SEYFEDDÎN-İ FÂRÛKÎ HAZRETLERİ

Evliyanın büyüklerinden. İnsanların îtikâd, ibâdet ve ahlâk hususunda doğruyu öğrenmelerini ve öğrendikleri bilgiler ile amef etmelerini sağlayan ve onları Allahü teâlânın rızâsına kavuşturmak için rehberlik eden ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen İslâm âlimlerinin yirmi beşincisidir. İkinci bin yılının müceddidi İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin torunu, Urvet-ül-vüskâ Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî’nin beşinci oğludur. Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî hazretlerinin altı oğlu olup, hepsi kemâle ermiş ve Vilâyet-i hâssa-i Muhammediyye ile şereflenmişlerdir. Beşinci oğlu Muhammed Seyfeddîn (rahmetullahi aleyh) de tasavvuf bilgilerinin mütehassısı idi. Muhyissünne yâni sünnetin diriltip yayıcısı adı ile şöhret buldu. 1639 (H. 1049)’da Serhend’de doğdu. 1696 (H. 1098) yılında Serhend’de vefat etti. Kabri, mübarek babasının medfûn bulunduğu türbenin birkaç yüz metre güneyindeki türbededir.

Uzun boylu, esmer, heybetli, gözleri büyükçe ve sakalının iki tarafı seyrekçe idi. Zahir ve bâtın ilimlerinde çok yüksek olan Muhammed Seyfeddîn-i Fârûkî hazretlerinin doğumundan îtibâren büyük bir zât olacağı ve insanlara hidâyet yolunu göstereceği belliydi. Nakledilir ki: Doğum zamanında bir melek görünüp; “Doğduğu, öldüğü ve tekrar dirildiği gün Allah’ın selâmı üzerine olsun” meâlindeki, Meryem sûresi on beşinci âyet-i kerîmesini okuyarak müjde vermişti.

İlim, irfan kaynağı ve kerametler sahibi Seyfeddîn-i Fârûkî hazretleri, küçük yaşından îtibâren ilme yönelip ders okuyabilecek yaşa geldiğinde, Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Sonra amcası Muhammed Sa’îd’den aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti. Zamanının bir tanesi ve marifet deryası olan babası Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî’nin teveccühü ve sohbetleriyle, Nakşibendiyye yolunun usûl ve âdabı üzere tasavvuf yolunda ilerleyip, az zamanda Vilâyet-i hâssa-i Muhammediyye’ye kavuştu. Bir çok hâller ve kerametler sahibi oldu. Önce ve sonra gelenlerin olgunluk, üstünlük ve güzel ahlâkını kendisinde topladı. Manevî derecelere kavuşup, arifler semâsının ayı ve âlimlerin baş tacı oldu. Kendisine İlâhî hazînelerin kapıları aralanıp, birçok ihsanlara kavuştu.

Zahiren ve bâtınen olgunlaştıktan sonra, yüksek babasının emriyle insanlara, Allahü teâlânın dînini, sevgili Peygamberimizin güzel ahlâkını anlatmak ve vaktin sultânı Âlemgîr Şâh’ın dînî terbiyesi ile vazifelendirilip Delhi’ye gitti.

Muhammed Seyfeddîn-i Fârûkî hazretlerinin himmet ve bereketiyle, Hindistan’ın her tarafında İslâmiyet yayılıp müslümanlar kuvvetlendi. Bid’at sahipleri ve kâfirler perişan olup, hiç bir yerde kabul görmediler.

Muhammed Seyfeddîn-i Fârûkî hazretleri, Delhi’deki bu gelişmeleri ve Sultan Âlemgîr Şâh’ın sevindirici hâlini babasına mektupla bildirince, çok sevinip dua etti.

Sultan Âlemgîr Şah, bir gün Muhammed Seyfeddîn Fârûkî’yi (r. aleyh) husûsî bahçesine davet etti. Bahçenin ortasındaki süslü havuzun içinde, gözleri elmas olan, altından yapılmış balık şekilleri var idi. Sultan oturmak için burayı seçmişti. Seyfeddîn Fârûkî (k. sirruh) buraya gelince; “önce bu balıkları kırın” buyurdu. Hepsini kırıp yok ettiler. Sultan; zekî, kabiliyetli, tasavvuf ehline ve Allah adamlarına karşı muhabbet beslediği için, bu durumlara memnun oluyor, Allahü teâlâya şükredip; “Benim saltanatım zamanında böyle evliya yetiştiği için, Rabbime sayısız şükürler olsun” diyordu.

Delhi’deki sohbet meclisleri çok bereketli ve kalabalık olurdu. Kâfirler, tacirler, fâsıklar bile bu meclise gelip, yüksek huzuruyla şereflenince, hidâyete kavuşup eski günahlarına tövbe ve istiğfar ederek dönerlerdi. Onun sohbeti bereketiyle, binlerce kişi hidâyete ve kemâle kavuşup, yüksek derecelere ulaşmıştı. Dergâhına her gün binlerce insan gelip, feyz alırdı.

Muhammed Seyfeddîn (rahmetullahi aleyh), insanlara ve kardeşlerine karşı hürmet eder, haklarını gözetirdi. Bir gün Şehzade Muhammed a’zam Şah kendisini davet edince, kardeşlerinden, yaşça kendinden büyük olanını da beraberinde götürmüştü. Şehzade, bu velî kardeşlerin ellerine su dökmek için leğen ve ibriği almış bekliyordu. Muhammed Seyfeddîn hazretleri, şehzadenin elinden ibriği ve leğeni alıp, ağabeyinin eline su döktü. Sonra ibriği şehzadeye verdi. Şehzade de onun eline su döktü.

Dünyâyı sevenler ve dünyalık isteyenlerle arkadaşlık etmekten ve beraber oturmaktan şiddetle kaçınırdı. Yüksek sohbet meclisinde bulunanlar onun bir an evvel gelmesini şevkle beklerlerdi. Meclisinde olanlardan birisi, “Allah” ismi celâlini söylese, Muhammed Seyfeddîn (rahmetullahi aleyh) dehşete düşerek, kendinden geçip, kuş gibi çırpınırdı. Elinde olmayarak pek çok hâller ve kerametler zuhur ederdi.

Buyururdu ki: “Açlık ve mücâhede, hârika ve kerameti arttırır. Evliyanın sohbeti kalbe zikri yerleştirir. Sünnete tâbi olmayı kolaylaştırır. Yetecek kadar yiyiniz. Zîrâ yolumuzun büyükleri, bu yolu vukûf-ı kalbiye yâni kalbe ait şeyleri bilmeye devam ve sohbet üzerine kurmuşlardır. Zühd ve şiddetli mücâhedenin (nefsin istemediği şeyleri yapmak) netîcesi, keramet ve tasavvuftan ibarettir. Biz bunları işden bile saymayız. Bizim maksadımız, ancak zikre devam, Allahü teâlânın yasaklarından kaçınıp emirlerine uymak, Resûlullah efendimizin sünnet-i şerîfine tâbi olmak ve daha çok feyz ve bereketlere kavuşmaktır.”

Nakledilir ki: Bir gün Muhammed Seyfeddîn hazretlerinin meclisinde bulunanlardan birinin hatırından; “Şeyh çok büyükleniyor” diye geçti. Bu durum, Muhammed Seyfeddîn’e (k. sirruh) malûm olunca, ona; “Benim bu hâlim, Allahü teâlânın kibriyâ sıfatının tecellîsidir” buyurdu.

Bir başka defa da, birisi onun büyüklüğünü kabul etmeyip, inkârda bulunmuştur. O gece rüyasında bir grup gece bekçisi gelip kendisini acımasızca döğmeye başladılar ve; “Allahü teâlânın sevgilisi olduğu hâlde, sen Muhammed Seyfeddîn hazretlerinin üstünlüğünü inkâr ediyorsun öyle mi?” dediler. Bu korkuyla uyanıp, tövbe etti ve talebeleri arasına girdi.

Cüzzâm hastalığına yakalanan biri, Muhammed Seyfeddîn hazretlerine gelip şifâ bulması için dua isteyince, okuyup dua etti ve hasta iyileşti.

Muhammed Seyfeddîn hazretleri bin dört yüz velî yetiştirdi. Böylece, insanların hidâyete kavuşmalarına vesîle oldu. Seyyid Muhammed Bedevânî, yetiştirdiği talebelerinin en büyüğü ve kâmilidir. Sekiz oğlu vardı. Üçü kendi huzurunda kemâle geldi. Beşi henüz küçük idi. Büyük olan oğulları Şeyh Muhammed âzam, Şeyh Muhammed Hüseyn ve Şeyh Muhammed Şuayb’dır. Diğer oğulları; Muhammed Îsâ, Muhammed Mûsâ, Muhammed Kelimetullah, Muhammed Osman ve Abdürrahmân’dır. Altı kızı vardı. Bunlar; Cennet, Habîbe, Şâire, Şehrî, Refîunnisâ ve Zehra’dır.

Oğlu Muhammed âzam’ın toplayıp kitap hâline getirdiği Mektûbât-ı Seyfiyye adlı eseri, yüz doksan mektubdan meydâna gelmiştir. 1913 (H. 1331) senesinde Hindistan’ın Haydârâbâd şehrinde basılmıştır.

AKILLI OLAN NE YAPAR?

Seyfeddîn-i Fârûkî hazretleri bir mektûbunda buyuruyor ki: “Sonsuz nîmetlerin sahibi Allahü teâlâya hamd olsun. Peygamberlerin efendisine salât ve selâm olsun. Allahü teâlâ hepimizi dâima kendisiyle bulundursun ve bizleri mâsivâ ile meşgul olmaktan korusun.

Beyt:

Allah sevgisinden başka ne varsa,

Hepsi cana zehirdir, şeker de olsa.

Allahü teâlâ sonsuz ihsânıyla kendi rızâsına uygun yaşamamızı nasîb eylesin. Çok eski bir düşman olan bu alçak dünyâ, ister dostu, ister düşmanı olsun hiç kimseyi kendi hâline bırakmaz ve hiç kimseye acımaz. En sonunda herkesi aldatarak vefasızca ebediyyen terk eder. Akıllı o kimsedir ki, şu bir kaç günlük ömründe, Allahü teâlâya kulluk ederek, O’nun vâd ettiği sonsuz saadet yolunu tutar.

Beyt:

Saadet topu ortaya kondu,

Topu kapan yok, erlere n’oldu?

Bütün hareketlerde, yemede, uyumada, konuşmada, ahkâm-ı İslâmiyyeye tam uymalı, bilhassa bu zamanda, giyinmede dikkatli olmalıdır. Erkeklere ipek elbise giymek haramdır. Âdet hâlini almış olan bu tehlikeye düşmemek için çok uyanık olmalıdır. Zikre o kadar devam ediniz ki, Allahü teâlâdan başka hiç bir şey asla kalbinize gelmesin. Bu hâle, bu yolun büyükleri; “Kalbin fâni olması” demişlerdir.” (Kırk birinci mektup)

RESİMLER İNDİRİLMEDİKÇE!..

Ömrünün her saatini, emr-i bil-mârûf ve nehy-i anil-münker yapmakla geçiren Seyfeddîn-i Fârûkî hazretleri, Delhi’ye gelince, şehrin kapısında iki azgın fil ve bunları zabt etmeye çalışan iki heybetli pehlivanın resimlerinin asılı olduğunu gördü. Sultâna o resimleri indirtip yok edinceye kadar şehre girmeyeceğini bildirdi. Sultan resimleri indirtip yok edince şehre girdi. Sultan Âlemgîr kendi isteğiyle ve samîmi olarak Seyfeddîn-i Fârûkî hazretlerine talebe olup, sohbetleriyle şereflendi. Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Sohbetlerinin bereketiyle Hindistan’da yayılmış bir çok bid’at ve sapıklık, Sultan Âlemgîr Şah tarafından ferman çıkartılarak ortadan kaldırıldı ve Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem unutulmuş ve kaybolmuş sünnetleri ortaya çıkarıldı. Diğer vezirler, valiler ve devlet adamları da Seyfeddîn-i Fârûkî hazretlerinin sohbeti eriyle şereflenip hidâyete kavuştular. Ona olan saygılarından, huzurunda ayakta dururlardı.

KAFTANI, KENARA TAKILDI

Bir gün Şehzade Muhammed âzam Şah, teveccühüne kavuşmak ve sohbetiyle şereflenmek için Muhammed Seyfeddîn hazretlerinin dergâhına geldi. Dergâhın kapısı çok kalabalık olduğundan huzura zorlukla varabildi. Bu sırada başından sarığı düşüp, kaftanı kenara takıldı. Muhammed Seyfeddîn’in feyzli ve bereketli sohbetiyle şereflendikten sonra babasının yanına döndü, insanların, Muhammed Seyfeddîn hazretlerine karşı duyduğu iştiyakı, arzuyu ve gösterilen rağbeti anlatınca, Sultan çok sevinip; “Allahü teâlâya hamd olsun ki, benim zamanımda sultanların bile huzuruna zorlukla çıkabileceği evliya kullar yarattı” diye şükr etti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder