*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Efendi hazretleri *(Van)* dan İstanbula hicret ederken çok sıkıntı çekmişler. *(1919)* da, Birinci *(cihân)* harbinin sonlarında, *(ermeni)* ler birçok müslümânları kesmişler.
O zaman Efendi hazretleri, *(150)* kişilik kafilesiyle, *(hicret)* için yola çıkıyor. Evvelâ Irak’a, sonra Musul’a, Adana’ya, Eskişehire, Eskişehir’den de İstanbula geliyor mübârek.
İstanbul’a gelene kadar *(30)* kişi kalmışlar. Yaya olarak, *(aç)* *(susuz)*, para yok. Ne sıkıntılar çekmişler. İstanbul’a gelirken Eskişehirde de kalmışlar.
Bizim Abdülhakîm askerde iken, Eskişehire gitdim. Eskişehir’de bir câmiye girdim. *(Kurşunlu)* câmiine. Yaşlı birine sordum. Abdülhakîm Efendi hazretleri bu câmiye de geldi mi? dedim.
Evet geldi, dedi. Bu câmide kaldılar, işte şu odalarda kalıyorlardı, dedi. Hattâ oğlu *(Enver)* vardı. Burada *(vefât)* etdi. Cenâzeyi kaldıracak paraları da *(yok)* du dedi.
Sabahleyin cemaat gelsin de, cenâzeyi kaldırsın diye, sabaha kadar, oğlunun başında bekledi. Çok *(sıkıntı)* lar çekdi. Hiçbir *(baba)*, onun yapdığını yapamaz, dedi.
Efendim burası *(Sarıyer)*, karşı sâhile *(Sütlüce)* diyorlar. Yaz gelince, çarşamba günleri boğaz gezisine çıkardık. *(60)* sene evvel Sütlüce’ye, Abdülhakîm Efendi hazretleri ile giderdik.
Orası, şimdi Askeriyenin. O zaman serbestdi. Vapur iskelesi de vardı. Sütlüce iskelesi denirdi oraya. Şimdi o iskele yok, *(köprü)* den binerdik vapura, *(sütlüce)* iskelesinde inerdik.
*(100)* metre kadar yürürdük. Karşıki beyaz binâlar, *(50-60)* sene evvel *(Kur’ân-ı kerîm)* mektebi idi. Onun yanındaki ağaçların altında otururduk.
Üst tarafındaki *(set)* üstünde de *(hanım)* lar otururdu. Orası mesîre yeri idi, yabancılar da gelirdi oraya. Orada ağaçların altında *(20-30)* kişi otururduk, *(sohbet)* dinlerdik. Efendi hazretleri, neler anlatırdı neler.
İnsanlar iki sınıfdır kardeşim, ya *(müslümân)*, ya *(kâfir)*. Müslümânlar da iki kısımdır, ya *(ehl-i sünnet)* ya da bid’at ehli, yâni *(sapık)*.
Din düşmanları, bilhassa *(İngiliz)* ler, ehl-i sünneti *(yok)* etmek için çok uğraşdılar, ama bizim kitapların sâyesinde yapamadılar efendim.
Nitekim Afrikada, *(Gana)* da bir kimse, yolda giderken, ayağına bir şey takılmış, bakmış ki bir *(kitap)*, hem de bizim kitaplardan. Okuyunca, çok beğenmiş.
İşte, *(ni’met)* in ayağına gelmesi buna derler. Kitaplarımız dünyanın her yerine gidiyor, herkes beğeniyor. Türkiyede, hocalardan, müftîlerden başka, kitaplarımızı beğenmeyen *(yok)* dur kardeşim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder