Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendimiz aleyhisselâm; Mü’minin alâmeti *Güler yüz*’dür. Münâfıkın alâmeti ise *Asık Surat* ve *Çatık Kaş*’dır, buyuruyor. 


Allahü teâlâ, İhsân etdiği ni’meti *İzhâr* etmemizi sever. Göstermemizi, belli etmemizi *Sever*. Onun için Rabbimizin verdiği *Ni’met*’leri göstereceğiz kardeşim.


*Mücâhid* olmak, Allahın dînine *Hizmet* etmek, çok büyük *Ni’met*’dir. Bu en büyük ni’meti de *İzhâr* edeceğiz, göstereceğiz. Peki nasıl göstereceğiz?


*Güler Yüz*’ümüzle ve *Tatlı Dil*’imizle göstereceğiz. Herkese şefkatimizle, merhametimizle göstereceğiz. *Merhamet*’li olacağız, *Şefkat*’li olacağız kardeşim. 

● ● ● 

Allahü teâlâ; Kur’ân-ı kerîmde; *Kâfirleri birbirine düşürüp, sevdiğim kimselere saldırmalarına fırsat vermem!* buyuruyor. 


Biz de bunun için *Râhat*’ız kardeşim. Bu karışıklıklar olmasa, bu *Hizmet*’ler olmazdı. Bu *Kitap*’lar basılıp satılmazdı.


Onlar, birbirleriyle uğraşmakdan, *Bizi* görmüyorlar. Bu *Hizmet*’leri yapanların ayaklarının altına, melekler *Kanat*’larını serer. 


Allahın *Dîni*’ni, Allahın *Kulları*’na, hattâ ayaklarına kadar götürmek, ne büyük bir *Hizmet* ve ne büyük *Zevk*’dir kardeşim. 

● ● ● 

*Kıyâmet*’de bu dünyâ, zelzelelerle dümdüz olacak ve *Yörünge* değişerek, *Güneş*’e yaklaşacak. *Deniz*’ler kaynayıp kuruyacak. Herkes mezarlarından kalkıp, *Sıkış sıkış* olacaklar.

 

*Mîzân*, bu dünyâda kurulacak ve *Sırat Köprü*’sü dünyâdan âhirete olacak. *Kimi*, bir anda geçip *Cennet*'e gidecek. 


*Kimi* emekliyerek, *Kimi* de yerde sürünerek geçip *Cennet*’e girecek. Kimileri de geçemeyip, *Cehennem*’e düşecek.

Abdülhakîm efendi hazretlerinin yolu bitmiş midir?

 " Vefatlarından az evvel, nedimleri Şâkir efendi, Efendi hazretlerine, sizden sonra dergâha ben bakarım diye arzedince, “Bu sözü bir daha işitmeyeyim. Bu iş ciddi bir işdir, şaka değil!” buyurdular. Talebelerine, “Benden sonra kimsenin elini öpmeyin” [yani başka birisini üstad yerine koyup, ondan istifâde edebileceğinizi ummayın] diye vasıyette bulundular.  Hilmi Işık efendi de: “Seyyid Abdülhakîm efendi hazretleri kendisinden sonra halîfe bırakmamıştır. Halîfe bırakmanın şartları vardır. O da hem yazılı olacaktır, hem de şâhidlerin huzurunda olacaktır. Bunun kâidesi budur. Böyle birşey yapmamıştır. Eğer halîfe  bırakmadıysa, Abdülhakîm efendi hazretlerinin yolu bitmiş midir? Tükenmiş midir? Hâşâ ve kellâ! O büyük zâtın feyz ve bereketinin kesilmesi, tükenmesi mümkün değildir. Olacak iş değildir. Çünkü bugün yalnız Türkiye değil, Afrika değil, dünyanın her yerine onun feyzi, nûru, himmeti ve bereketi yayılmaktadır. Bu yayılma ve bu dağılmak için Allahü teâlâ vâsıtalar yaratmıştır. Kim o büyük zâtın yolunu, sözünü, inancını, arzusunu doğru olarak nakletmişse, o vâsıta olmuştur. "


Hüseyin Hilmi Işık (rahmetullahi aleyh)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Ravda-i mutahhara*’da dört *Kabir* var. Dördüncüsü *Boş*’dur. Kıyâmete yakın, *Îsâ* aleyhisselâm gökden *Şam*’a inecek, vefât edince, oraya *Defn* olacakdır.


Cenâb-ı Hakkın *Ni’met*’leri içinde yüzüyoruz kardeşim. Ama diyeceksiniz ki; Çeşitli hastalıklarımız var. Olsun, onlar da *Ni’met*’dir efendim. *Hastalık* da ni’metdir. 


Dünyânın en *Bahtiyâr* insanlarıyız kardeşim. Neden çok bahtiyârız? Çünkü Rabbimiz bizi *İnsan* olarak yaratmış. Sonra *Müslümân* yaratmış. 


Sonra Sevgili Habîbine *Ümmet* yaratmış. Ne büyük *Seâdet*’dir bunlar. En mühimi de, sevdiklerinin *Yolu*’nu göstermiş.


O *Büyük*’leri tanıtmış ve sevdirmiş. Bu, en büyük *Ni’met*’dir. Onun için çok bahtiyârız. 

● ● ● 

*Üç kızı* olan Cennete kolay girer. *İki kızı* olan da Cennete kolay girer. *Bir kızı* olan da. 


*Kız* babalarının *Rızk*’ı geniş olur. Çünkü kız çocuklarının rızkı, babalarının *Eli* ile gelir. 


Büyükler buyuruyor ki: *Ya hayr söyle, ya da sus!* Bu odada büyüklerin isimleri var. 


*İmâm-ı Rabbânî* hazretlerinin ismi var. Onun için şimdi buraya *Feyz* ve *Bereket* iniyor. 


Efendi hazretleri bir gün; *Allahü teâlâ her an hâzırdır ve nâzırdır*, buyurdu. Yâni her şeyi, her an, *Görür* ve *Bilir*. 


*Evliyâ* ise ancak çağırıldığı zaman orada *Hâzır* olur. Çağırılmadan, hâtırlamadan *Gelmez*.

Yâdigâr mektûblar 148.mektûb

 Büyük Doğu Mecmuası'na yazılmıştır (13 Ocak 1971)

Huzûr-ı âlîlerine

[Mevcut hükûmetin aleyhinde yazılmasını] emrettiğiniz arîzayı yazmak için kalemi elime aldım. Fakat kalemim ve dilim bana isyan ettiler. Vicdanımdan fetva istedim; Haddini bil! Yüksek âlimler, namlı edipler ve ileri gelen velilerin, esrar hazinelerinden derleyip devşirerek gençlere saçtıkları ulu sözleri anlamak ve övmekten âciz olduğun halde bu ağır yüke nasıl dayanabilirsin? cevâbı ile suçlandırıldım.

Hakkımdaki yazılarınızı bir ikaz, hattâ iltifat telâkki eder, hakikat güneşinin bir aynasına muhatap oluşum müjdesini kendime ebedi bir şeref bilirim, efendim.

İrfan meydanının süvarilerine tutkun ve büyük velilere hayran, iz'an yoksunu Hüseyin Hilmi.


Not: Hilmi Işık ile Necib Fazıl Kısakürek, Seyyid Abdülhakîm Efendi'nin talebeleri olmak dolayısıyla tanışırlardı. Necib Fâzıl, O ve Ben kitabında Hilmi Işık efendi'yi, Abdülhakîm Efendi'nin müstesnâ bağlıları arasında övgüyle zikreder. Necib Fazıl Bey, 1969'dan itibaren kurulan küçük sağ partileri desteklerdi. 1970'de kurulan Hakikat Gazetesi'nin merkez sağ yanında duruşuna karşı çıktı. Hükümet aleyhinde yazmasını istediği yazıyı yazmayı Hilmi Efendi nazikçe kabul etmeyince, Büyük Doğu'da, 1971'de Hakikat Gazetesi ve Hilmi Işık Efendi aleyhinde ağır bir yazı yazdı. Hakikat Gazetesi de kendisini müdafaaya girişti. Böylece bir polemik doğdu. Necib Fazıl Bey, Hilmi Işık Efendi ile görüşmek istedi. Hilmi Işık Efendi, Necib Fazıl Bey'i dinledikten sonra, merkez sağı, tek parti iktidarının tekrar kurulmaması için desteklediğini anlattı. Bunun üzerine Necib Fazıl Bey yumuşadı. Zamanla kendisi de merkez sağı destekledi. Birkaç sene sonra, "Sen haklı çıktın" dediği Hilmi Efendi ile tekrar görüşüp helalleştiler. [Bkz. Ekrem Buğra Ekinci, Ebedî Seâdet Yolunda Bir Ömür-Hüseyn Hilmi Işık, s.137,203.]



Hızır aleyhisselam ölmüşdür ruhu insan şeklinde görülüyor

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Hızır* aleyhisselâm, bâzı âlimlere göre *Diri*’dir. Bâzılarına göre ise *Ölmüş*’dür, *Rûh*’u insan şeklinde görülüyor. Doğrusu da budur. 


Çünkü, Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde; *Mûsâ aleyhisselâm sağ olsaydı, hiç yanımdan ayrılmazdı*, buyuruyor. 


*Hızır* aleyhisselâm da *Sağ* olsaydı, O da Peygamber Efendimizin yanından ayrılmazdı. 

● ● ●

Mâlâyâni ile uğraşana *Selâm* bile verilmez. Boş durmak da, *Mâlâyâni* demekdir. 


En fazla ana-babaya *Merhamet*’li olmalıdır. Bilhassa *Anne*’ye. Çünkü anne hakkı *Baba*’dan fazladır. Onlar, çocuklarını merhametle, şefkatle büyütürler. 


*Hayr*’lı işde acele etmek lâzım. Ama *Karar* verirken acele etmiyeceğiz. Karar verdikden sonra, o işi yapmakda *Acele* edeceğiz. Karar verirkenki aceleye, *Şeytan* karışır. 


Düşünerek *İyi* karar vereceğiz. Verilen kararı tatbîkde *Acele* edeceğiz. Çünkü müslümân, *Hayr*’sız işe karar vermez, *Hayr*’lı işe karar verir. 


*Küfr*’den sonra en büyük günâh, *Gıybet* etmektir. Gıybet edene mâni olmak çok *Sevap*’dır. 


Meselâ birini *İçki* masasına çağırsalar, o da, *Harâm* olduğu için gitmese, nasıl *Sevap* kazanırsa, *Gıybet* edene mâni olmak da öyle *Sevap*’dır, hattâ daha *Büyük* sevapdır. 


Allahü teâlânın insanı en çok beğendiği hâl, *Secde*’deki hâlidir. Onun için *Büyük*’ler, secdede çok kalabilmek için, secde *Tesbîh*’lerini 5, 7, 9, 11 kerre söylerler.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendi hazretlerinin karşısında otururken *Yüzleri*’ne bakamazdım. Bir defâ *Bakdım*, ona da *Pişmân*’ım. Neden? 


Çünkü o anda *Bana* bakıyormuş Mübârek. Ben bakınca, gözlerini *Ben*’den çevirdiler. Onların bakışları *Şifâ*’dır kardeşim. 

● ● ●

*Abdülhamîd Hân*, dışarı talebe göndermezdi. En modern şekilde *Tıb fakültesi* kurdurup, dışarıdan hocalar, profesörler getirirdi. 


Buna rağmen son zamanlarda bâzı *Kişi*’ler, güyâ tahsîl için *Avrupa*’ya kaçdılar. Ama maksatları *Başka* idi. İşte o kaçıp gidenler, Fransa’da *Mason* oldular.


Ve döndüklerinde *Abdülhamîd Hân*’ı yıkdılar. Efendi hazretleri; Abdülhamîd Hân *Taht*’dan indirildi. Dünyâdan *Refah* ve *Huzûr* kalkdı, kıyâmete kadar da *Böyle* gider, buyurdu. 

● ● ●

*Şeytan*, şetâne kelimesinden gelir ki, Allahü teâlânın *Rızâsı*’ndan sapdırıcı demekdir. Üç çeşid şeytan vardır: *İblîs* ve sülâlesi. İnsan ve cinnîlerin *Kâfir*’leri, bir de insanın *Nefs*’i. 


Cinlerin ömürleri *Bin Sene*’den fazladır. *İblîs*, kıyâmete kadar yaşamak için Allahü teâlâdan *İzin* istemiş ve *İzin* verilmişdir. Efendimiz’in zamânından beri yaşıyan *Cin*’ler vardır. 


*İmâm-ı Rabbânî* hazretleri buyurmuş ki: 


*Cinleri* gördüm, her sokakda insanlardan *Fazla* idiler. Her birinin başında iki *Melek* onları zincire bağlamış *Dövüyor*’lar, insanları bunların zararından *Koruyor*’lardı. 


Şeytan, insanın *Damar*’larına girer, yalnız *Kalb*’e giremez. Kalp, Allahü teâlâya *Mahsus*’dur. 


Kalb’in üzerinde siyah bir *Nokta* vardır. Şeytan oraya kadar gelir, kalbe *Vesvese* verir. Eskiden *Putlar*’ın içine girip de konuşurlardı.

Hüseyin Hilmi Işık Efendi'nin bir hatırası

 Ankara'da fazla ahbabım yoktu. Ev sahibimiz Emin efendi'den başka, Abdülhakîm Efendi Hazretleri'nin damadı İbrahim Arvas, yeğeni Faruk Işık ve diş tabibi Sabri Gökkaya Beyler ile görüşürdüm. Her cumartesi öğleden sonra Faruk Bey'in evine giderdim. Mektûbât okurduk. Bağlum'u ziyaretten dönerken umumiyetle İbrahim Arvas Bey'e uğrardım. Faruk Bey her sene umumî bir iftar verirdi. 1945 senesiydi. Bir defasında bu iftara Necib Fâzıl da gelmişti. Kaşgarî Dergâhı'ndan tanışırdık. İftardan sonra onu evime götürdüm. Kendi yatağımda yatırdım. Bizim hanım istanbul'daydı. Sahur hazırladım. Sonra kendisini kaldırmaya gittim. Baktım uyumamış. "Mektûbât olan yerde uyunur mu?" dedi. Sonra beraber sabah namazını kıldık. Namazı sandalyede kılıyordu. Ayağı ağrıdığı için böyle yaptığını söyledi. Namazın sandalyede kılınmayacağını; yere oturup ayaklarını kolay geldiği şekilde uzatarak kılınması gerektiğini anlattım. Hak verdi.

Not: Hastanın ve seferde olanın farzları, sedirde, sandalyede, ayaklarını sarkıtarak oturup, îmâ ile kılmaları câiz değildir. Hasta, yerde veyâ uzunluğu kıble istikâmetinde olan sedirin üstünde, kıbleye karşı oturarak kılar. Tam İlmihâl,s.223. Rükü' ve secdeleri, başı ile îmâ eder. s. 274.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bu zaman *İnzivâ* zamânı kardeşim. Hiçbir şeye karışmamalı, hiç *Münâkaşa* etmemeli. Bu zamanda hiç kimseyle münâkaşa edilmez. 


Çünkü herkes, *Eli bıçak*’lı şimdi. *Eli tabanca*’lı. Ellerine bir *Tabanca*, bir *Bıçak* alıp, masa başına oturuyorlar. Sonra bir münâkaşa başlıyor. 


Ondan sonra *Bıçak*’ları, *Tabanca*’ları çekiyor, birbirlerini öldürüyorlar. Hani *Ahbâb*’lık, hani *Arkadaş*’lık, ne oldu? Hiç! 


*Kul hakkı*, ne kadar az olsa da, *Helâllık* almadıkca Cennete girmeye *Mâni*’dir, kul hakkından çok *Korkmak* lâzım, çoook. 


Ne kadar az olsa da *Korkmalı* kardeşim. Üzerinde *Kul hakkı* bulunan mevtânın *Rûh*’u, göklere yükselemez. 

● ● ●

Namaz kılarken, *İki secde* arasında ve *Rükû*’dan kalkıp dikildikde, vücûd hiç hareket etmiyecek kadar *Durma*’ya çok ehemmiyyet vermelidir. Bu, ya *Farz*’dır veyâ *Vâcib*’dir. 


İnsan öldükden sonra kabrinde dirilecek. O zaman; *Aaa, ne kadar vakit geçdi acabâ, bir sâat mı, iki sâat mı?* diyecek. Hâlbuki kaç bin sene geçdi, haberi yok. 


Aynen *Uyku*’daki gibi işte. İnsan *Akşam* yatıp uyuyor, bir de uyanıp sâate bakıyor ki, *Sabah* olmuş, hiç haberi yok. Evliyâlar, uyurken de hep *Allahü teâlâ*’yı düşünürler, Onu *Zikr*’ederler. 


Hepimiz birbirimize *Duâ* edeceğiz kardeşim. Ama duânın şartlarından biri de, *Müsâfeha* etmekdir. En büyük *Hizmet*, bu zamanda bu kitapları *Yaymak*’dır. 


Birine bir *Kitap* vermek, büyük bir *İbâdet*’dir. Müslümânların bulunduğu kabristânda olmak, büyük bir *Ni’met*’dir. 


Neden? Çünkü bilen, bilmiyen, köylüler, herkes kabristândaki *Mevtâ*’lara Kur’ân-ı kerîm okurlar. Şimdi bu kabristânda olanlar yaşadı. Hepsine okuduk çünkü.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Şeyh Sa’îd* hâdiselerinde çok müslümânın kanı döküldü. Efendi hazretleri, Şeyh Sa’îd için; 


*Harâm işledi, âhiretde mes’ul olacak, bunun için suâl olunacak, hasâba çekilecek*, buyururlardı. 


Efendi hazretlerinden duyduk, diye *Kitâb*’a yazamazdık. *Efendi hazretleri böyle buyurdu*, dersek, Ona *Dil* uzatırlar. 


Bu meseleyi, diğer mûteber kitaplarda görünce, bizim *Ehl-i sünnet yolu* kitâbımıza ilâve etdik. 


*Seyyid Kutb* ve *Abduh* gibilerinin de hükümete isyân etmelerinin doğru olmadığını yazdık kardeşim. 

● ● ●

*Hırka-i şerîf*’i ziyâret âdâbı, aynen *Kabir* ziyâreti gibidir. Çok gidilmez. 


Biz, Efendi hazretleriyle *Hırka-ı şerîf*’i ziyârete gitdiğimizde, uzakdan *Saygı* göstererek ziyâret etdiler, *Hırka*’ya dokunmadılar. 


Yine, *Hâlid bin Velîd* radıyallahü anh, Peygamber aleyhisselâmın bir *Kıl*’ını sarığında taşıdığı için hep *Zafer* kazandı. Ama o *Kıl*’ı, bir kerre bile öpmedi.


*Ayak izi* de öyle. Zâten *Ayak izi* kesin olarak *Belli* değildir. Ama teberrüken, *Hürmet*’le ziyâret edilir. 


Bunun gibi, *Büyük*’lerin hırkası, gömleği, takkesi, *Kullanmak* içindir. Saklanılmaz, karşısına geçip *Tapınır* gibi yapılmaz. 

● ● ●

*Berât Gecesi*’inde, o sene yaşıyacakların *Berât*’ı verilir. Bir sene yaşamıyacaklarınki verilmez. 


*Berât Gecesi*, sabaha karşı İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin hanımı, üzüntüyle; *Acabâ bu gece kimlerin berâtı verilmemişdir?* demiş.


İmâm-ı Rabbânî hazretleri de kuddise sirruh ona cevâben; *Ya kendi berâtının verilmediğini bizzât görenler ne yapsın?* buyurmuşlar ve o sene vefât etmişler.

Hilmi sen haklı çıktın

Hilmi Işık ile Necib Fâzıl Kısakürek, Seyyid Abdülhakîm Efendi'nin talebeleri olmak dolayısıyla tanışır ve birbirlerini severlerdi. Necib Fâzıl, O ve Ben kitabında Hilmi Işık Efendi 'yi, Abdülhakîm Efendi'nin müstesna bağlıları arasında övgüyle zikreder.

Necib Fâzıl Bey, öteden beri Büyük Doğu mecmuasını çıkarırdı. Sağda küçük partilerin kuruluşu üzerine 1969'dan itibaren bu partilere destek verdi. 1970'de kurulan Hakîkat Gazetesi'nin merkez sağı desteklemesine karşı çıkarak, Hilmi Işık'tan iktidardaki Adalet partisi aleyhinde Büyük Doğu'da bir yazı yazmasını istedi. Hilmi Işık Efendi'nin, bu talebi kabulden nazikçe kaçınmasını  vesile ederek, 13 Ocak 1971 tarihli nüshada "Aceze Basın" başlığı altında Hakîkat Gazetesi  ve Hilmi Işık Efendi aleyhinde ağır bir yazı yazdı.

Hakîkat Gazetesi de 5 Şubat 1971 nüshasında Necib Fâzıl ve Büyük Doğu'ya karşı kendisini müdafaaya girişti. Büyük Doğu, aynı ay neşredilen 5 ve 6. sayılarında buna daha ağır bir şekilde cevap verdi. Böylece bir polemik doğdu. Necib Fâzıl Bey, bunun üzerine Hilmi Işık Efendi ile görüşmek istedi. Divanyolu'ndaki Serhend Kitabevi'nin üst katında buluştular. Hilmi Işık Efendi, Necib Fâzıl Bey'in sözlerini dinledikten sonra, "Biz merkez sağı, sol, iktidara gelmesin diye destekliyoruz. Yaşınız müsait,Tek parti devrini hatırlarsınız. Abdülhakîm Efendi'nin buyurdukları da malumunuzdur. Küçük partilere rey verilirse, sağın reyleri bölünür. Bu da sola yarar. Merkez sağdaki politikacıların da zâhirine bakarız. Zira İslâmiyet zâhire göre hükmeder" meâlinde sözler söyledi. Bunun üzerine Necib Fâzıl Bey yumuşadı. Bir müddet sonra da desteklediği kitle ile arası açılarak merkez sağ aleyhindeki neşriyattan vazgeçti; hatta merkez sağdaki politikacılarla iyi münasebet kurdu. 
Necib Fâzıl Bey, yıllar sonra (1976) Prof. Osman Turan Bey'in cenâzesinde Enver Bey'e Hilmi Işık Efendi'yi özlediğini ve ziyaret etmek istediğini söyledi. Ardından da "Hilmi, sen haklı çıktın. Ama biz aynı menbadan feyz aldık. Bu ayrılık gayrılık niye? Seni ziyarete gelmek istiyorum" şeklinde ifadeleri ihtiva eden bir mektup gönderdi. Hilmi Işık Efendi, "Necib Fâzıl Bey'in bu sözü büyük bir tevâzudur. Yaşça bizden büyüktür, biz onu ziyarete gideriz" dedi. Damadı Enver Bey ile beraber Erenköy'deki evinde ziyaret ettiler. Burada eski günleri yâd ettiler. Necib Fâzıl Bey, kendisini imam yaptı ve vakit namazını kıldılar. Böylece aradaki soğukluk ortadan kalktı. Hilmi Işık Efendi, "Necib Fâzıl'ı şimdi belki çokları unutmuştur. Ama biz ona her namazdan sonra dua ediyoruz. İnanıyorum ki onu, Sultanü'ş-şuarâ olması değil, Efendi Hazretleri'ne olan muhabbeti kurtardı."derdi. 

[Ebedî Seâdet Yolunda Bir Ömür -Hüseyn Hilmi Işık, s. 203-204.] 

Ekrem Buğra Ekinci 

Not: Necib Fâzıl Bey'in "O ve Ben" isimli kitabından bir bölüm...

"Ziya Bey'in damadı, Albay, kimyager Hilmi Işık'la Faruk Bey'in damadı, diş doktoru Sabri Işık [Sabri Gökkaya olacak]... Ve eczacı İlyas Ketenci... Her biri, mizaçlarının aynasına göre, o ışıküstü ışığı parıldatan aynalar... Ne yapayım ki, kendilerinden, ancak Efendi Hazretlerinin huzurundaki tecelli vesileleri içinde bahsedebiliyorum." 
 
"O ve Ben" s,136.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Peygamber Efendimiz ne buyuruyor? *Men sabera zafera*. Yâni sabreden kazanır, buyuruyor. Hadîs-i şerîfdir bu. *Hüccet*’dir, *Sağlam*’dır. Birbirimize duâ edelim kardeşim. 


*Duâ-i zahrül gayb icâbete makrûndur*. Ne demek bu? Yâni, arkadan yapılan duâ kabûl olur. Öyleyse birbirimize, arkamızdan *Hayr Duâ* edeceğiz. Sizin duânız *Makbûl*’dür. 

● ● ● 

Yavuz Sultân Selîm hân, sefere giderken, yanında hocası *Ahmet ibni Kemâl paşa* hazretlerini de götürürmüş. 


Bir seferden *Zafer*’le dönerken *Hoca*’sının atının ayağından sıçrayan *Çamur*, Yavuz Selîm’in *Cübbe*’sine gelmiş. 


Hocası, *Sultân Kızacak* diye korkmuş. Ama Yavuz Selîm Hân kızacak yerde *Memnûn* olmuş. 


Hattâ; Cübbem, hocamın atının ayağından sıçrayan *Çamur*’la şereflendi demiş ve; *Bu çamurlu cübbeyi, ben ölünce üzerime örtersiniz!* diye vasiyyetde bulunmuş. 


Hakîkaten o *Cübbe*, yirmi sene evveline kadar *Sanduka*’nın üzerinde idi. Aradan *Yüz Yıllar* geçince, artık dökülmeye başladı diye bir *Kutu*’ya kondu. Başucunda duruyor. *Mâvi*’msi bir kumaşdır. 

● ● ● 

*İzâ Câe* sûresi geldiği zaman, Eshâb-ı kirâm *Sıkıntı*’da oldukları hâlde çok sevinmişler. Çünkü bu sûrede meâlen; *İnsanların fevc fevc müslümân olduklarını görürsün*, diye müjde veriliyormuş. 


Ama Efendimiz aleyhisselâm sevinmemişler. Eshâb-ı kirâm merak edip; *Yâ Resûlallah! Niçin sevinmiyorsunuz?* diye sormuşlar. 


Efendimiz aleyhisselâm; *Öyle bir zaman da gelecek ki, o zamanda, fevc fevc dinden çıkacaklar. Onun için sevinemiyorum*, buyurmuşlar.