KIYMETSİZ YAZILAR (Birinci Kısm) -T-2

 – T –

● Bu tâifeyi hor ve zelîl zan eylemeyeler. 1/68. [Mektûbât Tercemesi: 106.]


● Takıyye, mezhebini, inancını saklamakdır ki, şî’îlerin yoludur.


● Tâlibin nefse uymaması lâzımdır ki, bu da vera’ ve takvâ ile olur ki, harâmlardan kaçınmakdır. 1/286. [Mektûbât Tercemesi: 420.]


● Tâlib, sâdık olmalıdır. Sâdık olmak için yirmi senede melek yazacak bir günâh bulmamalıdır. 1/222. [Mektûbât Tercemesi: 274.]


● Tâlib sâdık olunca, zikr ve teveccüh olmasa dahî, yalnız ihlâs ve muhabbeti ile ilerler. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● Tâlib uyanık olmalı, mürşidinin yanında rü’yâlara hiç kıymet vermemelidir. 1/273. [Mektûbât Tercemesi: 398.]


● Tâlibin ilerlemesi [yükselmesi], kâmil ve mükemmil olan [yetişmiş ve yetişdirebilen] şeyhin tasarruf ve teveccühüne bağlıdır. 1/296. [Mektûbât Tercemesi: 475.]


● Tâlib, başlangıcda pis ve aşağıdır. Ve Hak teâlâ çok temiz ve çok yüksekdir. Yolu bilen bir vâsıta lâzımdır. Her iki tarafı anlıyan bir mürşid-i kâmil, tâlibe aracılık yapar. Pîr vâsıtadır. Sona varanlar, mürşid olmadan ilerler. 1/169. [Mektûbât Tercemesi: 211.]


● Tâlibin pîrine karşı edebini beyân eden mektûb. 1/292. [Mektûbât Tercemesi: 462.]


● Tâlibde, dîn-i islâmın sâhibine ittibâ’ ve şeyhine muhabbet oldukda, herşey kolaydır. 3/13. [Se’âdet-i Ebediyye: 401.]


● Tâlib, i’tikâdını düzeltdikden ve zarûrî fıkh ahkâmını öğrenip, îcâbı ile amel etdikden sonra, bütün vaktlerini zikre sarf eyleye, o şart ile ki, zikri, kâmil ve mükemmil olan şeyhden almış ola. 3/84.


● Tâlib, mürşidin huzûrunda zikr ve nâfile ile meşgûl olmamalıdır ki, feyzden mahrûm kalmıya. 1/292. [Mektûbât Tercemesi: 462.]


● Tâlibe lâzımdır ki, nefsindeki ve dışardaki bâtıl tanrıları yok ede, hak ma’bûd olarak, akla, vehme, hayâle, fikre gelen herşeyi de kovmalı, yok etmelidir. 1/126. [Mektûbât Tercemesi: 172.]


● Tâlibin, evvelâ yalvarması, çok sevmesi, sığınması lâzımdır ki, teveccüh te’sîr eyleye. 1/157. [Mektûbât Tercemesi: 192.]


● Tâlibde zevk zâil olup [gidip], nisbetin te’sîri kalmamış zân eder. Cesede te’sîr kalmamışdır, ammâ, rûha te’sir meydâna gelmişdir. 2/43.


● Bir tâlib, kutb-ı irşâda [mürşide] teveccüh edip, ona bağlanırsa, o dahî tâlibe müteveccih olsa, teveccühde tâlibin kalbinde bir pencere açılır. Ve buradan teveccüh ve ihlâsı kadar, o deryâdan kalbine feyz akar. Ve ilâhî zikre müteveccih olur, kavuşur. O mürşidi bilmediği hâlde teveccüh etmese, yine fâidelenir ammâ, azdır.


Fekat inkâr ederse veyâ mürşid ondan incinirse, zikr etse de hidâyetden mahrûmdur. Mürşid onun zararını istemese dahî, o inkâr ve üzmek onun feyzine mâni’ olur. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● Tâlib, niyyeti düzeltirse ve sâdık ve hâlis olursa ve zikre de devâm ederse, tezkiye hâsıl olur. Kötü huyları iyi huylara dönüşür. Tevbe ve bağlanma nasîb olur. Dünyâ sevgisi çıkar. Ve sabr ve tevekkül ve rızâ hâsıl olur. Bunlar kendini âlem-i misâlde müşâhedeye vesîle olup, her latîfe için bir nûr müşâhede eder. Böylece seyr-i âfâkî temâm olur. Bu seyr hakîkatde sâlikin kendindedir. [Kendi kalbindedir.] Sâlik, seyrini âlem-i misâlde görür. 2/42. [Se’âdet-i Ebediyye: 933.]


● Tâlib, fenâ ve bekâya kavuşdukdan sonra, mürşide uyması lâzım gelmez. 1/292. [Mektûbât Tercemesi: 462.]


● Tâlib, vilâyet yolu ile yaklaşmakdan, nübüvvet yolu ile yaklaşmağa ulaşması câizdir. 3/124.


● Tâlibe lâzım olan edebler. 1/292. [Mektûbât Tercemesi: 462.]


● Tâlib olmıyan kimse, tâlib olmayı istemelidir. Bu istek de büyük ni’metdir. 1/61. [Mektûbât Tercemesi: 98.]


● Tabi’ati ile alâkalı arzûlar, kulluğa mâni’ değildir. 3/27. [Se’âdet-i Ebediyye: 428.]


● Tarîkatden maksad, islâmiyyetin üçüncü kısmı olan ihlâsı elde etmekdir. İslâmiyyetin dışında birşey değildir. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Tarîk-ı vilâyetde [vilâyet yolunda] vâsıta lâzımdır. Bu vâsıta, oniki imâmdır ve sonra Abdülkâdir-i Geylânîdir. 3/124.


● Tarîk-ı nübüvvetde [nübüvvet yolunda], fenâ, bekâ, cezbe ve sülûk yokdur. 1/312. [Mektûbât Tercemesi: 502.]


● Tarîk-ı nübüvvetde [nübüvvet yolunda], mahlûklara gönül bağlamak yasakdır. Mahlûkların unutulması lâzım değildir. 1/302. [Mektûbât Tercemesi: 482.]


● Tarîk iki parçadır. Cezbe ve sülûk. Tasfiye ve tezkiye de denir. Sülûkden önce olan cezbenin kıymeti yokdur. Sülûkun yardımcısıdır. 1/62. [Mektûbât Tercemesi: 99.]


● Tarîkate sülûkden maksad, îmânda yakîn, amelde yüsrdür. 1/226. [Mektûbât Tercemesi: 278.]


● Tarîkat ve hakîkat, islâmiyyetin hâdimleridir. [Hizmetcileri, yardımcılarıdır.] 2/50. [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]


● Tarîkat, mahlûkâtı yok etmek yolu, hakîkat, vâcib-i teâlânın isbâtıdır. 2/59. [Se’âdet-i Ebediyye: 764.]


● Tarîkat, izâfe edilen şeylerin ortadan kaldırılması [mahlûkları unutmak] için çalışmakdır. Hakîkatde ise, zorluk çekmeden, kendiliğinden unutulur ki, ikisi birdir. 1/41. [Mektûbât Tercemesi: 69.]


● Tarîkat ve hakîkat vilâyete bağlıdır. İslâmiyyet nübüvvetdedir. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● Tarîkatde tul-i emel [uzun emelli olmak] küfrdür. 1/136. [Mektûbât Tercemesi: 179.]


● Tarîkatde hâsıl olan telvînler [hâller] ve tecellîler hayâlî ve vehmîdir. 3/109.


● Tarîk-i sülûkda [sülûk yolunda] bağlanma sâlik tarafındandır. Vâsıta lâzımdır. Çâre yokdur. 3/124.


● Tarîk-i cezbede [cezbe yolunda], çekilme, matlûb tarafındandır. Başkaların vâsıtalığını kabûl etmezler. 3/118.


● Tarîk-i cezbe [cezbe yolunun] temâm olması, sülûka bağlıdır. Sülûksuz cezbe temâm olmaz ve netîcesizdir. 3/118.


● Tarîkat-i Nakşibendiyye, Eshâb-ı kirâmın yoludur. 2/23. [Se’âdet-i Ebediyye: 775.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyye nisbeti, bu zemânda yok gibi olmuşdur. [Ankâ kuşu hükmündedir.] 1/168. [Mektûbât Tercemesi: 208.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyyede zikr, Ebû Bekr-i Sıddîkdan “radıyallahü anh” gelmişdir. 1/221. [Mektûbât Tercemesi: 269.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyyede, islâmiyyetin yasak etdiklerinden kaçınmak zarûrîdir. 2/50. [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyyede, simâ’, raks, vecd ve tevâcüd [kendinden geçme] yasakdır. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyyede farzların edâsı, yaklaşmağa sebebdir. 2/50. [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyye, elbette kavuşdurur. 2/42. [Se’âdet-i Ebediyye: 933.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyyenin başlangıcı cezbeden, diğer tarîkatlerinki sülûkdendir. Bu tarîkatde şeyh, teveccüh ve tasarruf ile, başlangıcda olana, nihâyet devletinden aks etdirir. 2/43.


● Tarîkat-i Nakşibendiyyenin sonundan kimse haber vermemişdir. Başlangıcını bildirmişlerdir ki, nihâyeti başlangıca yerleşdirilmişdir. 1/221. [Mektûbât Tercemesi: 269.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyyede, nefse muhâlefet çok olduğundan, çabuk kavuşdurucudur. [En kısa yoldan kavuşdurur.] 1/286. [Mektûbât Tercemesi: 420.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyye, Peygamberlik kemâlâtına kavuşdurur. Başka tarîkatler kavuşduramaz. 1/286. [Mektûbât Tercemesi: 420.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyyenin medhi. 3/9.


● Tarîkat-i Nakşibendiyyenin temeli [işinin esâsı], sohbet ve muhabbetdir. 3/70.


● Tarîkat-i Nakşibendiyyede ifâde ve istifâde [feyz vermek ve feyz almak] susarak, kendiliğinden olur. [Zorluyarak olmaz]. 1/221. [Mektûbât Tercemesi: 269.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyyenin medârı [işinin esâsı] ahkâm-ı islâmiyye üzere olmak ve pîre muhabbetdir. 2/30.


● Tarîkat-i Nakşibendiyyede şeyh tâlibe zikr veyâ murâkabeyi veyâ yalnız sohbeti emr eder. 1/286. [Mektûbât Tercemesi: 420.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyyede zikr edebilmek, başlangıcda nasîb olur. 1/190. [Mektûbât Tercemesi: 226.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyyede başlangıçda zikr, ortada Kur’ân-ı kerîm okumak, sonda nemâz emr olunur. 3/25.


● Tarîkat-i Nakşibendiyyede, cehrî zikrden kaçınmak emr olunmuşdur. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyyede ilk teveccüh zât-i ehadiyyet iledir. [Allahü teâlânın zâtınadır.] 2/23. [Se’âdet-i Ebediyye: 775.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyyede sülûk, tâlibin dilemesi ile değildir. Mürşidin tesarrufu ile olur, ona bağlıdır. 1/221. [Mektûbât Tercemesi: 269.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyyede pîrlik, mürîdlik ta’lîm iledir. Külâh ve elbise ile değildir. 1/221. [Mektûbât Tercemesi: 269.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyyede nisbetden murâd, Allahü teâlânın hâzır olmasını anlamak demekdir. Hiç aralıksız hâzır olmasını anlamak demekdir. İsmler ve sıfatlar karışmadan, zât-i ilâhînin tecellîsidir ki, (Yad-ı daşt) derler. 1/27. [Mektûbât Tercemesi: 45.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyyenin sonu, vasl-ı uryânîdir ki, matlûba kavuşmakdan ümmîdi kesilir. 1/221. [Mektûbât Tercemesi: 269.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyye büyüklerine, tecellî-i zâtî devâmlı olup, başkalarına (berkî), şimşek gibi gelip-geçicidir. 2/30.


● Tarîkat-i Nakşibendiyyede seyr-i âfâkîyi seyr-i enfüsî ile birlikde yaparlar. 1/145. [Mektûbât Tercemesi: 184.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyye büyükleri, gaybetden önce olan huzûra ehemmiyyet vermezler. 1/131. [Mektûbât Tercemesi: 175.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyyenin nisbeti, hiçbirşeye benzemiyen makâmadır. Mahlûklar ile alâkası yokdur. 1/291. [Mektûbât Tercemesi: 458.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyye yolu, insanın yedi latîfesidir ki, ikisi âlem-i halkdan, beden ile nefsdir.


Beşi âlem-i emrdendir. [Kalb, rûh, sır, hafî, ahfâ]. Önce âlem-i emrden başlanır. 1/196. [Mektûbât Tercemesi: 234.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyye riyâzeti. 1/313. [Mektûbât Tercemesi: 502.]


● Makâmât-i aşere 1/38 [Mektûbât Tercemesi: 65.]


● Tarîkat-i Nakşibendiyyede ilerlemek, kalbden başlar. Sonra rûh, sır, hafî ve ahfâdan geçilir. Bunların herbiriyle ayrıca hakîkatlendikden sonra, âlem-i kebîrdeki asllarını seyr ederek, fenâya vâsıl olur. Bundan sonra, vücûb ile imkân arasında olan sıfat ve ismlerin zıllerini kat’ederek, esmâ ve sıfata başlıyarak, ismlerin ve sıfatların tecelliyâtı vukû’ bulup, âlem-i emrin beş aslının mu’âmelesi temâm olur. Sonra, nefsin itmînânı ile rızâ makâmı hâsıl olur. Sonra, ism, sıfat ve şu’ûnların aslı olan bir dâire ve bunun aslı olan diğer bir dâire ve sonra bir kavs hâsıl olur ki, bu üç asl, zât-i teâlâda mücerred i’tibârâtdır ki, onun ele geçmesi, nefs-i mutmainneye mahsûs olup, şerh-i sadr ve islâm-ı hakîkî hâsıl olur ki, vilâyet-i kübrânın sonudur. Buraya kadar ism-i zâhirin seyridir. İsm-i zâhir, sıfata, ism-i bâtın sıfat ile zâta tealluk eder. Esmâ-i bâtinîde seyr, vilâyet-i mele-i a’lâdır. Bundan sonra da, kemâlat-ı nübüvvet vardır ki, Enbiyâya mahsûsdur. Ve tâbi’ olanların büyüklerine hisse vardır ki, toprak unsurunun nasîbidir. Vilâyetin kemâlâtı makâmât-i nübüvvetin zıllerinin kemâlâtıdır. Bu seyrden sonra, bir adım ileri atılsa sâlik yok olur. Toprak unsuru hepsinden dahâ yükseğe gider. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● Ta’âm [yemek]leri, keyf için, lezzet için yimemeli, Allahü teâlânın emrlerini yerine getirmeğe kuvvet bulmak niyyeti ile yimelidir. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Taleb büyük ni’metdir. Ni’meti elden kaçırmamak için, onun şükrünü yerine getirmek lâzımdır. 1/61. [Mektûbât Tercemesi: 98.]


● Taleb dahî matlûba kavuşmanın müjdecisidir. 1/61. [Mektûbât Tercemesi: 98.]


● Talha ve Zübeyr “radıyallahü anhümâ”, Cemel günü onüçbin âdem ile katl olunmuşlardır. Aşere-i mübeşşeredendirler. 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● Talha ve Zübeyr, Fârûkun “radıyallahü anhüm” vasıyyetinde, hilâfeti rızâları ile terk eylediler. 2/36. [Eshâb-ı Kirâm: 222.]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder