Ehl-i sünnet gemisi

 Biz,elhamdülillah, ehl-i sünnet gemisini batmaktan kurtardık; Hüseyin Hilmî Efendi de bunu dünyânın her yerinde dolaştıracaktır.

(Seyyid Abdülhakim-i Arvasi "kuddise Sirruh" hazretleri)

Depozit, Kapora ve Komisyon

Sual: Kiracıdan depozit almak ve bu depoziti kullanmak, depoziti Türk lirası olarak verip Türk lirası olarak almak caiz midir?
CEVAP
Kiracıdan depozit almak caizdir. Alınan bu depoziti daha sonra kiracının izni ile kullanmakta mahzur yoktur. İzinsiz kullanılması tahrimen mekruhtur, haramdır. Kiracı razı olursa, Türk parası olarak alıp Türk parası olarak iade etmek caizdir. Fakat birkaç sene sonra Türk lirasının değeri düşer. Değeri düşmüş parayı kiracıya verirken biraz düşünmek gerekir. Bunun için depozitleri altın olarak vermek çok iyi olur. Fazla bir kayıp söz konusu olmaz.

Depozito, emanet demektir. Emaneti de izinsiz kullanmak caiz olmaz. Bunun gibi, filancaya götürmek üzere emanet bir kilo elma alan kimsenin, verenin rızası olmadıkça, onları yiyip de, daha kalitelisinden alarak başka elmaları götürmesi caiz olmaz. Emanete hıyanet etmiş olur.

Sual: Evimi sattım. Satın alan şahıs, kapora da verdi. "Birkaç gün sonra gelir paranın tamamını veririm" dedi. Bir ay geçtiği halde gelmedi. Evi başkasına satmam caiz midir?
CEVAP
Alıcı sözünde durmadığı için evinizi satarsınız. Gelince kaporasını da verirsiniz.

Sual: Bazı simsarlar, alnı terlemeden komisyon alıyor. Sadece aracılık yapıyor. Bunların aldıkları para haram olmuyor mu?
CEVAP
Tellal [Komisyoncu], mal sahibinin izni ile, malı kendi sattığı zaman, komisyon ücretini satıcıdan alır. Müşteriden bir şey istemez. Çünkü hakikatte malı satan kendisidir. Burada tüccarlar arasındaki âdete bakılmaz. Eğer komisyoncu, satıcı ile müşteri arasında aracılık yapıp, malı, satıcı bizzat kendisi satarsa, komisyon ücretini, âdete göre, satıcı veya müşteri veya her ikisi ortaklaşa verir. (Redd-ül Muhtar)

Komisyonculuk kötü bir meslek değildir. Beden işçileri terleyebilir. Fikir işçilerinin alnı terlemiyor diye kazandıkları haram olmaz. Kimi çalışmadan da terler. Ter akıtmak ölçü değildir.

Sual: Emlakçı vasıtası ile gayri menkulü satılığa çıkarıp, alıcı çıkınca, komisyon vermemek için, satıştan vazgeçildiği söylense caiz mi?
CEVAP
Hayır, hak geçer.

Komisyon almak
Sual: Özel ders veren bir arkadaşın, kendisine bulduğumuz her öğrenci için, bize vereceği komisyonu almamız caiz olur mu?
CEVAP
Evet, caizdir.

İşe almak için komisyon
Sual: Özel bir iş yerine girebilmem için, bir tanıdık, (Ben patronu tanıyorum, eğer bana üç aylık maaşını verirsen, seni işe aldırırım) dedi. Bu, caiz olan komisyona girer mi? İşsiz ve zor durumda olduğum için, bu teklifi kabul etmem caiz midir?
CEVAP
Evet, caizdir. Din kitaplarında, (Dinini, malını ve canını korumak ve hakkını kurtarmak için, bir şey vermek caiz olur) deniyor.

Hava parası almak
Sual: Kiralanan dükkân için hava parası istendiği oluyor. Dinimize göre de hava parası vermek caiz olmadığına göre, istenen parayı verip dükkânı tutabilmek için ne yapmak gerekir?
CEVAP
Dükkânı tutmak gerekiyorsa, para vermek zorundaysa, mesela dükkân sahibinin eski bir sandalyesini, vereceği hava parası kadar fiyata satın alabilir. Buna da imkân yoksa, parayı verip dükkanı tutar. Hava parası verene değil, alana günah olur.

Kapora vermek
Sual: Kapora verme işi, daha çok ev veya araba satarken oluyor. Satıcı, (Bize kapora ver ki, evi veya arabayı başkasına satmayalım) diyor. Alıcı daha ucuz ev veya araba bulunca satıştan vazgeçiyor. Aldığı kapora satıcıya helâl olur mu?
CEVAP
Yapılan satış sözleşmesini, tek taraflı olarak alıcı da, satıcı da bozamaz. Bozarsa bozması geçerli olmaz. Tek taraflı bozulmuşsa sözünde durmamış olur. Günaha girer. Kapora geri verilir. Her iki tarafın rızasıyla sözleşme bozulmuşsa, yine kapora iade edilir. Sözleşmeden vazgeçtiği hâlde, kaporayı vermemek haram olur.

Kaynak: Dinimizislam.com

Tecessüs etmek (Araştırmak)

Sual: Bir arkadaş, Avrupa’da bize misafir oldu. Yemek yerken, önce yemeği kokladı. Domuz yağı var mı diye kokladım, yokmuş dedi. Buna çok üzüldüm, kalbim kırıldı. Beraber namaz da kılmıştık, bana hüsnü zan etmesi gerekmez miydi? Yoksa, böyle araştırmak dinin emri midir?

CEVAP

Böyle araştırma yapmak dinin emrine aykırıdır. Güya bunu din gayretiyle yapıyor. Böyle yapmak haramdır. Bunun için her müslüman önce dinini doğru yazılmış ilmihal kitaplarından öğrenmeli, fıkıh ilmini öğrenmeli. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(Fıkhı bilmeden ibadet eden, gece karanlıkta bina yapıp, gündüz yıkana benzer.) [Deylemi]


İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki:

(Yiyecek ve içeceklerde şüphe edip yememek, takva değil, vesvesedir. Dinimiz, “Haram olduğu bilinmeyen şeyleri yiyin” der. Resulullah efendimiz, müşrikin; Hazret-i Ömer Hristiyanın testisinden abdest almıştır. Eshab-ı kiram, gayrı müslimlerin verdiği suyu içerdi. Halbuki pis, necis olan şeyleri yemek haramdır. Kâfirler ise ekseriya pis olur. Elleri, kapları şaraplı olur. Hayvanı Besmelesiz keserler. Eshab-ı kiram, bunlara rağmen, necis olduğunu kesin bilmedikleri için, vesvese etmeyip; et, peynir gibi gıdaları alıp yerlerdi.) [İhya]


Resulullah efendimiz, bir Yahudinin yağlı yemeğini temiz mi diye sormadan yedi. Bu domuz yağı mı, koyun yağı mı, ekmeğin hamuru su ile mi, yoksa şarap ile mi yoğruldu diye sormadı. Müşrik kadının su kabından abdest aldı. Bunlar, araştırmanın gerekmediğine birer delildir. (Berika)


Tecessüs etmemeli. Suizanda bulunup da ona kötü gözle bakmamalı! Çünkü suizan haramdır. Kusurları da gizlemeli, açığa vurmamalı. Müslümanı incitmemeli. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Hiçbir insanın kalbini incitmemelidir! Kalb kırmaktan pek sakınınız! Allahü teâlâyı en ziyade inciten, küfürden sonra, kalb kırmak gibi büyük günah yoktur. Bir hadis-i şerif meali:

(Bir müslümanı incitmek, Kâbe’yi yetmiş kere yıkmaktan daha günahtır.) [R.Nasıhin]


Şu hususlarda da tecessüs etmemeli yani araştırmamalı:

1- Kaplama veya dolgusu olup olmadığını, varsa, Maliki’yi veya Şafii’yi taklit edip etmediğini sormak caiz değildir.


2- Bu malı nereden aldın demek caiz olursa da, sorunca o kimse incinirse, sormak haram olur. O halde, güzellikle sormalı. İkram ettiği şey şüpheli ise, bir bahane ile yememeli. Çaresiz kalırsa, incitmemek için yemeli, başkasına da sormamalı. Çünkü, kendisi işitirse daha çok üzülür. Tecessüs, gıybet ve suizan olur ki, hepsi haramdır. Resulullah efendimiz misafir olduğu zaman, ne verseler kabul buyururdu. Nerden aldınız diye sormazdı. Hediye de kabul eder, sormazdı.


3- Muhtaç olduğu malı kazandıktan sonra, fazla çalışmayıp, ibadet etmek caizdir. Bunun için, çalışmayıp ibadet edene suizan ve tecessüs etmemelidir. İkisi de haramdır.


4- Söz taşıyanın verdiği haberi tecessüs etmemeli yani araştırmamalı. Çünkü tecessüs haramdır.


İyi niyetle kusur araştırmak

Sual: Bir hadiste, (Başkalarının kusurlarıyla meşgul olanın ibadetleri kabul olmaz) buyuruluyor. İbadetle kusur araştırmanın ilgisini anlayamadım. Ben bazı kimselerin mailine girip, yanlış işler yapıyorsa ikaz etmek için kimlerle mailleşiyor diye araştırıyorum. Emr-i maruf niyetiyle yapılan bu araştırmanın ibadetlere ne etkisi olur?

CEVAP

İmam-ı Rabbânî hazretleri, (Tecessüs haramdır) buyuruyor. Tecessüs, birinin işlerini araştırmak demektir. Bu durum âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle yasaklanmıştır. Bir hadis-i şerif:

(İnsanların gizli şeylerini araştırmayın, kusurlarını görmeyin!) [Müslim]


O kişinin kusuru olsa da, bakmamak ve görmemek lazımdır. Kur'an-ı kerimde de, (Birbirinizin kusurunu araştırmayın!) buyuruluyor. (Hucurat 12)


Tecessüs eden, yani başkalarının yaptığı işleri öğrenmeye kalkan, onların kusurlarını araştıran, kendi kusurlarını göremez. Kendini onlardan üstün görür. Ucba ve kibre düşer. Hangi haram olursa olsun, haram işleyenlerin ibadetleri sahih olursa da, kabul olmaz, yani o ibadetlerine sevab verilmez. Onun için emr-i maruf niyetiyle de olsa, hiç kimsenin ne yaptığıyla uğraşmamalıdır.

Kaynak: Dinimizislam.com

Seravil, şalvar değildir

Sual: Peygamberimiz, bizim bildiğimiz şalvarı hiç giymiş midir? Giymemişse bazı kimseler giydiğini nasıl iddia edebiliyor?

CEVAP

Araplar şalvar giymediği gibi, Peygamber efendimiz de giymemiştir. Bazı kimselerin iddiası, seravil kelimesini yanlış olarak şalvar diye tercüme etmekten ileri geliyor. Nitekim cilbab kelimesini de çarşaf diye tercüme edenler olmuş, erkeklerin de çarşaf giydiği gibi gülünç iddialarda bulunulmuştur. Seravil, iç donu demektir. Çoğulu seravilat’tır.


Peygamber efendimizin izar giydiği, seravil giymediği muteber eserlerde bildirilmektedir. Baki efendi tarafından tercüme edilen Mevahib-i ledünniyye isimli muteber eserde deniyor ki:

Fahri kâinat efendimizin, seravil denilen iç donu giydiği hususunda ihtilaf edilmiştir. Çünkü o zaman izar giyerlerdi. Seravil Arap kıyafeti değildi. Bazı âlimler, Fahri kâinat efendimizin seravil giymediğine kesin olarak hükmetmişlerdir. İmam-ı Nevevi, Tehzibül esma kitabında, (Hazret-i Osman, asla seravil giymedi, ancak, şehit olduğu gün giymişti) demektedir.


Eshab-ı kiram, Resulullahın sünnetine uymak için can atarlarken, Hazret-i Osman’ın o gün hariç, seravil giymemesi, Fahri kâinat efendimizin giymediğine delalet eder dediler. Hazret-i Osman’ın o gün giyinmesi de kerametine delildir. Olay günü giyinmesi, seravilin izardan daha iyi örtücü olduğu içindir. Bununla beraber, Ebu Ya’la, zayıf bir senetle, Fahri kâinat efendimizin giymek için bir seravil satın aldığını bildirmektedir. Şifa haşiyesinde, (Peygamber efendimizin seravil giymesi ile ilgili ifade, kalem hatasıdır) denmektedir.


Mevahib-i ledünniyye’deki bu ifadeler gösteriyor ki, Peygamber efendimiz seyrek de olsa, seravil giymiştir. Bu seravil, iç donu demektir. Bildiğimiz şalvarlarla bir alakası yoktur. Osmanlı, seravil de, şalvar da giymiştir. Elbise şekli sünnet-i zevaiddir, mubah âdetlere uymakta mahzur olmaz. Osmanlı şalvar giymekle sünnete muhalif iş yapmış değildir. Âdet olan yerlerde şalvar giyinmek iyidir.


Seravil [iç donu] hakkında bildirilen hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:

(Ümmetimden seravil giyen kadınlara, Allah rahmet eyleye. Ey insanlar kendinize seravil edinin. Bu tesettür için çok elverişlidir ve kadınlarınız da dışarı çıkarken bununla korunsun.) [Bezzar, İbni Adiy, Abdürrezzak, İ. Rafii, İ. Asakir]


(Arz [yer yüzü], seravil ile namaz kılanlara istigfar eder.) [Deylemi]


(Ehl-i kitaba muhalefet edin, seravil ve izar giyinin.) [İ. Ahmed, Taberani]


(İhramlı kimse izar bulamazsa seravil giyer. Nalın bulamazsa topuksuz mest giyer.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai, İbni Mace, Ebu Davud, İ. Ahmed, Taberani]


(İhramlı; kamis, imame, seravil, bornoz ve mest giymesin, nalını olmayan, topukları kesik mest giyebilir.) [Buhari, Müslim, İbni Mace, Nesai, Tirmizi, İ. Malik]


Kamis = gömlek,

imame = sarık,

nalın = pabuç demektir.

İzar, belden altını örten;

rida ise, belden yukarısını örten giysidir.

İhramın da alt kısmına izar, üst kısmına rida denir. İzar, bir cins peştamal, rida ise bir cins gömlektir.

Kaynak: Dinimizislam.com

Çarşaf, sarık giymek, sakal bırakmak

Sual: Âdetle ilgili sünnetleri yapmamak günah mı?

CEVAP

Sünnetler, âdetlerle ilgili olup olmama bakımından ikiye ayrılır:

Sünnet-i hüdâ, ezan ve ikamet okumak gibi, İslam dininin şiarıdır. Başka dinlerde yoktur.


Sünnet-i zaide, çoğul olarak sünnet-i zevaid denir. Resulullahın kılık kıyafeti, elbise giyiş şekli, yemek yiyiş tarzı, yürüyüşü, yatışı, vasıtaya binişi, bir işe sağdan veya soldan başlaması, saç şekli, sarık sarma şekli gibi âdetleridir. (Hadika)


Resulullahın âdetlerle ilgili sünnetlerine uymak da büyük şeref ve çok sevaptır. Ama yapmamak günah hatta mekruh değildir. Mesela Peygamber efendimiz deveye binerdi. Deveye binmemek günah veya mekruh bile değildir. Arapların âdeti olarak mübarek topuklarına kadar uzun gömlek [entari] giyerdi. (İbni Asakir)


Bugün Arap denilen insanların çoğu entari giymektedir. Türkiye’de ise âdet olmadığı için erkekler entari giymemektedir. Sünnet-i zaide olduğu için entari giymemek günah ve mekruh değildir. Sarıkla gezmek de âdeti idi. Kâfirleri de sarıklı idi. Hadis-i şerifte, (Sarık Arapların tacıdır) buyuruldu. (Beyheki)


Sakal da âdete ait sünnetlerdendir. Kâfirlerden de sakallı olanlar var idi. Buhari, Müslim, Nesai, Ebu Davud, Tirmizi’nin rivayet ettiği (Sünnet olan on şeyden biri sakal bırakmaktır) hadis-i şerifi sakalın sünnet olduğunu açıkça bildirmektedir. Sakalın bir tutamdan fazlasını kesmek sünnettir. Bir tutamdan kısa bırakmak, sünnete aykırıdır. Sünnet diye bir tutamdan kısa sakal bırakmak bid’attir. Böyle bid’at sakalı, haram işlemekten kurtarmak için, bir tutam uzatmak vaciptir [yani farzdır.] (Redd-ül Muhtar)


Bahr-ür-raık’da, (Erkeklerin sarkan saçlarını büküp fitil yapmaları mekruh olur. Çünkü, fitil yapmak, bazı kâfirlere benzemek olur) buyuruldu. Demek ki kâfirlerin âdetlerine benzediği için yasaklanan şeyi yapmak bile haram değil, mekruh oluyor. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Müşriklere benzemeyin, bıyığınızı kısaltın, sakalınızı bırakın.) [Nesai]


(Mecusiler bıyıklarını uzatır, sakallarını kısaltır. Onlara muhalefet edin, bıyıklarınızı kısaltın, sakalınızı uzatın!) [İ. Hibban]


(Namazı nalın ile kılın ki Yahudilere benzemeyin!) [Hakim]


(Nalını olmayan, mest giysin!), [Müslim] [Nalın, terliğe benzer ayakkabı]


Bahr-ür-raık’ın ifadesine göre, bu hadis-i şerifler, sakal kazımanın ve çıplak ayakla namaz kılmanın mekruh olduğunu bildiriyor. Yine hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Yahudi ve Hristiyanlar sakal boyamaz. Onlara benzemeyin, boyayın!) [Müslim]


(Saçlarınızı kırmızı veya sarıya boyayın, ehl-i kitaba muhalefet edin!) [İ.Ahmed]


Eshab-ı kiramın kimi boyadı, kimi boyamadı. Çünkü, bu âdetteki emre ve yasağa uymak vacip değildir. Burada, o şehrin âdetine uyulur. (Hadika)


Eshab-ı kiram sakal kazımazdı. Çünkü, o zaman, sakal uzatmak Arapların âdeti idi. Ebu Cehil gibi birçok kâfir sakallı idi. [Eğer sakal ve sarık, âdete ait sünnet olmayıp, sünnet-i hüdâ, yani İslamın şiarı olsaydı, müşrikler müslümanlara benzememek için, hemen sarıklarını çıkarır ve sakallarını keserlerdi.]

