Eşrefoğlu Rumi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Eşrefoğlu Rumi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Miraç gecesi sırlarından bir sır

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

Bunun delili şudur:  Miraç gecesi, Hak teâlâ hasretleri ile Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem arasında doksan bin kelime konuşuldu. Hak teâlâ, Resulüne nice sırları vahyetti ki, onları hiçbir peygamberine bildirmemiştir. ESRÂR-I-VAHÎY adlı bir risale vardır. O risalede beyan olunmuştur ki, Resul aleyhisselâma buyurduğu sırlardan birisi de şu idi. 


Yâ Muhammed! Bir kimse, yer ve gök ehli namazı kadar namaz kılsa, yer ve gök ehli orucu kadar oruç tutsa, melekler gibi yemek yemez olsa, sırtına ârifler gibi elbiseler giyse; ben onun bu ibadetlerine bakmam. Eğer, onun gönlünde zerre kadar dünya sevgisi, etrafına karşı övünmesi varmı veya halka ibadetini gösteriyor mu, buna bakarım. Bunlardan biri varsa kendime komşu etmem, bu kişiler muhabbetimin lezzetini alamazlar, onların gönüllerini karanlıkla doldururum, o kadar ki, beni unuturlar, uzak kalırlar. 

(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

Dünya muhabbetinin zararları

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

Şimdi, hal böyle olunca, bu dünya endişesinden geçmek gerek. Riyaset, yani ululuk lezzetini nefs-i emmâre dimağından çıkarmak gerek, ölümü, ölüm acılarını, azapları ve cezaları daima düşünerek bütün nefs arzularından uzak durmak ve dost hevası üzere âlemde yürümek gerektir. Tâ ki, bu halk ölünce o dirilebilsin. Yoksa, dünya kaygı ve telâşına düşmek yavuz (zor, çetin) musibettir. 


Dünya kaygılarından bir kaygı ile bir gece yatana, Hak teâlâ yetmiş kaygı ve acı verir, birisini bile gidermekten âciz kalır. Ertesi gece, yetmiş kaygı ile yatar ve böyle böyle gönlüne dünya muhabbeti dolar, dünya muhabbeti doldukça, zikrullahı unutur, zikrullahı unutunca Hak teâlâ da o. kişiden inayetini keser, imân tadını onun gönlünden siler, giderir, yerine zulmet doldurur. Bu hale düşen, isterse her gün oruç tutsun ve geceleri sabaha kadar namaz kılsın, ister şehit olsun, isterse gazi olsun, hatta Mekke-i mükerreme ye giderek mücavir kalsın ve veli olsun; madem ki dünya muhabbeti gönlünde galiptir, ona hakkın inayeti yoktur, peygamberin şefaati yoktur, velilerin himmeti yoktur.  


(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

Cehennemin heybeti

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 


Şimdi ey aziz: Allah’ı bilen Allah’tan korkar.  Allah’ı bilmeyen Allah’tan korkmaz. 


“Ki, o gün cehennem de getirilmiştir.” (Fecr sûresi: 23) ayet-i kerimesi nâzil olduğu zaman, öyle rivayet ederler ki, Hazret-i Resulün mübarek renkleri değişti ve sarardı. Ashab-ı kiram, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin mübarek renginin değiştiğini görünce telâşa düştüler. Vardılar, Hz. Ali radıyallahu anh efendimize haber verdiler. Huzura geldi ve sordu;  

— Yâ Resûlallah! Acaba ne oldu ki, mübarek renginiz değişmiş?  


Resûl aleyhisselâm, bu âyeti okudurlar: (Ki, o gün cehennem de getirilmiştir.) Hz. Ali kerremallahu vechehu tekrar sordu:  

— Yâ Resûlallah! Cehennemi nasıl getirirler?  

Efendimiz buyurdu:  

— Yetmiş bin melek ve zebaniler tutup getirirlerken, eğer ellerinden bırakıverseler, bütün mahşer halkını yakar ve hiç kimse kurtulmaz. Hem, hiç kimse ona gözünü doğrultup bakamaz, o kadar heybetlidir.  


Kâ'ab-ül-ahbâr der ki: “Cehennemi getirirlerken, yakına geldiği sırada meleklerin ellerinden kurtularak bütün mahşer halkını kuşatır. Bu hali gören Nebiler ve Sıddıklar, yüzleri üstüne düşerek, başka bir şey dilemezler, illâ nefislerini dilerler.”  


Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, Hz. Ömer-ül-Faruk radıyallahu anh'a buyurdular ki: “Yâ İbn-i Hattâb! öyle kıyas eyle ki, eğer yetmiş Nebinin ameli kadar amelin olsa, o günde kurtuluş bulmazsın.”  


Cehennemi getirirken ellerinden bırakıverirler ve bütün mahşer halkını tamimiyle kuşatır eder, çevrelerini kaplayarak sırat köprüsünden başka hiçbir yol kalmaz. Hiç kimse, gidip cehennemi tutmaya cesaret edemez. Yalnız, Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, ileriye doğru yürür ve cehennemi zincirinden tutarak:  

— Dön yâ cehennem! Buyurur. Senin ehlin nasıl olsa sana gelecektir.  


Cehennem cevap verir:  

— Bırak beni yâ Resûlallah! der. Hak teâlâ, seni bana haram kılmıştır. Yâ Muhammed! Sen sâdık-ül-vâ'd-ül-eminsin ki, âlemlerin Rabbi sana Habibim diye buyurmuştur. Bırak beni, âsilere azap edeyim.  

Bu sırada, arş-ı âlâdan bir nida gelir:  

— Yâ cehennem! Habibim ne derse sözünü dinle.  

Cehennem, bu emr-i ilâhi üzerine derhal arşın kuzeyine çekilip bekler.

(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

İHLAS İLE “LA İLAHE İLLALLAH” DENİLDİĞİNDE GÜNAHLARININ BAĞIŞLANMASI

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

Fahr-i kâinat aleyhi ekmel-üt-tahiyyat efendimiz buyururlar:  

— “Allâh kıyamet günü mizanın önünde ümmetimden birini seçip bütün mahlukatın önüne çıkarır. Bu kişinin önüne amellerinin kayıtlı bulunduğu doksan dokuz defter açılır. Her defterin büyüklük ve uzunluğu gözün alabildiği kadardır. Fakat, hiç birisinde bu kulun salih bir ameli görülmez. Bütün beratları günahlarla dopdoludur. Bu kişi, utanarak başını önüne eğer ve âciz bir şekilde öylece kalır.” Allâh:

¬— “Ey kulum! Bu defterlerde yazılı olan herhangi bir şeyi inkâr ediyor musun, sana bir haksızlık yapılmış mı?” diye sorar. 

— Kişi titreyerek: “Hâşâ Yâ Rabbi, sen kuluna zulmetmezsin” der. 

— Hâk Teâlâ: “Benim kullarıma zulümüm yoktur. Senin benim katımda -hüsn-ü itikadın vardır- diye bir berat daha olacak” der. Derhal, O berat bulunur ve kulun eline sunulur. O berat ta da “LA ÎLÂHE İLLALLAH” yazılıdır. Hak teâlâ, ferman buyurur:  

— “Ey kulum! O günah beratlarını bir yana bırak, var şimdi bu beratı koysunlar.” 

O kişi, inleyerek teraziye gider, Hak teâlânın buyurduğu gibi bu berat da tartılır ve üzerinde LA ÎLÂHE İLLALLAH yazılı bulunan bu berat, diğer tüm günah beratlarından ağır gelir. Zira, o kul bir kere ihlâs ile LA ÎLÂHE İLLALLAH demiştir. 

Hak teâlâ irade buyurur.  

— “Ey kulum! Bir kere ihlâs ile LA İLÂHE İLLALLAH demen sebebiyle, bütün günahlarını affettim. Yürü cennetime, ye, iç, rahat et.”  


Gelin zikredelim ol Zül-Celal’i, 

Ki, gönülden süren oldur melali; 

Veli zikrin haramından sakın kim, 

Sefa vere sana anın helâli.


(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

Her işin ve her sözün, nefis muradı üzerinedir

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

Ey biçare: Senin de gönlünün yüzü dönmüştür. Zira, her işin ve her sözün, nefis muradı üzerinedir. Nefsinin muradı için: (Allahın kuluyum.) dersin. Nefsinin muradı için: (Velilere müridim ve muhibbim) dersin. Nefsinin muradı için, ya cennet ümit eder veya cehennemden korkarsın. Îhlâs ile olan amelde hiçbir karşılık ve menfaat beklenmez. Aşağıda, riyâ ile ihlâstan bahsedildiği zaman riyanın ve ihlâsın ne olduğunu anlar ve öğrenirsin.


Ey aziz: Eğer, senin muradın da nefis için değil ve hak için ise, sen de hak yolunda nefsine hoş gelen şeylerden geçmelisin. Resûl aleyhisselâma gerçek ümmet olmak dilersen, onun sünnetlerine hakkı ile uymalısın. Bidatleri terk etmelisin. Gerçi, bid'at-i hasenedir dersin ama şunu hiç düşünmezsin ki, bidatlerin başlaması azgınlıktır. 


Karnın doyuncaya kadar yemek yemek bid'at değil mi? Bağırsaklarını doldurur, rahat nefes bile alamazsın. Firavun gibi giyinir, Ebû-Cehil gibi yer ve içer, Şeddâd gibi yüksek evlerde oturursun. Sert ve kibirli konuşursun. Ey acaba, senin sünnet üzere neyin vardır? insaf et, lâf sırasına gelince Bayezid-i Sâni kesilirsin ama sende fakirlerin renginden bir renk görünmez. Fakirlerin rengi, miskinliktir ve alçak gönüllülüktür, eksikliktir. 


Suret bağlarından geçmek, can ve dili terbiye etmek, bütün nefs isteklerini terk etmek ve bu âlemde dost hevası üzerinde yürümektir. Oysa, bunların hiçbirisi de sende yoktur. Demek ki, senin ettiğin bir kuru dâvadan ibarettir. Dâvadan ne çıkar? Manasız dâva bâtıldır.

Manasız dâva bâtıldır

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

Ey aziz: Eğer, senin muradın da nefis için değil ve hak için ise, sen de hak yolunda nefsine hoş gelen şeylerden geçmelisin. Resûl aleyhisselâma gerçek ümmet olmak dilersen, onun sünnetlerine hakkı ile uymalısın. Bidatleri terk etmelisin. Gerçi, bid'at-i hasenedir dersin ama şunu hiç düşünmezsin ki, bidatlerin başlaması azgınlıktır. 


Karnın doyuncaya kadar yemek yemek bid'at değil mi? Bağırsaklarını doldurur, rahat nefes bile alamazsın. Firavun gibi giyinir, Ebû-Cehil gibi yer ve içer, Şeddâd gibi yüksek evlerde oturursun. Sert ve kibirli konuşursun. Ey acaba, senin sünnet üzere neyin vardır? insaf et, lâf sırasına gelince Bayezid-i Sâni kesilirsin ama sende fakirlerin renginden bir renk görünmez. Fakirlerin rengi, miskinliktir ve alçak gönüllülüktür, eksikliktir. 


Suret bağlarından geçmek, can ve dili terbiye etmek, bütün nefs isteklerini terk etmek ve bu âlemde dost hevası üzerinde yürümektir. Oysa, bunların hiçbirisi de sende yoktur. Demek ki, senin ettiğin bir kuru dâvadan ibarettir. Dâvadan ne çıkar? Manasız dâva bâtıldır.


(Eşrefoğlu Rumi hazretleri)

🍃🌸 *KABİR AZABINDAN KURTULMAK İÇİN*

Şimdi ey aziz:  

Bu kabir azabından emin olmak istersen, *şu dört şeye devam et:*  


 *1)* Beş vakit namazını, vaktinde ve cemaatle kıl, hiç kaçırma.  

 *2)* Bildiğin kadar Kur'an-ı kerim oku.  

 *3)* Devamlı olarak sadakayı eksik etme.  

 *4)* Salâvat-ı şerifeye devam et.  


 *Sakınman gereken hususlar da şunlardır:*

  

 *1)* Yalan söyleme.  

 *2)* Bedenine meni ve sidik değdirme.  

 *3)* Emanete hıyanet etme.  

 *4)* Gıybet (Dedikodu) etme.   

 

✍🏻 *EŞREFOĞLU ABDULLAH RUMİ HAZRETLERİ*

IŞIK VE ŞEYTAN MENKIBESİ

Bir gece Eşrefoğlu Rumi Hazretleri, dergâhında ibadet ediyordu. Bu sırada bir ışık peydâ oldu. O ışıktan şöyle bir hitap duyuldu: "Ey kul! Dile benden ne dilersen. Bütün haram olan şeyleri sana helâl kıldım." Eşrefoğlu bir anda Allahü teâlânın izni ile sesin sâhibi olan şeytanı yakaladı. Avucunun içinde sıkmaya başladı. O anda şeytan; "Yâ şeyh! Ne yapıyorsun? Allah bana kıyâmete kadar mühlet vermiştir. Sen ise beni öldürmek istiyorsun." deyince, Eşrefoğlu; "Ey mel'ûn! Sen benim talebelerimin ve dostlarımın îmânlarına kasdetmeyeceğine dâir söz verirsen, salarım." dedi. Şeytan da; "Onların îmânlarına kasdetmeyeceğime söz veriyorum." dedi. Bunun üzerine Eşrefoğlu Rûmî; "Ey mel'ûn! Allahü teâlâ ile olan ahdine vefâ etmedin. Benimle olan ahdine mi vefâ edeceksin. Bildiğin şeyden geri kalma." dedi ve saldı. Talebeleri; "Onun şeytan olduğunu nereden anladınız?" diye sorunca; "Bütün haramları sana helâl kıldım, deyince anladım. Çünkü Allahü teâlânın haram ettiği şeyler zâta mahsus değildir. Kıyâmete kadar bâkidir." buyurdu. 

EŞREFOĞLU ABDULLAH RUMİ HAZRETLERİ (1377-1470)

Eşrefoğlu Rumi'nin adı Abdullah; babasının adı ise Ahmed Eşref'tir. Mısır'dan Suriye'nin Hama şehrine, oradan Anadolu'ya göç ederek önce Manisa'ya, ardından da İznik'e yerleşen, aslen Mekkeli ve Hz. Peygamber (sav) neslinden geldiği rivayet edilen bir ailenin çocuğudur. Hicri 779 yılında (Miladi 1377) İznik'te dünyaya gelen Eşrefoğlu'nun çocukluk yılları burada geçmiştir. İlköğrenimini tamamladıktan sonra zahiri ilimleri, Bursa Sultan Mehmed Medresesi'nde tahsil etmiştir. Gördüğü bir rüya üzerine, gönlünde tasavvufa karşı bir meyil olur ve bu nedenle medreseden ayrılır. Abdal Mehmed adlı bir meczuba gönlünden geçen düşünceyi anlatınca, o da kendisine Emir Sultan'a (ö. 833/1429) gitmesini tavsiye eder. 


Bu tavsiye üzerine Eşrefoğlu Hz, kendisini irşat etmesi için Emir Sultan'a müracaat eder, ancak o, yaşlılığını ileri sürerek Eşrefoğlu'nu Hacı Bayram-ı Veli'ye gönderir. Eşrefoğlu Ankara'ya gider ve Hacı Bayram-ı Veli Dergahı'nda on bir yıl kadar hizmetlerde bulunur. Hacı Bayram-ı Veli, bu kabiliyetli dervişinin belli bir merhaleyi aşmış olduğuna kanaat getirdikten sonra, Eşrefoğlu'nu dergaha imam olarak görevlendirir ve kızı Hayrunnisa ile evlendirerek kendisine damat yapar. Ardından icazet verip, şeyh olduğunu sembolize eden alem ve seccade ile doğum yeri İznik'e halife olarak gönderir. 


Daha sonra, Hacı Bayram-ı Veli Hz, “Hama'da şeref-mekin olan, Abdülkadir Geylani'nin neslinden Şeyh Hüseyin'den feyzin mukadderdir" diyerek kendisine Hama'ya gitmesini tavsiye eder. Hama'ya gider ve Hüseyin el-Hamevi'ye intisap ederek onun müridi olur. Hüseyin el-Hamevi, kırk günlük çilesini tamamlattıktan sonra halvetten çıkarıp Kadiriyye icazeti verir. "Bir memlekette iki padişah olmaz; git, seni vatanına halife tayin ettim!" diyerek, irşad hizmetinde bulunması için memleketine dönmesini söyler. 


Eşrefoğlu Hazretleri, İznik’e döndükten sonra kurduğu dergâhında irşada başladı, tarikatı kısa zamanda yayıldı. Bu dergah, Kadiri tarikatının Osmanlı topraklarındaki ilk tekkesidir. Talebelerine ders vermeye, Kâdirî yolunu yaymaya, insanları gurur, kibir, kendini beğenme gibi kalb hastalıklarından kurtarmaya büyük gayret gösterdi. Bu şekilde gayretli çalışmaları çevreden işitilmeye başladı. Bursa’dan, İstanbul’dan ve diğer vilâyetlerden akın akın gelip talebesi olmakla şereflenmek istiyenler çoğaldı. İrşad hizmetleri vefatına kadar devam etti. H. 874 yılında (M. 1469-70) İznik’te vefat etti. Daha sonraları camiye çevrilen dergâhın haziresine defnedildi. Kabri ziyâret mahallidir. Allah şefaatine nail eylesin, amin. 


“MÜZEKKİ’n-NÜFUS” 

En önemli eseridir. 1448 yılında yazılan eser, Anadolu’da Türkçe olarak kaleme alınan dinî, tasavvufî ve ahlâkî nitelikteki eserlerin ilk örneklerindendir. Eşrefoğlu Hazretleri, Müzekki’n-nüfûs’u halkı doğru yola sevketmek amacıyla ve halk tarafından anlaşılması için bilhassa Türkçe olarak kaleme aldığını belirtir. Eseri, “Bütün hayırların başı Allah’tan korkmak ve bütün şerlerin başı korkusuz olmaktır” şeklinde özetlediği prensipten hareketle kaleme alan Eşrefoğlu Hazretleri, genel anlamda insan meselesi ve eşref-i mahlûkāt olarak yaratılan insanın eğitimi üzerinde durur. Yaratılış itibariyle her türlü kötülüğü yapmaya müsait olan insanın çalışıp çabaladığı, gayret gösterdiği takdirde nefsini kötülüklerden arındırabileceğini ve aklı sayesinde hayvanlık derekesinden insanlık derecesine yükselebileceğini söyler.