Emekli albay,
Fahreddin Tacar abi anlatıyor;
1960 yılında Erzurum Kandilli de 2000 rakımlı Haydariye geçidinde vazife yapıyordum. Burada Latîf isminde bir astsubay vardı. Makinistti. Yakışıklı idi.
Herkes Latîf ağabey derdi. 350 astsubay vardı. Bunların gazinosunun başında hep bu idi. Geceleri kadın falan getiriyordu. Mesai bitmeden az evvel masayı kurarlardı. Subaylarla beraber içerlerdi. Sabah gelirdim ki, binbaşı Sıdkı ve üsteğmen Mehmed de berâber hâlâ içiyorlar.
Ben onu görünce yolumu değiştiriyordum. Bu ise bütün nöbetlerini benimle yazdırıyordu. Zeki Celep geldi. Iğdır'a tayin olunmuştu. Cumartesi günü Lala-pâşa câmii’nde oturup sohbet ettik. Sabah namazını kılıp yattık.
Üç tane Se’âdet-i Ebediyye getirmişti. İkisini bana verdi. Bunlardan birisini ben okuyor, diğerini sırayla uygun kimselere ödünç veriyordum.
🌷Latîf bir gün geldi. “Arkadaşlara verdiğin kitaptan bana da versen” dedi.
"Olur olur” dedim. İçimden de “Herkes istifade etse, sen istifade edemezsin” diyordum.
Sonra ısrar etti, verdim. Bir hafta sonra kitabı istedim,
"Komutanım veremem” dedi. Aradan birkaç gün geçti.
Yûsüf astsubay dedi ki, “Latîf hasta, herkes, komutan bile ziyaret etti, bir siz kaldınız, siz de ziyaret etseniz” dedi.
Ben de: “Sen onun nasıl bir insan olduğunu biliyorsun, ona nasıl gidilir?” dedim.
O da: “Latîf namaz kılıyor” dedi.
"Güldürme beni” dedim. Israr etti:
"Bizzat gördüm” dedi.
"O zaman gitmemiz vacip oldu” dedim.
Kapıyı vurdum, açılmadı. İtince açıldı. Baktım namaz kılıyor. Hem de tam tekmil. Bekledim, selâm verdi. Bana sarıldı ve ağlamaya başladı.
İçeri davet etti.
“Sizden aldığım kitap var ya, onu okudukça yazarını, İmâm-ı Rabbânî hazretlerini karşımda görmeye başladım” dedi.
Ben hâlâ inanamıyordum. Erbaa'da iken Kerîm hocada Mektûbât’ın taş basmasını görmüştüm.
Ankara’da cumartesi pazarları uğradığım Hâcıbayram'da, kitapçı Hâcı Muhsin efendiye sordum.
"Bir cezâ hâkiminde var” dedi.
Gittim, pahalı bir fiyata aldım. Kenarında İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin şemâili yazıyordu.
Latife dedim ki,
“Gördüğün zât nasıl biriydi?”
O da tarîf etti, aynen şemâildeki tarîfe uyuyordu.
"Namazı nasıl kılıyorsun?” diye sordum.
"Namaz kılarken İmâm-ı Rabbânî hazretlerini görüyorum, onun gibi kılıyorum, abdesti de onun aldığı gibi alıyorum.
Hatta Erzincan’a rektifiye için giderken yol buz idi. Hissediyordum ki arabayı da O kullanıyordu. Gidip gelirken o yollarda üşüttüm” dedi.
Sonra: “Bu garnizonda kim ne yapıyorsa bana gösteriliyor. Bunu savcılığa haber vereyim mi?” diye sordu.
Ben de, “İmâm-ı Rabbânî hazretlerine sor” dedim.
Sonra da, “Ben bir Ankara kızıyla evlendim. Şimdi aileme namaz kıl diyorum, kılmıyor. Başını ört diyorum, örtmüyor. Boşanmak istiyorum” dedi.
Ben de: “Büyüklerimiz müsaade etmiyor” dedim.
Sonradan bir gün bana geldi: “Bu gece zelzele oldu, biz kendimizi dışarı attık. Dışarısı çok soğuktu.
🌹Fakat dışarıda bir anormallik yoktu. İçeri girip yattık. Yine zelzele oldu. Kapıda Fâtıma validemizi gördüm. Hanımı ikaz etmiş. Hanım örtündü” dedi.
💚Hocamıza geldiğimde eczaneye uğradım ve hâdiseyi arz ettim. “Bunu arkadaslara anlatın, Mektûbât'ın gücünü görsünler” buyurdular.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder