Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendim, Allahü teâlâ İbrâhim aleyhisselâma emir vermiş. *Kazma'yı, küreği al, dağa çık. Orada bir mezar var, onu kaz, bak ne var içinde?* demiş. 


İbrâhim aleyhisselâm bu *Emr*’i alınca hemen o tepeye çıkmış. Bakmış ki, orada büyük bir *Mezar* var. Onu *Kazmış*, içinden bir *Levha* çıkmış. Levhada şöyle yazıyormuş: 


Ben, *Âd Kavmi*’nin pâdişâhıydım. *Bin Sene* yaşadım, *Bin Ordu*’yu yendim, *Bin defâ* evlendim, *Bin Çocuğum* dünyâya geldi. *Servet*’imin sınırı yok. 


Artık bana kimse dokunamaz, derken, *Devâ*’sı olmıyan, *Şifâ*’sı bulunmayan bir *Hastalığa* yakalandım. Her tarafdan, ne kadar *Doktor* varsa getirtdim. 


Onlara; Ne isterseniz vereceğim, yeter ki beni bu hastalıkdan kurtarın, dedim. Bakdılar, etdiler, sonunda; *Biz bu işten âciz kaldık, bir şey yapamıyacağız*, dediler. 


Velhâsıl bu *Dünyâ* beni kandırdı, aldatdı, bâri *Sizi* aldatmasın. Dünyâ bana; *Senin servetin var, sana bir şey olmaz!* dedi. Ona inandım. 


Ama bakdım ki, meğer ben ne kadar *Âciz*’mişim. Bütün *Varlığım*, *Şöhret*’im, *Servet*’im, her *Şey*’im, bu hastalığa *İlâç* olmadı. Onun üzerine bunları yazdırdım. 

● ● ●  

*Büyük*’lerin rûhlarından *İstifâde* edebilmek için bâzı şartlar vardır. Birincisi *Tanımak* ve *Bilmek* dir. 


Ama bu tanımak, *Şeklen* değil, falan yerde bir *Zât* varmış da değil. Ya nasıl? O zâtın büyük bir *Velî* olduğunu, *Mürşid-i kâmil* olduğunu bilecek. 


İkinci şart, *İnanmak*’dır. Bu, geniş mânâlı bir inanmakdır. Şöyle ki, o kişiyi hâtırladığı anda, *Hemen* geleceğine, işiteceğine, yardım edeceğine inanacak. 


*Acaba?* derse, olmaz! Üçüncü şart *Sevmek*’dir, bağlantı kurmakdır. Bu da, başlı başına zâten *Tasavvuf* demekdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder