peygamber efendimizi rüyada görmek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
peygamber efendimizi rüyada görmek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Şernûbî hazretleri

 Şernûbî hazretleri Osmanlı velîlerindendir. İsmi Ahmed bin Osman'dır. Mısır'ın Şernûb kasabasında doğdu. Bir gece rüyâsında Peygamber efendimizi gördü. 

Peygamber Efendimiz ona;

"Ey Ahmed! İstanbul'da Şeyh Nûreddîn'e git, ondan tasavvuf ilmini öğren. Zirâ kendisi bu zamanda âriflerin reisidir" buyurdu.

Bu emir üzerine İstanbul'a giden Şernûbî hazretleri Şeyh Nûreddîn'in huzûruna vardı. Onun tarîkat silsilesi ise Seyyid İbrâhim Düsûkî'ye dayanır. Evliyâ bir zat olan Şeyh Nûreddîn onu görünce; "Merhaba Ey Peygamber efendimizin emri ile gelen kimse! Merhaba ey derviş oğlu derviş!" buyurdu... Şeyh Nûreddîn'in sohbet ve hizmetinde bulunarak tasavvuf yolunda ilerledi. İcazet ve hilâfet vererek memleketine gönderdi.

Bir müddet sonra talebelerinden birkaç kişi ile birlikte İstanbul'a gitmek üzere yola çıktı. Mısır'ın Dimyat iskelesinden bir gemiye bindi. Günler süren bir yolculuktan sonra Antalya civârında bir yere çıktılar. Bu sırada ağır hastalığa tutulan Şernûbî orada vefât etti. O sabah erkenden vefât ettiği beldedeki câminin imâmı, Şernûbî'nin vefât ettiği eve giderek; " Vefât eden Şeyh'in gaslini, yıkamasını ben yapacağım. Çünkü dün gece rüyâmda Fahr-i kâinât Efendimiz böyle emir buyurdu" dedi. Cenazesini yıkayıp namazını kıldıktan sonra, câmi yakınında bir yere defnettiler.

Bu mübarek zat sohbetlerinde buyurdu ki:

"Tövbe, Müslüman olsun olmasın, her akıllı kimsenin ihtiyâcı olan bir şeydir. Bir iş yapan ve onun kötü olduğunu gören herkesin pişman olup, tövbe etmesi vâcib olur. Tövbe etmezse kendine zulüm etmiş olur."

" Üzerine farz olan ilimlerden bir meseleyi öğrenmek insana, bütün dünyâdaki kazançların hepsinden yapacağı ve ele geçireceği altın ve gümüşlerinden daha iyi ve üstündür. Tövbe eden ve etmeyen herkese, ilim öğrenmekten daha iyi hiçbir şey yoktur. İşlerin hepsi ilim ile doğru olur ve ilimsiz hiçbir iş yapılmaz."

"Tasavvuf büyükleri, öyle zâtlardır ki, günahkâr, serserî, hırsız, bid'at sâhibi, yolunu şaşırmış vesaire kimseleri kendilerine benzetir, düzeltirler. Bu Allah adamlarının, kendilerine has güzel koku ve renkleri olur. O kokuyu ve rengi tadan, onlara benzer."

" Kendi zan ve kafasına göre davranarak, başkalarını düzeltmeye çalışmak, çoğu zaman fayda yerine zarar hâsıl edebilir. Bunun için çok dikkatli ve uyanık olmalı, bir kimsenin seâdetine vesîle olayım derken, o kimsenin-hattâ kendinin bile felâketine sebep olmamalıdır."

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gece, bir *Derviş* kalkmış ve *Teheccüd* namâzına durmuş. Mânevî hâller içinde namâzını kılıyor, tehiyyâtı okuyor, ama *Salevât* ları okumadan *Selâm* veriyor. 


Sonra da yatıp uyuyor ve *Rüyâ* sında Peygamber aleyhisselâmı görüyor. Ama Efendimiz *Üzgün* ve *Kırgın*. O dervişe bakıp buyuruyor ki:


O kıldığın namâz *Makbûl* değil, çünkü bana *Salevât* getirmedin. Bana salevât getirmeden kılınan *Namaz* ve yapılan *Duâ*, kabûl olmaz! 


Efendimiz, rüyâda *Böyle* buyuruyor o dervîşe. Demek ki, salevât-ı şerîfe okumak, bu kadar *Mühim* ve *Kıymetli* kardeşim. 

● ● ● 

Bütün *Nasîhat* lerin özü, iki şeydir: Biri, *İyi* insanlarla, *Allah* adamlarıyla *Berâber* olmak. İkincisi, *Kötü* insanlardan *Uzak* durmak. 


Büyüklere olan bu *Sevgi* niz sizi çeker, Allah *Sevgisi* ne ve nihâyet *El-mer'u me'a men ehabbe* yâni kişi, sevdiği ile berâberdir *Müjde* sine kavuşdurur. 

● ● ● 

Dertlerimizin ilâcı, *Seâdet-i Ebediyye* kitâbındadır. Başka kitâba lüzûm yok. Cenâb-ı Hak, sizlere ihsân eylediği *Ni'meti* artdırsın kardeşim. 


İnsanın ömrü *Rüyâ* gibi geçiyor. Hayâtımızın geçen kısmı *Hayâl* oldu. Gelecek kısmı da *Hayâl* olacak. Yâni hayâtımız *Rüyâ* gibi ve insanlar *Uyku* da. 


Dünyâ hayâtı *Rüyâ* gibi . İnsanlar ölünce uyanacak. Hakîkî hayât ve gerçek uyanıklık, *Ölüm* den sonra başlıyacak. Cenâb-ı Hak *Ecrinizi* artdırsın. 


Din câhillerine *Nasîhat* etmeli, fakat *İnatçı* olanlarla münâkaşa etmemelidir. Onlar, hakîkati anlıyamazlar. Resûlullah Efendimize de *Karşı* geldiler. 


Cenâb-ı Hakka sonsuz *Şükr* ler olsun ki, bize *Doğru* yolu, *Hak* yolunu ihsân etdi. Câhillere, ahmaklara aldanmakdan muhâfaza buyurdu. Cenâb-ı Hak onları *Islâh* eylesin. 

● ● ● 

Her *Evli* müslümânın, evli kaldığı müddetçe, hanımına dâimâ *Tatlı* dil ve *Güler* yüz göstermesi lâzımdır. *Sert* davranırsa, kadıncağıza *Asabiyet* gelir ve *Sinir* hastası olur. 


*Hasta* kadın da hizmet yapamaz. Kadının erkeğe *Hizmet* etmesi lâzımken, iş *Tersi* ne döner. Erkeğin, kadına hizmet etmesi, onun hastalığı ile tedâvîsi ile uğraşması lâzım olur. 


Böylece, *Evlilik* hayâtı, *Cehennem* hayâtına döner. Ama erkek de, kadın da, kendi *Sınır* ını bilir ve o *Sınırı* aşmazlarsa problem olmaz ve o *Evlilik* hayâtı, *Cennet* hayâtına döner.

Ne incit ne de hor gör

Eskiden hukuk fakültesini birincilikle bitirenleri mükâfat olarak Medîne-i Münevvere’ye kadı (hâkim) olarak tayin fazla ederlermiş. Gönlü Rasûlullah aşkı ile dolu olan bir genç bunu duyunca bütün gayretini sarf ederek, hukuk fakültesini birincilikle bitirmeye karar vermiş. Gündüz okulda, gece ise evinde mum ışığında ders çalışır, uyku bastırınca parmağını yanan muma tutar, parmağını yakar, uykusunu dağıtırmış. Bir de adak adamış: “Eğer ben bu okulu birincilikle bitirir, Medine’ye hâkim olursam, yolda ilk karşıma çıkıp, benden yardım isteyene cebimdeki en büyük parayı vereceğim.” diye.


Neticede okulu birincilikle bitirip Medine’ye hâkim olmaya hak kazanır. Tayini yazılır ve yolcu edilir. Uzun bir yolculuktan sonra yolu Şam’a uğrar. Emeviye Camii’nde namaz kılıp, Allah’a şükürler eder. Fakat gönlü Rasûlullah aşkı ile yandığı için orada çok fazla eğlenmeden tekrar yola koyulmak için davranır. Zira tüm arzusu hasret olduğu Rasûlullah’a ve o mukaddes topraklara bir an evvel ulaşıp hasret gidermektir. Bu hasret ve muhabbet hali içerisinde camiden çıkarken gözleri dolar ve bir an Rasûlullah’a kavuşmuş gibi bir hâl zuhur eder kendisinde. Ağlar bir halde camiden çıktığında bir meczup karşısına geçerek:


“-Şey’en lillah! (Allah için bir şey ver.)” der. Genç hâkim, cebinde ona vereceği bozuklukları araştırırken meczup:


“-Genç hâkim, adağını unutma!” der. Genç hâkim irkilir. Çok şaşırmıştır… «Bu adam da kim? Yapmış olduğum adağı nereden biliyor?» diye düşünerek elini cebine götürür ve cebindeki en büyük para olan beşibirliği çıkarıp, hiç tereddüt etmeden meczuba uzatır. Uzatırken de:


“-Allah için Rasûlullah aşkına, canımı istesen veririm… Helâl olsun.” der. Meczup, parayı alır almaz oradan uzaklaşır. Uzaklaşırken de anlaşılmayan birtakım şeyler söylemektedir…


Daha sonra yoluna devam eden sevdalı hâkim, haftalar süren meşakkatli bir yolculuğun nihayetinde âşık olduğu Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-‘ in şehrine varır. Onu karşılamaya gelenler, genç hâkimi alıp, ikâmet edeceği yere götürürler.


Genç hâkim, vardığı yerde fazla eğlenmeden ilk iş olarak abdestini tazeler ve Rasûlullah’ı ziyaret etmek üzere Ravza-i Mutahhara’ya gider. Ravza’nın kapısını bu genç hâkime açarlar ve: «Buyur!» derler. Genç hâkim, bir edep âbidesi hâlinde salât u selâm getirerek Ravza’ya girer. Bir de ne görsün?!. Birisi ayaklarını Rasûlullah’a karşı uzatmış vaziyette, huzûr-ı Peygamberî’de upuzun yatıyor!.. Bu durum genç hâkimin çok zoruna gider. Rasûl’e karşı yapılan bu saygısızlığı bir türlü hazmedemez ve o zâtı îkaz amacıyla ayağının ucuyla ayaklarına dokunur. Yatan adam başını kaldırıp dik dik genç hâkime baktıktan sonra tekrar başını koyar ve uyumaya devam eder. Adamın pervasızlığını gören hâkim, kendi iç huzuruna halel gelmesin diye îkazında ısrar etmeden ziyaretini îfâya koyulur.


Genç hâkim ziyaretini yapar, arzusuna nâil olmanın huzuru içinde ikâmetgâhına döner ve istirahata çekilir. Kısa bir dalıştan sonra rüyâ görür:


İki polis genç hâkime:


“-Genç hâkim, mahkemeden çağrılıyorsunuz, götürmeye geldik.” demektedir.


“-Ne imiş suçum, ne yapmışım?”


“-Bilmeyiz ama daha gelir gelmez bu diyarlarda bir hâkim olarak suç işlemen çok abes oldu.” derler. Genç hâkimi alıp mahkemeye götürürler. Genç hâkim, mahkeme heyetinin karşısına çıkınca donup kalır… Çünkü heyetin başkanı Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, sağda Ebûbekir ve Ömer, solda Osman ve Ali -radıyallâhu anhüm- oturmaktadır. Sonra kafasını dâvâcıdan tarafa çevirir, dâvâcıya bakar, biraz evvel Ravza’da yatan kişidir.


Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:


“-Genç hâkim, hakkınızda şikâyet var, benim huzurumda şu kardeşini rahatsız etmişsin, doğru mu?” diye sorar.


“-Doğru yâ Rasûlâllah! Doğru ama ben onu incitmek için değil, huzurunuzda edebe uymayan bir hâlde olduğunu görüp kendine gelmesi için îkaz etmek istemiş ve ayaklarına ayağımla dokunmuştum. Kötü bir niyetim yoktu.” der. Dâvâcıya dönen Rasûlullah:


“-Dâvâ ettiğin kişiyi dinledin, ne diyorsun?” diye sorar. Adam:


“-Mademki niyeti iyi imiş, ben de onu affettim, yâ Rasûlallah!” der. Rasûlullah bu sefer şâhitlere dönerek:


“-Şâhit misiniz, yâ Ebâbekir, yâ Ömer, yâ Osman, yâ Ali?” deyip hepsini tek tek eliyle işaret ederek genç hâkime gösterir. Onlar da şâhitlik ederler.


Genç hâkimle dâvâcı hûzûr-ı Rasûlullah’ta kucaklaşıp, helalleşirler. Bu esnada çok heyecanlanan genç hâkim, uykusundan uyanır. Derhâl abdest alır, şükür namazı  kılar ve . Bakar ki, aynı kişi hâlâ orada aynı şekilde yatıyor. Genç hâkim, hemen davranıp yatan adamın ayaklarını öpmeye başlar. Adam, başını kaldırır:


“-Yahu sen ne biçim adamsın, biraz evvel teptin, şimdi öpüyorsun, ne var, ne istiyorsun benden?” der. Genç hâkim, özür diler ve:


“-Hakkını helâl et, efendim” der. Adam:


“-Yahu sen nasıl bir adamsın? Seninle biraz evvel Rasûlullah’ın huzurunda barışmadık mı, kucaklaşmadık mı? Hem sana senelerden beri âşık olduğun Rasûlullah’ı ve dostlarını gösterdim… Bundan başka ne istiyorsun benden? Yoksa Şam’da verdiğin beşibirliği mi istiyorsun? Al!..” diyerek beşibirliği de verip ortadan kaybolur.

Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin rüyasında peygamber efendimizi gören bir hanımın rüyasına yaptığı tabir

*Efendi hazretlerini sevenlerden İskender beyin hanımefendisinin gördüğü rüyadır.

Yakında görmüş olduğum bir rüyamı ta’bîr buyurmanız için yazıyorum. Cenâb-ı Hak hayırlara tebdil etsin. Âmin.

Bir gece menâmda Peygamberimizi (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) rüyada, ölmüş ve tenâşir üzerinde gasl edilip, techîz ve tekfin edildiğini gördüm. Hemen gittim, mübarek yanağından öptüm. Sonra birisi geldi, bana sordu ve: “Bu hangi tarîka mensûbdur” dedi. Ben de, hiçbir tarîka mensûb değildir. Fakat dünyâya bundan daha yüksek kimse gelmemiştir ve bilhassa ahlaken bundan daha yüksek hiç kimse yoktur, dedim. Bilâhere tabutu ile beraber, bir yol üzerine mezarını kazmağa başladılar. Fakat taş olduğu için, imkânı yok, derin kazılamadı ve tabutu ile beraber defn ettik. Üzeri örtüldü. Bu ameliyye bitmeden, baş ucunda büyük biraderimin ailesi, yengem duruyor ve Peygamber sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem’in kabri içinden yüzünü açtı. Güya cenaze içeride teaffün etmiş de, milyonlarca siyah küçük kara sinekler uçuşmağa başladı. Hayretler içinde uyandım. Şurasını da yazmadan geçemiyorum: Nedense bir hiss-i kablel-vuku’, İmâm-ı A’zamın gördüğü rüyadan ilham alarak cenaze teaffün edip, milyonlarca küçük sinekleri şöyle ta’bîr ettirdi: Cenâb-ı Hakkın: “Ey Habîbim, ben bu dîne küffâr kullarım ile de nusret veririm” va’d-i sübhânisi acaba tecelli mi etti. Yalnız bu sinekler arabi midir, yoksa küffâr mı, burasını re’y-i âlinize, diğer kısımları ile bırakarak mufassal ta’bîrinizi ve kendime âid kısımlarını da yazarak bildirmenizi ehemmiyetle rica, eder, hürmetle ellerinizden öperim.

CEVÂB VE TA’BİRİ
Ma’lûmdur ki, âlem-i his -ki ma’lûmumuz olan ve içinde bulunduğumuz âlemdir. Ve keza âlem-i hayalî, ya’nî âlem-i hulyâ ve âlem-i rüya ki, hâlet-i nevmde [uykuda] rüyada görülenden ibarettir- ve âlem-i keşf, ulemâ-i kiramın ve evliyâ-yı izamın uyanık olarak müşahede ettiği ahval-ı gaybin ve sâir âlemler -ki lâ ekal [en az] onsekiz bin âlem, Hak sübhânehu ve teâlânın mahlûkları ve masnû’ları, mülkleri ve memlûklerîdir- her âlemin kendisine göre çok vâsi’ ve çok geniş ve çok kât’i ve çok kâfil ma’nâları, imâları, işaretleri ve beşaretleri, tazammunları ve iltizamları vardır. Zira kârhâne-i ülûhiyette abes muhaldir. Ya’nî hiçbir şey abes halk olunmamıştır. Ya’nî yersiz, hikmetsiz, maksadsız değildir. Buna binâen âlem-i rüyada görülmüş olan ahvâl, Enbiyâ-ı izam (aleyhimüssalâtü vesselam) dâhil olduğu halde, evliyayı kiramın rüyâ-ı salihaları ve bütün müslümanların, havas ve avamının ve bil-cümle fâsık ve fâcir ve kâfır-i bedhâh [kötü niyetli] ve mürted ve zındîkların, dinli ve dinsiz olan kâfirlerin de rüyaları boş değildir. Hiçbir hulyâ ve hiçbir tahayyül, hiçbir teemmül, hiçbir tefekkür, hiçbir tezekkür hikmetsiz ve hâlî [boş] değildir. Hepsi mahlûktur. Masnû’-i ilâhidir. Boş değillerdir ki, bunlara edgas-ı ahlam ta’bîr olunur. Hiçbir ses, hiçbir levn [renk], hiçbir zevk [tat], hiçbir hareket, hiçbir sükûn, zerre zerre hiçbir masnû’ [varlık] abes değildir. Kârhâne-i ülûhiyette hiçbir şey menfâatsiz ve maslahatsız ve zayi’ değildir. Cümlesi ve cümlesi Hakîm-i mutlak olan Cenâb-ı Zül-Celâlin mahlûklarıdır. Zira abeslik câhile, ahmaka ve çocuklara muhtastır. Allahu teâlâ bunların hepsinden müberrâdır.

Fakat bunların ma’nâlarını, işaretlerini, imâlarını bittamam anlamak makam-ı nübüvvete mahsûstur. Ve kısm-ı küllisini anlamak ehli olan evliyâ-ı kiram ve müctehîdîn-i i’zam ve ulema-i a’lâma mahsûstur. Bir milyonda bir cüz’ünü zekî ve fatîn müslümanlar anlarlar. Pek azını bizim gibi avam insanlar dahî fırâset-i îmâniyye tarîki ile bir şeyler anlayabilirler. Meselâ Cenâb-ı Hakkı (celle şânühü) rüyada görmek, ki ulemâ-ı izam -âdî hocalar değil- arasında ihtilaflıdır. Mümkün mü, değil mi, vâkı’mi, değil mi, doğru mu, değil mi? diye ihtilâf etmişlerdir ve indet-tahkîk, şer’-i şerîf-i Ahmedînin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) tecviz buyurdukları surette caiz ve mümkün ve vâki’ ve bunun ekseriya ta’bîri, gören ve görülen tâlib-i ilimler ve sâlik-i tarîklerin ileride âlim olmasıyla ta’bîr olunur. Fakirler ganî [zengin] olur, hastalar şifâ bulur, garîbler vâsıl olur, kavuşur. Daha daha çok çok menâfi’ husul bulur. Zât-ı zülcelâle (celle celâlühü) âid olan şeyler gayr-i mütenâhîdir. Bunun ta’bîri de gayr-i mütenâhidir.

Peygamberân-ı izam (alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalâtü vesselâm)ın gördükleri rüyalar, kendilerinin peygamber olacaklarını beyân ve kendilerinin ahvâlini müş’ir olan enbiyâ-ı izamın nübüvvetinden evvel gördükleri rüyalarla tevilli ve tefsîrli ve tevilsiz olabilirler. Bu mes’ele pek vâsi’ ve geniştir. İbrahim aleyhisselâmın gördüğü rüya gibi. (Rüyada oğlunu zebh eder [boğazlar] görmesi gibi). Nübüvvetten, ya’nî peygamber olduktan sonra her gördükleri rüya, fecr-i sâdık gibi doğrudur. Ta’bîrli de olabilir, ta’bîrsiz, aynı aynîne de zuhur eder. Kur’ân-ı kerîm ve Kâbe-i muazzama, Beytullah ve Mescid-i Aksa ve sâir ma’bedler ve dînî eserler, hatta bunların sofaları, kapılan, duvarları ilâahir gibi rüyada görmek birer birer ma’nâlıdırlar. Bunların manâlarını, imâlarını, işaretlerini bilmek büyük bir ilme, büyük bir salaha, büyük bir îmana mütevakkıftır. Enbiyâ-ı izamı (alâ nebiyyina ve aleyhimussalatü vesselam) rüyada görmek, Âdem aleyhisselâmı, Şît aleyhisselâmı, her birisini ayrı ayrı rüyada görmek, başka başka ma’nâlara ve hususiyetlere delâlet eder.
Bakınız ki, ne kadar vâsi’, ne kadar derin bir ilimdir.Server-i âlemi (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) rüyada görmek, mutlaka şerîatini görmek demektir. Ya’nî görülen onun şerîatinden ibarettir. Evsaf ve şemâil-i şerîfeleri ile, aynı aynına, tam tamına kemâlde görmek, o mekânda, o kavimde, o zamanda şerîatlerinin kemâliyle itibârda ve amelde bulunduğuna delâlet-i kat’iyye ile delâlet eder.

Hasta görmek, ma’yûb [ayıblı] görmek, ya’nî evsâf-ı aliyye-i Peygamberinin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) aksi bir surette görmek, bil-akis ma’kûs görüldüğü nisbette, şerîatinin, dîninin amel edilmez olduğuna delâlet-i kat’iyye ile delâlet eder. Çünkü yeryüzünde bakı kalan ancak şerîatidir. Husûsan bin târihinden sonra-ki bin aded-i kâmildir-kendisinin vücûd-i unsurisi âlem-i hissîden âlem-i ma’nevîye dönmüştür. Binâen aleyh kendi âsârından ancak şerîati kalmıştır ve ilelebed bakîdir. Kemalden her ne kadar noksan görülürse, şerîati de o nisbette amelden noksan olduğuna işarettir.


Peygamberi (aleyhisselâtü vesselam) vücûd-i unsurisi ile, ya’nî vücûd-i beşeriyesiyle aynı aynına görmek, vefatlarından çok sonra da, bundan bin sene evveline kadar, evliyâ-yı Şâzilîyeye vâki’ olmuştur. Meselâ Ebûl-Hasan Şâzilî -ki Süveyş’de medfündur-: “Eğer ben bir lahza [an] onu baş gözümle görmesem, ya’nî bir lahza gözümden gaib olsa, kendimi Onun ümmetinden ad etmem, saymam” buyurmuştur.” Onun halîfesi olan Ebûl-Abbas Mürsî -ki İskenderiye’de medfundur- : “Herkes lâzım olan mes’eleyi kitablardan aldıkları gibi, ben onu gözümle görür ve mes’eleyi kendisinden suâl ederim” buyururlar. Onun halîfesi olan Ahmed bin Ataullah İskenderî der ki: “Her ne vakit istersem, onun vücûd-i mübareklerini baş gözümle görürüm”. Bu hâl evliyâ-i Şâziliyede çok vâki’ olmuştur.

Etraf-ı âlemde, ezmine-i muhtelifede, emkine-i müteaddidede eşhas-ı mütegayire Hızır aleyhisselâmı gördükleri gibi, âlem-i keşifde de Server-i Âlemin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) rûhâniyetleri mütemessile olarak, eşhas-ı muhtelife ve evda’-ı mütegayire ile görünmüş, bazı evliyâ-ı kirama, ya’nî vilâyet-i hâsse-i Muhammediyeden (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) geçmiş evliyaya çok vâki’ olmuştur. Bundan dörtyüz sene evvel vefat eden şeyh Muhammed Rûcî’nin ve validesinin rüyaları buna şâhiddir. Bunları Reşahât’ta görebilirsiniz.

Âlem-i menâmda, ya’nî rüyada suleha-ı müminin pek çok görmüşlerdir. Ve çok kimselerin imdadına yetişmiştir. Açlıktan ve susuzluktan ve mehâlik-i sâireden kurtarması çok kere vâki’ olmuştur. Buna dâir bu ilmin mütehassıslarının kitab şeklinde çok telifâtları da vardır. Ve hattâ bende de var idi. Çok defalar okumuştum ve bu mesaili ekseriya ondan almış idim. Sonradan gaib oldu.

Peygamberi (aleyhissalâtü vesselam) rüyada görmek büyük bir devlet, büyük bir ni’mettir. Râî ile, ya’nî gören ile bir münâsebeti olduğuna da delâlet ve imalar vardır. Nitekim hiçbir kâfir, hiçbir zındık, hiçbir mürted, hiçbir suretle Peygamberi (aleyhissalâtü vesselam) rüyada görmez ve göremez. Zira münâsebetleri yoktur. Avam ve havass-ı müminîn birçok suretlerde rüyalarında Server-i âlemi (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) menâmda görürler. Bunda ulemâ-ı islâmiyye, ya’nî müctehîdîn-i izam, ya’nî dinde söz sahibi olanlar ihtilâf etmişlerdir. Bazıları heman O olduğunu, her ne suretle olursa olsun görmek. Onu görmek demektir, bazı muhakkikin ulema, Onu görmek, hâl-i hayatındaki şemâil-i şerifesine mutabık ve muvafık görmeği şart ittihâz etmişlerdir. Hâl-i hayâtında muttasıf olduğu sıfatlar ve şekillere mugayir bir surette, meselâ ihtiyar, saç ve sakalları ağarmış, kör, topal, uzun veya kısa veya herhangi bir surette ma’yûb görenler olursa, o ‘O’ değildir. Çünkü ‘O’ odur. ‘O’ olmazsa, ‘O’ değildir.

Buna binâen Şeyh Muhyiddin Arabi’nin Şam’da gördüğü ve eline Füsûs kitabını verdiği ve bu kitabı ümmetime ta’lim et, dediğini, ba’zı ulemâ-ı a’lâm kabul etmişler ve bazıları da kabul etmemişlerdir. Hattâ Hanbeli âlimlerinden İbni Teymiye, onun gördüğü dahî temessülü değil şeytanî bir rûhdur demiştir. Fakat bu kavil merdûddur. Bu suretle Yahya efendi dergâhındaki şeyhin gördüğü rüya da doğru değildir; masnû’dur, uydurmadır. Zâten İstanbul dergâh şeyhleri bu gibi çok masnû’ uydurma rüyalar düzmüş ve yaymışlardır.
Peygamber aleyhissâlâtü vesselamı rüyada evsâf-ı mütedâdde [zıt sıfatlarda], ahvâl-ı mütegayıre ve eşkâl-i muhtelife [birbirine uymayan sıfatlar, değişik haller ve şekillerde] görmek, zamanen ve mekânen o kavim arasında şerîat-i garrâ-ı Ahmediyyeye (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) tehalüfü nisbetinde görürler. Hasta, ihtiyar, sakat, alîl ve sâire gibi ayıblı şeylerle görürlerse, şerîatinin icra edilmediğine ve şerîatinin câri olmadığına bir haber, bir işarettir.

Husûsiyle vefat eder görürse.
Sizin bu rüyanızda olduğu gibi, meyyitlere icra edilen bütün ameliyye ile, tenâşir tahtası üzerinde, kefende ve kabirde müteaffın görülmesi, şimdiki zamanda ümmetinin pişvâsı [önderi] makamında görünenlerin, teaffünüdür [kokuşmasıdır]. Bu eşhas-ı reddiyenin kendi teaffünleridir. Zira cesed-i Peygamberi (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) aynı aynına mevcûddur. Tegayyur ve tehavvül [değişmek], çürümek ve teaffün etmekten masundur. Çürümez ve teaffün etmez. Sâir Peygamberân-ı izam (alâ nebiyyinâ ve aleyhim essalâtü ves-selâm) da böyledir.

Bu görüşünüz bitemâmihâ şerîat-i mutahhara-ı Peygamberinin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) külliyen amel edilmez olduğuna delâlet-i sarîha ile bir huccet-i kâtı’a ile delâlet eder.
Mübarek kabirlerinden çıkan kara sinekler ki, uçan hayvanların en denisi, en aşağısıdır, isimleri İslâm, babaları İslâm oldukları halde dünyâlarını dinlerine tercîh edip, Sanduka-ı Peygamberîden çıkmalarını gördükleri gibi, bu cemaattan sıyrılıp, dışarıya kendilerini tehlükeye atan irtidâd etmiş, dinden çıkmış olan zamanenin dinsizleri, zındıkları, kezzâbları [yalancıları], mürtedleridir.

Mübarek kabrinden uçmuş, çıkmış, tekessür etmiş olan kavim ve ehâli ve halktır. Bu suretle görülüyor. Yol üzerinde defn edilmesi ve kabrin derin kazılamamış olması, şerîatinin mühmel, ehemmiyetsiz bırakıldığına ve ileriye götürülmesine imkân kalmadığına delâlet ve işarettir.

Baş ucunda bulunduğunu gördüğünüz biraderinizin refikasının yüzlerini açması, ümmetinin hanımlarının perde-i haya ve namusu kaldırmış olmalarına alâmettir.Sineklerden murad ne arabdır ve ne de kâfir-i aslîdir. İsimleri bu ümmetden olan, fakat İslâm evlâdları oldukları halde dinlerini dünyâya tebdil eden münafıklar, zındıklar ve mürtedlerdendir. Zâten sanduka-ı Peygamberîden (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) zuhur etmesi, kendi ümmeti arasında zuhur eden mürtedler olduğuna şübhe bırakmıyor.

Hangi tarikattandır? Suâline gelince: Bu da kendini tanımayan, îman etmeyen, kendisini tasdik etmeyen kavimlerden bulunduğuna işarettir. Tarîkatlerin hepsi onun ahvâl ve akvâl ve etvarından ibarettir. Hepsi de sıdktır, savabdır. Aynı hakikat, aynı rahmettir. Din de bundan ibarettir.

Bu rüyayı, bu kavim içerisinde sizin görmeniz ise, Onunla bir münâsebet bulunduğuna delâlet ve işaret eder.
Bâbâm! Ben bunları kendimden yazmıyorum. Asâr-ı mevsuka-ı müteaddide-yi İslâmiyyeden ahz etmişimdir. İşte bu tabiri de pek sarîh ve sahîh olarak yine o vâsıta ile size gönderiyorum. Vesselam.
Bakı, dua.