Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendim, insanlar *Rızk*’ını arar, rızık da, *Sâhib*’ini arar. Hiç kimse, rızkını *Bitirme*’den ölmez. Hiç kimse, hiç kimsenin *Rızk*’ını yiyemez. 


Neden? İsmi yazılı değil çünkü. Herkes, kendi *İsmi* yazılı olan *Rızk*’ı yiyebilir, değilse kursağında kalır. Cenâb-ı Hakkın *Ni’met*’leri, bizi peşimizden *Tâkib* eder. 


Ama *Biz* onları görmeyiz, bilmeyiz. Cenâb-ı Hak onlara emretmişdir; *Sen falancanın rızkısın!* diye. O rızık, bizi *Tâkib* eder. 

 

Nitekim bir adam *Pilâv* yerken bir *Pirinç* tânesi, boğazına *Takılmış*. Kursağında kalmış, bir türlü çıkmıyor. Çıldıracak.


Doktorlar; *Yarmamız* lâzım, sen en iyisi bir *Hoca*’ya git, diyorlar. O da gidiyor bir *Hoca*’ya. Hoca diyor ki: Bu işi, ancak *Bağdat*’daki falan *Hoca* hâlleder, sen oraya git. 


Adam kalkıyor, *Bağdat*’a gidiyor. O hoca da vaziyeti görünce; Bu *Pirinç* tânesini çıkaracak olan *Hoca*, *Buhâra*’da, sen oraya *Git*, diyor. O da kalkıyor, *Buhâra*’ya geliyor.


*Tekke*’yi buluyor. Hoca efendi *Sohbet* yapıyormuş. İçerisi kalabalık, *İğne* atsan yere düşmez. Kapının *Eşiği*’nde yer bulup oturmuş. O anda bir *Hapşırık* geliyor adama. 


Hapşırınca, o *Pirinç* tânesi fırlayıp *Önüne* düşüyor. Orda bir *Kedi* yavrusu varmış, o *Tâne*’yi alıp kaçıyor. 


Adam da şaşırıyor. *Bu ne hâl yâ Rabbî!* diyor. Geliyor ilk *Hoca*’ya. Vaziyeti anlatıyor. Hoca diyor ki: 


Allahü teâlâ, bu *Pirinc*’in üzerine, o kedinin *İsmi*’ni yazmış, ben ne yapayım. Seni tâ *İstanbul*’dan getirtdi ki, o *Pirinç* tânesini bu *Kedi* yesin diye.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder