*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Elhamdülillah, ben çok *(müjde)* ler aldım Efendi’den. Meselâ bir tânesi de şöyle: 1932’de eczâcı subayı çıkdım, *(yıldız)* ları takdım, *(sırmalı)* elbiseyi giydim.
Ve doğru Efendi hazretlerine gitdim, (21) yaşındaydım o zaman. Gitdim bakdım ki, câminin önünde oturuyor. Ben de yanına oturdum. Hiç sesini çıkarmadı mübârek.
Az sonra, Efendi hazretlerine hizmet eden *(Şâkir)* Efendi geldi ve beni böyle *(sırmalı)* subay elbisesiyle görünce şaşırdı ve; Ooo Hilmi âbi, sen subay mı oldun, dedi.
Sonra döndü Efendi hazretlerine; (Efendim baksanıza Hilmi âbiye, sırmalı yıldızları takmış, ne güzel de yakışmış değil mi efendim?) dedi.
Efendi ona döndü ve; *(Sen Hilmi’nin yıldızlarını yeni mi görüyorsun? Hilmi yıldızlarını, üç sene evvel takdı)* dedi. Hakîkaten ben Efendi hazretlerini *(üç)* sene evvel, (18) yaşımda görmüşdüm.
Amân ne hoşuma gitdi benim. Demek ki, hakîkî *(yıldızı)* takmak, Efendi hazretlerini görmekmiş, tanımakmış, sevmekmiş, yâni kabûl edilmekmiş. Bu, benim için en büyük *(müjde)* oldu.
Efendi hazretleri, bana yazdığı mektublarda, dâima *(sevilen Hilmi)* diye yazardı. Daha sonra (sevilen) kelimesinin başına *(pek çok)* ilâve etti, bu defâ *(pek çok sevilen Hilmi)* oldu.
Sâdece (sevilen) deseydi, *(kâfî)* idi. Bu, benim için ne büyük *(müjde)* kardeşim. Bunlar, kalbinden gelmese yazmaz efendim. Bunlar, kalbinden geliyor mübâreğin.
Bunları niçin anlatıyorum? Bunları söylemekden maksadım, o büyüklerin *(ismi)* ni anmakdır. Nitekim büyükler buyuruyor ki: *(İnde zikrissâlihîn tenzîlürrahme.)* Ne demek bu?
Yâni bir yerde, Allahü teâlânın sevdiği kullarının *(ismi)* söylenirse, konuşulursa, hattâ düşünülürse, oraya *(rahmet)* yağar. Efendi hazretlerinin *(ismi)* ni, buraya rahmet yağsın diye söyledim kardeşim.
Reşâhat’ın müellifi buyuruyor ki: Ben, bu büyükler gibi olamam. Nasıl ki, bir köpeğin *(insan)* olması mümkün değilse, benim de, o *(büyük)* ler gibi olmam mümkün değil.
Böyle buyuruyor. Ya efendim, keşke o büyüklerin *(köpeği)* olabilsek. Elhamdülillah *(îmânlı)* yız, *(ehl-i sünnet)* iz. Bunda, zerre kadar *(şübhe)* yok kardeşim.
Bizler, yer yüzünün *(yıldız)* larıyız. Nasıl ki, gökde yıldızlar *(pırıl pırıl)* parlıyor, bizler de, bütün arkadaşlar da, hepimiz, yeryüzünde *(pırıl pırıl)* parlıyoruz kardeşim, elhamdülillah.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder