Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Eshâb-ı kirâm Mekke’den Medîne’ye hicret edince, Medîneli müslümânlar, evlerinin arsalarının yarısını onlara verdiler. Odayı verince, *(Bunun kirâsı ne kadar?)* diye sordu Mekkeliler. 


Onlar da; *(Ne kirâsı, burası eşyâsıyla birlikde sizin)* dediler. Kendi evlerini verdiler. Mühim olan da zâten, kendine lâzım olmıyanı değil de, kendine lâzım olandan verebilmekdir. 


Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri zamânında, bir adada yaşıyan bir *(kutub)* varmış. Bir gün, denizin üzerine yağmur yağarken, bu kutub, kalbinden;


*(Yâ Rabbî, hikmetinden suâl olunmaz ama, Afrikada çöller susuzlukdan kavrulurken, burada suyun üzerine yağmur yağıyor)* diye düşünürken, bir anda derecesi düşmüş. 


Gene evliyâlıkdan çıkmamış da, sâdece derecesi aşağı düşmüş. Kendisi de bunu fark etmiş, o düşüncesine pişmân olmuş ve Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerinden yardım istemiş. 


O büyük Velî de, o esnâda talebeleriyle sohbet ediyormuş. O anda penceredeki perde kıpırdamış. Perdenin  kıpırdadığını bâzı talebeleri görmüşler, merak edip, hocalarına, *(Bu neydi?)* diye sormuşlar. 


O da, bu hâdiseyi anlatmış ve *(Biraz önce o zât buraya geldi, benden yardım istedi. Ben de ona duâ etdim. Eski derecesine kavuşdu)* buyurmuş. 


Bu zamanda *(küfr’e)* girmek çok kolay kardeşim. Meselâ insan, bir harama, *(ne güzel)* dese, mâzallah küfr’e girer. Fakat efendim îmâna gelmek de çok kolaydır. Bir tövbe etse, küfrden kurtulur. 


Meselâ *(Yâ Rabbî, bilerek veyâ bilmiyerek bir günâh işledimse veyâ küfr’e girdimse çok pişmânım, beni affet)* dese, o anda günâhları affolur, îmânı gitdiyse, geri gelir. 


Yalnız iki şey geri gelmez. Kılınmayan namazların *(kazâsı)*, bir de *(kul hakkı)*. Öyleyse helâllaşacığız, kazâmız varsa, bir an önce kılıp bitireceğiz kardeşim. Namâzını kazâya bırakan, iki suç işlemişdir. 


Biri, Allahın *(namaz)* emrini yerine getirmemekdir ki, ancak kazâsını kılmakla affolur. İkincisi, o namâzı vaktinde kılmamak suçudur ki, o da, *(emr-i mâruf)* yapmakla affolur. 


Meselâ bizim kitapları dağıtmak, hem *(cihâd)* dır, hem *(emr-i mâruf)* dur, hem de büyük günâhların affına sebepdir.

Yâdigâr mektûblar 60. mektûb

 Ve aleyküm selâm kıymetli kardeşim Ali Aygün

Mektûbunuzu okudum. Maşa[allah] ne güzel yazmışsınız. Bu yazılar [yani İslâm harfleri], ne büyük hazînedir. Zemânla artık yazınız terakki eder. Cenâb-ı Hak hepinizi câhillerin, ahmakların sözlerine aldanmaktan muhâfâza buyursun.

1- Sabah ve ikindiden başka nemâzların farzlarını kıldıktan sonra cemâat yapıldıkda,nâfile olarak cemâate uyulur. Sevâb olur. Sabah ve ikindi farzından sonra [nâfile] nemâz kılmak mekrûhdur.

2- Dağda ve tarlada giyilen mest çizme üzerinde necâset bulunmadığı ma'lûm ise, bunlara mesh edilir. Necâset varsa edilmez. Meshin yolcu iken müddeti üç gün üç gecedir.

3- Oruç adayan kimse, gün adedi söylemedi ise, bir gün oruç tutar. Adak yaparken gün adedi söylemelidir. 

4- Kitâblı kâfirlerin hediyyeleri kabûl edilir. Onlara birşey ısmarlanır. Sadaka, hediyye verilir. Zekât verilmez.

5- Büyük günâh işleyenin geçmiş amelleri bozulmaz. Hiçbirini kazâ etmez. Fakat bir kimse mürted olursa geçmiş amelleri bozulur, yok olur. Tekrar İslâma geldiği zemân, kâfirlikde geçen nemâzları ve oruçları ve kâfir olmadan evvel kıldığı nemâzları ve tuttuğu oruçları kazâ etmez. Ya'nî müslimân olunca bu ibâdetler tekrar geri gelir. Kâfir olmadan evvel kazâya bırakdığı nemâzları ve oruçları tekrar müslimân olunca kazâ etmesi lâzımdır. Kâfir olmadan evvel yapdığı hac geri gelmez, tekrar hac etmesi lâzımdır.

Ali Karaduman'ın mektûbunu aldım. Duâlarınıza şükr etdim. Onun sualini bir yerde okumadım. Zannedersem, İslâm memleketlerinde velî bulunur. Ahkâm-ı şer'iyye tatbik edilmeyen memleketlerde [kolay kolay] bulunmaz. O halde bugün, Seâdet-i Ebediyye 164'ncü sahîfede yazılan kutbü'l-aktâb vardır; diğerleri yokdur. Hakîkî mü'min, Ehl-i sünnet pek az, evliyâ nerede olacak? Hadîs-i şerîf, [müslümanların] kıyâmete doğru garîb olacağını bildiriyor.

Hüseyn Hilmi 

Muhabbet kesbî değil vehbîdir

“Muhabbet, çalışarak elde edilmez. Muhabbet verilir ise, bir daha geri almazlar.”

(Murad-ı Münzevî)

“Kaddesallahu teâlâ sirreh”

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bizim hizmetlerimizin esâsı, *(Sünneti)* ihyâ etmek ve *(Bid’ati)* yok etmekdir. Bu da çok zordur, gayret ister. Zor olduğu gibi, çok da kıymetlidir. Niçin kıymetli? Çünkü bu, *(Emr-i mâruf)* dur efendim. 


Bir insan çok zengin olsa, öyle ki, bütün dünyânın serveti onun olsa ve hepsini muhtaçlara dağıtsa, kazandığı *(sevap)*, bir sünneti ihyâ etmenin sevâbına yetişemez. Hattâ onun yanında *(damla)* gibi kalır. 


Kaldı ki, bizim kitâblarda yalnız sünnet yok efendim, *(vâcib)* ler var, *(farz)* lar var, alınacak sevâbı bir düşünün. *(El mer'ü mea men ehabbe)*. Hadîs-i şerîfdir bu. 


Yâni insan, sevdiğiyle berâberdir. Gece de berâberdir, gündüz de berâberdir. Neş’eli zamanda da, sıkıntılı zamanda da, dünyâda da, kabirde de, âhiretde de berâberdir. 


Sevince, berâberlik böyle olur. Büyükler buyuruyorlar ki: Hiçbir üstünlük, hiçbir şifâ, *(sohbet)* inki kadar olamaz.  


İnsan kendi başına kitap okuyabilir. Buna, kitap okumak derler. İyidir, fâidelidir. Ama biri okur, diğerleri dinlerse, buna *(sohbet)* denir. Her türlü feyz ve bereket, sohbetdedir, yâni birlik ve berâberlikdedir. 


Peygamberimiz aleyhisselâm eshâb-ı kirâm ile sohbet ederken, kuşlar gelir, Eshâbın üzerine konarlardı, hem de defâlarca. Biri uçardı, öbürü konardı. Çünkü onları *(ağaç)* zannederlerdi. 


Niçin? Hiç hareket etmezlerdi ki. Edeblerinden kıpırdamazlardı. Mümkün olsa, nefes almıyacaklar. Hattâ nefes almaları zorlaşırdı efendim. Eli böyle kalmışsa, aşağı indirmezdi, saygısızlık olmasın diye. 


İşte o edebe riâyet etdikleri için *(feyz)* aldılar ve vâsıl-ı ilallah oldular. Efendim, ben kitâplarda okuduklarımı unutuyorum, ama Efendi hazretlerinden duyduklarımı unutmuyorum. 


Meselâ şimdi size Efendi hazretlerinden duyduğum bir hadîs-i şerîfi söyliyeceğim, onu hiç unutmuyorum. Peygamberimiz aleyhisselâm; *(İnnallahe yuhibbu en yürâ esera ni’metihî alâ abdihî)* buyuruyor. 


Yâni Allahü teâlâ, muhakkak ki, verdiği *(ni’met)* in eserini, kulunun üzerinde görmek ister. O ni’meti, kulunun üzerinde görmeyi sever. 


Çok kitap dağıtalım kardeşim. İşimiz bu bizim. Bu kitaplar, ehl-i sünnet âlimlerinin sözleridir, o büyüklerin kelâmıdır. Nasîbi olan *(feyz)* alır. Dağıtdığımız bu kitâpları herkes okur zannetmiyelim. Nasîbi olan okur. 


Çünkü miknatıs, *metal* parçasını çeker, *(cevheri)* çeker, saman çöpünü çekmez efendim. Bu, bir nasîb meselesidir. Peygamber aleyhisselâm herkese anlatıyordu. Anlıyanlar *(eshâb-ı kirâm)* oldu, anlamıyanlar ise *(düşman)* oldular.

Hilmi Efendi'nin, Enver Bey'in kızıyla izdivac talebine verdiği cevap

 Enver Ören Bey'in izdivac talebine cevab mahiyetinde Arabî harflerle yazılmıştır.

Bismillâhirrahmânirrahîm

Selâmün aleyküm kıymetli oğlum Enver Ören bey

Esselâmü aleyküm ve alâ ittibea'l-hüdâ vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ve ezvâcihi ve etbâihi ecmaîn. Âmin.

Muhterem vâlideniz hanım, fakirhânemize teşrîf ederek kerîmem Âişe Dilvin Hanım'a tâlib olmuşlar. Sizin selâmınızı getirerek kerîmem ile izdivâc etmek istediğinizi bildirmişler. Siz, ahbâbım ve talebem arasında İslâm ahlâkını, insanlık fazîletlerini câmi bulunmakla, din ve dünyâ seâdetini te'min eden tarîk-i müstekîme sâlik olmakla [doğru yolda bulunmakla], mümtâz,afîf,nezîh ve halîm bir şahs-ı âlisiniz. Maddî ve manevî ni'metlere mazhar, güzide ve bahtiyarsınız. Cenâb-ı Hak size olan ihsanlarını artdırsın. Râzı olduğu yoldan ayırmasın. Veliyy-i kâmil Seyyîd Abdülhakîm Efendi (kuddise sirruh) hazretleri ve silsile-i aliyyesi ekâbirinin [büyüklerinin] feyzleri, teveccühleri ve himâyeleri altında bulundursun. Seâdet-i dâreyn ihsan buyursun. Şeytan ve düşman ve nefs-i emmâre şerrinden muhafaza buyursun. Âmin.

Sizin bu arzu ve teklîfiniz, bizim de arzumuzdur. Kerîmem Âişe Dilvin Hanım naz-u ni'am [nimetler] ile büyüdü. Ulûm-i diniyyesini iyi öğrendi. İslâm ahlâkı, iffet, edeb, nezâket sahibi olarak ve bir İslâm hanımına lâzım ve lâyık mezâyâ ve mekârim ve kemâlâtı iktisâb ederek [meziyetleri, şerefleri ve olgunlukları kazanarak] yetişdi. Bütün hayatı müddetince, hiçbir kimseden hiçbir tekdîre ve ihtâra bile sebeb olacak nâ-ma'kul bir hareketi sâdır olmadı. Ailemizden ve ahbablarından kimseyi incitmedi. Hiç kimse tarafından, hiçbir zaman, hiçbir suretle incitilmedi. Bir inci, bir pırlanta gibi yetişdi.

Böyle misli bulunmayan bir cevherimizi, büyük ihtimamla yetiştirdiğimiz gözbebeğimizi, ancak sizin gibi seçilmiş, kıymetli bir müslimâna aile ve zevce yapmağı muvâfık buluyorum. Mahbubum olan kerimem Âişe Dilvin Hanımı, makbulüm olan Enver Bey'e zevceliğe uygun görüyorum. Bu arzunuzu kabul ediyorum. Çünki kerimemin hayatı müddetince mes'ud ve bahtiyar olması, din ve dünya seâdetine kavuşması birinci emelimdir. Onun hiçbir suretle incinmemesini, ölünceye kadar rahat ve neş'eli kalmasını istiyorum.

O daima tatlı dile, güler yüze, iltifata, ikrama alışmışdır. Acı bir söz, sert bir nazar, onu çok kırar, perişan eder. Biricik mahsul-i hayatım olan ve ömrüm boyunca üzerine toz kondurmadığım, her arzusunu seve seve karşıladığım, gözümün nuru kızımın, dünyada ve âhiretde mes'ud olmasını istiyorum. Sizin nikâhınızda kalmakla bu seâdete kavuşacağından emin olarak Cenâb-ı Hakka şükr ediyorum. Onun ibâdetlerinde kusur yapmamasına, şerî'atden aslâ ayrılmamasına dikkat ve itinâ etmenizi ehemmiyetle ricâ ediyorum. Allahü teâlâ her ikinize hayırlı ömür, helâl rızk, rahat ve huzur ve selâmet-i îman ihsan buyursun. Yevm-i kıyâmetde Habîb-i Ekrem'in havz-ı kevseri yanında hepimizi cem' eylesin. Âmin ve'l-hamdü lillahi rabbi'l-âlemîn. 26 Şevvâl-i Mükerrem 1386-Pazartesi. 6 Şubat 1967.

Muhtac-ı duâ Hüseyn Hilmi Işık 

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Ben Kuleli’de hoca iken, öğretmen iken talebelere, bir sırası geldi de dedim ki: *(Üç şey insana neş’e verir, sıkıntıyı kederi giderir. Yeşilliğe, güzel yüze, akar suya bakmak.)* 


Ama *(nefse)* güzel gelen şeylerle, *(rûha)* güzel gelen şeyler, birbirine zıtdır. Birine *(tatlı)* gelen, öbürüne *(acı)* gelir. 


Bu ikisini, birbirine karışdırmamalıdır. Nefse güzel gelen şeyler, insanı *(Cehenneme)* götürür. Avrupa’da Amerika’da tabâbet, yâni tıp ve fen ileri. Efendi hazretleri buyurdular ki: 


(Avrupa’da, Amerika’da fen var. Dîni de iyi biliyorlar. Bildikleri hâlde inkâr ediyorlar. Buradaki câhillerde ise fen de yok, dîni de bilmiyorlar. Bilmedikleri hâlde inkâr ediyorlar.) 


Böyle müslümânlar arasında yaşayıp da, inkâr eden münâfıklar, Cehennemde kâfirlerden daha aşağı derekelerde yanacaklar kardeşim. 


*(Kalbler, ancak Allahü teâlâyı anmakla râhat olur.)* Âyet-i kerîmedir bu. Demek ki, kalbin şifâsı, *(zikr-i ilâhî)* ile olur. Burada anmak buyuruluyor, yâni kalben hâtırlamakdır bu, dil söylemez. 


Bir de dil ile söylenen *(zikr)* vardır. Dil ile zikir, sevap kazanmak için olur. Dil ile değil de, kalb ile olursa, kalbi temizlemek içindir. Şimdi insanlar, *(Kalbim temiz, sen kalbe bak)* diyorlar. 


Kalbin temiz olmasının alâmeti, islâmiyete uymakdır. Hem islâma uymıyacaklar, hem de kalbleri temiz olacak! Olur mu öyle şey? Her kabdan, içinde olan dışarı sızar. 


Kalbi, yâni kabı *(iyi)* şeylerle dolu olursa, o kişiden hep *(iyilik)* ler görünür. Kabında, yâni kalbinde *(kötü)* şeyler varsa, o kişiden de hep *(kötülük)* ler meydana gelir.

Dövme yaptırmak caiz midir?

Sual: Dövme yaptırmak günah mıdır?

CEVAP

Evet günahtır.

Sual: Kalıcı dövme yaptıranın ne yapması gerekir? Abdeste veya gusle zararı olur mu?

CEVAP

Dövme yaptırmanın caiz olmadığı, hadis-i şerifle bildirilmiştir. Yaptıranın tevbe etmesi ve bir daha yaptırmaması gerekir. Dövme, deri üstünde bir tabaka meydana getirmeyip, deri altından yapıldığı için gusle ve abdeste mani olmaz. Deri üstüne yapılmış olsa da, kolayca çıkarma imkânı yoksa, yine abdeste ve gusle mani olmaz.

Sual: Bir arkadaş, “Dövme yaptırmanın günah olduğu söyleniyor. Ben meal okudum. Kur’anda böyle bir şey göremedim” diyor. Dövme yapmak günah değil mi?

CEVAP

Evet günahtır. Her şeyi Kur’anda bulmak zordur. Sahih-i Müslim'de bildiriliyor ki:

İbni Mesud hazretleri, (Dövme yapan ve yaptıran, peruk takan ve taktıranlara lanet olsun) mealindeki hadis-i şerifi rivayet edince, Ümmü Yakub adında ihtiyar bir kadın itiraz edip, "Ben Kur'anın hepsini okudum, ama böyle bir lanet yok” dedi. İbni Mesud hazretleri, "Dikkatli okusaydın mutlaka görürdün” diyerek şu mealdeki âyet-i kerimeyi okudu:

(Resulullahın size verdiklerini alın, yasakladıklarından sakının!) [Haşr 7]

Sual: Dövme yaptırmanın caiz olmadığını bildiren hadis var mı?

CEVAP

Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(Kaşlarını incelten ve dövme yaptıran lanetlenmiştir.) [Ebu Davud]

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Âsumân secde künet, behr-i zemîni ki, derû. Yek dü kes, yek dü nefes, behr-i hüdâ binişînend.* Ne demek bu?


*(Âsumân secde künet)*, gökdeki melekler imrenirler, gıbta ederler. *(Behr-i zemîni ki, derû)*, öyle bir yere ki, işte burası. Cennetdeki melekler buraya gıbta ediyor, imreniyor kardeşim. 


*(Yek dü kes)* az bir kimseler. *(Yek dü nefes)* az bir zaman. *(Behr-i Hüdâ)* Allah rızâsı için. *(Binişînend)* otururlar, görüşürler, konuşurlar, sohbet ederler. 


Domuz eti, içki gibi haram şeyler yiyenler, büyüklerden *(feyz)* alamaz efendim. Zîra yediği o harâm şeylerin çıkardığı gazlar, vücutdaki feyz yollarını tıkar. 


Ve büyüklerin feyzi, o bedene gelemez. Harâm yiyenler, büyüklerin rûhlarından mahrum kalırlar ve feyz alamazlar. Kim söylüyor bunu? *(Bâki Billah)* hazretleri söylüyor. 


Bizim sözümüz değil. Bâki Billah hazretleri, *(İmâm-ı Rabbânî)* hazretlerinin hocasıdır. Yâni feyz yolunun üstâdı. Bizim kitaplarımız da, hep o büyüklerin yazılarıdır. 


Bizim kitaplarımız ne için çok kıymetlidir? O büyüklerin yazıları olduğu için. Bizim yazımız olsa, kıymetli olmazdı. Biz, o büyüklerden değiliz, ama onların sözlerini yayıyoruz. 


Hepimiz o büyükleri seviyoruz. O büyükleri seven, harâm da yemezse, *(feyz)* alır efendim. 


İnsanın boğazından bir lokma *(harâm)* inse, insan vücûdunda o harâm lokma, *(gaz)* olur ve bütün feyz yollarını tıkar. Velhâsıl tasavvuf, tamâmen *(helâl lokma)* dır kardeşim. 


Sevgi, *(itâat)* demekdir. İtaati varsa, sevgisi vardır. İtaati yoksa, *(yalan)* söylüyordur. Onu çok seviyorum demesi yalandır. Seven, sevdiğinden çok bahseder, çok bahsedilmesini de ister. 


Çünkü insan birine *(âşık)* oldu mu, gözü ondan başka bir şey görmez. Huzûrunda veyâ gıyâbında, hep Ona *(duâ)* eder. Onun üzülmesiyle üzülür, onun sevinciyle sevinir. 


Bu büyükler hayâtdayken *(feyz)* gönderirler, Ama vefâtlarından sonra daha çok gönderirler. Kime gönderirler? Kim severse ona. Yâni iş, *(muhabbet)* dedir. 


Muhabbetin de alâmeti var. Sevgi, *(lâf)* la olmaz. Sevginin birinci alâmeti nedir? Ona *(tâbi)* olmakdır. Meselâ bir kimse, (Ben Abdülhakîm Efendi hazretlerini çok seviyorum, ama o böyle söylüyor) derse, böyle sevgi olmaz kardeşim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Evliyâdan *(Feyz)* in gelmesi ve alınması için, islâmiyete uymak ve muhabbet şartdır. Zâten feyz herkese geliyor. Bütün dünyâya geliyor, aynen güneş gibi. 


Güneş ışınları, pancara isâbet edince tatlılaşdırıyor, bibere rastlarsa acılaşdırıyor. İkisini de yapan *(güneş)* dir. Muhabbeti olmıyan veyâ bozuk olan, kendine gelen feyzleri alamaz. 


Riyâzet çekmek, her türlü sıkıntılara katlanmak, feyz almaya yaramıyor. İllâ ki *(sevgi)* şart. Kendine gelen feyzi alabilen, dünyâyı *(hayâl)* görür. Biz de *(Hayât hayâldir)* diyoruz ya her zaman. 


Televizyonda görülenlerin *(hayâl)* olduğu gibi. Çocuk, onları sahici sanır. Biz de, çocuklar gibi dünyâyı sahici zannediyoruz. Hâlbuki Hayâl bunlar, hayâl. *(Hayât hayâldir)* kardeşim. 


İmâm-ı Şâfi’î hazretlerinin bir kitâbı var, İsmi, *(Kitâb-ı Üm)* Buradaki fetvâlardan birini, Efendi hazretleri şöyle anlatdı: 


Bir odada, bir tasın içinde *(yoğurt)* bulunsa, oradan bir köpek, ağzı yoğurt bulaşıklarıyla çıksa ve gidip bakılsa ki, yoğurt tasında köpeğin ağzı kadar yer eksilmiş. Bu köpek o yoğurtdan yemiş midir? 


Bu suâle, İmâm-ı Şâfi’î hazretleri; *(Yerken görülmediği için yememişdir)* buyuruyor. Bir mahalle imâmı, bu fetvâya kalben îtiraz edermiş. 


Bu imam da, sözü geçen ve sevilen biriymiş. Kurban Bayramında bâzı kişiler, teberrüken kurbanlarını ona kesdirirlermiş. O da sırayla kesermiş kurbanlarını. 


Bu hoca, bir evden bir eve giderken abdesti sıkışmış. Tenhâ bir yere gitmiş. O esnâda devriyeler bunu yakalamışlar. Meğer tam o yerde, o gece bir *(cinâyet)* işlenmiş.


Bu hocayı da, elinde kanlı bıçak, üstübaşı da kanlı olarak bulunca, *(katil)* diye tutup kadıya götürmüşler. Kadı, hükm vermek için, *(Kitâb-ı Üm’ü)* açmış.


İmâm-ı Şâfi’î hazretlerinin yoğurt fetvâsını okumuş ve askerlere sormuş: *(Siz bunu, o adamı öldürürken gördünüz mü?)* Onlar da; (Görmedik) demişler. 


Kadı Efendi, *(Öyleyse bu katil değil)* demiş. Bu imâmın beğenmediği fetvâ, kendi hayâtını kurtarmış ve bu hâline tövbe etmiş. Bir şeyler okuyup İmâm-ı Şâfi’î hazretlerine hediye etmiş.

O evi arıyor ben ise evin sâhibini

Hâcı be reh-i Ka‛be vü men tâlib-i dîdâr 

Û hâne hemî cûyed vü men sâhib-i hâne

(Hayâlî)

"Hacı Ka'be’ye gider ben ise tâlib-i dîdârım

O evi arıyor ben ise evin sâhibini"

FEYZ

 Buyruldu ki;

“Bir kimse, Mektûbât-ı şerîf ve Berekâtı okuyunca, ister anlasın ister anlamasın, İmâm-ı Rabbânî (kaddesallahu teâlâ sirrehu) hazretlerinden feyz alır."