İman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Zerre imân nedir?

Zaman olur ki, imân ehlinden cehennemde kimse kalmaz, yani zerre miktarı imânı olanlar dahi cehennemden çıkarlar. Zerrece imân neye derler bilir misin? Bir kimsenin ancak, Allahu teâlâ ile kendisinin bildiği bir günahı olsa, fakat Allahu Teâlâ’dan korkarak o günahı terk etse ve bir daha işlemese, zerrece imân olur. 


Meselâ, bir kimse karısını boşasa, fakat boşadığı duyulmadığı halde, bizzat kendisi onu boşadığını halka bildirse ve nefsini o kadından sakınsa, zerrece imandır veya bir kimseye bir miktar borcu olsa, alacaklısı bu alacağını unutsa yahut ölse gitse, borçlu olduğunu da hiç kimse bilmese ve fakat Allah korkusuyla o borcunu alacaklısına veya mirasçılarına ödese, zerrece imandır.  


Hâsılı, kebâ'ir dediğimiz büyük günahları, insanlar görüp bilmedikleri halde, Allah korkusuyla terk edip işlemeyenler, zerrece imân hâsıl etmiş olurlar ve o zerrece imanları yüzünden de cehennemde ebedî olarak kalmaz, günahları miktarı yandıktan sonra cehennemden çıkarlar.  


İllâ, bu gibi günahlarla ahirete gidenlerin, imânsız gitmelerinden korku vardır.

(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

Akıl ve İman

 İslamiyet’in bütün emirlerini aklına uygun getirmek isteyen, aklı ile isbata kalkışan kimse, (Peygamberliğe) inanmamış olur.

(Muhammed Masum Faruki “kuddise sirruh” hazretleri)

Allahu Teâlâ niçin ahirete imanı emretmiştir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Âhiret*’te zaman yok. *Ezel* ve *Ebed*, orada bir *An*’dır. Mebde ve müntehâ, yâni *Baş* ve *Son*, milyarlarla sene, orada bir *An*’dır. 


Biz zamanlı yaratıldık, zamanlı doğduk, zamanlı büyüdük. *Zaman*’sızlık ne demek, *Aklı*’mız ermez. Aklımız ermiyor bizim bu işe. 


Ama *Kalp* gözü *Açık* olanlar, *Kıyâmet*’i de görüyor, *Cennet*’i de görüyor, *Cehennem*’de yananları da görüyor. 


Şimdiki *İslâm Düşman*’ları geberip Cehenneme gidiyorlar ya, onların *Cehennem*’de yandıklarını, *Kalp* gözü açık olanlar *Görür* efendim. Nasıl görür? 


*Kalp*’lerinden bir *Pencere* açılır, o pencereden *Âhiret*’i görürler. Allahü teâlâ, niçin *Âhiret’e îmân*’ı emretmiş? Hâlbuki âhireti *Saklamış*. Görülmüyor, bilinmiyor. 


Bilinmiyen, görülmiyen, anlaşılmıyan bir şeye *İnan*'mak, *Îmân* etmek çok *Zor*’dur. Oradan bâzı *Şey*’leri bize gösterseydi ya. 


İşte *Onu* da gösteriyor Allahü teâlâ. Onun *Yolu*’nu da bize gösteriyor. *Âhiret*’i görmek mümkün mü? Elbette *Mümkün*. Nasıl mümkün? Bunun *Yol*’u nedir? 


Bunun yolu, *Kalp Gözü*’nün açılmasıdır. Kalp gözü *Açılır*’sa, kalp penceresinden görülür âhiret. Kalp gözü açık olanlar *Âhiret*’i görürler. Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri anlatdılar. 


Bir gün, Mazher-i Cân-ı Cânân hazretleri, bir *Kabristân*’ın önünden geçiyormuş. Bir *Kabir*’de, bir kadının *Fecî* şekilde *Yandığı*’nı görüyor. 


Nasıl görüyor? *Kalp Göz*’ü ile görüyor efendim. Kadın yanıyor, *Feryâd*’ını, insandan gayri her *Mahlûk* işitirmiş. Duyuyor Mübârek. 


Ellerini kaldırıp; *Yâ Rabbî, nezdimde okunmuş yetmiş bin kelime-i tevhîd var. Onu, bu kadının rûhuna hediye ediyorum*, diyor. 


Ve yanındakilere dönüp; *Eğer îmânı varsa, azabdan kurtulur*, buyuruyor. Ânında *Te’sîr*’i görülüyor efendim, kadının kabri, o anda *Cennet Bahçe*’si oluyor.

Bizim kitaplarımızı alıp da okuyana Allahü teâlâ îmân nasîb eder

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki*:


Cenâb-ı Hak, bu *Sonsuz* olan *Ateş*’i söndürecek bir *Şey* yaratmış. Yâni bunun bir *İlâc*’ı var. Sonsuz ateşi söndüren bu ilâç nedir? 


*Lâ ilâhe İllallah Muhammedün resûlullah* kelâmıdır. Bu kelâmı, inanarak *Bir* defâ söyliyen için, o sonsuz *Ateş*, sonsuz olarak *Söner* efendim. 


Kalpdeki *Kir*’leri temizlemek için de ilâç; *Estağfirullah min külli mâ kerihallah* kelâmıdır. 


Bunları, hem *Kalb*’en, yâni inanarak, hem de *Fiil*’en, yâni ağızla söylemek lâzım kardeşim. 


Velhâsıl Cenâb-ı Hak, insanlar için iki *İlâç* yaratmış. Biri, *Kelime-i tevhîd*, diğeri de *İstiğfâr*. Bunlara, baha biçilmez efendim. 

● ● ●

Hedefi, maksadı *Allah*’ın rızâsı olmıyan kimse, Cehennem ve kabir *Azâb*’ından kurtulamaz. *Bid'at* çıkartan kimse de *Cehennem*’de yanacakdır. 


*Bismillâhillezî lâ yedurru me’asmihî şey’ün fil ardı velâ fissemâi*. Kim bu duâyı okursa, yerde ve gökde, ona aslâ bir *Zarar* gelmez. 


*Bismillâhillezî*, bu, öyle bir Besmeledir ki, *Lâ yedurru me’asmihî şey’ün fil ardı velâ fissemâi*. Gökde ve yerde, hiçbir şey o kula zarar veremez. 

● ● ● 

Bizim *Kitap*’larımızı alıp da okuyana, Allahü teâlâ *Îmân* nasîb eder. Hattâ *Seâdet-i Ebediyye* kitâbının evlerde bulunması bile, *Feyz* almaya sebep olur efendim. 


Yâni bizim *Kitap*’lar, birer *Mücevher* kardeşim. Çünkü kendimden bir şey yazmadım. Falanca kitapda *Şöyle*, filanca kitapda *Böyle* bildiriyor, diye yazdım. 


Velhâsıl bizim *Kitap*’lar, hep *İslâm Âlim*’lerinin yazılarıdır. Bizim ilâvelerimiz varsa, onlar da *Abdülhakim Arvasi Efendi* hazretlerinden duyduğum, öğrendiğim *Bilgi*’lerdir.


İşte bizim kitaplar, hep o *Büyük*’lerin yazıları olduğu için, bütün dünyâ *Hayrân* kalıyor. Elhamdülillah, bunlar hep *Abdülhakim Efendi* hazretlerinin *Bereket*’i.


Onun *Himmet*’i kardeşim. Bizimle alâkası yok. *Abdülhakîm* Efendi hazretlerini görmeseydik, bu kitapların *İsmi*’ni bile işitmezdik, değil basdırmak.

İmanla ölmek çok zordur

 Eskiden haramlar ve helaller ayrı idi, şimdi karmakarışık oldu. Büyük âlimlerden Abdülhakim-i Arvasi hazretleri; “Otuz sene, sadece imanı anlattım. İnsanlar imanla ölsünler diye uğraştım”

buyurmuştur.İmanla ölmek çok zordur. Bu zamanda imanla ölen, ahirette Pehlivan diye gösterilecektir.İmanı kurtarmak için, imanlılarla beraber olmak şarttır. Çünkü “Üzüm üzüme baka baka kararır” demişlerdir.

(Seyyid Ahmet Mekki Efendi “rahmetullahi aleyh” hazretleri)

Îmân iki parçadır

 Safiyyüddîn Erdebilî buyururdu ki:

“Haramı terk etmek vâcibdir. Şüphelileri terk etmek sünnettir. Buna takvâ denir. Zühd, helâlin azıyla kanâat etmektir. Verâ, mubahları ihtiyaç miktârı kullanmaktır. Bu zâhire âit zühddür. Bir de mânevî zühd vardır. O ise dünyâ sevgisini terk etmek, gönlü dünyâ sevgisinden temizlemek ve âhiret ile meşgûl olmaktır.”

“Her şeyi yiyen, her şeyi konuşur. Her şeyi konuşan her şeyi yapar. Her şeyi yapan Cehennem’e gider.”

“Bir kimsenin başına musîbet gelirse, şükretmesi gerekir. Sabır ile şükür, insanın kemâlinin alâmetidir. Îmân iki parçadır. Yarısı sabır, yarısı şükürdür.”

Bugün en ziyade üzerinde durulması icap eden konu imandır

 Kardeşlerim, bugün en ziyade üzerinde durulması icap eden konu, iman konusudur. Çünkü hastalık odur.Eskiden herkes imanlıydı, Bunun için eskiler daha çok ibadetler üzerinde konuşurlardı. Çünkü herkesin imanı vardı. İmanı olunca, ibadetleri yapmaya teşvik ederlerdi birbirlerini.Bugün, iman ve küfür meselesi var. Yani şunu yaparsan, Müslüman olursun. Şöyle dersen, imanın gider.Bu devir, imanını küfürden korumak devridir.

(Seyyid Sıbgatullah-i Hizani “kuddise sirruh” hazretleri)

İmanı korumak için

 Bütün ömrü iman ile geçip de, son günlerinde küfre düşüp imansız ölen kimseler az değildir.Bunun için her gün tövbe istiğfar etmeli, Yâ Rabbi (azze ve celle), büluğum anından bu güne kadar, bilerek veya bilmeyerek, küfre sebep olan bir söz söyledim veya iş yaptımsa, tövbe ettim, pişman oldum. Beni affet! diye yalvarmalıdır.

(İmam-ı Rabbani hazretleri “kuddise sirruh”)

İlim taleb etmek!

 Abdullah-ı İsfehânî hazretleri, İran’da yetişen evliyânın büyüklerinden ve meşhûrlarındandır. Ebü’l-Abbâs-ı Mürsî’nin üç büyük talebesinden biridir. 1321 (H.721) vefât etmiştir. Şam’a ve başka yerlere gidip oralarda bulunan âlimlerden ilim öğrendi. Kendisinden de birçok kimse istifâde etti... ÎMÂNI KORUMAK İÇİN...

Abdullah-ı İsfehânî, Mısır’a giderek Ebü’l-Abbâs-ı Mürsî hazretlerinin sohbet ve hizmeti ile şereflenerek, tasavvufta yetişti. Hocasının vefâtından sonra oralarda duramayıp, Mekke-i mükerremeye giderek orada yerleşti ve vefâtına kadar orada ikâmet etti...

Abdullah-ı İsfehânî hazretleri, vefatına yakın kendisinden nasîhat isteyenlere buyurdu ki:

“İlmi, ibâdete zarar gelmemesi için taleb ediniz. İbâdeti de, ilme zarar gelmemesi için isteyiniz. Kulun hakkı, ancak bu ikisiyle meşgûl olmasıdır. Akıllı kimse, îmânını korumak için, Allahü teâlânın emir ve yasaklarında gevşeklik göstermez ve sâlih amellerde kusûr etmez. Allahü teâlânın, mü’minlerin kalblerine verdiği îmân, tabîat ve hevâ zulmetiyle perdelenmiştir. Bunun açılması için perdeleri ortadan kaldıracak şeye ihtiyaç vardır. Allahü teâlâ, sâlih amellerle îmânı kuvvetlendirmek için, emir ve yasak, va’d ve vaîdlerde bulunmuştur. Kökü, yakîn toprağında bitmeyen, dalları amellerle meydana gelmeyen her îmân, Azrail aleyhisselâm can almaya geldiği zamandaki şiddetli korkular karşısında sâbit kalamaz. Böyle kişinin, sonunda îmânsız ölmesinden korkulur. Bu da ancak son nefeste ve ölüm korkuları zuhûr ettiği zaman belli olan bir durumdur. Bu hâl meydana geldiğinde, çok az insan îmânında sebât eder. Onun için akıllı kimsenin, sâlih amellerin faydasına kavuşması, Ehl-i sünnet îtikâdında olması lâzımdır. Güzel ahlâk sâhibi olmalıdır. Farzlar, sünnetleri ile birlikte yapılmalıdır. Farzların yardımcısı ve tamamlayıcısı, sünnetlerdir. Kim Kitâb ve sünnet ilmiyle, Selef-i sâlihîn ve Ehl-i sünnet yoluna göre îtikâdını düzeltmezse, çalışmaları zâyi olur. Gayreti boşa gider...


İLM-İ HÂL BİLGİSİ...

Bir iş, ancak emrolunduğu şekilde yapılırsa, ibâdet olur. Bu da ancak ilimle bilinir. Peygamber efendimiz; (İlim öğrenmek, her kadın ve erkek Müslümana farzdır) buyurdu. Bu, sâhibinin îmânını, tevhîdini, amelini sahîh kılan, mutlaka bilmesi lâzım olan ilim, ilm-i hâl bilgisidir. İnsanı tevhîde ulaştırmayan her ilim bâtıldır.”

İmanın şartı altıdır

 İmanın şartı altıdır, bunlar inanılacak şeylerdir. Bu altı şarta inandım demekle hasıl olan imanın devam etmesi için başka şeyler de lazımdır. Mesela, ibadetler imandan değilse de, farz olduğuna inanmak imandandır. Bir kimse, namazın farz olduğuna inanmazsa imanı olmaz.


Bir de imanın temeli ve en mühim alameti olan, (bugünkü tabirle, olmazsa olmazı olan) esas bir şart daha vardır ki, o da, hubb-u fillah ve buğd-u fillahtır. Yani Allahü tealanın sevdiklerini sevmek ve Allahü tealanın sevmediklerini sevmemektir. Çünki hadis-i şerif’te, dünyada birbirini sevenler, ahirette de beraber olacaktır, buyuruluyor. Allahü tealanın sevgili kullarını sevenler, son nefeste imanla ölürler. Ve mahşer yerinde de sevdiklerinin yanında haşr olup, âhiret hayatında da beraber bulunurlar.

DÜNYÂ ve ÎMAN

Efendimiz aleyhissalatü vesselam hazretleri buyurdular:

“Allahu teâlâ dünyayı, sevdiğine de sevmediğine de verir. Ama îmânı yalnız sevdiğine verir.”


(Nâdir Risâleler I; Rûhu’l-Ârifîn, sf 251)

...

Vermesinde ve vermemesinde bilmediğimiz nice hikmetler olan Rabbim!

Bize, bizim için hayırlı olanı ihsan buyur.

Âmin.

Îmânın birinci şartı, küfürden teberridir

İbni Âbîdin’den naklederek, Hilmî Bey (rahmetullahi teala aleyh) hocamız buyurdular ki;

“Îmânın birinci şartı, küfürden teberridir (uzak durmak, sakınmak).”

(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, sf 209)

İmân ve küfr

 İmân: Asl-i iman fuâddadır [imanın aslı kalbin içindedir]. Asl-i küfr de fuâddadır.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

ÎMÂN

Esseyyîd Abdülhakîm Arvâsî (kaddesallahu teala sirreh) Hazretleri, bir suale dair yazdıkları cevâbda  buyurdular ki;

“Îmân hasıl olunca, zâten kâmildir. Zirâ ziyâdelik ve noksanlık kabul etmez. Mâhiyet itibârı ile ne zâid ve ne de nâkıs olur. Zâid (ziyâdelik) ve kâmil olması, inkişâf ve incilâ (parlaklık) itibâriyledir.”

(Son Halkalar I, sh 449)

ÎMÂNIN MÂHİYETİ (Îmân nedir?)

Efendi Hazretleri (kaddesallahu teala sirreh) buyurdular:

“Servet-i Âlem’in (sallallahu teala aleyhi ve sellem) risâlet ve nübüvvet itibariyle getirdiği akâidi, akla ve hikmete ve felsefeye havâle ve ihâle etmeksizin, îkan )yakîn) ve tasdîk etmekle hâsıl olur. Veyâhud Resûl ve aklı birlikte tasdîk etmiş olur. Akla uygun olmak itibariyle tasdîk ve îlan ederse, aklı tasdîk etmiş olur. Ol vakit risâlete itimâd-ı tâmm hasış olmaz. İtimâd-ı tâmm hasıl olmayınca, mâhiyet-i îmân tecezzî (bölünme) kabul etmediğinden dolayı îman olmaz. Belki (muhakkak ki) Resûlün tebliğine muvâfık olursa (uygun olursa), akl-ı kâmil ve akl-ı selîm olur. Ya’nî kemâl-i istifâde olur.”

(Son Halkalar I, sh 449)

...

AKLIN KULLANILMASI

“Mesâil-i i’tikâdiyye hikmete havâle olunup, hikmet kabul ederse tasdîk eder, kabul etmezse ve yahud tereddüdde bulunursa, ol vakit hakîme îman etmiş olur. Resûle tam îmân etmemiş olur ki, bu takdirde îmân; değil yalnız kâmil olmak, îmân olmaz. Zîra îmân parçalanmaz, bölünmez, ziyâdelik ve noksanlık (artma azalma) kabul etmez.

Dînî meseleler felsefe ile muvâzene (dartılırsa, ölçülürse) yine bir filozofu tasdîk etmiş olur. Resûle tam irimâd etmemiş demektir.

Dînde müttefikun aleyh (üzerinde birlik ve icma) olan mes’elelerden birisinde tasdîk hâsıl olmadı ise, ki ekseriyâ böyle oluyor, bu mes’elede murâd-ı ilâhî ve murâd-ı Resûlullah’ı (sallallahu teala aleyhi ve sellem) nasıl ise, öylece îmân ve îkân ve i’timâd ettim der ve şüphesini izâle edecek bir zâtı fevren (acele olarak) arar. İlminde ve dînde vusûk (sağlam) ve tamm itimâd sahibi, zekî, fatîn (anlayışlı), ârif, müttakî, vâkıf (vukufu çok) müşkülâtı halle muktedir bir zatı bulur, sorar. Aldığı cevaba itminân hasıl olunca, artık öylece îmân ve îkân eder. Böyle bir zâtı aramak farzdır. Bulamadı ise, veyâhud bulup da tatmîn edilmedi ise, Allahu tealanın ve Resûlünün irade ettiği gibi inanır. 

Buna binâendir ki, her yerde böyle müşkülü halle muktedir (çözebilen) bir kimsenin bulundurulması farz-ı kifâyedir.

Böyle olmaz ise dîn, mu’terizlerin (itiraz sahiblerinin) elinde oyuncak olur. Diledikleri vecihle (şekilde) te’vîl ve tefsîr ederler. Kimseyi dalâletten kurtaramazlar.”

(Son Halkalar I, sh 449-450)

ÎMÂN

“İnsânın vücûdu iki nesneden mürekkebdir (oluşmuştur). Biri rûh,  ve biri ceseddir.  (Pes; o halde) tasdîk; sıfat-ı rûh ve ikrâr-ı bi’l-lisân; sıfat-ı ceseddir. Binâen alâ bu emr-i zâhirî ve (emr-i) bâtınî riayet için kalb ve rûha tasdîk, kâlıb ve cesede ikrâr vaz’ olundu (konuldu, bildirildi).  Tâ ki, gizli ve âşikâre îmân buluna (biline).”

(Şerhu şi’âbu’l-îmân, sf. 3)

AMEL VE ÎMÂN

 

Şerhu Şi’âbu’l-îmân isimli eserin 3. sahifesinde yazar ki;

“Bir kimse, bir hükmün vücûbunu (farziyyetini) bilse, velâkin (ancak) amel etmese, kâfir olmaz. Ve illâ (aksi halde) mü’minlerden âsî (günahkâr) olanların cümlesi ekfâr (kâfir) olunmak lazım gelir (kafir olduğu iddia edilir), bu ma’naya gelir. Ba’zı ehâdis-i sahîhede (sahîh hadislerde) dahi vardır (ki) 

يخرج من النار من كان فى قلبه مثقال زرة من الايمن

Ya’ni, bu hadîsde îmân husûsunda kalbin hâli i’tibâr olundu (kalbe bakıldı). Ki, mücerred tasdîkdir. Onun için, Cehennem’de muhalled olmadı (ebedi kalmadı).”

...

Allahu teâlâ cümlemize îmanlı ölmeyi nasib buyursun. Âmin.