*"Din, ilimdir. Dinini bilmeyen küfre kadar gider."
(Hüseyn Hilmi Işık Efendi rahmetullahi aleyh)
[Hatıralar,1.cild,sf:438]
*"Din, ilimdir. Dinini bilmeyen küfre kadar gider."
(Hüseyn Hilmi Işık Efendi rahmetullahi aleyh)
[Hatıralar,1.cild,sf:438]
*"Cenâb-ı Hakk'ın en büyük merhameti, ahirette başımıza gelecekleri önceden haber vermesidir."
(Hüseyn Hilmi Işık rahmetullahi aleyh)
[Hatıralar,1.cild,sf:438]
*"Büyüklerin sözlerini söyleyen kalmadı. Dinleyen kalmadı. Hele inanan hiç kalmadı."
(Hüseyn Hilmi Işık rahmetullahi aleyh)
[Hatıralar,1.cild,sf:439]
*"Bir mümin ne kadar kitap okursa okusun, ne kadar amel ederse etsin, bir İslâm âliminin tasdiki olmadıktan sonra ona âlim denmez. Yani bir kimse kendisine âlim ilan edemez. Mutlaka bir âlimin ona icazet vermesi, yani ilmini tasdik etmesi lâzımdır."
(Hüseyn Hilmi Işık rahmetullahi aleyh)
[Hatıralar,1.cild,sf:439]
*"Helal lokma yiyen, ibadete; haram lokma yiyen, günaha koşar."
(Hüseyn Hilmi Işık rahmetullahi aleyh)
[Hatıralar,1.cild,sf:439]
*"Tanımadığınız birinin cenaze namazını kılarsanız. Hoca sorduğu zaman, iyi biliriz demezsiniz. Allah rahmet eylesin, dersiniz. Mesela namaz kılmıyorsa, buna iyi denmez. Kötü de diyemezsiniz, çünkü cenaze kötülenmez. İyi diyorlar veya Allah rahmet eylesin, dersiniz."
(Hüseyn Hilmi Işık rahmetullahi aleyh)
[Hatıralar,1.cild,sf:439]
*"Evliya olmanın ilk şartı düzgün itikatlı olmaktır. Ehl-i sünnet itikadında olmayan hiçbir fırkadan evliya gelmemiştir."
(Hüseyn Hilmi Işık rahmetullahi aleyh)
[Hatıralar,1.cild,sf: 439]
“Allahu teâlâ, Fâtiha’yı çok sever. Fâtiha için her günâhı afv eder. Fâtiha o kadar büyüktür ki, bütün günâhlar onun yanında küçük kalır.”
(Hüseyin Hilmî Işık)
“Rahmetullahi teala aleyh “
(Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, sf 201)
Yatsı vakti Ahmed Mekkî efendi ile hocamızı ziyârete gittik. Evden, kapıyı açıp, namazdadır, siz içeri buyurun, dediler. Girip oturduk. Biraz sonra hocamız geldi. Merhum Mekkî efendi, namazınızı bitirseydiniz, buyurdu. Sünneti kıldım, salât-i vitri sonra kılarım, sizi bir dakika bekletmek bana girân [ağır] gelir, cevâbını verdi. İsterseniz o gece konuşulanlardan bir hikâyeyi arz edeyim.
Mekkî efendi anlattı:
Babam İstanbul'a geldikten bir müddet sonra, Erbil'li Es'ad efendiyi ziyârete gitti. Tanıdığı halde, gereken hürmeti göstermedi. Kendisi divanda oturduğu halde, babamı kapının yanında, yerde oturttu. Başının üstünde (yâ Seyyidem Tâhâ) yazılı bir levha asılı idi. Babam, bu Seyyidim Tâhâ dediğiniz, bizim bildiğimiz Seyyid Tâhâ hazretleri midir? diye sûâl edince, hayır, o Tâhâ-i Harîrî'dir, Seyyîd Tâhâ hazretlerinin halîfesidir, dedi. Babam, bendeniz, Seyyîd Tâhâ hazretlerinin bütün halîfelerini, menkıbeleri ile bilirim, içlerinde bu isimde bir zât yoktur, buyurunca, Es'âd efendi, o, Seyyid Tâhâ'dan rüyâda hilâfet almıştır, cevâbını verdi. Biraz sonra kalktılar ve Efendi babam: "O kadar câhil ki, hilâfetin rüyâda değil, ayıkken, uyanıkken, yazılıp verileceğini dahi bilmiyor. Kusuruna bakılmaz. Sultan Abdülhamîd Hân tahta geçince, bu, sarayın etrafında dolaşıp, hizmetçi kadınlara fal bakardı. Bunun için Sultan onu İstanbul'dan çıkardı ve Abdülhamîd Hân tahttan indirilince tekrâr İstanbul'a geldi, ama şeyh olarak. Eh, zaman değişti. Bize muâmelesine gelince, kaba bir Kürd hocaya yapılsa dahî, ayıb sayılacak harekette bulundu" buyurdu.
[Gün batarken gördüğüm son ışık, sf: 110-111]
Not: Burada dikkat edilmesi gereken asıl mevzu, tarikatte rüyada hilafet verilemeyeceği hususudur. Çünkü rüyada hilafet verileceği hususu meşru kabul edilirse, o zaman kötü niyetli kimselerin de yalan bir rüya uydurarak hilafet almasının önü açılmış olur. Bu durumda tarikatte sahte şeyhler çıkmasının yolunu açar. Onun için tarikatte hilafet uyanık iken ve şahitler huzurunda yazılı olarak verilir.
Mübarek Hocamız,[Hüseyn Hilmi Işık Efendi] kitâblarını yazmaya başladıkları senelerde, Tam İlmihal Se’âdet-i Ebediyye kitâbımız, küçük bir kitâbcık idi. Hocamız, müslimânların sorularına, İslâm âlimlerinin kitâblarından verdikleri cevablarını, Tam İlmihal kitâblarına da yazdılar. Hocamız ömürlerini vererek hazırladıkları, 1248 sayfa, büyük boy ciltli, muazzam bir eser meydana getirerek, cümle müslimânlara ve müslimân olmayanlara da müslimân olmaları için hediye etdiler. Son olarak 147 ci baskısı yapılan böyle bir dîni ve ilmî eserin, belki bir daha benzeri yazılamayacak. Rabbimiz hepimizi Hocamızın şefâatlerine kavuştursun inşâallah.
Bir müslimânın mukîm iken, nemazlarını cem’ etmesini, yâni iki nemazı birleştirmesini; 1965 senesinde, üniversitede iken Hocamıza sormuştuk. Sorumuz şöyle idi “Hafta da iki gün akşamları, resmî lisân kurslarımız oluyor. Akşam nemazımızdan evvel başlıyor, yatsı nemazımızdan sonra bitiyor. Yoklamada bulunmayanı, o sömestreyi tekrarlatıyorlar. Nasıl hareket edelim Efendim” diye yazmıştık. Hocamız evlerine davet etdiler. Bize, "siz niçin okuyorsunuz” diye sordular. Biz sustuk. Onlar cevab verdiler; “Bir meslek sahibi olmak için değil mi? Evet efendim dedim. Sonra ne olacak buyurdular? Hocamız devam ederek; Evleneceksiniz, çocuklarınız olacak, işte onların rızkını kazanmak için çalışacaksınız. Biz mûteber kitâblardan araştırdık. Yalnız Hanbelî mezhebinde, “mukîm iken, çoluk çocuğun rızkını kazanmak için veya herhangi bir sebebden, meselâ doktorun ameliyatının geç bitmesi gibi” nemaz kılınamayacak olursa; Ahmed Bin Hanbel “rahmetullahi teâlâ aleyh” hazretlerinin ictihâdına göre, nemazlar cem edilir. Yâni Hanbelî mezhebi taklid edilir kardeşim” buyurmuşlardı.
Tam İlmihal kitabımızın 203 cü sahifesinde; “Nemâzı kılmak için işlerinden ayrılmaları mümkin olmıyanların, bu nemâzlarını kazâya bırakmaları, Hanefî mezhebinde câiz değildir. Bunların, yalnız böyle günlerde, (Hanbelî mezhebi) ni taklîd ederek, kılmaları câiz olur. Cem’ ederken, öğleyi ikindiden ve akşamı yatsıdan önce kılmak, birinci nemâza dururken, cem’ etmeği niyyet etmek, ikisini ard arda kılmak ve abdestin, guslün ve nemâzın hanbelî mezhebindeki farzlarına ve müfsidlerine uymak lâzımdır” yazılıdır.
Osmân Nûrî Osmânağaoğlu
Enver Ören Bey'in izdivac talebine cevab mahiyetinde Arabî harflerle yazılmıştır.
Bismillâhirrahmânirrahîm
Selâmün aleyküm kıymetli oğlum Enver Ören bey
Esselâmü aleyküm ve alâ ittibea'l-hüdâ vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ve ezvâcihi ve etbâihi ecmaîn. Âmin.
Muhterem vâlideniz hanım, fakirhânemize teşrîf ederek kerîmem Âişe Dilvin Hanım'a tâlib olmuşlar. Sizin selâmınızı getirerek kerîmem ile izdivâc etmek istediğinizi bildirmişler. Siz, ahbâbım ve talebem arasında İslâm ahlâkını, insanlık fazîletlerini câmi bulunmakla, din ve dünyâ seâdetini te'min eden tarîk-i müstekîme sâlik olmakla [doğru yolda bulunmakla], mümtâz,afîf,nezîh ve halîm bir şahs-ı âlisiniz. Maddî ve manevî ni'metlere mazhar, güzide ve bahtiyarsınız. Cenâb-ı Hak size olan ihsanlarını artdırsın. Râzı olduğu yoldan ayırmasın. Veliyy-i kâmil Seyyîd Abdülhakîm Efendi (kuddise sirruh) hazretleri ve silsile-i aliyyesi ekâbirinin [büyüklerinin] feyzleri, teveccühleri ve himâyeleri altında bulundursun. Seâdet-i dâreyn ihsan buyursun. Şeytan ve düşman ve nefs-i emmâre şerrinden muhafaza buyursun. Âmin.
Sizin bu arzu ve teklîfiniz, bizim de arzumuzdur. Kerîmem Âişe Dilvin Hanım naz-u ni'am [nimetler] ile büyüdü. Ulûm-i diniyyesini iyi öğrendi. İslâm ahlâkı, iffet, edeb, nezâket sahibi olarak ve bir İslâm hanımına lâzım ve lâyık mezâyâ ve mekârim ve kemâlâtı iktisâb ederek [meziyetleri, şerefleri ve olgunlukları kazanarak] yetişdi. Bütün hayatı müddetince, hiçbir kimseden hiçbir tekdîre ve ihtâra bile sebeb olacak nâ-ma'kul bir hareketi sâdır olmadı. Ailemizden ve ahbablarından kimseyi incitmedi. Hiç kimse tarafından, hiçbir zaman, hiçbir suretle incitilmedi. Bir inci, bir pırlanta gibi yetişdi.
Böyle misli bulunmayan bir cevherimizi, büyük ihtimamla yetiştirdiğimiz gözbebeğimizi, ancak sizin gibi seçilmiş, kıymetli bir müslimâna aile ve zevce yapmağı muvâfık buluyorum. Mahbubum olan kerimem Âişe Dilvin Hanımı, makbulüm olan Enver Bey'e zevceliğe uygun görüyorum. Bu arzunuzu kabul ediyorum. Çünki kerimemin hayatı müddetince mes'ud ve bahtiyar olması, din ve dünya seâdetine kavuşması birinci emelimdir. Onun hiçbir suretle incinmemesini, ölünceye kadar rahat ve neş'eli kalmasını istiyorum.
O daima tatlı dile, güler yüze, iltifata, ikrama alışmışdır. Acı bir söz, sert bir nazar, onu çok kırar, perişan eder. Biricik mahsul-i hayatım olan ve ömrüm boyunca üzerine toz kondurmadığım, her arzusunu seve seve karşıladığım, gözümün nuru kızımın, dünyada ve âhiretde mes'ud olmasını istiyorum. Sizin nikâhınızda kalmakla bu seâdete kavuşacağından emin olarak Cenâb-ı Hakka şükr ediyorum. Onun ibâdetlerinde kusur yapmamasına, şerî'atden aslâ ayrılmamasına dikkat ve itinâ etmenizi ehemmiyetle ricâ ediyorum. Allahü teâlâ her ikinize hayırlı ömür, helâl rızk, rahat ve huzur ve selâmet-i îman ihsan buyursun. Yevm-i kıyâmetde Habîb-i Ekrem'in havz-ı kevseri yanında hepimizi cem' eylesin. Âmin ve'l-hamdü lillahi rabbi'l-âlemîn. 26 Şevvâl-i Mükerrem 1386-Pazartesi. 6 Şubat 1967.
Muhtac-ı duâ Hüseyn Hilmi Işık
Kuleli'den Bülend Ünal'a yazılmışdır.
Kıymetli talebem Bülend
Geçen gün yolda gördüğünde, sivile çıkacağınızı ve eczacı okuluna gireceğinizi söylemişdiniz. Size imtihana hazırlanmanız, başka kitâb okumayıp, yabancı dil ve meslek derslerinize çalışmanızı söylemişdim. Benim sözüme ehemmiyet verdiğinizi gördüğüm için, sizin dünyada ve ahirette, seâdetinizi düşünüyor, aşağıda göstereceğim yolda yürümenizi ehemmiyetle arzu ediyorum.
1- Bütün kuvvetinizle eczacı imtihanına hazırlanınız.
2- Beş vakit nemâzınızı kılınız, fakat imtihana hazırlanmak için çalışmayı da bir ibadet biliniz. Dini korumak için, istikbali kurtarmak şarttır. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, "Fakirlik, küfre sebep olur" buyurmuşlardır.
3- Derslerinize ve yabancı dile çok çalışınız. Ben subay iken de dört sene üniversitede okudum. Ve bayram günleri bile derslerime çalışırdım. Ve kimya derslerimi Fransızca kitaplardan çalışırdım. Subay iken Almanca öğrendim. Sizin de böyle çalışmanızı istiyorum. Önce dünya bilgilerini öğrenip, hayatı kazandıktan sonra istediklerinizi okursunuz. Sizin bugün dini vazifeniz beş vakit namaz kılmak ve Ramezân-ı Şerîfte oruç tutmaktır. Nafile namaz kılacak, nafile oruç tutacak bir yaşta değilsiniz. Za'îf düşmemeniz, uykusuz kalmamanız lazımdır. İmtihana hazırlanmanız, nafile ibadetten daha sevaptır. Siz za'îfsiniz, kuvvetli ve doyuncaya kadar yemezseniz hasta olur, farzları da yapmaktan mahrum kalırsınız.
4- Yukarıdaki nasihatlarım, Seâdet-i Ebediyye kitabında yazılıdır. Bu kitap, genç müslimânların cahil kalmaması, bir yere kapanıp hurafe kitapları okumakla, nafile ibadetlerle ömrünü çürütüp, farz olan çalışmaktan kaçanları gaflet uykusundan uyandırmak için yazılmıştır. Bu kitap, yalnız okumakla değil, anlayıp ona göre çalışmak, fen bilgilerinde kafirlerden ileri geçmek için yazıldı. Dinimiz hiçbir zaman idâme-i hayâtı te'min edecek faaliyeti aksatan bir ibadet emretmiyor. Allahü teâlâ sizleri müşkil duruma sokacak bir ibadet emretmedim, buyuruyor. Dini vecibelerin, ifâsında her şeyi kolaylaştırmış, sadeleştirmiştir.
5- Radyonun faidesiz şey çalmasından, başkalarının uygunsuz, ahlaksız hallerde bulunmasından, müslimânın imanına zarar gelmez. Bunlardan kaçmak, soğuk durmak fitneye,fesada sebep olur. Onlara [böyle yapanlara] kızgın durmamalı, iyi olmaları için dua etmelidir.
6- Müslimânlık, dünya ile alakasını kesip, herkesi, herşeyi kötü gören, üzülen, hayatı kendine zehir eden, yaşayan ölü gibi olmak değildir. Her müslümanın gelecekte ekmek parası sahibi olmak; İslâmiyyete ve müslimanlara fâideli olmak için düşündüğü gayeye varması için çalışması, birinci vazifesidir. Batı'nın çalışmalarına katılmak, onlara ulaşmak ve hatta onları geçmek, her müslümanın ideali olmalıdır. Evliyalık, dünyadan vazgeçip, bir yere kapanmak, başkalarını kötü bilmek değil, herkesin arasına karışıp, zekanın her ilminde yükselip, insanlığa doğru yolda rehber olmaktır. Kilometrelerce uzaktaki tanımadığı kimselerin, yaptıklarını, düşündüklerini, bulunduğu yerden anlamak, evliyalık değildir. Bunu Hind kafirleri, Hristiyan papazları da yapar. Asıl evliyalık, Muhammed aleyhisselâmın yolunu, ahlakını, çalışmasını göz önünde tutup, O'na benzeyebilmektir. Bunlar Seâdet-i Ebediyye'de yazılıdır. Ve rü'yânın kıymeti olmadığı ve uyanık iken, ele geçen şeylerin makbul olduğu yazılıdır.
7- Size her fırsatta ana, baba hakkında, onlara hürmet ve ihsanın, lüzumunu anlatmıştım. Müslimânın, Allahü teâlâya imandan sonra birinci vazifesi, ana babanın kalbini kırmamaktır. Baba ne kadar kötü olsa da, yine her şeyin üstünde hakkı vardır. Hristiyan olsa dahi sırtımızda taşımamız lazımdır. Hele senin ve benim gibi müslimân doğmamıza ve müslimân terbiyesi ile yetişmemize asıl sebep olan ana babanın kalbini kıran Cennete giremez. Onlar bizi döğse,söğse dahi bizim onları okşamamız, yalvarmamız lazımdır. Tekrar söylüyorum ki, en büyük ibadet, ana babanın kalbini almaktır. Evet, şerî'at dışı emreden, cahil, kültürsüz ana baba yok değildir. Fakat bu zamanda dahi onlara özür dileyip yalvararak, kusurumuzu afv edin demelidir. Namazını kıl diyen, bir babaya sû-i zan olur mu? Sû-i zan etmek haramdır. Anasının, babasının kalbini kıranın ibadeti kabul olmaz. Babanın kalbini almak demek; onun dostlarına, çocuklarına, komşularına, hüsn-i muamelede bulunmak demektir. Zaten, kafir bile olsa herkese, hüsn-i muamelede bulunmamız emrolundu. Açık gezenlere, hoşuna gitmeyen hareketlerde bulunanlara, iğbirar, küskünlük göstermek hakkınız değildir. Kur'ân-ı kerîmde, fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha günahtır, buyuruluyor. Evet, günah işleyenlere, kötülük yapanlara, muğber olmanız [darılmanız] lazımdır. Fakat, bu iğbirârınızı [dargınlığınızı] bildirmeniz lazım değildir.
8- Allahü teâlâ, peygamberlerine (aleyhimesselâm) buyuruyor ki: "Doğru yolu başkalarına inandırmak tatbik etmek için, uysal, mutî' ve tatlı olunuz, kimseyi kırmayınız" [Nahl sûresi,125]. Bizim de o büyüklere uymamız, dost ve düşmanlarla, iyi geçinmemiz lazımdır. Herkes kendinden mes'ûldür. Zamanın icabına göre giyinen kadınlara, kızlara kötü, ahlaksız demek kimsenin hakkı değildir. Günahsız, kusursuz insan olmaz. Kendi günahımızı görmemiz, kendimizi kötülememiz lazımdır. Kendini beğenmek büyük günahtır. Milli kahraman tanınanları büyük bilenleri kötülemek, tahkir ederek söylemek, ahmaklıktır. Fâidesi hiç yok; zararı pek çok olur. Şahsi fikirler ulu orta söylenmez; hele zararlı olursa, hiç söylenmez. Yezîd'e bile la'net etmek ibadet değildir. Müslimân akl ile hareket eder. İnsana en büyük bela dilinden gelir.
9- Size yabancı dile, en çok çalışınız diye her dersimde, tekrar tekrar söylemiştim. Sözümü dinlediniz mi? Her gün kaç saatinizi yabancı dile ayırdınız ve şimdi yabancı dil ile hangi eserleri okumaktasınız?
10- Radyoda, sinemada ahlaki, dini, fenni, kültürel gösteri ve konferansların dinleneceği, bunların aksi fâidesiz olanların caiz olmadığı, kitaplarda yazılıdır. O halde, radyo dinlemek, sinemaya gitmek haramdır, diye kestirip atmak dine iftiradır. Dinimizin radyodan çok istifade edeceği Seâdet-i Ebediyye'de yazılıdır.
11- Peygamberlerimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) " imanı üstün olanınız, ahlakı güzel olanınızdır" buyurdu. O halde, dost düşman herkesle iyi geçinmeli, bilhassa akrabayı hiç incitmemelidir. İnsan bir suçluyu elbet sevmez, fakat sevmediğine de iyilik yapar. Sevmek kalble olur. Müslimânı, dost düşman herkes sevmelidir. Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sokakta papaza yol verip kendisi arkada kaldığını ve evine gelen bir din düşmanına nasıl iltifat ettiğini hepimiz biliyoruz.
12- Namazda iken, her zaman siyah takke giyiyorum. Renkli şeyler, huzuru, ciddiyeti giderir. Bazı arkadaşları çeşitli renkli başlıklarla namaz kılarken görüyorum, bunu da hatırlayarak yazıyorum.
13- Seâdet-i Ebediyye kitabının, her kısmında, çeşitli yerlerinde yazdığı ve benim her fırsatta söylediğim gibi bugün Türkiye'de ve bütün dünyada bir tane [hakiki] tasavvuf ehli kalmamıştır. Tarikatden bahsedenlerin çoğu cahil ve yalancıdır. Kim olursa olsun, evliyalıkdan, tasavvuftan dem vuranlara aldanmamalıdır ve bunları bir şey bilir sanmamalıdır.
14- Evet, eskiden tarikat ve tasavvuf ehli vardı. Bugün bunların ancak kitapları kaldı. Fakat benim ve sizin gibi din cahilleri bu kitapları anlamaktan çok uzağız. Bu kitapları okuyarak çıkaracağımız yanlış ma'nâlara göre, hareket edersek, dinimizi de, dünyamızı da harâb ederiz. Seâdet-i Ebediyye 157'nci sahifede bu hakikat yazılıdır. (3. kısımda). O halde, bizim de bu kitapları okumak değil, din ve dünyamızı kazanmak için zaruri olan bilgileri öğrenmeye çalışmamız lazımdır. [Tasavvuf kitabı] Okumak için emr de yok.
15- Yukarıdaki yazılanların hepsi Seâdet-i Ebediyye kitabında yazılıdır. Bunlar, o üç kitabın (üç kısmın) özü demektir. Geçen gün sokakta gördüğüm zaman nasihat istemiştiniz. Samimiyetinizi bildiğim için düşüncelerimi yazdım.
Bu yazımın da özü şu iki şeydir:
A- Yüksek tahsili bitirinceye kadar yabancı dil ve yalnız derslerinize çalışınız. [Zaruri olmayan] Din kitaplarını hayata atıldıktan sonra okursunuz.
B- Ananızı babanızı, hiçbir surette incitmeyiniz. Şunu unutmayınız ki, ananız babanız, sizden razı olmadıkça Allahü teâlânın sevgili kulu olamazsınız.
Din ve dünya seâdetine ermenize dua ederim, kıymetli yavrum. [1960]
Not: Bülend Ünal, hassas tabiatlı bir gençti. Kuleli'de, Hilmi Efendi'nin talebeleriyle tanışıp, namaza başlamıştı. Arabî öğrenmeye meraklıydı. Hilmi Efendi kendisini İsmet Efendi camii imamı Nuri efendi'ye göndermişti. Ailesini idare edemeyen Bülend'in heyecanlı tavırları, ailede huzursuzluğa sebebiyet verdi; dine uzak birisi olan istihkam binbaşısı babasını endişelendirdi. Bir yandan oğluna baskı yaparken, diğer taraftan oğlundan uzak durmasını ihtar etmek üzere Hilmi Efendi'nin evinin kapısını çaldı ise de, hayalinde canlandırdığını karşısında göremeyince, hiddeti hayrete döndü. 27 Mayıs öncesinin hassas vasatında yazılmış bu çok hususi mektubu, bir de o ciheti nazara alarak okumalıdır. Psikolojik hali giderek kötüleşen babası intihar eden Bülend Ünal, 1960'da Kuleli'yi bitirdiyse de, eczacılık okumak üzere Harbiye'den ayrıldı. Burayı da tamamlayamayıp, Almanya'ya gitti. Motosiklet aldığı işitilince, Kur'an-ı kerîm, kendisini tehlikeye atmayı yasakladığı için, Hilmi Efendi, "Motosiklet kullanan kimse, vasiyetnamesini de cebinde taşımalıdır" buyurdu. Nitekim babasının asabiyetini tevârüs ettiği anlaşılan Bülend, motosiklet kazasında vefat etti.
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki*:
Cenâb-ı Hak, bu *Sonsuz* olan *Ateş*’i söndürecek bir *Şey* yaratmış. Yâni bunun bir *İlâc*’ı var. Sonsuz ateşi söndüren bu ilâç nedir?
*Lâ ilâhe İllallah Muhammedün resûlullah* kelâmıdır. Bu kelâmı, inanarak *Bir* defâ söyliyen için, o sonsuz *Ateş*, sonsuz olarak *Söner* efendim.
Kalpdeki *Kir*’leri temizlemek için de ilâç; *Estağfirullah min külli mâ kerihallah* kelâmıdır.
Bunları, hem *Kalb*’en, yâni inanarak, hem de *Fiil*’en, yâni ağızla söylemek lâzım kardeşim.
Velhâsıl Cenâb-ı Hak, insanlar için iki *İlâç* yaratmış. Biri, *Kelime-i tevhîd*, diğeri de *İstiğfâr*. Bunlara, baha biçilmez efendim.
● ● ●
Hedefi, maksadı *Allah*’ın rızâsı olmıyan kimse, Cehennem ve kabir *Azâb*’ından kurtulamaz. *Bid'at* çıkartan kimse de *Cehennem*’de yanacakdır.
*Bismillâhillezî lâ yedurru me’asmihî şey’ün fil ardı velâ fissemâi*. Kim bu duâyı okursa, yerde ve gökde, ona aslâ bir *Zarar* gelmez.
*Bismillâhillezî*, bu, öyle bir Besmeledir ki, *Lâ yedurru me’asmihî şey’ün fil ardı velâ fissemâi*. Gökde ve yerde, hiçbir şey o kula zarar veremez.
● ● ●
Bizim *Kitap*’larımızı alıp da okuyana, Allahü teâlâ *Îmân* nasîb eder. Hattâ *Seâdet-i Ebediyye* kitâbının evlerde bulunması bile, *Feyz* almaya sebep olur efendim.
Yâni bizim *Kitap*’lar, birer *Mücevher* kardeşim. Çünkü kendimden bir şey yazmadım. Falanca kitapda *Şöyle*, filanca kitapda *Böyle* bildiriyor, diye yazdım.
Velhâsıl bizim *Kitap*’lar, hep *İslâm Âlim*’lerinin yazılarıdır. Bizim ilâvelerimiz varsa, onlar da *Efendi* hazretlerinden duyduğum, öğrendiğim *Bilgi*’lerdir.
İşte bizim kitaplar, hep o *Büyük*’lerin yazıları olduğu için, bütün dünyâ *Hayrân* kalıyor. Elhamdülillah, bunlar hep *Efendi* hazretlerinin *Bereket*’i.
Onun *Himmet*’i kardeşim. Bizimle alâkası yok. *Abdülhakîm* Efendi hazretlerini görmeseydik, bu kitapların *İsmi*’ni bile işitmezdik, değil basdırmak.
Yazın indimde çok kıymetli olduğundan buraya derc ettim.
Din-i islâmda tevbeden daha mühim ve ziyâde müşkül [çok zor] bir ibâdet yoktur.
Tevbenin birinci rüknü [şartı] nedâmettir [pişmanlıktır]. Ciddî nedâmet, büyük helâke sebeb olmuş ihtiyârî bir kabahatten daha büyük bir pişmanlık ve nedâmet hissi duymaktır.
İkinci rüknü, bir daha o cürme avdet etmemek [o günâha dönmemek] azminde bulunmaktır. Ciddî ve hakîkî bir azim ve o azim de kararlılık ve metanet etmek.
Tevbenin üçüncü rüknü, sırf Hak teâlânın rubûbiyyet hakkını edâ etmek; ne dünyevî, ne de uhrevî bir maksad için olmamak.
Bu üç rükün tedrîcen hâsıl olur. Bir anda olmaz ve işlenebilen günâhlarda olur. Kudretin hâricinde hiçbir kimse mükellef değildir. Bu bildirilenleri göz önünde bulundurmak sühûlete [kolaylığa] sebeb olur.
Tekarrub-i ilahîye sebeb-i hakîkî [ Allah'a yaklaştıran hakîkî sebeb ] kalbinin Allahu teâlâya müteveccih olmasıdır. Onun dahi esbab-ı muhassalası [ onu da ele geçirten sebeb], onu tezekkür etmek [hâtırlamak], her işinde Onu hâtırına getirmek ve emirlerine mümkün olduğu kadar imtisâl ve nevâhîden ictinâb ile [yasaklardan sakınmakla] olur. Bunu teysîr ve teshîl eden [kolaylaştıran] Onun ism-i Celîlinin çok zikr edilmesidir. Veyahud Onun mukarreblerinin simâlarını hâtırlamaktır. Ona râbıta ismini vermişlerdir.
Bu vazîfenin en mühimmi, en zoru, en müşkülü ve fâidelisi budur. Bu da mürür-i zamanla ve devâm etmekle hâsıl olur.
Pazar
Ve aleyküm selâm kıymetli kardeşim Enver bey
Mektûbunuzu okuyarak memnûn oldum. Cenâb-ı Hak da sizi her iki cihanda mes'ud eylesin. Size üç mektûbda da Eminönü vergi dâiresinde Hikmet Bey'in bulunduğu odanın karşısındaki odaya 200 lira kadar âlât-ı sâbite vergisi yatırmanı yazmışdım. Âlât-ı sâbite vergisi 400 lira kadardır. Yarısını Mayıs'ta, yarısını Eylül'de yatırmışdım. Makbuzları Altay bey'dedir. Bu sene de o makbuzlardaki aynen yatırılacak. Mayıs sonuna kadar yatırılmaz ise cezâsı var. Âlât-ı sâbite vergisini yatırdığınızı yazıyorsunuz. Demek ki Hikmet Bey'in karşısındaki odaya 200 liraya yakın yatırmışsınız.
Üç ayda bir işçi vergilerini eskisi gibi yine Altay bey yatırsın. Siz onlarla yorulmayınız. Kitabın tashîhi ile de yorulmayınız. Atölye hesâbının yorgunluğu size yetişir. Bayram usta borç ister ise vermeyiniz. Ona kalbim kırılmıştır. Oradaki kardeşlerime selâm ve duâ eder, duâlarınızı beklerim efendim.
Öğretmeniniz Hüseyn Hilmi Işık.
29 Cemâzi'l-Âhire 1372 [15.3.1953]
Selamün aleyküm kıymetli kardeşim Saim bey
Bugün pazar olup, şu mektubumu yazıyorum. Mübarek Recep ayı geliyor. Önümüzdeki bu mübarek günlerin ve gecelerin hakkımızda hayırlı olmasını Cenâb-ı Hakdan dua ederim. Hakikaten bu aylar ticaret ve kâr zamanıdır. Peygamberimiz buyurdular ki, "Beş gece vardır ki, bu gecelerde edilen dualar red edilmez. Receb-i şerif'in ilk gecesi,Şa'bân-ı muazzamın onbeşinci Berat gecesi, Iyd-ı Fıtr ve İyd-ı Adhâ [Fıtra ve Kurban Bayramı] geceleri ve Cum'a geceleridir." Receb-i şerifde yapılan her ibadete iki kat sevab verilir. Fakat günahların cezası da iki katdır. Şu halde bu günlerde uyanık olmak lazımdır.
Receb-i şerifin ilk Cum'a gecesi,Regâib gecesidir.Regâib, ragibet kelimesinin cem'idir. Rağbet ve arzu edilen şeyler demektir. Bu gece de arzu edilen ni'met ve mağfiret-i ilâhi artdığı için,bu ism verilmiştir. Nas arasında söylenen, Regâib gecesinde peygamber efendimiz, valideleri karnına nüzûl buyurdu, sözü doğru değildir. Aklen ve şer'an aslı olmadığını kitaplar yazıyorlar. Bu mübarek aylarda kaza nemazları kılmalı, kazaya kalmış oruçları tutmalı ve sadaka vermeli, müslimânlara iyilik etmeli ve dua ve istiğfar etmelidir.
Bu dünyada müsâfiriz. Geldik gidiyoruz. Gideceğimiz yerde lazım olan şeyleri burada toplamazsak, orada cezasını görürüz. Hem o ceza ebedidir, sonsuzdur. Aklı olan sonsuz olan azâbdan kurtulmak için her çareye başvurur. Halbuki çaresi ancak dünyada iken kâbildir. Ve çok kolaydır. Cenâb-ı Hak cümlemizi akıl, fikir versin, şeytana ve nefsimize ve şehvete aldatmasın. Gençlik gidiyor, hayat gidiyor, son pişmanlık faide vermez. Fırsat elde iken kazanmalı. Fırsat bir daha ele geçmez. Allahu Teala hepimizi doğru yoldan ayırmasın, yalancı ve sahte güzelliklere ve zehirli tatlılıklara ve yüze gülen yalancılara kandırmasın ve kapdırmasın.
Bizim eve teşrif etmişsiniz; bulunamadığından çok üzüldüm.Afv ediniz, yine buyurunuz.
Kıymetli mektûblarınızı ve dualarınızı beklerim, gözlerinden öperim kardeşim.
Kardeşiniz Hüseyn Hilmi Işık