Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir medreseden gelen mektupda diyor ki: Ben bu medresenin müdürüyüm. Ama lâyık olduğumdan değil. Bu medreseyi *Babam* kurmuş, babamdan sonra müdürlük *Bana* kaldı, diyor. 


Babamın medresesine *Abdülhamîd Hân* kitap gönderirdi. Benim medreseme de Onun çocukları olan *Sizler* gönderiyorsunuz, diyor. Bu genç, yüzde yüz *Ehl-i sünnet*. 


Oralara çok *Kitap* gönderiyoruz kardeşim. *Vehhâbî* ler de ingiliz parasıyla kitap gönderiyorlar. Ama bizim kitapları okuyunca, onların kitaplarını *Yırtıyor* lar veyâ *Yakıyor* lar. 


Vehhâbîler, *Delâil-i Hayrât* kitâbını yakıyor, onlar da vehhâbîlerin gönderdiği *Kitap* ları yakıyorlar. Bizim kitaplar, oralarda *Türkiye* yi temsîl ediyor kardeşim. 

● ● ● 

Namaz demek, *Huzûr-i ilâhî* demektir. Allahü teâlâ, namaz kılana; *İste kulum!* diyor. *İste vereyim!* buyuruyor. *Sâat-i icâbe* dir bu. 


Yâni duâların kabûl olunacağı zamandır. Hele *Cum’a* günü, öyle bir zaman vardır ki, *O zamanda yapılan duâ reddolmaz!* diyor Peygamber Efendimiz. 


Ulemâ da; *Bu zaman, ekseriyâ ikindi namâzı vaktidir*, diyorlar. *Nikâh* cemiyeti de öyle çok kıymetlidir. O cemiyetde yapılan duâlar da red olmaz, kabûl olur. 


Elhamdülillah ki, Allahü teâlâ bize *Ehl-i sünnet* âlimlerinin kitaplarını okumayı nasîb ediyor. Bu kitapları okumıyan, *Câhil* kalır. 


İstediği kadar *Arabî* ve *Fârisî* bilsin, din bilgilerinden *Diploma* sı olsun. Bu ehl-i sünnet kitaplarını okumıyanın, islâmiyetden haberi olmaz. 


Allahü teâlâ bize *İhsân* etdi, elhamdülillah. Bu okuduklarımızın, yazdıklarımızın, işitdiklerimizin hepsi, Efendi hazretlerinin bize *Hediye* sidir, *Sadaka* sıdır. 


Onu görmeseydik, hiçbir şeyden haberimiz olmıyacakdı kardeşim. Bizim *Kitap* ları okuyanlar, kazanıyor. Öyleyse *Hepimiz* kazanıyoruz. 


Ben her gün, bir parça okuyorum. Siz de okuyun kardeşim. Hem bilmediklerinizi *Öğrenir*, hem de ismi geçen büyüklerden *Feyz* alırsınız. 


Bir kalpde, iki şeyden biri muhakkak bulunur. Ya, îmân edilecek şeylere inanır, *Teslîm* olur. Veyâhut inanmaz, onları *İnkâr* eder. 


Îmân etmenin, teslîm olmanın alâmeti, onlardan *Râzı* olması ve *Beğenmesi* dir. İnkâr etmenin alâmeti ise onlardan *Râzı* olmaması ve onları *Beğenmeme* sidir. 


Öyleyse Allahü teâlânın *Emr* etdiği şeyleri beğenip yapacağız. *Yasak* etdiği şeyleri ise beğenmeyip, onlardan kaçınacağız. İşte, *Îmân* ın alâmeti budur kardeşim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder