KIYMETSİZ YAZILAR İkinci Kısm-L

 – L –

● Öğünülecek [kıymetli] elbisenin kullanılması, tâm fenâ ile müşerref olmuş sâlikde, bâtının ameline mâni’ değildir. Fekat, devâmlı huzûra kavuşmamış olan sâlikde, mâni’ olabilir. Fekat, mutlaka mâni’ olur demek mümkin değildir. 5/106. [Kıyâmet ve Âhıret: 101.]


● Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” elbisesi, çok çeşidli idi. Güzel (süslü) elbise dahî giyer idi. Ve yünden elbise dahî kullanır idi. Giyimde zorlama, âdet-i şerîfleri değil idi. Hâzır olanı kabûl buyururdu. 5/51.


● Âl-i İmrân sûresinin 186.ci âyeti (Le tüble vünne fî........) ile başlıyor. (Burada, siz imtihân edilirsiniz. Emvâliniz [mallar] noksan olur ve nefsleriniz [canlarınız] gider. Ve kendilerine sizlerden evvel kitâb gelenlerden ve müşriklerden, çok eziyyet verici sözler işitirsiniz. Sabr ederseniz ve kendinizi harâmdan korursanız, muhakkak biliniz ki bu ikisi, îmânın alâmetidir) buyuruyor. 5/42. [Hak Sözün Vesîkaları: 339.]


● Dünyevî ni’metlerin ve lezzetlerin ilâcı, ahkâm-ı islâmiyyenin yerine getirilmesine ve ilâhî emr ve yasaklara tâbi’ olmağa bağlıdır. 4/49. [Hak Sözün Vesîkaları: 327.]


● Kavuşma lezzeti [Allahü teâlâya], Cennet ni’metlerinin lezzetlerinden dahâ çokdur. Ve kavuşmamanın elemleri, Cehennem azâbından dahâ şiddetlidir. 4/211.


● Dilin sâlih olması, din ve dünyânın islâhını ihtivâ etmekdedir. [Dili islâh olmuş ise, din ve dünyâsı islâh olur.] 6/67.


● Âlem-i emr latîfelerinin başlangıcı kalbdendir. Ve kalbin üstü rûh, rûhun üstü sır, sırrın üstü hafî, hafînin üstü ahfâdır. Kalb, âlem-i halk ile âlem-i emr arasında geçiddir. 6/5.


● Beş latîfenin her biri âlemdir ki, âlem-i halkdan kat kat fazladırlar. Sâlik bu beş latîfeyi geçip, fenâ ile hakîkatlenir [fenâya kavuşur]. Sonra ilâhî kemâlâta başlar ki, bekâ makâmıdır. 5/134.


● Âlem-i emr latîfelerinin zuhûr mahalli, Arşın üstüdür ki, mekânsızlık ile sıfatlanmışdır. Âlem-i emrin mekânsız olması, âlem-i halka nisbetledir. Bîçûn-i hakîkî cellet azemetühûya [Allahü teâlâya] nisbet ile nasıl olduğu bilinir. [Çün’dür.] 5/126.


● Âlem-i halk latîfeleri, âlem-i emrin latîfelerinin asllarıdır. 6/4.


● Âlem-i emrin beş latîfesi yükselerek, asllarına ki, Arşın üstündedir, katılır [kavuşur]lar. Ve o makâmdan Allahü teâlânın sıfat ve ismlerinin zılleri ki, onların aslıdır, yükselirler ki, vilâyet-i sugrâ ile ta’bîr ederler. Evliyânın vilâyetidir. Ve oradan ism ve sıfatların asllarının dâiresi ki, vilâyet-i kübrâya bağlanır. Ve vilâyet-i Enbiyâdır. Oraya kavuşur ki, yükselmenin nihâyetidir. Bunun dahâ yukarısına âlem-i emr için yükselmek yokdur. Nefs-i mutmainne ve toprak unsuru için vardır. 6/128.


● Sır, hafî ve ahfâ latîfesinin makâmı, göğsün ortasıdır. 5/113. [Kıyâmet ve Âhıret: 165.]


● Âlem-i emr latîfelerinin yakınlığı, aslından ve yaratılışındandır. [Hılkât ve cibilliyetinden.] Âlem-i halkın latîfelerinin yakınlığı ise, olgunluk kazandıkdan sonradır. 6/225.


● Âlem-i emr latîfeleri, kalb, rûh, sır, hafî ve ahfâdır ki, bunlar insan denilen küçük âlemin parçalarıdır. Onların aslı âlem-i kebîrdedir. O beşlinin hâllerinin açığa çıkması, arşın üzerindedir ki, mekânsızlık ile vasflanmışdır. 6/73.


● Letâif-i sitte dahî anâsır-ı erbe’a gibi [Altı latîfe dahî, dört unsur gibi] başka başka hakîkatin sâhibidir. 4/224.


● Latîfelerin her birinden Allahü teâlâya kavuşduran yol vardır. 6/5.


● Âlem-i emrin beş latîfesinin fenâları, herbirinin aslına kavuşarak, onda yok olmasına bağlıdır. 5/84.


● On latîfenin herbiri ile muâmele [iş] başkadır. Her birinin vilâyeti, seyr ve sülûkü başkadır. Rûh ile nefs birdir [aynı şeydir diyenler], işin hakîkatini anlıyamamışlardır [bilmiyorlar]. 5/137.


● Âlem-i emrin beş latîfesi, küçük âlem olan insanın parçalarıdır. Onların aslları, âlem-i kebîrdedir ki, insandan gayri olan yüksek ve alçak şeylerdir Ve o aslların açığa çıkması, Arşın üstündedir ki, mekânsızlıkdan hisse almışdır. O latîfelere, bu mülevves [çirkin] bedene aşk ve bağlanma vermişlerdir. [Latîfeler bedene bağlanmış]. Bu sebebden o nûrânî latîfeleri, bu zulmânî şekl ve sûret ile husûsî bir alâka ile bağlamışlardır [bir yapmışlar, toplamışlardır]. Aynı şeklde o latîfelerden herbirinin insanın cesedinde mu’ayyen bir mekânı ve başka bir yuvası vardır. Ve en yüksek makâmdan en aşağı makâma [yere] inmişdir. Latîfelerin yükselmesi, bedenden uçmaları ve bedeni boşaltmaları hâllerin en şereflilerindendir. Ve cesedin fenâsı ile ta’bîr olunmuşdur. [Buna cesedin fenâsı denir.] 5/60.


● Latîfelerin kendi asllarından yükselmeleri [ayrılmaları] vilâyetin şartıdır. 6/128.


● Âlem-i emrin beş latîfesi komşu gibidir. Onların ba’zıları ba’zılarından dahâ latîfdir. Hangisi dahâ latîf ise, âlem-i gayba dahâ yakın, dahâ önce feyz almakdadır. Bu latîfelerden birine bir ihsân geldikde, ona yakın olan gıbta edip, şevk ile ağlamağa başlar. Kalbin ağlaması, rûhun bulmasına [kavuşmasına] delîldir. 6/221.


● Âlem-i emrin beş latîfesinin herbirinin vilâyeti başkadır. 4/224.


● Âlem-i emr latîfelerinin, vilâyet kemâlâtı ile ve âlem-i halkın latîfelerinin ise nübüvvet kemâlâtı ile münâsebeti vardır. 4/213.


● Unsurların latîfelerinin hakîkî tasfiyesi, yüksek vilâyetdedir. [Vilâyet-i ulyâdadır]. Evvelki vilâyetlerdeki tasfiyeleri, tasfiyenin sûretidir. 6/128.


● Âlem-i halk latîfeleri ve onların asllarında seyr, âlem-i emrin seyrinden sonradır. 6/4.


● Âlem-i halk latîfeleri de, âlem-i emr latîfeleri gibi yükselir ki, yüzü hakka karşıdır ve bir tezellüldür ki, yüzü halka karşıdır. Tam iniş on latîfenin inmesine bağlıdır. 6/150.


● Kalb latîfesinin aslı, fi’ller makâmıdır. Rûh latîfesinin aslı, sıfatın zılleridir. 5/84.


● Kalb latîfesinin nasîbi, fi’ller mertebesidir. Rûh latîfesinin nasîbi, sıfatlar mertebesidir. Sır latîfesinin nasîbi, şü’ûnât mertebesi, hafî latîfesinin nasîbi, tenzîh ve takdîs mertebesidir. Cehl ve hayret mertebesi, ahfânın nasîbidir. 6/73.


● Sır, hafî ve ahfâ latîfelerinin şirkine, islâmda i’tibâr edilmemişdir. 6/4.


● Sır latîfesinin aslı, zâtın şü’ûnâtıdır. 4/213.


● Ahfâ latîfesinin vilâyeti, diğer vilâyetlerin üstüdür. Ve bu latîfenin, kâinâtın serveri ve mevcûdâtın mefhari aleyhi ve alâ âlihissalevât vet-teslîmât vel berekât ile husûsî bir durumu [ayrı bir husûsiyyeti] vardır. 6/232.


● Ahfâ latîfesinin, toprak latîfesi ile; hafî latîfesinin nâr [enerji] ile; sır latîfesinin, hava ile; rûh latîfesinin su ile; ve kalbin nefs ile münâsebetleri vardır. 4/213.


● Nefs latîfesi, âlem-i emr latîfesi gibi, vilâyet-i kübrâda, fenâ ve bekâ ile şereflenip ve itmînânın kemâline ulaşır. Âlem-i halkın latîfelerinin yükselmesi, vilâyet-i ulyâya uygundur. Toprak latîfesinin kemâli, nübüvvet kemâlâtına bağlıdır. 5/97.


● Allah lafza-i celîlesi, müsamma olan [delâlet etdiği] Allahü teâlâya kavuşulamıyacağına işâret ediyor. Lam-ı ta’rîf ilâhe kelimesinin lamında idgâm edilerek [gizleyerek] gizlenmiş, yalnız lâmi ilâhe bâkî kalmışdır ki, ma’rifeti o hazrete ulaşdıkda, fânî ve yok olur, demekdir. Derin âlimler, lafza-i Celâlden hayrete düşmüşler, aslına vâsıl olamamışlardır. 4/13.


● İcmâl ve vahdet [öz ve birlik] lâfzının bîçûn mertebesinde tafsîl lâfzından dahâ münâsebeti çokdur. Zîrâ tafsilâtlanma sözünden kısmlara ayrılma, parçalanma anlaşılabilir. Ona binâ’en, o yüksek harîme [makâma] söylemek için, icmâl ve vahdet ta’bîrini seçdiler. Yoksa, Hak teâlâ bizim anlayışımızın kavradığı icmâl ve tafsîlden münezzehdir [uzakdır]. 4/67.


● Allahü teâlânın dostlarına kavuşmak, Allahü teâlâya kavuşmanın başlangıcıdır, parçasıdır. 6/79.


● Levh-i mahfûz, bütün [sayısız] mümkinleri ihtivâ etmekdedir. Ve kalem-i a’lâ [yüksek kalem] ki, mukaddes rûhdur ve umûmî akldır. Onun ba’zısının özetidir. 4/230. [Se’âdet-i Ebediyye: 959.]


● Lehv ve la’be [oyun ve eğlenceye] kıymetli vakti sarf eylemiyeler ki, pişmânlıkdan başka hiç netîcesi yokdur. 6/187.


● Karanlık geceleri ağlamak ve istigfâr ile aydınlatalar. 5/71.


● “Kalbim üzerinde perde hâsıl oluyor. Onun için günde yetmiş kerre tevbe ediyorum.” [Estagfirullah diyorum.] Hadîs-i şerîfi. 6/121.


● Kadr gecesinin Mekkede ibâdet ile geçirilmesi, başka bir yerde yüzbin kerre bin aylık ibâdete eşiddir. 4/64.


● Gece ve gündüzde bir-iki vakti uzlete tahsîs ve o vaktde zikr ve fikr ve kusûrlarını ve hatâlarını hâtırlamak ve tevbe, istigfâr ve varlığı ve sâir kemâlâtı ve kendinden istekleri uzaklaşdırmak ganîmet sayıla. 6/126.


● Yumuşak ve kolaylaşdırıcı olan şahsa Cehennem ateşi harâmdır, hadîs-i şerîfi. 4/147. [Herkese Lâzım Olan Îmân: 141, Cevâb Veremedi: 342.]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder