sabır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sabır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

SABIR

Aziz: Sabır bahsinde bir asıl vardır ki, sabrın her nevi onda bulunur. Yukarıda da söylediğimiz gibi, nefse güç geleni ve nefse yaramayanı işlemek ve onun zahmetine katlanmak, ulu sabırdır. Nitekim, Resûl Aleyhissalâtü vesselam hazretleri buyurur: Kendisine kerih gelen şeylere sabredenler, çok büyük hayırlara nail olurlar. Beş vakit namazı yerli yerinde kılmak, tertibine riayet etmek, vakitlerini gözetip şaşırmamak, kış günlerinde soğuk su ile abdest almak, yaz günlerinde oruç tutmak ve susuzluğa katlanmak, akçesinden, devesinden sığırından, davarından, tahılından, pirincinden, üzümünden, pekmezinden, balından öşrünü ve zekâtını vermek, farz olan şeylerden ve özellikle öşrü farz olan şeylerden illetsiz öşrünü ve zekâtını gönül rızası ve rahatlığı ile vermek ve zahmetine sabretmek, müstahak olanlara ulaştırmak, hac farz olursa hacca gitmek, bütün kaideleri ve menâsiki ile hac farizasını yerine getirmek, her biri başlı başına birer nevi sabırdır. 


İbn-i Abbas radıyallahu anh buyurur ki: “Musibete sabretmekte sabr-ı-cemil odur ki, musibet ehlinin halini soranlar, musibet ehlinin kim olduğunu bilmeyip ancak sorarak öğrensinler. Bu, ister küçük, isterse büyük bir musibet olsun, musibet ehlinin zahirinde ve bâtınında bir kınama, bir şikâyet görülmemelidir ki, onun musibete sabretmesi gerçek olsun ve kendisine hesapsız ecir verilebilsin.” Günah işlememek ve küfre sabretmek nasıl olur, yukarıda anlatmıştım. Münasip hikâyeler de söylemiştim. Duydun ve anladın ki, Asiye ve Mâşite hatunlar, din yolunda nice mihnet ve meşakkatlere katlandılar. Şu hâlde, sen de gerektir ki sabır edesin, günah olacak veya -Ne'ûzü billah- küfür sayılacak işleri işlemeyesin. Açlıktan veya hastalıktan korkarak, şöhret veya dünya tamahı veya nefsin hazzı için günah sayılan işleri işlemeyesin. Sonra, pişman olmayıp hesapsız ecirler bulasın. Elinde bulunan malı, manasız ve lüzumsuz yerlere, şöhretlere, hengâmelere, çalgılara, zalimlere harcamayasın ve sabır edesin ki, bu dahi ulu sabırdır.  


Hâsılı, mü'min her belâya sabreder, razı olur ve darılmazsa, Allahu teâlâ da ondan razı olur ve ona darılmaz. Nitekim, Fahr-i âlem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz buyururlar:  

“Bütün belâlara razı olanlardan, Allâhu teâlâ da razı olur.” Bu sebeple, haktan gelene razı olmak gerektir. Fakir düşünce (Ah, bir zengin olsam.) zenginleşince (Ah, bir fakir olsam.) sağ ve sıhhatte iken (Ah, bir hasta olsam.) hastalanınca (Ah, bir iyileşip sıhhatime kavuşsam.) sevinince (Ah, bir tasalı olsam.) ve tasalanınca: (Ah, bir sevinebilsem.) dememeli, mihnette olunca rahat istememeli, rahatta olunca sıkıntı, mihnet aramamalı, sözün kısası haktan ne gelirse ona şükretmeli, haline razı olmalı, açlık veya tokluk kaygısına bile düşmemelidir. Zira, kul hayır ve fayda nerededir, bilmez: Allahu Teâlâ’nın hayrı, dilediği yerdedir. Şunu iyi bil ki, bir kişiye haktan bir şey geldiği zaman, nefs ondan incinir, kaşlarını çatar, yüzünü buruşturur ve üzülürse, bu da bir tür sabırsızlıktır, incinmektir, şikâyettir.  


Eşrefoğlu Abdullah Rumî Hazretleri’nin (ks)

Müzekk-in Nüfus eserinden alıntıdır.

SABIR VE SABRIN ÇEŞİTLERİ

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

Ders: 296  – Bölüm: 49

Bir sâliha kadın vardı. (Allah ondan razı olsun.) Bir gün, ekmek pişirmek için tandır yaktı. Tandır, yanıp kızgın hale geldiğinde, öğle namazı vakti oldu. O kadıncağızın, henüz emzikte bir çocuğu vardı. Yavrusunu bir kenara koydu, gitti abdest aldı ve namaza durdu. Kadın, namaz kılarken, oğlan sürtüne sürtüne tandırın kenarına vardı. Kadın, gözünün ucuyla çocuğunun tandırın kenarına kadar geldiğini fark etti amma, namazda olduğu için ilgilenmedi, namazını bozarak yavrusunun yardımına koşmadı. 


Namazı kılıp bitirdiği zaman gördü ki, yavrusu tandıra düşmüş ve o kızgın tandırda ateşin tam orta yerinde kendi kendine oynayıp duruyor, bir kılına bile zarar gelmemiş. Aldı, bağrına bastı, ağladı ve Allah'a şükrederek evinin işleriyle uğraşmaya devam etti.  Gördün mü aziz? O kadıncağızın sabrı ve tevekkülü bereketiyle Hak teâlâ yavrusunu nasıl esirgedi ve ateşte yakmadı. Şu hâlde, sen de Allah kazasına sabret ki, rızasına ve nimetine erişebilesin. 


Zira, sabır kişiyi ferahlığa kavuşturan çok ulu bir sermayedir. Eğer, çocuk o tandırdaki ateşte yanmış olsaydı, o kadın şöyle derdi “şüphesiz biz Allah’a aidiz ve şüphesiz ona döneceğiz.” Ey aziz: Ne zaman bir müminin çocuğu ölse, Hak Teâlâ bu çocuğun ruhunu alan meleklere şöyle buyurur; 

— O kulumun gönlünün meyvesini aldınız mı?  

— Yâ Rab! Buyurduğun gibi kabz ettik.  

— O kulum ne dedi?  

— Sana şükür etti ve başka bir şey söylemedi, gönlünü mahzun etmedi. Elhamdülillah, kendi verdi yine kendi aldı, dedi.  

— O kulum için cennette bir ev yapın ve o eve DÂR-ÜL- HAMD adı verin. Melekler, bu emr-i ilâhi üzerine o kul için cennette öyle bir saray yaparlar ki, o sarayın büyüklüğü bu dünyanın birkaç misli olur.  İşte, bu keramet o belâya ve musibete sabredenlerindir.  

SABIR VE SABRIN ÇEŞİTLERİ

MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 


Îbn-i Mübarek rahmetullahi aleyh der ki: “Musibet birdir, sabır etmeyince iki olur. Biri büyük musibet ve diğeri küçük musibettir. Büyük musibet, sabredenlere verilen sevabın elinden alınmasıdır. Sabır edilemeyen musibet ise küçük musibet olur. Bu sebeple: (Ah, şu şöyle olmasaydı!) demek de musibettir. Allah rızasını isteyen kişilerin, ister rahat olsun, isterse mihnet olsun, nefse muhalif gelen yerlerde ve nefsleri incindikçe ona sabretmeleri ve darlanmamaları gerektir. 


Nefse hoş gelen yerlerde de yani rahata erişilince bu nimete şükretmelidir. Çünkü, rahatlık da bir nimettir. Böylece, mihnete sabır ve nimete şükredenler hem SÂBÎR hem ŞÂKÎR olurlar, Nitekim, Resûl-ü ekrem sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz: “Varlıkta ve yoklukta hamd edenleri, Allahu teâlâ hamd edenlerin cennetine davet eder, buyurmuşlardır.”  


Her belâya sabretmek, Muhabbetullah alâmetidir. Zira, kişi sevdiğinin zahmetlerine sabredici olur. Hak teâlâ, dostlarına daima iptilâ (düşkünlük) taşlarını atar, dost olanlar bu iptilâ taşlarına, başlarını ve canlarını gönül birliği ile tutarlar. Nitekim, ol sultan-ül-Enbiyâ Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki: “Hak teâlâ kulunu sevince, ona belâlar gönderir. Bu belâlara sabreden kullarını da sever.” Öyle âşıklar vardır ki, haktan gelen rahat veya mihnet ne olursa olsun hiç ayırt etmezler.  

(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

SABIR VE SABRIN ÇEŞİTLERİ

MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

SABIR VE SABRIN ÇEŞİTLERİ 

Ey aziz: Bilmiş ol ki, sabır sıfatı olan kişi, gayet bahtlı kişidir. Hak teâlâ hazretleri katında mertebesi gayet ulu kişidir. Onun için Hak teâlâ bunları över: “Allâhu teâlâ, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara sûresi: 155) buyurur. Hem, bu sabır denilen şey, kişiyi hayvanlıktan insanlığa çıkarıcıdır. Bir maksat için sabredenler, elbette maksatlarına erişirler. Fakirliğe sabredenler, zenginliğe erişirler. Düşmanlarının zahmetlerine sabredenler, düşmanlarına karşı zafer bulurlar. Ayrılık zahmetlerine sabredenler, kavuşmanın mutluluğuna erişirler. 


Sabır, sevincin anahtarıdır, buyurulmuştur. Sabır, birkaç türlüdür ve her birinin mertebesine göre Hak teâlâ katında ecirler vardır. Bunların her birini sana yerli yerinde anlatı vereyim, işit ve öğren de sabırlılardan ol ve inşa’allahu teâlâ bu fakir müellifi de duadan unutma.  


Ey aziz: Sabır, üç mertebe üzerinedir:  

BİRİNCİSİ: Şiddete ve musibete sabırdır.  

İKİNCİSİ: İbadet ve tâate devamda zahmete sabırdır.  

ÜÇÜNCÜSÜ: Günah işlememeye sabırdır. 

(Yani, günah olacak şeylere sabredip, günah işlememektir.)  

(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

Îmân iki parçadır

 Safiyyüddîn Erdebilî buyururdu ki:

“Haramı terk etmek vâcibdir. Şüphelileri terk etmek sünnettir. Buna takvâ denir. Zühd, helâlin azıyla kanâat etmektir. Verâ, mubahları ihtiyaç miktârı kullanmaktır. Bu zâhire âit zühddür. Bir de mânevî zühd vardır. O ise dünyâ sevgisini terk etmek, gönlü dünyâ sevgisinden temizlemek ve âhiret ile meşgûl olmaktır.”

“Her şeyi yiyen, her şeyi konuşur. Her şeyi konuşan her şeyi yapar. Her şeyi yapan Cehennem’e gider.”

“Bir kimsenin başına musîbet gelirse, şükretmesi gerekir. Sabır ile şükür, insanın kemâlinin alâmetidir. Îmân iki parçadır. Yarısı sabır, yarısı şükürdür.”

Sabr üç kısımdır

 -Sabr üçtür: 1-Tâat ve ibâdet meşakkatine katlanmak. Ya'nî nefsine muhâlefet ve Allahu teâlânın emrine muvâfakat etmek. 2- Günâhın zevkini terke sabr etmek. 3- Belâlara sabr etmek.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

Sabr

Sabr, beyân-ı muhakkikîne göre Hakk Celle ve Alâ’dan mâ’adâ elem belvâsından şekvâyı terk etmekdir.

Cenâb-ı Bârî’ye şekvâ, münâfî-i sabr değildir. Üstâd demişdir ki sabrın bir kısmı abdın kendi kesbi olan eşyaya sabr etmesidir. Meselâ o emr-i İlâhiyye’den olan şey üzerine veyâhûd menhiyyâtdan olan şeylerden sabr etmek, abdın kesb ve ihtiyârıyladır. Kısm-ı âhiri, mükteseb-i abd olmayan umûr üzerine sabr etmekdir. Bu ise taraf-ı Bârî’den zuhûr eden avârız-ı şedîde ve mesâib-i şâkaya sabr ve tahammül etmesi ile berâber meşrû’ olarak esbâb indifâına çalışmakdır.

Kaynak: http://www.buyukveli.com