Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Tüccardan biri, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin büyüklüğünü işitmiş. Kendi kendine; *Bu zât, Allahın sevgili kulu, Velî, kerâmetler sâhibi, acabâ nasıl bir adam?* diye merak etmiş. 


Gitmiş Bağdat’a, sormuş, bulunduğu yeri öğrenmiş. Ziyâretine gidip elini öpmüş, huzûrunda oturmuş. Bir de bakmış ki, üzerinde gâyet kıymetli bir *Elbise*, omuzunda çok kıymetli bir *Acem şalı* var. Kaç bin liralık kıymetinde. 


Kendi kendine düşünmüş. Demiş ki: Ben o kadar zengin tüccar olduğum hâlde, böyle kıymetli *Elbise* alamıyorum, giyemiyorum, hele böyle güzel bir *Şal* hiç kullanamıyorum, param yetişmiyor. 


Buna, *Allah adamı* diyorlar. Allah adamı böyle mi olur? Benim giyemediğim elbiseyi giyiyor. Bu Allah adamı dedikleri, tam Dünyâ adamı. Dünyâ adamına Allah adamı diyorlar. 


O böyle düşünürken, bir dilenci odaya giriyor. *Allah rızâsı için bir şey veren yok mu?* diye dolaşıyor. Herkes cüzdanını çıkarıyor. Fakîre vermek için *Bozuk para* arıyor. 


*Abdülkâdir-i Geylânî* hazretlerine sıra geliyor. Fakîr, Allah rızâsı için bir şey verir misin? diyor. Mübârek zât ona; *Şu sırtımdaki şalı al*, diyor. Fakîr de çekip alıyor, sonra çıkıp gidiyor. 


Ama tüccarın aklı da onunla berâber gidiyor. İçinden; *Vây canına, kaç bin akçelik şalı nasıl verdi?* diyor. Aklı ermiyor bu işe. 


Biraz sonra bir zengin geliyor. Elinde bir paket. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin huzûruna geliyor. Elini öperken; *Efendim, bu paketdekini âcizâne size hediye getirdim. Allah rızâsı için kabûl ediniz*, diyor. 


Mübârek zât; *Aç bakalım, nedir o?* buyuruyor. Açıyor, bir de ne görsün. Biraz evvel bir fakire verdiği o kıymetli *Acem Şalı*. Zengin diyor ki: 


Efendim, Fakîrin biri bunu satılığa çıkartmış satıyordu. Bakdım, çok hoşuma gitdi, çok kıymetli, bunu zât-ı âlinize lâyık gördüm, satın aldım. Allah rızâsı için kabûl edin, diyor. 


Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri de; *Pekâlâ, omuzuma koy!* buyuruyor. Sonra dönüyor o tüccara, buyuruyor ki; 


Biz dünyâ malını kullanırız, ama *Allah rızâsı için al* diyen olursa, alıyoruz. *Allah rızâsı için ver* diyen olursa veriyoruz. İstiyene *Al* diyoruz, getirene *Koy* diyoruz. 


Öyle deyince, tüccar kalkıyor, *Abdülkâdir-i Geylânî* hazretlerinin ayaklarına kapanıyor. Ve talebesi olmakla şerefleniyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder