Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bizim hizmetlerimizin esâsı, *(Sünneti)* ihyâ etmek ve *(Bid’ati)* yok etmekdir. Bu da çok zordur, gayret ister. Zor olduğu gibi, çok da kıymetlidir. Niçin kıymetli? Çünkü bu, *(Emr-i mâruf)* dur efendim. 


Bir insan çok zengin olsa, öyle ki, bütün dünyânın serveti onun olsa ve hepsini muhtaçlara dağıtsa, kazandığı *(sevap)*, bir sünneti ihyâ etmenin sevâbına yetişemez. Hattâ onun yanında *(damla)* gibi kalır. 


Kaldı ki, bizim kitâblarda yalnız sünnet yok efendim, *(vâcib)* ler var, *(farz)* lar var, alınacak sevâbı bir düşünün. *(El mer'ü mea men ehabbe)*. Hadîs-i şerîfdir bu. 


Yâni insan, sevdiğiyle berâberdir. Gece de berâberdir, gündüz de berâberdir. Neş’eli zamanda da, sıkıntılı zamanda da, dünyâda da, kabirde de, âhiretde de berâberdir. 


Sevince, berâberlik böyle olur. Büyükler buyuruyorlar ki: Hiçbir üstünlük, hiçbir şifâ, *(sohbet)* inki kadar olamaz.  


İnsan kendi başına kitap okuyabilir. Buna, kitap okumak derler. İyidir, fâidelidir. Ama biri okur, diğerleri dinlerse, buna *(sohbet)* denir. Her türlü feyz ve bereket, sohbetdedir, yâni birlik ve berâberlikdedir. 


Peygamberimiz aleyhisselâm eshâb-ı kirâm ile sohbet ederken, kuşlar gelir, Eshâbın üzerine konarlardı, hem de defâlarca. Biri uçardı, öbürü konardı. Çünkü onları *(ağaç)* zannederlerdi. 


Niçin? Hiç hareket etmezlerdi ki. Edeblerinden kıpırdamazlardı. Mümkün olsa, nefes almıyacaklar. Hattâ nefes almaları zorlaşırdı efendim. Eli böyle kalmışsa, aşağı indirmezdi, saygısızlık olmasın diye. 


İşte o edebe riâyet etdikleri için *(feyz)* aldılar ve vâsıl-ı ilallah oldular. Efendim, ben kitâplarda okuduklarımı unutuyorum, ama Efendi hazretlerinden duyduklarımı unutmuyorum. 


Meselâ şimdi size Efendi hazretlerinden duyduğum bir hadîs-i şerîfi söyliyeceğim, onu hiç unutmuyorum. Peygamberimiz aleyhisselâm; *(İnnallahe yuhibbu en yürâ esera ni’metihî alâ abdihî)* buyuruyor. 


Yâni Allahü teâlâ, muhakkak ki, verdiği *(ni’met)* in eserini, kulunun üzerinde görmek ister. O ni’meti, kulunun üzerinde görmeyi sever. 


Çok kitap dağıtalım kardeşim. İşimiz bu bizim. Bu kitaplar, ehl-i sünnet âlimlerinin sözleridir, o büyüklerin kelâmıdır. Nasîbi olan *(feyz)* alır. Dağıtdığımız bu kitâpları herkes okur zannetmiyelim. Nasîbi olan okur. 


Çünkü miknatıs, *metal* parçasını çeker, *(cevheri)* çeker, saman çöpünü çekmez efendim. Bu, bir nasîb meselesidir. Peygamber aleyhisselâm herkese anlatıyordu. Anlıyanlar *(eshâb-ı kirâm)* oldu, anlamıyanlar ise *(düşman)* oldular.

Hilmi Efendi'nin, Enver Bey'in kızıyla izdivac talebine verdiği cevap

 Enver Ören Bey'in izdivac talebine cevab mahiyetinde Arabî harflerle yazılmıştır.

Bismillâhirrahmânirrahîm

Selâmün aleyküm kıymetli oğlum Enver Ören bey

Esselâmü aleyküm ve alâ ittibea'l-hüdâ vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ve ezvâcihi ve etbâihi ecmaîn. Âmin.

Muhterem vâlideniz hanım, fakirhânemize teşrîf ederek kerîmem Âişe Dilvin Hanım'a tâlib olmuşlar. Sizin selâmınızı getirerek kerîmem ile izdivâc etmek istediğinizi bildirmişler. Siz, ahbâbım ve talebem arasında İslâm ahlâkını, insanlık fazîletlerini câmi bulunmakla, din ve dünyâ seâdetini te'min eden tarîk-i müstekîme sâlik olmakla [doğru yolda bulunmakla], mümtâz,afîf,nezîh ve halîm bir şahs-ı âlisiniz. Maddî ve manevî ni'metlere mazhar, güzide ve bahtiyarsınız. Cenâb-ı Hak size olan ihsanlarını artdırsın. Râzı olduğu yoldan ayırmasın. Veliyy-i kâmil Seyyîd Abdülhakîm Efendi (kuddise sirruh) hazretleri ve silsile-i aliyyesi ekâbirinin [büyüklerinin] feyzleri, teveccühleri ve himâyeleri altında bulundursun. Seâdet-i dâreyn ihsan buyursun. Şeytan ve düşman ve nefs-i emmâre şerrinden muhafaza buyursun. Âmin.

Sizin bu arzu ve teklîfiniz, bizim de arzumuzdur. Kerîmem Âişe Dilvin Hanım naz-u ni'am [nimetler] ile büyüdü. Ulûm-i diniyyesini iyi öğrendi. İslâm ahlâkı, iffet, edeb, nezâket sahibi olarak ve bir İslâm hanımına lâzım ve lâyık mezâyâ ve mekârim ve kemâlâtı iktisâb ederek [meziyetleri, şerefleri ve olgunlukları kazanarak] yetişdi. Bütün hayatı müddetince, hiçbir kimseden hiçbir tekdîre ve ihtâra bile sebeb olacak nâ-ma'kul bir hareketi sâdır olmadı. Ailemizden ve ahbablarından kimseyi incitmedi. Hiç kimse tarafından, hiçbir zaman, hiçbir suretle incitilmedi. Bir inci, bir pırlanta gibi yetişdi.

Böyle misli bulunmayan bir cevherimizi, büyük ihtimamla yetiştirdiğimiz gözbebeğimizi, ancak sizin gibi seçilmiş, kıymetli bir müslimâna aile ve zevce yapmağı muvâfık buluyorum. Mahbubum olan kerimem Âişe Dilvin Hanımı, makbulüm olan Enver Bey'e zevceliğe uygun görüyorum. Bu arzunuzu kabul ediyorum. Çünki kerimemin hayatı müddetince mes'ud ve bahtiyar olması, din ve dünya seâdetine kavuşması birinci emelimdir. Onun hiçbir suretle incinmemesini, ölünceye kadar rahat ve neş'eli kalmasını istiyorum.

O daima tatlı dile, güler yüze, iltifata, ikrama alışmışdır. Acı bir söz, sert bir nazar, onu çok kırar, perişan eder. Biricik mahsul-i hayatım olan ve ömrüm boyunca üzerine toz kondurmadığım, her arzusunu seve seve karşıladığım, gözümün nuru kızımın, dünyada ve âhiretde mes'ud olmasını istiyorum. Sizin nikâhınızda kalmakla bu seâdete kavuşacağından emin olarak Cenâb-ı Hakka şükr ediyorum. Onun ibâdetlerinde kusur yapmamasına, şerî'atden aslâ ayrılmamasına dikkat ve itinâ etmenizi ehemmiyetle ricâ ediyorum. Allahü teâlâ her ikinize hayırlı ömür, helâl rızk, rahat ve huzur ve selâmet-i îman ihsan buyursun. Yevm-i kıyâmetde Habîb-i Ekrem'in havz-ı kevseri yanında hepimizi cem' eylesin. Âmin ve'l-hamdü lillahi rabbi'l-âlemîn. 26 Şevvâl-i Mükerrem 1386-Pazartesi. 6 Şubat 1967.

Muhtac-ı duâ Hüseyn Hilmi Işık 

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Ben Kuleli’de hoca iken, öğretmen iken talebelere, bir sırası geldi de dedim ki: *(Üç şey insana neş’e verir, sıkıntıyı kederi giderir. Yeşilliğe, güzel yüze, akar suya bakmak.)* 


Ama *(nefse)* güzel gelen şeylerle, *(rûha)* güzel gelen şeyler, birbirine zıtdır. Birine *(tatlı)* gelen, öbürüne *(acı)* gelir. 


Bu ikisini, birbirine karışdırmamalıdır. Nefse güzel gelen şeyler, insanı *(Cehenneme)* götürür. Avrupa’da Amerika’da tabâbet, yâni tıp ve fen ileri. Efendi hazretleri buyurdular ki: 


(Avrupa’da, Amerika’da fen var. Dîni de iyi biliyorlar. Bildikleri hâlde inkâr ediyorlar. Buradaki câhillerde ise fen de yok, dîni de bilmiyorlar. Bilmedikleri hâlde inkâr ediyorlar.) 


Böyle müslümânlar arasında yaşayıp da, inkâr eden münâfıklar, Cehennemde kâfirlerden daha aşağı derekelerde yanacaklar kardeşim. 


*(Kalbler, ancak Allahü teâlâyı anmakla râhat olur.)* Âyet-i kerîmedir bu. Demek ki, kalbin şifâsı, *(zikr-i ilâhî)* ile olur. Burada anmak buyuruluyor, yâni kalben hâtırlamakdır bu, dil söylemez. 


Bir de dil ile söylenen *(zikr)* vardır. Dil ile zikir, sevap kazanmak için olur. Dil ile değil de, kalb ile olursa, kalbi temizlemek içindir. Şimdi insanlar, *(Kalbim temiz, sen kalbe bak)* diyorlar. 


Kalbin temiz olmasının alâmeti, islâmiyete uymakdır. Hem islâma uymıyacaklar, hem de kalbleri temiz olacak! Olur mu öyle şey? Her kabdan, içinde olan dışarı sızar. 


Kalbi, yâni kabı *(iyi)* şeylerle dolu olursa, o kişiden hep *(iyilik)* ler görünür. Kabında, yâni kalbinde *(kötü)* şeyler varsa, o kişiden de hep *(kötülük)* ler meydana gelir.

Dövme yaptırmak caiz midir?

Sual: Dövme yaptırmak günah mıdır?

CEVAP

Evet günahtır.

Sual: Kalıcı dövme yaptıranın ne yapması gerekir? Abdeste veya gusle zararı olur mu?

CEVAP

Dövme yaptırmanın caiz olmadığı, hadis-i şerifle bildirilmiştir. Yaptıranın tevbe etmesi ve bir daha yaptırmaması gerekir. Dövme, deri üstünde bir tabaka meydana getirmeyip, deri altından yapıldığı için gusle ve abdeste mani olmaz. Deri üstüne yapılmış olsa da, kolayca çıkarma imkânı yoksa, yine abdeste ve gusle mani olmaz.

Sual: Bir arkadaş, “Dövme yaptırmanın günah olduğu söyleniyor. Ben meal okudum. Kur’anda böyle bir şey göremedim” diyor. Dövme yapmak günah değil mi?

CEVAP

Evet günahtır. Her şeyi Kur’anda bulmak zordur. Sahih-i Müslim'de bildiriliyor ki:

İbni Mesud hazretleri, (Dövme yapan ve yaptıran, peruk takan ve taktıranlara lanet olsun) mealindeki hadis-i şerifi rivayet edince, Ümmü Yakub adında ihtiyar bir kadın itiraz edip, "Ben Kur'anın hepsini okudum, ama böyle bir lanet yok” dedi. İbni Mesud hazretleri, "Dikkatli okusaydın mutlaka görürdün” diyerek şu mealdeki âyet-i kerimeyi okudu:

(Resulullahın size verdiklerini alın, yasakladıklarından sakının!) [Haşr 7]

Sual: Dövme yaptırmanın caiz olmadığını bildiren hadis var mı?

CEVAP

Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(Kaşlarını incelten ve dövme yaptıran lanetlenmiştir.) [Ebu Davud]

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Âsumân secde künet, behr-i zemîni ki, derû. Yek dü kes, yek dü nefes, behr-i hüdâ binişînend.* Ne demek bu?


*(Âsumân secde künet)*, gökdeki melekler imrenirler, gıbta ederler. *(Behr-i zemîni ki, derû)*, öyle bir yere ki, işte burası. Cennetdeki melekler buraya gıbta ediyor, imreniyor kardeşim. 


*(Yek dü kes)* az bir kimseler. *(Yek dü nefes)* az bir zaman. *(Behr-i Hüdâ)* Allah rızâsı için. *(Binişînend)* otururlar, görüşürler, konuşurlar, sohbet ederler. 


Domuz eti, içki gibi haram şeyler yiyenler, büyüklerden *(feyz)* alamaz efendim. Zîra yediği o harâm şeylerin çıkardığı gazlar, vücutdaki feyz yollarını tıkar. 


Ve büyüklerin feyzi, o bedene gelemez. Harâm yiyenler, büyüklerin rûhlarından mahrum kalırlar ve feyz alamazlar. Kim söylüyor bunu? *(Bâki Billah)* hazretleri söylüyor. 


Bizim sözümüz değil. Bâki Billah hazretleri, *(İmâm-ı Rabbânî)* hazretlerinin hocasıdır. Yâni feyz yolunun üstâdı. Bizim kitaplarımız da, hep o büyüklerin yazılarıdır. 


Bizim kitaplarımız ne için çok kıymetlidir? O büyüklerin yazıları olduğu için. Bizim yazımız olsa, kıymetli olmazdı. Biz, o büyüklerden değiliz, ama onların sözlerini yayıyoruz. 


Hepimiz o büyükleri seviyoruz. O büyükleri seven, harâm da yemezse, *(feyz)* alır efendim. 


İnsanın boğazından bir lokma *(harâm)* inse, insan vücûdunda o harâm lokma, *(gaz)* olur ve bütün feyz yollarını tıkar. Velhâsıl tasavvuf, tamâmen *(helâl lokma)* dır kardeşim. 


Sevgi, *(itâat)* demekdir. İtaati varsa, sevgisi vardır. İtaati yoksa, *(yalan)* söylüyordur. Onu çok seviyorum demesi yalandır. Seven, sevdiğinden çok bahseder, çok bahsedilmesini de ister. 


Çünkü insan birine *(âşık)* oldu mu, gözü ondan başka bir şey görmez. Huzûrunda veyâ gıyâbında, hep Ona *(duâ)* eder. Onun üzülmesiyle üzülür, onun sevinciyle sevinir. 


Bu büyükler hayâtdayken *(feyz)* gönderirler, Ama vefâtlarından sonra daha çok gönderirler. Kime gönderirler? Kim severse ona. Yâni iş, *(muhabbet)* dedir. 


Muhabbetin de alâmeti var. Sevgi, *(lâf)* la olmaz. Sevginin birinci alâmeti nedir? Ona *(tâbi)* olmakdır. Meselâ bir kimse, (Ben Abdülhakîm Efendi hazretlerini çok seviyorum, ama o böyle söylüyor) derse, böyle sevgi olmaz kardeşim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Evliyâdan *(Feyz)* in gelmesi ve alınması için, islâmiyete uymak ve muhabbet şartdır. Zâten feyz herkese geliyor. Bütün dünyâya geliyor, aynen güneş gibi. 


Güneş ışınları, pancara isâbet edince tatlılaşdırıyor, bibere rastlarsa acılaşdırıyor. İkisini de yapan *(güneş)* dir. Muhabbeti olmıyan veyâ bozuk olan, kendine gelen feyzleri alamaz. 


Riyâzet çekmek, her türlü sıkıntılara katlanmak, feyz almaya yaramıyor. İllâ ki *(sevgi)* şart. Kendine gelen feyzi alabilen, dünyâyı *(hayâl)* görür. Biz de *(Hayât hayâldir)* diyoruz ya her zaman. 


Televizyonda görülenlerin *(hayâl)* olduğu gibi. Çocuk, onları sahici sanır. Biz de, çocuklar gibi dünyâyı sahici zannediyoruz. Hâlbuki Hayâl bunlar, hayâl. *(Hayât hayâldir)* kardeşim. 


İmâm-ı Şâfi’î hazretlerinin bir kitâbı var, İsmi, *(Kitâb-ı Üm)* Buradaki fetvâlardan birini, Efendi hazretleri şöyle anlatdı: 


Bir odada, bir tasın içinde *(yoğurt)* bulunsa, oradan bir köpek, ağzı yoğurt bulaşıklarıyla çıksa ve gidip bakılsa ki, yoğurt tasında köpeğin ağzı kadar yer eksilmiş. Bu köpek o yoğurtdan yemiş midir? 


Bu suâle, İmâm-ı Şâfi’î hazretleri; *(Yerken görülmediği için yememişdir)* buyuruyor. Bir mahalle imâmı, bu fetvâya kalben îtiraz edermiş. 


Bu imam da, sözü geçen ve sevilen biriymiş. Kurban Bayramında bâzı kişiler, teberrüken kurbanlarını ona kesdirirlermiş. O da sırayla kesermiş kurbanlarını. 


Bu hoca, bir evden bir eve giderken abdesti sıkışmış. Tenhâ bir yere gitmiş. O esnâda devriyeler bunu yakalamışlar. Meğer tam o yerde, o gece bir *(cinâyet)* işlenmiş.


Bu hocayı da, elinde kanlı bıçak, üstübaşı da kanlı olarak bulunca, *(katil)* diye tutup kadıya götürmüşler. Kadı, hükm vermek için, *(Kitâb-ı Üm’ü)* açmış.


İmâm-ı Şâfi’î hazretlerinin yoğurt fetvâsını okumuş ve askerlere sormuş: *(Siz bunu, o adamı öldürürken gördünüz mü?)* Onlar da; (Görmedik) demişler. 


Kadı Efendi, *(Öyleyse bu katil değil)* demiş. Bu imâmın beğenmediği fetvâ, kendi hayâtını kurtarmış ve bu hâline tövbe etmiş. Bir şeyler okuyup İmâm-ı Şâfi’î hazretlerine hediye etmiş.

O evi arıyor ben ise evin sâhibini

Hâcı be reh-i Ka‛be vü men tâlib-i dîdâr 

Û hâne hemî cûyed vü men sâhib-i hâne

(Hayâlî)

"Hacı Ka'be’ye gider ben ise tâlib-i dîdârım

O evi arıyor ben ise evin sâhibini"

FEYZ

 Buyruldu ki;

“Bir kimse, Mektûbât-ı şerîf ve Berekâtı okuyunca, ister anlasın ister anlamasın, İmâm-ı Rabbânî (kaddesallahu teâlâ sirrehu) hazretlerinden feyz alır."

Yâdigâr mektûblar 59.mektûb

 Kuleli'den talebeleri Ali Aygün'e Arabî harflerle yazılmıştır.

Ve aleyküm selâm kıymetli kardeşim Ali Aygün

Zonguldak'dan gönderdiğiniz mektûbunuzu okudum. Cevâbda tekâsül ettiğim [üşendiğim] için afv ediniz. Tekâsül etmiyorum, mektûbu sıraya koyuyorum. Vakt, fırsat bulunca yazıyorum. Elhamdü [lillah] güzel yazmışsınız. Cenâb-ı Hakka şükr ediniz. Şükr edince ni'metini artdırır. Şükr demek ni'metin kıymetini bilmek, ni'meti emr olunan mahalde kullanmak demekdir.

1- Bayram nemâzında altı tekbîrin herbiri ayrı ayrı vâcibdir. İmâm bunlardan birini terk etse cemâ'at de imâma tâbi' olur. Nemâzdan sonra secde-i sehv yaparlar; imâm secde-i sehv yapacağını da bilemez ise, secde-i sehv yapmadıkları için iâde etmezler ve günâh olmaz. Çünkü nisyân [unutmak] afv olunur.

2- Secde-i tilâvet lâzım iken imâm terk etse, cemâ'at da imâm okurken duymuş olsa bile terk eder. 

3- Cenâze nemâzında cemâ'at şart değildir. Bir kişi de kılabilir. Birden ziyâde kimse varsa üç saf üzere cemâ'at yapmak müstehabdır.

4- Tanımadığımız bir mü'minin cenâze nemâzından sonra imâm sorunca, "iyi biliriz" deriz ve onun îmânının iyi olduğunu kasdederiz. Küfrü sâbit olmayan kimse mü'min addolunır.

5- Bir cenâzenin kefeni içine Besmele-i şerîf ve sâir âyet-i kerîmeler,zikrler,duâlar,mübârek isimler yazılı kağıd koymak veya kefenine yazmak doğru değildir, câiz değildir.

Ramezân-ı şerîfin hakkımızda ve cümle din kardeşlerimiz için hayırlı olmasını duâ eder, duâlarınızı beklerim kardeşim.

Hilmi 

Terviye günü oruç tutmanın fazileti

(Terviye günü [Arefe’den önceki gün] oruç tutup, günah söz söylemeyen Müslüman Cennete girer.)[Ramuz]

Zilhiccenin on gününün hayrından mahrum olana yazıklar olsun!Bilhassa dokuzuncu [Arefe] günü oruçla geçirmelidir! Onda o kadar çok hayır vardır ki, saymakla bitmez.) [T.Gafilin]

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Vücûdumun her zerresi gelse de dile. