kuvvet vermiştir ve Hakka karşı gelmeyi, âsi ve günahkâr olmayı serkeşlik bilmeliyiz.
Yâ Rabbi, sen bize katından rahmet ver ve işlerimizi düzgün ve güzel yapmayı bize nasîb eyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder