Sûra üfürülmesi

 İsrâfil aleyhisselâm Sûr'a iki defâ üfürecektir. Birincisinde Allahü teâlâdan başka her diri ölecektir. İkincisinde hepsi tekrar dirilecektir. 

(Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî "kuddise sirruh" hazretleri )

*İsrâfil aleyhisselâm Sûr'a üfürünce Sûr'dan büyük bir ses çıkacak ve yedi kat göklere ve yerin her tarafına ulaşacaktır. İşitenlerin hepsi yerde olsun göklerde olsun ölecektir. Vasiyetlerini bile edemezler. Çarşıda olanlar evlerine dönemezler. 

(İmâm-ı Birgivî hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 Hüseyin Bin said hazretleri buyurdular ki:

Hiç bir insan, peygamberler(aleyhimüsselâm) bile Allahü teala bildirmeyince doğruyu bulamazlar. Ancak Allahü teala'nın bildirmesiyle bilinir. Salih aleyhisselam kavminde kral idi. Herkes onu pek çok seviyordu. Bir gün ibadet ederken, Cebrail aleyhisselam geldi. Allahü teala'nın, emir ve yasaklarını semud kavmine bildirmesini söyledi. Salih aleyhisselam, Allahü teala'nın emir ve yasakları nedir ben bilemem dedi. Cebrail aleyhisselam, Allahü teala'nın emir ve yasaklarını, razı olduğu yolunu Salih aleyhisselam'a öğretti. Salih aleyhisselam semud kavmine doğruları, Allahü teala'nın emir ve yasaklarını bildirince, kabul etmediler. Düne kadar çok sevdiği kralları iken bütün emirlerini yaptıkları halde, Allahü teala'nın emirlerini bildirince hepsi isyan etti. Pek az kişi iman etti. İman etmeyenler, pek çok idi ve çok işkence yaptılar. Bir gün dediler ki: şu kayanın içinden kızıl tüylü bir deve çıkarırsan sana iman ederiz. Salih aleyhisselam onlara ben bunu nasıl yapayım, bu benim yapabileceğim bir iş değil dedi ise de, hemen Cebrail aleyhisselam geldi, sen dua et Allahü teala senin duanı kabul edecek ve kayanın içinden deve çıkaracak dedi. Salih aleyhisselam da dua etti, kavminin böyle istediğini söyledi. Kaya büyük bir gürültüyle yarıldı içinden deve çıktı. Bu hadise ile iman etmiş olanların imanı sağlamlaştı, şüphede olanlar iman ederek iman edenlerin sayısı biraz daha arttı. İman etmeyenler ise inanmadıkları gibi inkarda daha da aşırı gittiler. Deveyi öldürmek istediler. Salih aleyhisselam onlara dedi ki, sakın bu deveyi öldürmeyin başınıza çok büyük felaket gelir. Bir kuyu vardı, Salih aleyhisselam dedi ki; bu kuyunun suyunu bir gün siz hepiniz içersiniz, öbür gün deve içecek hiç kimse su için gelmesin dedi. Fakat kavmi suyu her gün istediler, devenin gününde de içmek istedikleri için, deveyi öldürmeğe karar verdiler, bunun için 7-8 kişi tuttular ve deveyi öldürtdüler. Deve öldürülünce Allahü teala'nın gazabının çok çabuk geleceğini Salih aleyhisselam kavmine söyledi. Kavmi inanmadı, Salih aleyhisselamın kavmi çok zengindi ve çok sağlam ve güçlü binalar yapmışlardı. Bize bir şey olmaz dediler. Salih aleyhisselam kendine iman etmiş olanları toparlayarak, burası artık lanetlendi, çok acil burayı terk ediyoruz, şu karşıki tepeye çıkalım, bulunduğumuz yerde neler olacak oradan seyredelim dedi. Kendine inananlarla tepeye çıktılar, bu sırada semud kavminin bulunduğu şehirde çok büyük bir deprem başladı. 7 saniye değil 7 saat değil 7 gün sürdü, hiç bir şey kalmadı, her şey toprağın altına karıştı karıştı tekrar çıktı, her şey dümdüz oldu. 


Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem tebuk harbine giderlerken bu vadiden geçiyorlardı.. eshabı kirama buyurdular ki, burası lanetlenmiş bir yerdir, çok hızlı geçin duraklamayın, burada durulmaz, gözünüzden yaş akıtın, bizim başımıza böyle bir şey gelmemesi için dua edin, buyurdular. Peygamber efendimiz'e kafirler beddua et de, ad kavmi gibi, semud kavmi gibi bize de bela gelsin peygamber olduğunu görelim derlerdi. Peygamber efendimiz de ben aranızdayım ben aranızdayken bela gelmez buyururlardı. (Vârisleri de böyledir). Büyüklerimiz buyuruyorki; Belli bir yerin insanları üzerine azab-ı ilahi geliyor olsa, o beldede emr-i maruf yapılıyorsa, Allahü tealanın dinine hizmet ediliyorsa ve Allahü tealanın sevgili kulları varsa, oraya umumi bela gelmez, Allahü tealanın azabı ref olur, yani kaldırılmaz, ertelenir. Oradaki azabı hak edenlerde, dine hizmet edenler ve Peygamber efendimizin varisi olan büyükler hatırına kurtulurlar. Bu hizmetlere ve büyüklere sevgisi olanlar dünyada bile kurtulurlar, ahiretdede inşallah kurtulurlar. Onun için, dinimizin yayılması için gayret etmeliyiz, hiçbirşey yapamıyorsak, hiç olmazsa (Tam İlmihal Seadeti Ebediyye gibi) ehlisünnet itikadını anlatan kitabların dağıtılmasında yayılmasında yardımcı olmalıyız, bir kitab alıp sevdiğimiz bir arkadaşımıza verebilmeliyiz... bunuda yapamayan, bu hizmeti yapanlara dua etmeli onları sevmeliki, bu kişilerin arasında sayılsın.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


İmâm-ı Rabbânî hazretleri hacca giderken, Delhi’ye geldiğinde, arkadaşı Hasen Keşmîrî hazretleri; *Hep ölülere gidiyorsun, burada bir diri var, o diriyi de ziyâret et* dedi. 


Ve *Bâkî billâh* hazretlerine götürdü. Bâkî Billâh hazretleri, İmâm-ı Rabbânî hazretlerindeki *cevheri* görünce, birkaç gün misâfir olarak kalması için yalvardı. 


O da kabûl edip kalınca, Onun huzûrunda iki günde kalbi açıldı. İmâm-ı Rabbânî buyuruyor ki: *Kâbe’ye giderken, kâbe’nin sâhibine kavuşdum*. 


Yâni *Bâkî Billâh* hazretlerinin yanında *Allahü teâlâ* ya kavuşdum demek istedi. İmâm-ı Rabbânî hazretleri de, hizmet etmeden iltifâta kavuşan büyüklerdendir. 


Ben Kuleli’de *hoca* iken, talebelere, sırası geldi dedim ki: *Üç şey insana neş’e verir, sıkıntıyı kederi giderir. Yeşilliğe, güzel yüze ve akar suya bakmak*. 


*Nefse* güzel gelen şeylerle, *Rûha* güzel gelen şeyler birbirine zıtdır. Bunu birbirine karışdırmamalıdır. Nefse güzel gelen şeyler, insanı *Cehenneme* götürür. 


Tâbiîn’den gençler, Eshâb-ı kirâma; Efendim sizin ne husûsiyetiniz vardı da, Allahü teâlâ sizi, böyle yüce bir Peygambere Eshâb yapdı, Onun sohbetine kavuşdurdu, Onun talebeleri oldunuz? dediler. 


Eshâb-ı kirâm cevâbında; *Biz temiziz, temizliği severiz*, buyurdular. Onun için, temizlik îmândandır. Tabii *beden* temizliği, *kalb* temizliği ve *çevre* temizliği var. Netîcede, Allah temizleri sever.


Bizim kitaplarımız çok *kıymetli*, niçin çok kıymetli? Çünkü içinde bana âit hiçbir *Yazı* yok da onun için. Hepsi, büyük âlimlerin sözleri. *Pırlanta*’nın yanında *Cam* parçasının kıymeti olur mu? 


Abdülhakîm Efendi hazretleri bize hangi kitâbı tavsiye etdi ise, medhetdi ise, o kitâbı aldım, o kitâbdan tercüme etdim. 


Bir gün sohbet arasında, hattât *Safî bey* geldi. Çok ufak boyluydu. Bir yazı getirdi. Efendi hazretlerine verdi. Efendi hazretleri okudu, gülmeğe başladı. 


Ve en yakınındakine verdi. Okuyanların da güleceğini bildiği için, kendisi içeriye geçdi. Hepimiz yazının başına üşüşdük. Merak etmişdik. Ne yazıyordu o kâğıtda. Bakdık ki; 


*Bûy-u Nebî gelir şeyhim özünden, boyum yetişmez ki öpem yüzünden*. Böyle yazıyordu. Safî bey yazmış Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri için. Efendi’yi çok severdi.

SABIR VE SABRIN ÇEŞİTLERİ

MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 


Îbn-i Mübarek rahmetullahi aleyh der ki: “Musibet birdir, sabır etmeyince iki olur. Biri büyük musibet ve diğeri küçük musibettir. Büyük musibet, sabredenlere verilen sevabın elinden alınmasıdır. Sabır edilemeyen musibet ise küçük musibet olur. Bu sebeple: (Ah, şu şöyle olmasaydı!) demek de musibettir. Allah rızasını isteyen kişilerin, ister rahat olsun, isterse mihnet olsun, nefse muhalif gelen yerlerde ve nefsleri incindikçe ona sabretmeleri ve darlanmamaları gerektir. 


Nefse hoş gelen yerlerde de yani rahata erişilince bu nimete şükretmelidir. Çünkü, rahatlık da bir nimettir. Böylece, mihnete sabır ve nimete şükredenler hem SÂBÎR hem ŞÂKÎR olurlar, Nitekim, Resûl-ü ekrem sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz: “Varlıkta ve yoklukta hamd edenleri, Allahu teâlâ hamd edenlerin cennetine davet eder, buyurmuşlardır.”  


Her belâya sabretmek, Muhabbetullah alâmetidir. Zira, kişi sevdiğinin zahmetlerine sabredici olur. Hak teâlâ, dostlarına daima iptilâ (düşkünlük) taşlarını atar, dost olanlar bu iptilâ taşlarına, başlarını ve canlarını gönül birliği ile tutarlar. Nitekim, ol sultan-ül-Enbiyâ Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki: “Hak teâlâ kulunu sevince, ona belâlar gönderir. Bu belâlara sabreden kullarını da sever.” Öyle âşıklar vardır ki, haktan gelen rahat veya mihnet ne olursa olsun hiç ayırt etmezler.  

(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Dünyâ, ayrılık yeridir kardeşim. Bir mübârek zâtın yanına, çok sevdiği bir arkadaşı ziyârete gelmiş. Ama bu zât, onunla görüşmek istememiş.


Bunu gören oğlu, çok şaşırmış ve; *(Babacığım, siz onu çok seviyordunuz, niçin görüşmek istemediniz?)* demiş. O da oğluna; 


*(Biraz sonra ayrılınca, ayrılığına dayanamam. Onun için sabrediyorum. Âhiretde, hiç ayrılmamak üzere görüşeceğiz)* demiş. 


Bir âyet-i kerîmede, *(İblîs’e)* kıyâmete kadar lânet ediliyor. *(İlâ yevmiddîn)* buyuruluyor. *(Yevmiddîn)*, kıyâmet günü demekdir. *(Mâlik-i yevmiddîn)*, kıyâmet gününün sâhibi, mâliki demekdir. 


İblîs, buna sevinmiş. (Niye seviniyorsun?) denilince, *(Allahü teâlâ bana kıyâmete kadar lânet ediyor, sonsuz demiyor, kıyâmetde kurtulacağım)* demiş. 


Bâzı âlimler, âyet-i kerîmeye bakarak İblîse hak vermişler ve *(İblîs kıyâmetde kurtulacak, biz kendimize bakalım)* demişler. 


İmâm-ı A’zâm hazretleri, bu meselenin aslını öğrenmek için, Eshâb-ı kirâmdan hayâtda olanları araşdırmış. O zaman Eshâb-ı kirâm’dan sâdece *(altı)* tânesi hayâtdaymış. 


Bunlardan en yakında olanı, yüzlerce kilometre uzakdaki *(Tufeyl)* radıyallahü anh hazretleriymiş. Tabii herkes yüz sene yaşamaz. Tufeyl radıyallahü anh hazretleri *(yüz)* yaşından fazla idi. 


Hadîs-i şerîfde, abdest alırken, dirseklere kadar yıkamak emrediliyor. İmâm-ı A’zâm hazretleri, Tufeyl hazretlerine; (Peygamber Efendimizi abdest alırken gördünüz mü?) diye sormuş. 


O da, *(gördüm)* deyince; (Abdest alırken, kollarını yıkarken, dirseklerini de yıkar mıydı, yıkamaz mıydı?) diye sormuş. Hazret-i Tufeyl; *(Hem yıkardı, hem de herkesin yıkamasını emrederdi)* demiş.


Ayrıca, *(Dirseklerinizi yıkamazsanız, abdestleriniz olmaz buyururdu)* demiş. O zaman İmâm-ı A’zâm hazretleri; (İblîs hapı yutdu) buyurmuş. 


Çünkü, abdest alırken, *(dirseklere kadar yıkayın)* emrinde, dirsekler de dâhil olunca, İblîse kıyâmete kadar lânet edilmesinde, kıyâmet de dâhildir, *(İblîs hapı yutdu)* buyurmuş.


Mü’minin âhireti, dünyâsından iyidir. *(Tefsîr-i Mazharî)* kitâbını, Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin talebesi Senâullah-ı Pâni Pûtî hazretleri yazmış. 


Bu zât o kadar büyük ki, Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri, onun hakkında diyor ki: Allahü teâlâ, bana âhiretde; *(Benim için ne yapdın?)* diye sorarsa, söyliyecek bir tek sözüm var.


Cevap olarak; *(Yâ Rabbî, senin için Senâullahı yetişdirdim)* derim, buyurdu. İşte Senâullah-ı Pâni Pûtî hazretleri bu kadar büyük bir zât idi


İslâm âlimleri çok çalışmışlar. İmâm-ı Buhârî hazretleri, yediyüzbin hadîs-i şerîf toplamış. Hepsini araşdırmış. Nasıl araşdırıyorlar? 


Birinden bir hadîs-i şerîf duyunca ve bunu; *(Falan sahâbîden duydum)* deyince, o kişi, o sahâbî ile aynı şehirde yaşamış mı? Yaşadıysa, aynı sohbetde bulunmuş mu? 


Bunu araşdırırmış. Bulunmuşsa yazarmış, bulunmamışsa yazmazmış. Bunlar *(Müslim)* de de var. Müslim kitâbının sâhibi; *(Aynı şehirde bulunması yeter)* diyor. 


*(Aynı şehirde bulunmuşsa, bir sohbetde karşılaşmışdır)* diyor. O da sağlam bir kitap. Ama *(Buhârî)* daha sağlam. 


Kesin kaynak bulamazsa, hadîs-i şerîf de mühimse, o zaman Ravda-i mutahhera’ya gelirmiş mübârek, kabr-i seâdetin halkalarından yapışırmış ve;


*(Yâ Resûlallah, sen bu hadîs-i şerîfi söyledin mi?)* diye sorarmış. Kabirden de, *(Evet söyledim)* cevâbını alırmış, ondan sonra yazarmış. *(Buhârî)*, böyle sağlam kitâbdır. 


Şimdi *(din)* den bahsedenlerin mânâdan haberi yok, yaldızlı kelimelerle konuşup yazıyorlar. 


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerinin kelime hazînesi çok *(zengin)* di. Aynı mânâya gelen sekiz-on kelime söylerdi. Birinden anlamıyan, diğerinden anlasın diye. 


Hakkı, bâtıl’dan ayırmak kolay değildir. Mürşid-i kâmil olmıyan ve bir mürşid-i kâmile kavuşmamış olan kimsenin, hakkı bâtıldan ayırması mümkün değildir. 


Peygamber Efendimiz, aleyhisselâm; *(Erinel hakka hakkan ve erinel bâtıla bâtılan)* buyururdu. Yâni *(Yâ Rabbî, bana hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak bildir)* diye duâ ederdi. 


Ayrıca, *(erzel-i ömür)* den sana sığınırım diye de duâ ederlerdi. 63 yaşında, gencecikken, henüz kuvvetliyken vefât etdi.

Allahü teâlânın beğendiği şeyleri yapmak kolaydır

 Ey insanlar! Allahü teâlânın beğendiği şeyleri yapmak kolaydır. Bunun için O'na itâat ediniz. Cehennem ateşine düşmeyiniz. Çünkü dayanamazsınız.

 (Kâ'b-ül-Ahbâr hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

ZIHAR

 SUAL; Kocam , bana senin sırtın anamın sırtı gibi diyerek zıhar yaptı. Şimdi ise pişman oldum ne yapmalıyım diye soruyor ?


CEVAP; Hanefi mezhebinde zıhar yapan kimsenin, keffâret ödemeden eşiyle cinsel ilişkide bulunması, ona dokunması ve öpmesi haramdır.


KAYNAK; (İbn Âbidin, Reddu’l-muhtâr, III, 470, Mısır, 1966).


ZIHAR KEFARETİ; Zıharda bulunan kişinin köle azadı, 60 gün peş peşe oruç tutması, buna gücü yetmez ise 60 fakiri doyurmasıdır


AYETİ KERİME; (Mücâdele 58/3-4).


ZIHAR; Bir kimsenin eşini, annesi, kız kardeşi, halası, teyzesi gibi kendisiyle evlenmesi ebedî yasak olan bir kimsenin, sırtı, karnı, baldırı gibi bakılması haram olan bir uzvuna benzetmesi zıhârdır.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Eshâb-ı kirâm Mekke-i Mükerreme’den Medîne-i Münevvere’ye hicret edince, Medîneli müslümânlar, evlerinin arsalarının yarısını onlara verdiler. Odayı verince, *(Bunun kirâsı ne kadar?)* diye sordu Mekkeliler. 


Onlar da; *(Ne kirâsı, burası eşyâsıyla birlikde sizin)* dediler. Kendi evlerini verdiler. Mühim olan da zâten, kendine lâzım olmıyanı değil de, kendine lâzım olandan verebilmekdir. 


Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri zamânında, bir adada yaşıyan bir *(kutub)* varmış. Bir gün, denizin üzerine yağmur yağarken, bu kutub, kalbinden;


*(Yâ Rabbî, hikmetinden suâl olunmaz ama, Afrikada çöller susuzlukdan kavrulurken, burada suyun üzerine yağmur yağıyor)* diye düşünürken, bir anda derecesi düşmüş. 


Gene evliyâlıkdan çıkmamış da, sâdece derecesi aşağı düşmüş. Kendisi de bunu fark etmiş, o düşüncesine pişmân olmuş ve Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerinden yardım istemiş. 


O büyük Velî de, o esnâda talebeleriyle sohbet ediyormuş. O anda penceredeki perde kıpırdamış. Perdenin  kıpırdadığını bâzı talebeleri görmüşler, merak edip, hocalarına, *(Bu neydi?)* diye sormuşlar. 


O da, bu hâdiseyi anlatmış ve *(Biraz önce o zât buraya geldi, benden yardım istedi. Ben de ona duâ etdim. Eski derecesine kavuşdu)* buyurmuş. 


Bu zamanda *(küfr’e)* girmek çok kolay kardeşim. Meselâ insan, bir harama, *(ne güzel)* dese, mâzallah küfr’e girer. Fakat efendim îmâna gelmek de çok kolaydır. Bir tövbe etse, küfrden kurtulur. 


Meselâ *(Yâ Rabbî, bilerek veyâ bilmiyerek bir günâh işledimse veyâ küfr’e girdimse çok pişmânım, beni affet)* dese, o anda günâhları affolur, îmânı gitdiyse, geri gelir. 


Yalnız iki şey geri gelmez. Kılınmayan namazların *(kazâsı)*, bir de *(kul hakkı)*. Öyleyse helâllaşacığız, kazâmız varsa, bir an önce kılıp bitireceğiz kardeşim. Namâzını kazâya bırakan, iki suç işlemişdir. 


Biri, Allahın *(namaz)* emrini yerine getirmemekdir ki, ancak kazâsını kılmakla affolur. İkincisi, o namâzı vaktinde kılmamak suçudur ki, o da, *(emr-i mâruf)* yapmakla affolur. 


Meselâ bizim kitapları dağıtmak, hem *(cihâd)* dır, hem *(emr-i mâruf)* dur, hem de büyük günâhların affına sebepdir.

İdris Cebeci abinin babasının görmüş olduğu bir rüya

 İdris Cebeci abimizin babası olan Salih Cebeci amcamızın namı diğer (Salih usta) gördüğü bir rüya. 


Kendisi sol görüşlü ve Halk partili olan Salih Cebeci amca görmüş olduğu bu rüyadan sonra hayatında büyük değişiklikler ve dönüşümler olmuştur.


Sözü Salih ustanın oğlu İdris Cebeci abiye bırakıyoruz.


"Kurban bayramıydı.

Kurban derisi toplamaya gidiyorum dedim.

Ses çıkarmadı.

O gece rüyasında Peygamberimizi görmüş..

Bir mescidde sakallı nur yüzlü heybetli insanlar toplanmış.

Başlarında bir zat var. 

Bu peygamber diyorlar, bende bu da bizim gibi insan,niye peygamber olsun diye düşünüyordum.

-Ya Resûlullah nasihat etde dinliyelim dediler.

-Size nasıl nasihat edeyim,

İçinizde hâlâ benim peygamber olduğuma inanmayanlar var deyince .

O muhakkak benimdir dedim, affet beni ya resulallah deyip eline yapışdım.

Bu rüyadan, sonra çok değişti."

SABIR VE SABRIN ÇEŞİTLERİ

MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

SABIR VE SABRIN ÇEŞİTLERİ 

Ey aziz: Bilmiş ol ki, sabır sıfatı olan kişi, gayet bahtlı kişidir. Hak teâlâ hazretleri katında mertebesi gayet ulu kişidir. Onun için Hak teâlâ bunları över: “Allâhu teâlâ, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara sûresi: 155) buyurur. Hem, bu sabır denilen şey, kişiyi hayvanlıktan insanlığa çıkarıcıdır. Bir maksat için sabredenler, elbette maksatlarına erişirler. Fakirliğe sabredenler, zenginliğe erişirler. Düşmanlarının zahmetlerine sabredenler, düşmanlarına karşı zafer bulurlar. Ayrılık zahmetlerine sabredenler, kavuşmanın mutluluğuna erişirler. 


Sabır, sevincin anahtarıdır, buyurulmuştur. Sabır, birkaç türlüdür ve her birinin mertebesine göre Hak teâlâ katında ecirler vardır. Bunların her birini sana yerli yerinde anlatı vereyim, işit ve öğren de sabırlılardan ol ve inşa’allahu teâlâ bu fakir müellifi de duadan unutma.  


Ey aziz: Sabır, üç mertebe üzerinedir:  

BİRİNCİSİ: Şiddete ve musibete sabırdır.  

İKİNCİSİ: İbadet ve tâate devamda zahmete sabırdır.  

ÜÇÜNCÜSÜ: Günah işlememeye sabırdır. 

(Yani, günah olacak şeylere sabredip, günah işlememektir.)  

(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

Rızıklar neden daralıyor?

 İnsanlar, Cenâb-ı Hakkı unuttukça, kitaplarda zikredilen dört tane felâket peş peşe geliyor. Bu dörtten başka daha kim bilir neler var. Birincisi: Cenâb-ı Hak meâlen buyuruyor ki, “Beni unutursanız rızklarınızı kısarım.” [Tâhâ, 124]                   

      Rızklardan birincisi, îmân rızkıdır. Bugün Müslümanların en büyük sıkıntısı îmânı koruyamamak ve küfre düşme tehlikesidir. Çünkü her an insan îmânsız olabilir. Nasıl olur? Cenâb-ı Hakkın yasak ettiği bir şeye aldırış etmezse veya Onun emrettiğine ehemmiyet vermezse, yahut da İslâmiyet’i çok iyi bilmediği için ağzından yanlış bir şey kaçırırsa, kâfir olur gider. Îmân zayıflarsa tehlikeye girer, îmân edenler azalır, küfür yayılır. Çünkü Allahü teâlâya inanacaksın ki, îmânlı olasın. Her an Allahü teâlâyı hatırlayacaksın ki, îmânını koruyasın. Aşırı teknoloji, aşırı sürat insanlara Allahü teâlâyı unutturuyor. Allahü teâlâ unutuldukça, îmânsız olma tehlikesi başlıyor.

İkincisi; sıhhat rızkı. Evde hasta olmayan kimse yok. Her ailede mutlaka bir veya birkaç hasta var. Hastaneler artıyor, ilaçlar, doktorlar artıyor. Neden artıyor? Çünkü Allahü teâlâ unutuluyor. Demek ki, Allahü teâlâyı unutan insanlar arasında bir de hastalık yaygınlaşıyor. Meselâ, kanser yoktu veya bu kadar yaygın değildi. Bu kadar doktor, bu kadar tıp, bu kadar ilaç ama, o nispette hastalık.                      

Üçüncüsü; mal, bereket rızkı. Eskiden bir baba çalışırdı, aynı evde gelinler, torunlar, kızlar, hepsi rahat yaşarlardı. Şimdi ailenin bütün fertleri çalışıyor ama hepsi geçim sıkıntısında.

Dördüncüsü; merhamet, insan hakları hürriyet rızkı. O da kalktı. Bugün kimsenin kimseye merhameti kalmadı. Hiç kimse kimseye acımıyor, herkes nefsim diyor. Bu da Allahü teâlâyı unutmanın cezasıdır. Beni unutursanız, rızkınızı daraltırım buyuruyor, yok ederim buyurmuyor. Ya yok etseydi? Merhamet ediyor, imkân veriyor. Kulum döner, beni tekrar hatırlar diye.

(Enver Bin Nazif rahmetullahi aleyh)