Ehl-i Sünnet Vel cemaat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ehl-i Sünnet Vel cemaat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ehl-i sünnet vel-cemâ’at ve Batınilik

Dinde reformcu,

*(Son zemânlarda kendilerine Ehl-i sünnet vel-cemâ’at adını verenlerin çoğu, gerek Bâtınîlerin ve gerekse diğerlerinin uydurduğu bid’atlerden yakayı kurtaramamışlardır. Sâdece isimleri değişikdir. Eğer Bâtınîlerin sözleriyle dördüncü ve dahâ sonraki asr mutasavvıflarının sözlerini karşılaşdırırsan, aralarında pek az fark bulursun)* diyor.


Cevap: *Dinde reformcu,* burada da, *din câhili* olduğunu ortaya koymaktadır. 


*(Ehl-i sünnet vel-cemâ’at)* ismi, onun dediği gibi, sonradan uydurulmuş değildir. Bu ismi *Resûlullah* “sallallahü aleyhi ve sellem” *söylemiş, müslimânları, bu ism altında birleşmeğe çağırmışdır*.


*(Sünnetime sarılınız)*,  *(Cemâatten ayrılmayınız)* hadîs-i şerîfleri bu çağrının vesîkalarıdır. 


[ *Sünnet,* islamiyettir. *Cemaat* ise, Muhammed aleyhisselâma inen dini bilen, gören, uygulayan, yaşayan cemaattir yani *eshabı kiramdır.* *Ehli sünnet vel cemaat itikadında olanlar* da, *eshabi kirama uyanlar,* yani *tabiin, tebei tabiin ve onları yolunda olan* müslümanlardır.]


Dinde reformcu, bu küstahça yalanı ile, *Ehl-i sünnet âlimlerine ve Evliyâya çatmakta*, onları *lekelemeğe* kalkışmaktadır. 


*Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâpları, bin sene evvel nasıl idi ise, bugün de öyledir*. 


Her *fende*, her *ilimde*, her sınıf insanda *câhil ve sapık* bulunabilir. *Böyle birkaç kişiyi ele alarak, Ehl-i sünnet kelimesine saldırmak, çok haksızlıkdır.*


Tesavvuf büyüklerini *Bâtınîlere* benzetmek ise, dinde reformcuların çok kullandıkları *aldatıcı taktiklerinden biridir*. 


*Bâtın(tasavvuf)* âlimlerini, *Bâtıniyye zındıkları* ile karışdırmak, *nûru zulmet* olarak, *hakkı bâtıl* olarak, *doğruyu iğri* olarak göstermek gibidir. 


Reşîd Rızânın bu kitâbı, ilmî bir eser olmaktan çok uzakdır. Okuyucuları aldatmak için hâzırlanmış bir hokkabazın, bir göz boyayıcının yazıları gibidir.


Faideli Bilgiler- Sayfa 111


[ *BATINİLİK*: İmâm-ı Muhammed Gazâlî hazretleri yetmişiki fırkadan ilk zuhur eden Şii fırkasının Dâî'leri ile mücadele etti. *Dâî'ler, Kur'ân-ı kerimin bir içyüzü, bâtını, bir de dış yüzü zâhiri olduğunu iddia ettiler.* Bunlara *Bâtınî fırkası* ismi verilmiştir. *İmâm-ı Gazâlî hazretleri bunların felsefelerini kolayca yıktı.* Bâtınîler bu mağlubiyetten sonra, İslâmiyetten daha çok ayrıldılar. *Manaları açık olmayan âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere yanlış manalar vererek Mülhid, dinsiz oldular.* Siyasi maksatları sebebi ile işi azıtarak, hak yoldaki Ehl-i sünnet Müslümanların başına bela oldular.]

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 MUBAREK HOCAMIZ BUYURDULAR Kİ:-34


25 ARALIK 1992


ELHAMDÜLİLLAHİ HÂZÂ MİN FADLİ RABBİ. BİSMİLLAH TEVEKKELTÜ ALALLAH. LÂ HAVLE VELÂ KUVVETE İLLÂ BİLLAHİL ALİYYİL AZÎM.

 Nûr yağıyor. Acele etme, kardeşim.

“EL-ACELETÜ MİNEŞŞEYTÂN”. (ACELE ŞEYTÂNDANDIR.) “ET TEENNİ”, TEENNİ, YAVAŞ DEMEK. “MİNERRAHMÂN.” “RAHMÂN” ALLAHÜ TEÂLÂNIN İSMİ. “ELHAMDÜLİLLAHİ RABBİL ÂLEMÎN. ERRAHMÂNİRRAHÎM”.


 Bakınız! Rahmân, Allahü teâlânın ismi. (Mektûbât)ın, birinci cildi, 65.ci mektûbunu okuyunuz. Bizim hizmetler anlatılıyor. Söz ile, yazı ile yapılan cihâd, kılınç ile top ile yapılan cihâddan dahâ kıymetlidir, diyor. Ne güzel. Bizim arkadaşların ne kadar sevâb kazandığını yazıyor. Allahü teâlânın lütfu. Cenâb-ı Hak dilediklerini seçer, sever, kullanır, hizmetde kullanır. Biz Allahü teâlânın kuluyuz.

Peygamberinin ümmetiyiz.


 PEYGAMBER EFENDİMİZİN İKİ DÜRLÜ ÜMMETİ VAR. BİRİSİ, ÜMMET-İ İCÂBET, YA’NÎ KABÛL ETMİŞ. BİZ, ÜMMET-İ İCÂBETİZ. İKİNCİSİ DE, ÜMMET-İ DA’VET. BÜTÜN AVRUPA, AMERİKA, HEPSİ PEYGAMBER EFENDİMİZİN ÜMMET-İ DA’VETİDİR. ONLARI DA’VET EDİYOR. ONLARA ÜMMET-İ DA’VET, BİZE ÜMMET-İ İCÂBET DENİR.


Bugün öğleden sonra, inşâallah kandil başlıyor. Allahü teâlânın ni’metleri içinde yüzüyoruz. [Nemâzdan sonraki düâları okuyorlar.] Onbir ihlâs, Kül-e’ûzüler. Sübhâne rabbike... âyeti. Receb ve şa’bân aylarında oruç tutmak sevâb. Resûlullah efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” böyle Eshâbı ile oturuyordu. Böyle halı yok orada. Asfalt da yok. Kır, kum dolu. Hep kum Arabistân. Mubârek elinde ekseriyâ Âsâ taşırdı. Âsâ demek, baston demek. Kumun üzerine âsâ ile düz bir çizgi çizmiş. Sonra bu doğru çizginin yanlarına ufak ufak ince-ince çizgiler çizmiş, iki yan tarafına. Balık kılçığı gibi. (Nasıl lüfer yirken kılçıklarını görüyoruz.) Ortada ana çizgi.

Yanlarda ince çizgiler. Buyurmuş ki, işte, bu ortadaki kalın çizgi doğru yoldur. insanları se’âdete kavuşduran, Cennete götüren yoldur. Yandakiler de şeytân yolları. “Sübüleşşeyâtîn.” “Sebîl” yol demek. “Sübül” yollar. “Sübüleşşeyâtîn”, şeytânların yolu. Sonra buyurmuşlar ki: “Setefteriku ümmetî”. “Setefteriku” demek, ayrılır, demek. Bir zemân gelecek ki, benim ümmetim ayrılacak, bölünecek.


 “SELÂSETEN VE SEBÎNE FIRKATEN.” “SELÂSETE”, ÜÇ, “SEB’İL” YETMİŞ. “BENİM ÜMMETİM YETMİŞÜÇ FIRKAYA AYRILACAK” BUYURUYOR. “KÜLLÜHÜM FİNNÂR İLLÂ FIRKATEN VÂHİDETEN...”


Bir dânesi Cennete gidecek. “Küllühüm” demek, geri kalanların hepsi, demek. Cehenneme gidecek. Yetmişiki dâne fırka Cehenneme gidecek.

İşte şeytânların yolu dediğimiz ince yollar. Bir dânesi ortadaki kalın çizgi Cennete gidecek. “Kâlû”, söylediler, ya’nî sordular. Orada bulunan Eshâb-ı kirâm sordular. “Menhüm”. Onlar kimdir. “Men” kimdir. “Hüm” onlar. O bir doğru yolda olanlar, Cennete gidecek olanlar kimdir. Yâ Resûlallah! Söyle anlıyalım, diye Eshâb-ı kirâm soruyorlar. Peygamber efendimiz cevâb veriyor: “Hüm” onlar. “Hüm alâ”, onlar üzerinedirler.

“Ma” şol şey ki, “ene aleyhi” ben onun üzerindeyim. Benim üzerinde olduğumun üzerindedirler, ya’nî benim yolundadırlar. Kısacası, onlar, benim yolumda bulunanlardır. Ama dahâ, bitmiyor. “Ve eshâbî” ve eshâbımın yolunda olanlardır. Peygamber efendimizin yolu nereden belli olacak.


ESHÂBIN YOLU. DEMEK Kİ ESHÂBIN YOLU, PEYGAMBER EFENDİMİZİN YOLU.

“ONLAR, BENİM YOLUNDA OLANLARDIR, YA’NÎ ESHÂBIMIN YOLUNDA OLANLARDIR.

ESHÂB-I KİRÂM OLMASA, PEYGAMBERİMİZİN YOLUNU NEREDEN ÖĞRENECEĞİZ?

Kitâb yok ki o zemân. Eshâb-ı kirâm anlatdı.


 İSLÂMİYYETİ BÜTÜN DÜNYAYA ESHÂB-I KİRÂM YAYDI. “ESHÂBIMIN YOLUNDA OLANLAR, CENNETE GİDECEK.” PEYGAMBER EFENDİMİZİN YOLU NE? SÜNNET. “BENİM YOLUMDA OLANLAR, EHLİ SÜNNET”. CEMÂ’AT DE, ESHÂB-I KİRÂM. ESHÂB-I KİRÂMA HEM “ESHÂB” DENİR.

HEM DE, PEYGAMBER EFENDİMİZİN CEMÂ’ATİ DENİR.


Şimdi biz Kenân beğin cemâ’atiyiz. Kenân beğ imâm oldu. Eshâb-ı kirâm da nemâzlarını kılmak için “Mescid-i Se’âdet”e gelirlerdi. “Mescid-i Nebevî” de cemâ’at olurlardı. Peygamber efendimizin cemâ’ati, ya’nî Eshâb-ı kirâmın yolunda olanlar. işte, Cennete gidenler Ehl-i sünnet vel cemâ’at. Peygamberimiz ismi ile cevâb veriyor. Ehl-i sünnet ne demek; Peygamber efendimizin yolunda olanlar demekdir. O yolu nereden bileceğiz? Cemâ’atden.

Vel-cemâ’at: Peygamberimizin yolu, Eshâb-ı kirâmın bildirdiği yoldur.

Doğru yol budur. Sağa sola sapmış olanlar da, kendi kafasında olanlardır. Benim düşüncem, benim bilgim doğrudur diyenlerdir. Hâlbuki Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde ne buyuruyor:


 “SİZ BİRÇOK ŞEYE DOĞRU DERSİNİZ, HAYRLI DERSİNİZ. HÂLBUKİ ONLAR HEP EĞRİ, BOZUKDUR. “VE HÜVE KÜRHÜN LEKÜM”, “VE HÜVE HAYRÜN LEKÜM”. ÂYET-İ KERÎMEDİR BU. [BEN TABÎ’Î ÂYETİ BİLMİYORUM.] “LE KÜM”, SİZİN İÇİN HAYRLI DEĞİLDİR, ZARARDIR ONLAR. İŞTE ŞİMDİKİ MEZHEBSİZLER. KENDİ KENDİLERİNE FETVÂ KESİYORLAR. HAYRLI-DOĞRU YOL BUDUR,

DİYORLAR. HÂLBUKİ, ALLAHÜ TEÂLÂ KUR’ÂN-I KERÎMDE BUYURUYOR Kİ, “O SİZE HAYRLI DEĞİLDİR, ZARARLIDIR” DİYOR. HAYRLI YOL BİR DÂNEDİR. PEYGAMBER

EFENDİMİZİN HABER VERDİĞİ YOL. O DA EHL-İ SÜNNET VEL CEMÂ’AT YOLU. EHL-İ SÜNNET BU YOLU NEREDEN ÖĞRENMİŞ? ESHÂB-I KİRÂMDAN ÖĞRENMİŞ. CEMÂ’ATDEN ÖĞRENMİŞ. ESHÂB-I KİRÂMIN YOLU BİZİM YOLUMUZ.


Ne güzel! Peygamber efendimiz hadîs-i şerîfde ne buyuruyor: “Eshâbî”, benim eshâbım. “Bî” demek, benim demek. “Kitâbî” benim kitâbım demek. “Ümmî” benim annem demek. “Δ denildi mi, benim, demek. “Allahümmagfir lî” diyoruz. “Beni afv et”. “Lî” benim için demek. Benim için afv et, ya’nî beni afv et. Onun için Peygamber efendimiz hadîs-i şerîfde ne buyuruyor:

“Eshâbî”, benim eshâbım. “Kennücumi”. “Ke”, gibi demek. Kelimenin başına gelirse “Ke”, gibi demek. Sonuna gelirse senin demek. “Kitâbî” benim kitâbım. “Kitâbike” senin kitâbın demek. Sonuna “ke” geldi, senin oldu. “Kitâbî” benim kitâbım, “Kitâbike” senin kitâbın. “Ümmî” benim annem. “ümmîke” senin annen. Kelimenin başına gelirse, “gibi” demek olur. “Eshâbî”, benim eshâbım. “Kennücûmî”. “Nücûm” yıldızlar, demek. Gökdeki yıldıza necm denir. “Necmeddîn” çocuk adı. Ne demek. Dînin yıldızı. “Bedreddîn” dînin ayı. Onbeşinci gecedeki aya “Bedr” denir.

Baş tarafdaki ince aya “hilâl” denir. “Hilâl” demek ince ay demek. “Bedr” demek, yuvarlak ay demek. Peygamber efendimiz, “Kennücûmi” diyor.

Benim eshâbım, gökdeki yıldızlar gibidir, diyor. Eskiden, yola giderlerken, köylüler, çölde, dağlarda, köyden-köye gece giderken yıldıza bakarlar. Yıldız yol gösterici. “iktedeytüm”, iktidâ edersiniz, uyarsınız. imâma iktida ediyoruz, uyuyoruz. imâma uyanlara ne denir, söyledim, cemâ’at denir. Veyâ muktedî de denir. imâm arkasındakiler de muktedî. “Muktedî” demek, iktida eden, uyan, imâma uyanlar demekdir. Peygamber efendimiz buyuruyor ki: Benim eshâbım, bi-eyyihim, hangisine olursa olsun, “iktedeytüm” iktida ederseniz, uyarsanız, “ihtedeytüm” hidâyete kavuşursunuz” demekdir. “Hidâyet demek, se’âdet yolu, doğru yol demek. Doğru yola, hidâyete kavuşursunuz, demekdir.


 ESHÂBIMIN HANGİSİ OLURSA OLSUN, ŞUNA, BUNA DEĞİL, HERHANGİBİRİNE UYAN HİDÂYETE KAVUŞUR.


Peygamber efendimiz vefât etdiğinde Medînede otuzüçbin sahâbî vardı. Mekkede, Tâifde, Tebükde, bütün Arabistân şehrlerinde müslimânların sayısı 124 bin idi.Ya’nî Peygamber efendimiz vefât etdiğinde yeryüzünde124 bin sahâbî vardı. Bir dânesine sahâbî, hepsine eshâb denir.

Medînedekiler otuzüçbin kişi idi. Hepsi Resûlullah efendimizin cenâze nemâzını kıldılar. Nasıl sığdılar câmi’e veyâ meydâna. Câmi’de kılınmaz ki,cenâze nemâzı. Açıkda kâfile, kâfile kıldılar. Peygamber efendimiz Pazartesi günü vefât etdi. Salı günü sabâhdan akşama kadar, cenâze nemâzı kılındı. Çarşamba gecesi, ya’nî salı akşamı bitdi; defn etdiler. Demek ki, Pazartesi ve Salı günü iki gün cenâze nemâzı kılındı. Meselâ 50 kişi geliyor gidiyor. Tekrâr bir elli kişi dahâ. Peygamber efendimize mahsûs bu. Mu’cize işte. Ona husûsiyyet denir. Meselâ Peygamber efendimiz birçok husûslarda böyle ümmetinden ayrılır. Ümmetine yasak olan ba’zı şeyler Peygamber efendimize câizdir. Demek ki cenâze nemâzını sahâbîler, iki gün kıldılar. Bu sahâbîlerden de dînimizi, Ehl-i sünnet âlimleri öğrendiler.

Ehl-i sünnet âlimleri, sahâbîlerin talebeleri. Ehl-i sünnet âlimlerinin bir dânesi, en üstünü, reîsi imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe hazretleridir. ilk kitâbı, onun talebeleri yazdılar. O söyledi, talebeleri, kâtibleri yazdılar. Kendi eli ile yazmadı, talebeleri yazdı. ilk kitâb, meselâ, “Fıkh-ı ekber” var.

Biz onu basdırdık. Hanefî olmadıkları hâlde, her yerden, Afrikadan o kitâbı istiyorlar. Çünki islâmiyyeti anlatıyor. O hanefî kitâbı değil, islâm kitâbı. Hangi mezhebden olursa olsun, o kitâbı arıyorlar. [i’tikâd kitâbı.]

İmâm-ı a’zam mubârek altı sahâbîyi gördü. 80 senesinde dünyâya geldi.90 senesinde 10, 100 senesinde yirmi yaşında idi. O senelere kadar yaşıyan sahâbîleri gördü. Altı kişi idi onlar. Ötekiler hep ölmüşler, şehîd olmuşlardı. Hepsi de yüz senesine kadar yaşamadı. Çoğu, hazret-i Ebû Bekr 63, hazret-i Ömer 63, hazret-i Alî 63, hazret-i Osmân 82 yaşında 36yılında vefât etdi. O altı sahâbîyi imâm-ı a’zam aradı, buldu, elini-ayağını öpdü. Neden, Resûlullah efendimizin sahâbîleri oldukları için. Onlardan hadîs-i şerîfler öğrendi. Ehl-i sünnet mezhebi demek, dînini Eshâb- ı kirâmdan öğrenen âlimlerin mezhebi demekdir.

Abdüllah ibni Sebe’ isminde bir yehûdî hazret-i Osmân zemânında Yemenden geldi. Ben müslimân oldum, dedi. Hazret-i Osmân onu yanından kovdu. Mısıra kaçdı. Mısırdan adamlarını gönderip, hazret-i Osmânı şehîd etdirdi. Mısırdan gelenler hazret-i Osmânın evini sardılar. Kapıda iki aslan gibi delikanlı nöbet tutuyordu. Kim idi onlar. Hazret-i Alînin oğulları, hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn. Korkudan yanaşmadılar. Yehûdînin adamları arka kapıdan girdiler. Hazret-i Osmânı şehîd etdiler. İşte o yehûdî, hazret-i Alîye geldi. “Sen Allahın adamısın, tanrısın” dedi. Hazret-i Alî, “Ben Allahın kuluyum, def ol” deyip, onu kovdu. O yehûdî, ordu kurdu. Hâricî denir onlara. Hazret-i Alî hep bu yehûdînin adamları ile, hâricîlerle harb etdi. Yüzlerce yehûdî müslimân şekline girip, hazret-i Mu’âviye ile harb etdiler. Hazret-i Alîyi Kûfede, hazret-i Mu’âviyeyi şâmda, Amr ibni Âsı Mısırda şehîd etmek istedi hâricîler. Karâr verdiler aynı günde öldürmeğe. Hazret-i Alîyi, Abdürrahmân ibni Mülcem adlı hâricî,

sabâh nemâzında mihrâbda vurdu. Hemen ölmedi. Abdürrahmân ibni Mülcemi yakaladılar. Ölmeden kısas olmaz. Öldürtse idi, kendi kâtil olurdu. Hazret-i Alî şehîd olunca, onu kısas yapdılar. Mısırda Amr ibni Âs vardı. O öldürüleceği gece râhatsızlandı. Evinde kaldı. Yerine vekîl gönderdi. Câmi’ye kendi gitmiyor. O vekîl olarak câmi’deki imâm secdede iken öldürülüyor.

Gelen hâricî [yehûdî] onu öldürüyor. ismini yazıyor kitâb. [Sehl Âmiri]. Hadîs-i şerîfde, (Eshâbıma uyan Cennete gidecek) buyuruluyor.

(Eshâbıma düşman olanlar da gelecek Bunlar ile konuşmayın, bunlarla evlenmeyin, alış-veriş etmeyin, ziyâretlerine gitmeyin) buyuruluyor. Peygamber efendimiz, bunlar kâfirdir, buyuruyor. işte bir ana çizgi. iki tarafında ufak çizgiler. Doğru yol kalın çizgi, Ehl-i sünnet işte bu. Diğerleri yetmişiki fırka. Bunun hangi kitâbda olduğunu arıyorum. Arabî kitâbların kapağına koyacağım. Bütün dünyâ anlasın. Ehl-i sünnetin ne olduğunu. İşte bir fırka doğru Cennete gidecek. Gerisi Cehenneme gidecek.


 “BENİM VE ESHÂBIMIN YOLUNDA OLANLAR CENNETE GİDECEK.” EHL-İ SÜNNET VEL CEMÂ’AT BUNLAR.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Sünnet* demek, *Yol* demek, yâni *Îtikâd*’da ve *Amel*’de *Ehl-i sünnet* yolu demekdir. Ehl-i sünnet vel cemâatin tutduğu *Yol*. Peki nerden öğreneceğiz bu yolu? 


İşte bizim *Kitap*’larımız, bunu yazıyor, bunu bildiriyor. Kur’ân-ı kerîmin *Mânâ*’sını anlamak istiyen, *Mezheb imâm*’larının kitaplarını okumalıdır kardeşim. 


Başka kitaplardan *Kur’ân-ı kerîm*’in mânâsı anlaşılmaz. Niçin *Mezheb imâm*’larının kitaplarından öğrenmeliyiz? 


Çünkü mezheb imâmları, kitaplarına yazdıklarını, doğrudan *Eshâb-ı kirâm*’dan veyâhut da kendi *Hocalar*’ından yâni hocaları vâsıtasıyla *Eshâb-ı kirâm*’dan almış ve yazmışlardır. 


Eshâb-ı kirâm da, doğrudan *Resûlullah Efendimiz*’den işitip aldılar. Velhâsıl bütün bu yazılanlar, hep Resûlullah Efendimizden öğrenilen *Bilgiler*’dir.


Onun için Kur’ân-ı kerîmin *Mânâ*’sı, bu zamanda ancak *Fıkh kitapları*’nı okuyarak anlaşılır. Yetmiş iki fırka, hep kendi *Kafa*’larına göre *Mânâ* vermiş, Cehenneme gitmişlerdir. 

● ● ● 

Efendimiz aleyhisselâm ekseriyâ elinde *Asâ* taşırdı. bir gün *Kum*’lu bir arâzide, elindeki asâ ile, yere düz bir *Çizgi* çekdi. 


O çizginin sağına ve soluna da, *Balık kılçığı* gibi eğik çizgiler çizdi ve *Ey Eshâbım, yerde çizdiğim şu doğru çizgi, Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği yoldur*, buyurdu.


Sonra yanındaki balık kılçığı gibi olan *Eğri* çizgileri gösterip; *Bunlar da bozuk yollardır. Doğru yol, tekdir. Geriye kalan yetmiş iki yol, bozukdur*, buyurdu. 


Eshâb-ı kirâm efendilerimiz bir gün; *Yâ Resûlallah! Doğru yol hangi yoldur?* diye sordular. Peygamber aleyhisselâm cevap olarak; *Mâ ene aleyhi ve eshâbî*, buyurdu.


Ne demek bu? *Mâ*, o yol, şu yoldur ki: *Ene aleyhi*, ben o yol üzerindeyim. Yâni doğru yol, benim bulunduğum yoldur. *Ve eshâbî* ve eshâbımın bulunduğu *Yol*’dur. 


Benim ve eshâbımın yolunda bulunanlar, *Doğru yolda*’dırlar ve bunlar, *Allah*’ın *Sevgi*’sine kavuşurlar. Diğerleri *Sapık yol*’dur ki, bunlar *Yetmişiki* fırkadır ve hepsi *Cehennemlik*'dir. 


Efendimiz aleyhisselâm buyurdu ki: Benden sonra bir zaman gelecek ki: *Setefteruku ümmetî*, ümmetim fırkalara ayrılacak, bölünecek. 


*Selâsete seb’îne*, yâni yetmişüç fırkaya ayrılacak. Ama *Müslümân*’lar ayrılacak, *Kâfir*’ler değil. Kâfirler hasâba dâhil değil. *Müslümân*’ım diyenler, yâni *Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah* diyenler.


Bunlar, yetmişüç fırkaya ayrılacak. *Küllühüm finnâr*, bu yetmişüç fırkanın yetmişikisi Cehenneme gidecek. *İllâ firkaten vâhideten*, yalnız tek bir fırka müstesnâ. 


Onlar Cehenneme gitmiyecek. O fırkada olanlar *Cennet*’e gidecek. *Kâlû*, Eshâb-ı kirâm, Peygamber aleyhisselâma sordular: 


*Menhüm yâ Resûlallah?* O tek fırka hangi fırkadır yâ Resûlallah? *Kâle*, Efendimiz buyurdu ki: 


*Hüm*, onlar şu yoldadırlar ki: *Mâ ene aleyhi*, ben o yoldayım. Yâni benim bulunduğum yolda olanlardır, *Ve Eshâbî*, ve benim Eshâbımın yolunda bulunanlardır. 


Efendimiz aleyhisselâm buyurdu ki: *Benim ve eshâbımın yolunda olan o tek fırka, Cehennemden kurtulacak, geri kalan yetmişiki fırka ise Cehenneme gidecekdir*. 


Bu yetmişiki fırkada olanlar da *Müslümân*’dır, ama *Îtikad*’ları bozuk olduğu için, onlar muhakkak *Cehennem*’e gidecekler. Fakat müslümân oldukları için Cehennemde *Sonsuz* kalmıyacaklar. Tekrar çıkıp *Cennet*’e gidecekler.