Sünnet olan sakala kıymet vermeyen kâfir olur. Yüzünü, kadın gibi parlak yapmak, kadınlara benzemek için sakal kazıtmak haramdır. Kadınlara benzemeyi düşünmeyip, genç ve güzel görünmek için sakal kazımak mekruhtur. (K. Saadet)


Zevaid sünnetlerin açıklanması

Yukarıdaki yazımızda sakal bırakmanın zevaid sünnet olduğunu bildirmiştik. Hadis-i şerif ve fıkıh kitapları sakal bırakmanın sünnet olduğunu bildirirken, vacip veya İbni Teymiye gibi farz diyen, sünnete ve cumhuru ulemaya karşı gelmiş olur. Kâfirlere veya kadınlara benzemek için sakalı bir tutamdan kısa yapmak veya kazımak haramdır. Benzemek niyeti olmayıp, memleketin âdetine uymak için olursa, mekruh olur. Kısa sakala sünnet demek bid’at olur. Sünnete önem vermezse, kâfir olur. Sünneti bir özür ile terk etmek caizdir. Peygamber efendimiz papaz ayakkabısı giymiştir. (Redd-ül Muhtar, Mevâhib)


Peygamber efendimiz, uzun entari giymiş, şalvar ve pantolon giymemiştir. Şalvar giymek âdette bid’attir. Âdette bid’at olan şeyi yapmak günah değildir. Uçağa binmek de âdette bid’attir, günah değildir. Bunun için âdet olan yerlerde, kâfirlerden gelmiş olsa bile, kadınların çarşaf ve erkeklerin pantolon ve şalvar giymeleri günah olmaz. Peygamber efendimiz, bazen Rum, bazen Arap elbisesi giyerdi. Tirmizi’nin bildirdiği hadis-i şerifte, kolları dar, Rum cübbesi giyerdi. (Mevâhib-i ledünniyye)


Bazı kimseler, nakli esas almadan, sakal kazımak kâfirlere benzeyeceği için haramdır diyorlar. Bu yanlıştır. Çünkü (Bir kavme benzeyen onlardandır) hadis-i şerifindeki benzemek, ibadetlerde benzemektir. Kılık kıyafetle ilgili şeyler âdettir. Çirkin olmayan âdetlerde kâfirlere benzemek günah olmaz. İbadette kâfirlere benzemek bazı yerlerde mekruh, bazı yerlerde haram, bazı yerlerde küfür olur. Mesela haç takan kâfir olur. Fakat kâfir gömleği giymek, saç uzatmak, uçağa binmek, masada yemek yemek, çatal kaşık kullanmak günah olmaz. Çünkü burada âdetteki sünnetlere uyulmamış olur.


Zevaid sünnetleri yapmamak günah olmaz ise de, bunu değiştirip, adına sünnet demek bid’at olur. Mesela hiç sarık sarmayan, sarıkla gezmeyen kimse günah işlemiş olmaz. Fakat sünnet diye, sarığın iki ucundan birini sağ omuza, diğer ucunu da sol omuza veya öne sarkıtmak veya Sünnet diye çenede sakal bırakmak yahut kısa sakal bırakmak da bid’at olur.


(Müşriklere benzememek için sakalınızı uzatın) hadis-i şerifi var diye, sakal bırakmayana, müşrik denmez. Mubah olan âdetlerde kâfirlere benzemekte mahzur yoktur. (Hadika)


Sünneti zevaidi de beğenmeyen ve alay eden kâfir olur. Mesela bir kimse, (Peygamberimiz, kadınlar gibi entari giyermiş) diyerek alay etse, imanı gider. Yahut sakalı beğenmeyen veya sünnete uygun sakalı olana çember sakallı diyen kâfir olur. Çünkü Peygamber efendimizin yaptığı işleri yani sünnetini, beğenmemiş olur. Halbuki Allahü teâlânın bütün insanların en üstünü olarak yarattığı ve âlemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamberini beğenmemek, Allah’ı beğenmemek olur. (Niye böyle Peygamber gönderdin) demek olur. Allah’ı da, Resulünü de beğenmeyenin kâfir olacağı pek açıktır.


Ahir zamanda müslümanların fitneye sebep olmamak için dinlerinin gereklerini gizli olarak yapmaları emredilmiştir. Bunun için dar-ül-harbde veya zulüm görmemek, nafakadan olmamak, emr-i maruf yapabilmek, müslümanlara ve İslamiyet’e hizmet edebilmek, dinini, namusunu koruyabilmek için sakalını kazımak caiz, hatta lazımdır.


İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

(Peygamber efendimizin böyle âdet olarak yaptığı şeyleri yapmamak bid'at değildir. Bunları yapıp yapmamak, ülkelerin ve insanların âdetlerine bağlı olup, dini hükümler değildir. Her ülkenin âdeti başka başkadır. Hatta bir ülkenin âdeti zamanla değişir. Bununla beraber, âdete bağlı şeylerde de, Resulullaha uymak, dünya ve ahirette insana çok şey kazandırır ve çeşitli saadetlere yol açar.)


Sakal kazımak ve fitne

Sual: Dine hizmet için, fitneyi önlemek sakalı kazımak caiz deniyor. Bazıları da lazım diyor. Caiz dense bile, lazım demek, nasıl caiz olur?

CEVAP

Fitne nedir? İmam-ı Birgivi, Muhammed Hadimi ve Abdulgani Nablüsi hazretleri, fitneyi, (Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmaktır) diye tarif ediyorlar. Fitneye sebep olmak haramdır. Sakal bırakmak sünnettir. Harama sebep olmak haramdır. Haram işlememek için sünnet elbette terk edilir. Çünkü dinimizin emri böyledir. Vatani vazife için askere giderken bir çok sebep yüzünden saç ve sakal kesme zorunluluğu vardır. Kesmeyen ne olur? Ceza görür, bir zarara uğrar. Askerde, er, subay veya memur olarak görev yapsa oranın tüzüğüne uymadığı için elbette cezalandırılır. En az işinden ayrılır ki bu da bir zarardır. Yukarıdaki tarifte, zarara uğramanın da fitne olduğu bildiriliyor. Fitneye sebep olmamak için sünneti terk etmek sadece caiz olmakla kalmaz. Vacib, hatta farz olur.


Yaşanmış bir olay:

Sakallı cahil bir hoca, namaz kılan bir subaya, alaylı bir eda ile, (Niçin sakal bırakmıyorsun? Yoksa rızkından mı korkuyorsun? Allah başka yerden de sana rızk verir) diyor. Subay, (Rızkımdan korkmuyorum. Vatan, namus, din müdafaası için farz olan ilimlere çalışıyor, kâfirlerden, din ve vatan düşmanlarından üstün olma sebeplerini araştırıyorum. Din ve vatan düşmanlarının gelip, senin sakallarını yolmaması için sakal bırakmıyorum) diyor.


Evlenmek de sünnettir. Bu sünneti de terk eden günah işlemiş olmaz. (Evlenmeyen bizden değildir) hadis-i şerifi, evlenmeyenin kâfir olacağını göstermez. Evlenmeyen sünnete uymamış olur. Evlenmek sünnetine veya sakal sünnetine uymayan günah işlemiş olmaz. Mezhepsiz Yusuf Kardavi bile sakal konusunda Ehl-i sünnete uygun yazarak diyor ki: İbni Teymiye, (Müşriklere muhalefet edin, sakalınızı uzatın) hadisi sakal kazımanın haram olduğunu gösteriyor, dedi. Feth’de, Iyâddan alarak, mekruhtur, denildi. Mubah diyenler de oldu. Doğrusu, hadis, sakal uzatmanın vacib olduğunu göstermiyor. (Yahudi ve Nasara, sakal boyamaz. Siz onlara muhalefet edip boyayınız) hadisine bakarak, sakal boyamanın vacib olduğunu söyleyen âlim olmadı. Bu hadis, müstehab olduğunu göstermektedir. Selef-i salihin zamanında sakal uzatmak âdet idi. (El-halal vel-haram)


Sakala kıymet vermeyen kâfir olur. Yüzünü, kadın gibi parlak yapmak, kadınlara benzemek için sakal kazıtmak, çeneyi kazıyıp, yanaklar üzerinde uzatmak haramdır. Çünkü, erkeklerin kadınlara ve kadınların erkeklere benzemeleri haramdır. Kadınlara benzemeyi düşünmeyip, genç ve güzel görünmek için sakal kazımanın mekruh olduğu, Kimyâ-i saadet’te yazılıdır. Tekrar ediyoruz: Sünnet ile haram veya mekruh bir araya gelince haram veya mekruh işlememek için sünnet terk edilir.


Sual: Tercüme bir kitapta, sarığın ucunu sarkıtmanın Yahudi âdeti olduğu bildirilmektedir. Sarığın ucunu sarkıtmak, sünnet değil midir?

CEVAP

Kitabı tercüme eden bu kişi, dört mezhepte de haram olan bir hususa helal diyen, İbni Teymiyeci bir bid’at ehlidir. Kendi sözü muteber olmadığı gibi, tercümelerine de itimat edilmez. Resulullah efendimizin, sarık sardığı zaman ucunu iki küreği arasına uzattığı Sahih-i Müslimde bildirilmektedir. Sarığın ucunu, arkaya değil de, sağa, sola veya öne uzatmak sünneti değiştirmek olacağından bid’attir.


İslam âlimlerinin en büyüklerinden imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

(Bazı âlimler, sarığın ucunu sol omuz üzerine sarkıtmanın güzel olacağını söylüyor. Halbuki iki kürek arasına sarkıtmak sünnettir. Sol omuz üzerine sarkıtmak bid’at olur. Bu bid’atin de sünneti açıkça yok ettiği meydandadır.) [c.1, m.186]


Peygamber efendimiz, peygamberliği bildirilmeden önce de, diğer Arablar gibi sarık sarardı. Yani sarık, kıyafet şeklidir. Buna (Sünnet-i zevaid) denir. Sünnet-i zevaidi hiç yapmamak günah olmaz. Fakat bunu değiştirip adına sünnet demek bid’at olur. Mesela hiç sarık sarmayan kimse günah işlemiş olmaz. Fakat sünnet diye, sarığın iki ucundan birini sağ omuza, diğerini de sol omuza sarkıtmak bid’at olur. Hadis-i şerifte ise, (Her bid’at sapıklıktır) buyurulmuştur. (M. Ledünniyye)


Sakal bırakmak da sarık sarmak gibi sünnet-i zevaiddir. Sünnet diye yalnız çenede sakal bırakmak sünneti değiştirmek olur, bid’at ve haram olur. Halbuki herhangi bir özürle sakal bırakmamak günah olmaz. Fakat sünnet diye, sünneti değiştirmek günah olur. Dinimizin her emrini değiştirmek böyle bid’at olur. Emri değiştirip yanlış yapmak, hiç yapmamaktan daha kötüdür. Bir kimse, namaz böyle kılınır diyerek çeşitli jimnastik hareketlerinde bulunsa, namaz kılmamaktan daha büyük günâh işlemiş olur. Dinin her emrini değiştirmek, yapmamaktan daha büyük felaket olur. (Hadika, Berika, Hâşiye-i Tebyin)


Şimdiki sarıklar

Sual: Din kitaplarında, (Resulullah, beyaz, bazen siyah tülbendi başına sarık olarak sarıp, ucunu bir iki karış kadar iki omuzu arasına sarkıtırdı. Sarığı 3,5 metre kadar uzundu. Sarığını takkesiz sarar, bazen sarıksız takke giyerdi) deniyor. Cüppesinin de önü kapalı olduğu bildiriliyor. Fakat bugünkü camilerde sarıkların ucu yok. Cüppeler de düğmesiz. Bunlar bid’at olmuyor mu?

CEVAP

Sarığın ucunu iki kürek arasına sarkıtmak sünnettir. Ama Resulullah efendimizin ucu olmayan sarık kullandığı rivayeti de olduğu için, şimdiki sarıklara bid’at denmez. Evla olanı iki omuz arasına 1 - 2 karış uzatmaktır. Cüppenin, ceketin önünü iliklemek daha uygun olur. Düğmesiz olana bid’at denmez.


Taylasansız sarıklar

Sual: Sarığın arkaya sarkıtılan ucuna taylasan deniyor. Türkiye’de imamların sarıkları taylasansızdır. Bunlar bid’at mi oluyor?

CEVAP

Resulullah efendimiz, taylasanı olmayan kalensüve [başlık, takke] de giydiği gibi, sarığının altına da kalensüve giyerdi. Yemen malı takke de giyerdi. (İbni Asâkir)


Bunun için bugünkü imamların sarıklarına bid’at dememeli. Evla olanı ise, sarığın ucunu iki karış kadar iki küreğin arasına sarkıtmaktır. Birkaç hadis-i şerif:

(Sarığın ucunu sırtınıza doğru sarkıtın!) [Taberânî]


(Sarığınızın ucunu sarkıtın, çünkü şeytan sarkıtmaz. Böyle sarıkla kılınan iki rekât namaz, sarıksız kılınan yetmiş rekâttan efdaldir.) [Berika]


Resulullah, sarığının ucunu iki küreği arasına sarkıtırdı. (Tirmizî, Taberânî)


Resulullah'ın, siyah sarık giydiği ve ucunu iki omuzları arasına sarkıttığı da olmuştur. (Müslim)


Nâfi, Abdullah ibni Ömer hazretlerinin sarığını kürek kemikleri arasına sarkıttığını söylerdi. (Tirmizî)


Hazret-i Hüseyin’in torunu Muhammed bin Ali bildiriyor ki: Cabir bin Abdullah sarığının ucunu arkaya uzatmıştı. Bize imam olup, namaz kıldırdı. (Müslim, Ebu Davud)


Resulullah efendimiz, ekseriya beyaz, bazen siyah tülbendi sarık olarak sarıp, ucunu iki omuzu arasına sarkıtırdı. Sarığını takkesiz sarar, bazen sarıksız fitilli takke giyerdi. (Herkese Lazım Olan İman)


İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Sarığın ucunu sol omuz üzerine sarkıtmak bid’at, iki kürek arasına sarkıtmak sünnettir. (1/186)


Sarıkta, bu sünnete dikkat etmelidir.


Takke ve sarık

Sual: (Başı açık namaz kılmak, takkeyle kılmaktan daha iyidir, çünkü takke Yahudi âdeti) deniyor. Takkeyle namaz kılmak sünnet değil midir?

CEVAP

Takke, Yahudi âdeti değildir. Namazda başı örtmek sünnettir. Takkeyle, bu sünnet yerine gelir. Sarık sarılırsa, ayrıca müstehab sevabı da kazanılmış olur. Takkeyle namaz kılmak, sarıkla kılınan kadar sevab olmaz. Bunun için evde, takkeye bir tülbent sararak, yani sarık haline getirerek namaz kılmak daha çok sevab olur.


Eshab-ı kiram, (Resulullah sarıksız takke de giyerdi) buyuruyor. (İbni Asakir)


Resulullah ekseriya beyaz, bazen siyah tülbendi başına sarık olarak sarıp, ucunu bir karış kadar iki omuzu arasına sarkıtırdı. Sarığını takkesiz sarar, bazen sarıksız fitilli takke giyerdi. (Herkese Lazım Olan İman)


Her cilbab çarşaf değildir

Sual: Bazıları Kur’anda geçen cilbab kelimesine çarşaf diyorlar ve çarşaftan başka örtünün caiz olmadığını, çarşafla örtünmenin farz olduğunu söylüyorlar. Çarşaf Hristiyan rahibe kıyafeti değil midir? Çarşaf giyen onlara benzemiş olmaz mı? Çarşaf giymek bid’at değil midir?

CEVAP

Onların bilmediği önemli bir incelik var. O da şudur:

Çarşaf bir cilbabdır, ama her cilbab çarşaf değildir.

Her cilbabın çarşaf olduğunu bildiren hiçbir İslam âlimi yoktur.


Çarşaf giymeye farz diyenlerin görüşleri indidir, asla ilmi değildir. Hiç bir muteber fıkıh ve tefsir kitaplarından delilleri yoktur. Kıymetli din kitaplarında buyuruluyor ki:


Kadınların vücut hatlarının belli olmayacak herhangi bir elbise ile örtünmesi farzdır. Dinimiz kapanmayı emretti, ama belli bir örtü şekli bildirmedi. (Dürer-ül-mültekıte)


Ahzab suresinde bildirilen cilbab, erkeğin de, kadının da giydiği bir elbise, bir gömlektir.


Zevacir ve Berika’daki iki hadis-i şerifin meali şöyledir:

(Haya cilbabını [örtüsünü] çıkaranın [aleyhinde] söz etmek gıybet olmaz.) [Beyheki]


(Cilbabı [gömleği] haram olan erkeğin namazı kabul olmaz.) [Bezzar]


Bu hadis-i şeriflerde de, cilbabın bir örtü olduğu açıkça görülmektedir.


Cilbabın dış örtü, dış kıyafet olduğu tefsirlerde de yazılıdır:

Cilbab, hımarın [tülbendin] üstüne örtülen ve göğse kadar inerek gömleğin ceybini [yakasını] boynu örten baş örtüsüdür. [Buna atkı da denir.] (Ebussüud tefsiri)


Cilbab, tek parça örtüdür. (Celaleyn)


Cilbab, göğse kadar inen baş örtüsüdür. (Ruh-ul-beyan)


Cilbab, milhafedir. (Beydavi)


Cilbab, hımardan büyük örtü veya vücudunu örten dış elbise. (Kurtubi)


Cilbab, bedeni baştan aşağı örten çarşaf, ferace, çar gibi dış giysi. (Elmalılı)


Cilbab, dışa giyilen örtü. (Tibyan, A. Fikri Yavuz ve Hasan Basri Çantay’ın meali)


Cilbab, milhafe, entari veya hımar. (El-Envar)

[Milhafe; dış örtü ki buna ferace de denir.]


Cilbab, feracedir. (Ö. Nasuhi Bilmen tefsiri)


Nur suresinde, (Kadınlar, hımarlarını [başörtülerini] yakalarına örtsünler) buyuruluyor. Eğer cilbab çarşaf demek olsaydı, hımar denmezdi. Fıkıh kitaplarında cilbab dış örtü diyor. Bir örnek:

Hanıma verilmesi vacip olan nafaka, yemek, kisve [elbise] ve meskendir. Kisve [elbise] ise, hımar ve milhafedir. (Bahr) [Milhafe; dış örtüdür, hımar ise başörtüsüdür.]


Tefsir, hadis ve fıkıhta cilbab dış örtüdür.


Çarşafa bid’at denmez, çünkü âdetteki değişiklik bid’at olmaz. Şalvar ve pantolon da böyledir. Otomobil uçak da böyledir. Bunlara itiraz etmeyip de, cilbaba çarşaf diye takılmak normal değildir.


Bıyık kazımak

Sual: Sünnete uygun olan bıyığı mazeretsiz kazımanın hükmü nedir?

CEVAP

Bid’attir. (Seadet-i Ebediyye)


Kirli sakal

Sual: Sünnete uygun sakal bıraksam, fitneye sebep olur. Kirli sakal bıraksam o da bid’at oluyor. Ama ben kirli sakalı çok seviyorum, bana da yakışıyor. Sünnet niyeti ile değil de âdet olduğu için kirli sakal bırakmamın sakıncası olur mu?

CEVAP

Âdet olduğu için de olsa, top sakal, keçi sakalı ve kirli sakal tabir edilen sakal biçimleri mekruh olur. Hele sünnet diye bırakılırsa bid’at ve haram olur.

Kirli sakal tabiri hoş. En azından sünnet olmadığı, temiz olmadığı anlaşılıyor.


Kirli sakal

Sual: Sünnete uygun olmadığı için, Vehhabiler gibi çenede sakal bırakana, keçi sakallı demek, mezhepsizler gibi bid’at sakal bırakana, kirli sakallı demek günah mıdır?

CEVAP

Hayır, günah olmaz. Asıl sünnete uygun olmayan sakala, sakal diye iltifat etmek günah olur. Bid’at sakallı, kirli sakallı demek caizdir. Sünnet olan sakalı hafife almak, mesela çember sakallı diye alay etmek haramdır, hatta küfür olur.


“Hiç yoktan iyi” demek

Sual: Bir iş tam yapılamasa da, bir kısmı yapılsa daha iyi olmaz mı? Mesela sünnet üzere sakal bırakmayan, az da olsa kirli sakal bıraksa daha iyi olmaz mı?

CEVAP

Birinci soru, günahlar için, kötü huylar için doğrudur. Günahın ne kadarı terk edilirse o kadar iyidir. Ama verilen örnek yanlıştır. Bir başkası da, (Abdestsiz namaz kılmak hiç kılmamaktan iyi değil mi?) diye sormuştu. Namaz kılmamak günahtır, abdestsiz kılmak ise daha büyük günahtır. Hattâ namazla alay olacağı için küfürdür.


Bu da ona benziyor. Sakal bırakmayan sünnet sevabından mahrum kalır. Sünnete uymak için kirli sakal bırakınca, bid’at işlenmiş olur, yani haram olur. Haram için (Daha iyidir) denmez.


Kirli sakal bırakmak

Sual: Bildiğiniz gibi, Ahmet Mekki efendi hazretlerinin sakalı sünnete uygunken, sakalıyla alay edenler olduğu için sakalını kısaltmıştı. Benim de sünnete uygun sakalım vardı. Benim sakalımla da alay edenler oldu. Temelli kessem sakalını kazıttı diye söyleyenler çıkacağı için, mecburen kısalttım. Bu sefer de, (Böyle sakal bid’attır, haram işliyorsun) diyorlar. Acaba kısa sakalı sünnet niyetiyle değil de, bir özürden dolayı bıraktığım için bid’at işlemekten kurtuluyor muyum?

CEVAP

Evet, sünnet niyetiyle bırakılmazsa bid’at olmaz. Ahmet Mekki Efendi hazretleri, tanınmış müftü idi. Sakalını kesmesi elbette uygun görülmezdi. Alay edilmemesi için de, kısaltmak zorunda kalmıştı. Bunu sünnet diye bırakmıyordu. Siz de sünnet diye bırakmazsanız bid’at ve haram olmaz. Seadet-i Ebediyye’de, (Kâfirlere veya kadınlara benzemek için sakalı bir tutamdan kısa yapmak veya tamamen kazımak haramdır. Benzemek niyeti olmayıp, memleketin âdetine uymak için olursa, mekruh olur) deniyor. Demek ki, sünnet denmezse haram olmuyor, mekruh oluyor. Bid’at sakal için, sünneti ifa ediyorum denmezse, haram olmadığı açıkça bildiriliyor.


İslam Ahlakı kitabında da, (Dar-ül-harbde bulunan veya zulüm görmemek, nafakadan olmamak yahut emr-i maruf yapabilmek, müslümanlara ve İslamiyet’e hizmet edebilmek, dinini, namusunu koruyabilmek için sakalını kazımak caiz hatta lazım olur. Özürsüz olarak kısaltmak ve kazımak mekruh olur) deniyor. Buradan da bir özürle kısaltmanın veya kazımanın caiz olduğu anlaşılıyor.


Sünnet olmayan bir şeyi sünnet diye işlemek bid’attir. Mesela Aşûre günü, sünnet sanarak aşûre pişirmek bid’attir. Sünnet olmadığını bilerek, o gün bir tatlı yapmak niyetiyle aşûre pişirmek bid’at olmaz. Bu inceliği iyi anlamak lazımdır.


Sakalın ölçüsü

Sual: Sakalın uzunluğunun ölçüsü nedir? Dudaktan itibaren mi, yoksa çeneden itibaren mi bir tutamdır? Seadet-i Ebediyye’de iki kavil olduğu söyleniyor. Böyle bir şey var mı?

CEVAP

Sakalın uzunluğunun ölçüsü, alt dudaktan itibaren bir tutamdır. İki ayrı kavil yoktur. S. Ebediyye’de deniyor ki:


Sakalı sünnete uygun olmayan [yani çenedeki ile birlikte bir tutam uzun olmayan] kimse, bidat sahibi olur. (Cemaatle namaz bahsi)


Sakalın [çenedeki ile birlikte] bir tutamdan kısa olmasına hiçbir âlim mubah dememiştir. Bir tutam, dört parmak genişliğidir. Çeneyi alt dudak kenarından avuçlayarak ölçülür. (Cuma namazı bahsi)


Sakalın, çenedeki ile birlikte bir tutamdan fazlasını kesmek vacibdir. (Kaza namazı bahsi)


İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki: (Sakalı uzatın!) hadis-i şerifi, sakalı bir tutamdan kısa yapmayın ve kazımayın demektir. Sakalı bir tutam, yani 4 parmak eninde uzatmak sünnettir. Fazlasını kesmek de sünnettir. Bir tutamdan kısa olmasına hiçbir âlim izin vermemiştir. Bir tutam, çeneyi alt dudak kenarından avuçlayarak ölçülür. (Ey Oğul İlmihali)


Sakalı bir kabza, bir tutam uzatmak sünnettir. Sakalı bir kabzadan kısa yapmak caiz değildir. Bir kabzadan fazlasını kesmek de sünnettir. Bir kabza, dudak kenarından, dört parmak eni kadar uzun olmak demektir. (Cennet yolu ilmihali)


Sakalı bir tutamdan kısa yapanın, sünneti yerine getirdiğini söylemesi bidattir. Bir tutam demek, sakalı alt dudak kenarından avuçlayıp, avuçtan taşan fazlasını kesmektir. (Kıyamet ve Âhiret)


Sakal kazımanın hükmü

Sual: (Tam İlmihal’de, sebepsiz, özürsüz sakal kazımanın haram olduğu yazılıdır) deniyor. Böyle bir şey var mıdır?

CEVAP

Hayır, ne Tam İlmihal’de ne de başka muteber kitaplarda öyle bir şey yok. Sakal bırakmak, sünnet-i zevaiddir. Sünnet-i zevaidi terk etmek haram değildir. Bazı âlimlere göre tenzihen mekruhtur. Sakal zevaid sünnet değil, müekked sünnet bile olsa, sakalı kesmeye haram denmez. Hiçbir âlim, müekked sünneti bile, terk etmeye haram dememiştir. Sakal kazımaya haram demek, bütün kitaplara yapılan bir iftiradır.


Seadet-i Ebediyye kitabında deniyor ki:

Ayakkabı, çorap, elbise çıkarırken, camiden ve Müslümanın evinden çıkarken, helaya girerken, sümkürürken, taharetlenirken soldan başlamak müstehabdır. Bunları tersine yapmak, tenzihi mekruh olur. Çünkü şekilde olan sünneti terk etmek olur. Bulunduğu yerin âdetine uymak için sakalı kazımak da, böyle tenzihen mekruhtur. (Cemaatle namaz bahsi)


Sakal bırakmak sünnet-i zevaiddir. (Sakalı uzatın, müşriklere benzemeyin!) ve (Yahudilere benzemeyin, namazınızı nalınla [çorapla, mestle] kılın!) hadis-i şerifleri, sakal kazımanın ve çıplak ayakla namaz kılmanın, mekruh olduğunu göstermektedir. (Cuma namazı bahsi)


Buhari’de yazılı hadis-i şerifte, (Yahudiler ve Hristiyanlar saçlarını, sakallarını boyamazlar. Siz onlara muhalefet edin, yani boyayın!) buyuruldu. Bu hadis-i şerif, saç sakal boyamanın müstehab olduğunu gösteriyor. Sakal uzatmayı emreden hadis-i şerif de böyle olup, sakal uzatmanın vacib olduğunu değil, müstehab olduğunu bildirmektedir. Özürsüz sakal kazımak mekruhtur. (İslam Ahlakı)


Genç ve güzel görünmek için sakal kazımak mekruhtur. (Kimya-i saadet)


Şimdiki sarıklar

Sual: (Şimdiki imamların başlarına giydiği sarıklar, taylasansız olduğu için bid’attır. Sünnet olan, sarığın ucunu iki omuz arasına sarkıtmaktır) deniyor. Taylasansız olan yani ucu omuzlara sarkmayan sarıklar bid’at midir?

CEVAP

Hayır, bid’at değildir. Peygamber efendimiz sarıksız, sadece takke de kullanmıştır, sarığın ucunu sarkıtmadan da kullandığı olmuştur. Bu yüzden şimdiki sarıklara bid’at dememeli. İmam-ı Rabbânî hazretleri gibi Silsile-i aliyye büyükleri, ucu sarkan sarıklar kullandığı için, taylasanlı sarık tercih ediliyor. Bu tip sarıkları kullanmak, ötekilerin bid’at olduğunu göstermez.


Dualı sakal

Sual: (Dua okunarak bırakılan sakalı kesmek haramdır) deniyor. Ben sakal bırakırken dua edildi. Şimdi askere gideceğim. Sakalımı kestirmem haram olur mu?

CEVAP

Haram olmaz. Sakal bırakırken dua okutmak diye bir şey yoktur; bu, sonradan çıkarıldı.


Sual: Dinimizin menetmediği âdetlerde, orada yaşayan insanlardan ayrı olarak farklı bir yol izlemek uygun olur mu?

Cevap: Konu ile alakalı olarak Hadîka'da diyor ki:

“Mubahlarda, şehrin âdetine uymamak şöhret olur. Bu ise, tahrimen mekruhtur.”


Sual: Namaz kılarken, erkeklerin sarık sararak namazı öyle kılması şartı var mıdır?

Cevap: Başına beyaz sarık sarmak müstehabtır. Resûlullah efendimizin siyah sarık da sardığı "Ma'rifetnâme"de yazılıdır. Sarığının ucunu iki küreği arasına, iki karış uzatırdı.

Kaynak: Dinimizislam.com

Seyyid Abdülhakîm mutlak olarak benim vazîfemi yürütecektir

 Seyyid Abdülhakîm mutlak olarak benim vazîfemi yürütecektir. Kendisi, Arvas'ta olsun, Başkale'de olsun, İstanbul'da olsun ona itâat ediniz.Onun rızâsı benim rızâmdır. Ona muhâlefet bana muhâlefettir.Benden sonra çok fitne çıkacak, kadınlardan hayâ perdesi kalkıp, çarşı pazarlarda dolaşacaklar. İslâm, Abdülhamîd Hanla kâimdir. "Cenâb-ı Hak sizi (Seyyid Abdülhakîm Efendiyi) muhâfaza edecektir.

(Seyyid Fehim-i Arvasi “kuddise sirruh” hazretleri)

Topuk birleştirme sünneti

 Rukû'a giderken, ayakları yerden kesmeden, kaldırmadan sol topuğu sağ topuğun yanına getirerek topukları birleştirmek ve rukû'dan doğrulurken de yine ayakları yerden kesmeden sol topuğu sağ topuğun yanından dört parmak kadar sola getirmek, ya'nî topukları birbirinden ayırmak, sünnetdir.


(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî, Namaz risalesinden)

Tevazu göstermeye çalışmak da kibirdir

 Tevazu göstermeye çalışmak da kibirdir. Çünkü kendinde bir varlık hisseden tevazu göstermeye çalışır. Gerçek tevazu ehli, kendinde bir varlık hissetmez ki, tevazu göstermeye çalışsın. Onun tevazuu tabiidir, yapmacık değildir.


Cüneyd-i Bağdadi (Kuddise sirruh)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Ben, ne zaman dergâha gitsem, *Abdülhakîm Arvasi* Efendi hazretleri, ekseriyâ *Bahçe* de olurdu ve bana; *Gel, seninle berâber oturalım!* derdi. Murtezâ Efendi’nin kabrinin yanına gider, otururduk. 


Duvar yüksek idi. Aşağıda *Cadde* var. Caddeden insanlar geçiyor. *İki* kişilik de *Yer* vardı kabrin yanında. *Efendi* ile yan yana oturup *Halici* seyrederdik. *Ne var ne yok Ankarada?* diye sorardı Mübârek. 

● ● ● 

Rabbimize çok şükür ki, bizi huzûruna kabûl ediyor kardeşim. Bu *Zulmet* zamânında, bu *Küfr* zamânında, her yere mânevî *Necâset* akıyor, *Zulmet* yağıyor. 


İşte böyle bir zamanda bizleri *Muhâfaza* ediyor Rabbimiz, elhamdülillah. En ufak bir şey, yârın *Terâzî* de, *Kefe* ye konacak. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde buyuruyor ki: 


*Ve men ya’mel miskâle zerretin hayren*. Ne demek bu? Yâni bir kimse, zerre ağırlığında *Hayr* yaparsa, hayrlı bir iş yaparsa. *Yerehû*, onun karşılığını bulur. Onun *Sevâbı* na kavuşur. 


*Ve men ya’mel miskâle zerretin* Bir kimse, atom ağırlığında, yâni zerre kadar, *Şerren*; bir şer yaparsa, günâh işlerse, *Yerehû*; onun karşılığını görür, *Cezâsı* na kavuşur. 


*Cezâ*, burada *Karşılık* demekdir. Karşılığına kavuşur. Yâni fazla *Azap* çekmez. Karşılığı ne *Kadar* sa, o kadar azap görür. Yâni amellerinin karşılığını görür. 


Demek oluyor ki, zerre kadar *Hayr* işliyen, muhakkak onun *Sevâb* ına, yâni mükâfâtına kavuşur. Zerre kadar *Günâh* işliyen de, bu günâh çok küçük de olsa, affa uğramadıysa, onun *Cezâsı* na, yâni karşılığına  kavuşur. 

● ● ● 

Sabahleyin *Enver âbi* ile konuşduk bu *Cihâd* ın kıymetini. Dedim ki: Eshâb-ı kirâmdan *Hassân bin Sâbit* radıyallahü anh hazretleri var. 


O zât, câmide, minberde, kürsüde konuşur, kâfirleri *Hicv* edermiş, yâni *Kötüler* miş. Peygamber Efendimiz de aleyhisselâm onu dinler ve *Neş’e* lenirmiş. 


Bir gün buyurmuş ki: *Hassân’ın bir kelimesi, cephede 100 kâfiri öldürmekden daha sevapdır*. Bir kelimesi. Ne büyük hizmet. İşte bizim kelimelerimiz de böyle. 


Bütün dünyâdan gelen mektuplarda; *Size ve berâber çalışdığınız yardımcılarınıza duâ ediyoruz!* diyorlar. Yâni bütün dünyâ, hepimize duâ ediyor kardeşim.

GIYBET VE İFTİRA

MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ

Dilin afetlerinden birisi de dedikodu ve iftiradır, demiştik. Şimdi bunların arasındaki farkı da belirtelim ki, konu daha iyi anlaşılsın: Gıybet, bir kimsenin gıyabında yani hazır bulunmadığı zaman arkasından hoşlanmayacağı bir sözü söylemektir. Yani, bir kimsenin halini, fiilini veya kavlini hazır bulunmadığı zaman söylemek ve onu çekiştirmektir. İftira ise, o kimsenin yapmadığı veya söylemediği bir şeyi ona isnat etmektir. Bunların ikisi birbirinden çok farklıdırlar. Onun için, misalleri ile bunları sana anlatayım ki, gıybeti (dedikodu) ve bühtanı (iftirayı) ayırt edip bunlardan sakınabilesin. Resûl-ü ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, bir gün Hz. Ömer ve Selmân-ı Fârisi radıyallahu anhüma ile sefere çıkmıştı. Bir konak yerinde çadırlar kuruldu, yemekler hazırlandı. Bu esnada Selmân radıyallahu anh uyuyordu. Bazı kimseler de aralarında konuşuyor ve: “Bir kısım insanlar hep hazıra konmak isterler. Beklerler ki, her şey hazırlansın, düzeltilsin, yemek önlerine gelsin ve yesinler,” diyorlardı. Derken, Selmân radıyallahu anh uyandı. Kendisini Resûl aleyhisselâma gönderdiler ve katık getirmesini istediler. Selmân, huzur-u Resûlullah’a vardı: “Yâ Resûlallah! dedi. Yârenler, ekmeklerine katık istiyorlar.” Efendimiz, büyük bir sükûnetle: “Onlar şimdi katıklandılar,” buyurdu. Selmân radıyallahu anh, geri döndü ve efendimizin sözlerini kendilerine bildirdi. Bir şey anlayamadılar: “Biz henüz katık yemedik ama Resûl aleyhisselâm da yalan söylemez. Gidelim, bize bu sözü neden dolayı buyurduğunu anlayalım,” dediler ve hep birlikte huzur-u saadete gittiler: “Yâ Resûlallah! Bizim için katık yediler buyurmuşsunuz. Oysa, biz katık yemedik. Lütfedin bize bu sözün mânasını açıklayın.” Efendimiz, saadetle buyurdular: “Sizler, uyuyan yoldaşınızın arkasından konuşarak katkılandınız buyurup Hucurat sûresi: 12 âyeti kerimesini okur. “Ey imân edenler! Zannın fazlasından sakının. Zira zannın bazısı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinin arkasından çekiştirmesin, biriniz diğerinin ölmüş etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz, O halde Allâhtan korkun. Şüphesiz Allâh tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” 

Cabir radıyallahu anh buyurur ki: Resûl aleyhisselâmın yanında olduğum bir vakit iğrenç kokan şiddetli bir rüzgâr esti. “Resûlullah aleyhisselâm, bu koku nedir bilir misiniz?” diye sorduktan sonra, “Bu pis koku müminlerin gıybetini edenlerden geliyor.” diye buyurdu. 

Ey Aziz kardeş: 
O yel, belki şimdi de esiyor. Hem de o zamankinden daha şiddetli ve kuvvetli esiyor. Fakat, bunu avam hissetmez, onu ancak havas duyarlar. Duydukları için de halkın arasından kaçar, tenha köşelerde hakka ibadet ederler.  

Bazı irfan ehline sordular: 
— Dedikodu edenlerin ağızlarından gelen o çirkin kokuyu, avam neden duymaz?  
Şöyle cevap verdiler:  
— Zira, dedikodu halk arasında o kadar çoğalmıştır ki, onların burunları bu kokuya alışmıştır. Deri tabaklayan debbağları ve kirişçileri görmüyor musunuz? Onların, çalıştıkları yerlerdeki kokulara kimse tahammül edemez ama kendileri bunu duymaz ve iğrenmezler. Çünkü, gece gündüz içindedirler. Dedikodu edenler de böyledir. Çok dedikodu ettiklerinden dolayı burunları alışır ve kokusu kendilerine kötü gelmez.  


Fahr-i âlem sallallahu aleyhi vesellem efendimiz buyurmuşlardır ki: “Eğer, söylediğin söz veya iş, adı geçen kimsede varsa; dedikodu (gıybet) etmiş oldun. Eğer o söz ve iş, adı geçen kimsede yoksa iftira (Bühtan) ettin.” Sultan-ı Enbiyâ efendimiz: (İftira, yüzüne karşı veya arkasından doğru olmayan yalan bir şeyi söylemektir. Arkasından söylenirse hem iftira hem de dedikodu olur. Dedikodu ise, kişinin söylediği bir söz veya yaptığı işi arkasından konuşmaktır. Kişi kâfir de olsa fâsık ta olsa, bunlar hakkında yalan söylemek ve iftira etmek yasaktır.) Ebû Said-i Hudri radıyallahu anh, Cenab-ı Fahri Risâlet efendimizden rivayet eder ki: “Miraç gecesi, gökte bir topluluk gördüm. Ateşten makaslarla etlerini keser, lokma lokma kendilerine yedirir ve şöyle derlerdi: (Sizler, dünyada hep kardeşlerinizin etlerini yerdiniz. Şimdi de kendi etinizi yiyin bakalım.) Kardeşim Cebrail aleyhisselâma sordum: (Yâ Cebrail! Bunlar kimlerdir?) Cebrail bana dedi ki: (Bunlar, ümmetinden gammazlardır, yani dedikodu edenlerdir.)  


Bir diğer rivayete göre, Resûl aleyhisselâm, hane-i saadetlerinde bulunuyor ve ashab-ı sûffa de mescitte bulunuyorlardı. Zeyd îbn-i Sabit radıyallahu anh, Resûl-ü Zişan’dan öğrendiği Hadis-i şerifleri bunlara söylüyordu. Efendimize dışarıdan et getirdiler ve bunlar da gördüler ve dediler ki: (Yâ Zeyd! Git, Resûl aleyhisselâma çoktan beri yemek yemediğimizi söyle ve bizim için et iste.) dediler. Zeyd, huzur-u Resûlullah’a gitti. Bunlar da kendi aralarında: (Zeyd şimdi et getirir ve bize hadis öğretmeye devam eder.) diye konuştular. Zeyd radıyallahu anh huzura vardı ve ashabı suffenin istediklerini arz etti. Efendimiz: (Onlar daha şimdi et yediler.) buyurdu. Zeyd, döndü geldi ve efendimizin buyurduğu nu kendilerine bildirdi. Bu sözün mânasını anlayamadılar ve (Bunda bir hikmet var. Biz hayli zamandır et yemedik. Gidelim bizzat kendisinden soralım.) diyerek huzur-u Resûlullah’a gittiler ve: (Yâ Resûlallah! Biz, hayli zamandır et yemedik. Halbuki, siz şimdi et yediler buyurmuşsunuz. Bunun hikmeti nedir?) dediler. Efendimiz: (Sizler, demin kardeşinizin etini yediniz. Eseri, henüz dişlerinizin arasındadır. Tükürün görürsünüz.) buyurdular. Bunlar, tükürdüler ve gördüler ki, ağızlarından çıkan tükürük kıpkırmızı kan olmuş, hemen tövbe ettiler, Hazret-i Zeyd’ den helâllik dilediler.  


Aziz: Dedikodu ne imiş anladın mı? Sana, dedikodu hakkında bir başka haber daha vereyim:  
Resûl-ü ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, sefere çıktıkları zaman, bir fakiri iki zengine emanet ederdi. Bu fakir, seferden dönünceye kadar o iki zenginin yemeklerinden yerdi. Amma, bu fakirler zenginlerden önce konak yerine giderler ve tedarik görürlerdi. Selmân radıyallahu anh da fakirdi. O da, bir sefer esnasında böyle iki zengine emanet edilmişti. Bir gün, Selmân bunlardan evvel bir konak yerine vardı, fakat hiçbir şey hazırlamadı. Kafile geldi, Selmân'a sordular:  
— Yenecek bir şeyler var mı? Selmân cevap verdi:  
— Yalnız ekmek var, dedi ve kuru ekmeği bunların önlerine koydu.  
— Yâ Selmân! Git, bize Resûl aleyhisselâmdan katık iste, dediler. Selmân, isteklerini yerine getirmek için huzura gitti. O yokken, berikiler aralarında:  
— Şu Selmân filân kuyuya gitse, su tükenir, dediler ve başka bir şey söylemediler. Bu esnada, Selmân radıyallahu anh huzur-u Resûlullah’a gitti ve:  
— Yâ Resûlallah! Yol arkadaşlarım katık istiyorlar, dedi. Efendimiz:  
— Onlar şimdi katıklandılar, buyurdu ve Selmân eli boş yol arkadaşlarının yanına dönerek, duyduklarını bildirdi. Bu sözün mâna ve hikmetini anlamayarak, hep birlikte huzura vardılar: “Yâ Resûlallah! Bizler katık yemedik ama sız yemişler buyurmuşsunuz.” Efendimiz: “Evet yediniz, buyurdular. Hatta, artıkları hâlâ ağzınızdadır. Sizler, Selmân yanınızdan ayrılınca onun arkasından konuştunuz. Murdar olmuş bir eti yemeyi sever misiniz?  
— Hayır yâ Resûlallah, sevmeyiz ve istemeyiz.  
— Meclisinizde, hazır bulunmayan bir kardeşinizin arkasından konuşmak onun etini yemek gibidir, buyurdular ve bu âyet-i kerimeyi okudular: “Bir kısmınız, bir kısmınızı gıybet de etmesin, biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bak tiksindiniz.” (Hucurat sûresi: 12)  
Ey aziz: Bu kadarcık bir söze, Habib-i Kibriyâ efendimiz GIYBET buyurdu. Sen ise, gıybet ile bütün ömrünü harcadın. (Gıybet etme!) deyince: (Bu gıybet değil!) dersen kâfir olursun.  


Ashab-ı kiramdan birisi buyurmuştur: Bir gün mescitte oturuyordum. Bazı kimseler, birisi hakkında dedikodu yapmaya başladılar. Müdahale edip bunu yasakladım, başka bir söz açtılar ve konuşa konuşa ilk defa yaptıkları dedikoduya döndüler. Bende, bazılarına söylendim ve sonra istiğfar ederek çıktım evime gittim. O gece, rüyamda uzun boylu, kara yüzlü birisi bir tabak içinde domuz eti getirdi ve bir parçasını bana vererek: “Haydi ye bunu!” dedi. Ben, yemek istemedim. Zorla ağzıma soktu, uyandım o etin kokusunu ağzımda 
buldum. 30- 40 gün kadar o etin kokusu damağımdan gitmedi ve her defasında beni tiksindirdi.  

Sultan-ül-meşâyih Bayezid-i Bestamî rahmetullâhi aleyh buyurur ki: “Bir gün, bir cenaze namazına gittim. Biraz bekledim, bir derviş geldi ve halktan para toplayarak dilendi. Kendi kendime: 
— Ne olurdu dilenmeseydi ne hoş derviş olurdu diye hatırımdan geçirdim. Bu mesele üzerinde fazla bir şey düşünmedim ve zikrimle meşgul oldum. Namaz kıldım ve halvetime gidip oturdum. Murakabeye vardım, birisi üzerinde bir adam ölüsü bulunan birisini getirdi, önüme koydu:  
— Şunu ye! dedi, örtüsünü kaldırdım ve cenaze namazı kılmak için beklerken dilendiğini gördüğüm ve içimden kınadığım derviş idi.  
— Ben insan eti yiyici değilim, diyecek oldum.  
— Cenazede bunun etini yemiştin. Şimdi neden yemiyorsun, dedi.  
— Ben onu dilimle söylemedim, gönlümden geçirdim, deyince:  
— Dervişlerin gönlüne gelen de gıybettir, cevabını verdi.  
Hemen kalktım, gittim o dervişi buldum, helâlleştim ve bir daha gönlümden dahi gıybet etmeyeceğime, tövbe ettim ve gıybetin ne olduğunu anladım.  


Hasan Basri rahmetullahi aleyhe geldiler ve dediler ki: “Filân kişi seni zemmetti.” Hasan Basri hazretleri, hemen o adama hediyeler gönderdi ve: “Şunları lütfen kabul etsin, sevabını bize vermiş. Gerçi bu hediye bu sevabın karşılığı değil amma mazur görsün,” diye haber gönderdi.

Ey kardeş: Yarın, kıyamet gününde herkese beratları verilirken, bazı kimseler defterlerinde işlemediği bazı güzel amellerin de bulunduğunu görür ve niyazda bulunur: “Yâ Rab! Ben, bu amelleri, bu oruçları, bu namazları, bu iyilikleri dünyada iken işlemedim. Acaba, bu berat bana yanlış mı verildi?” Hak teâlâ buyurur: “Ey kulum! Bazı kullarım senin için dedikodu ettiklerinden, o günahları işleyenlerin sevaplarının da senin defterine yazılmasını irade buyurdum. Onların bütün güzel amelleri, oruçları, namazları, iyilikleri hep senin defterine yazıldı. 

Şimdi ey kardeş: Gördün mü, bu dil kişiyi nasıl zararlara uğratır ve bütün amellerini sevmediklerine verdirtir. İnsanın sevmedikleri aleyhinde konuşması, amâl-i hasenesini götürüp ona vermesi demektir. Göz göre göre kendisini zarara uğratmak tır. Kaldı ki, artık dilin afetlerini de duymuş ve öğrenmiş bulunuyorsun.  

74 - DEDİKODU DÖRT TÜRLÜDÜR 
Gıybet, yani dedikodu dört kısımdır, dört mertebe üzerinedir:  
1) Az veya çok küfürdür.  
2) Nifaktır. (Nifakla söylemektir.)  
3) Günahtır.  
4) Mübahtır.  
Şimdi bunları sana birer birer anlatayım:  

KÜFÜR OLAN DEDİKODU
Gıybet eden birisine: “Dedikodu etme!” denilince: “Ben dedikodu etmiyorum, gerçeği söylüyorum,” diyenlerin yaptıkları gıybettir. Bunlar bilmezler ki, gıybet sevmediği kimseler hakkında gerçekten vâki olmuş bir söz ve işi söylemektir. Vâki olmamış bir iş veya sözü söylemek İFTİRA (Bühtan) dır. Şu hâlde, bu gibi kimseler (Dedikodu değildir. Olanı söylüyorum,) demekle, Allahu teâlânın gıybettir buyurduğuna gıybet değildir demiş ve gıybeti helâl görmüş olurlar ki, bu suretle Ne’ûzü bıllâh kâfir olurlar.  

NİFAK OLAN DEDİKODU
Aleyhinde dedikodu yapılan kimsenin adını ulu orta söylemeyen, fakat onu kendisi bilen ve gönlünden geçiren kişilerin yaptıkları gıybettir. Zira, adını söyleyerek anlatmış olsa, ona gıybet denilecekti. Oysa, böyleleri hem zâhit ve salih geçinirler hem de kalplerinden şunun bunun sözlerini ve işlerini geçirerek kendi kendilerine gıybet ederler, ki bunlar nifakla gıybet ettiklerinden dolayı Hak teâlâ katında münafıktırlar.  

GÜNAH OLAN DEDİKODU
Bir kişinin veya bir cemaatin yukarıda anlatıldığı şekilde dedikodusunu yapar, adını veya adlarını açıkça söyler, kim olduklarını gizlemez ve gıybet ettiğini de saklamaz, işte buna da günah olan dedikodu denir.  

MÜBAH OLAN DEDİKODU
Fâsıkları gıybet etmektir. Açıkça fısk ve fücur edenlerin kim oldukları açıklanmış, kim oldukları bilinmiş ve herkese de bildirilmiş olur. Bid'at ehli için de durum aynıdır.  


Ey kardeş: Bu dedikodu bahsinde de söz çoktur. Hepsini söylemeye kalkarsak söz uzar, maksat burada talipleri uyandırmak ve onları ikaz ve irşât etmektir, ki dillerine sahip olsunlar, kimseyi yermesinler, kimse aleyhinde dedikodu ve iftira yapmasınlar, amellerini heba edip mensûr etmesinler, ömürlerini zikrullah, ibadet ve tâ’ate harcasınlar. Zira, kişinin amelini zayi edip, Hak Teâlâ’dan perdeleyen çok zaman bu dildir:  

Sumt (susmak) ile ağzını bağla, göresin Hakkı ayan;  
Gözü bağı bu cihan halkının ağzıdır neman.  

Şeyh Muhyiddin-i Arabi rahmetullahi aleyh buyurur ki:  
“Susan, mârifetullah'a (Allâhı bilme tanımaya) vâris olur.” 

Fahr-i âlem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz de buyurmuştur:  
“Susan, Allahu teâlâyı bilmemekten kurtulur.”  

Sultan-ül-ârifiyn Bayezid-i Bestâmi rahmetullahi aleyh buyurmuştur:  
"İbadet on kısımdır. Dokuzu susmak ve diline sahip olmaktır."  

Şimdi aziz kardeş:  
Kişinin dilini tutmasının faydaları çoktur. Kapıp salıvermenin ve ağzına geleni söylemenin de zararları çoktur. Bu kadar söz, anlayana kâfi ve vâfidir. (bol bol yeter)


(EŞREFOĞLU HAZRETLERİNDEN BEYİTLER)

Ârif i gör değme sözü söylemez,  
Değme bir söze cevabı eylemez,  
Ger ittrüye, ger yata, ger uyuya;  
Bir nefes hâşâ ki beyhude vere,  
Uykusundan uyanır Allah der,  
Her nefes kim vere ya Rabbâh der,  
Gecelerin ekserini uyumaz,  
Gâh-ü tesbih, gâh-ü namaz, geh niyaz.  
Kimseyi ya medh veya zemmeylemez.  
Ya bu yavuz ya iyi olsa demez.  
Tınmayıp tutar Hakkın fermanını,  
Hak yoluna teslim eyler canını.  
Zayi etmez bir demi, bir saati;  
Zikr-ü teşbihtir dilinde âdeti.  
Çim(kim) dilin tuttu, bular söylemedi;  
Âlem içre söylenir kaldı adı.  
Bunda işlerin bitirip gittiler,  
Vardılar ol ulu şaha yettiler.  
İşte nefs elinde biz kaldık zebun,  
Canlarımıza bu nefs vurdu düğün.  
Yâ ilâhi! Sen medet kıl bize.  
Sen sabırlık ver bizim dilimize.  
Eşref oğlu Rûmi sen tut dilini,  
Hazrete arzeyle her dem özünü.  
Alim-üs-sırn vel-hafiyyât öldürür,  
Kullarına kadıyyel-hâcât odur.  


(Eşrefoğlu Abdullah Rumi Hazretleri)

Bütün mesele istikâmetdir

 🌹 Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri rahmetullahi aleyh buyuruyor ki:


Bütün mesele, istikâmetdir kardeşim. Yâni Îmân ve İslâm yolunda yürümekde sebât etmekdir. 


İmâm-ı Rabbânî hazretleri rahmetullahi aleyh;

Eşeddül kerâmeti, istikâmetün! buyuruyor.

Ne demek bu?


Yâni en büyük kerâmet, İstikâmetdir. Çünkü istikâmeti buldunuz mu, gerisi kolay. Ama istikâmeti bulamazsan, o zaman çok zor. 

İnşallah o büyüklere olan sevgimiz, muhabbetimiz artar da, alacağımız feyzler çok olur. 


Bir insan harâm ile besleniyorsa, aldığı o haram gıdâ, kalp vâsıtası ile ve kan damarları ile bütün organlara pompalanır. Bütün vücûda kirli kan gider. Böyle insanlara, ibâdet yapmak zor gelir. 


Ama helâl gıdâ ile beslenen mü’minin, bir ârifin kalbi ise, imân ile, Allah sevgisi ile ve din kardeşinin sevgisi ile doludur.


Böyle olan bir kimse zikr etdiği zaman, kalbinde bulunan o feyz ve bereket, kalbin pompalamasıyla bütün vücûda dağılır. 


O nûrun ve o feyzin ulaşdığı her nokta şifâ bulur. İbâdet yapmak kolaylaşır. Binâların kıymeti, içindekilerden nûr yağması ile olur. 


Kibir ve azamet, Allahü teâlâya mahsûsdur. İnsan, neyine güvenip de büyüklenir? Allahü teâlâ; Büyüklenenleri, hiç acımadan cehenneme atacağım! buyuruyor. 


Yâsîn sûresinde; Nü’ammirhü nünekkishü! buyuruyor Allahü teâlâ. Yâni, birine çok ömür verirsem, onu eski çocukluk hâline döndürürüm, buyuruyor. 


Çocukken kuvveti yoktu, büyüdü, Gücü Kuvveti oldu. Yaşlanınca, o kuvveti geri alındı. Sonra da mezarında bir avuç toprak olacak.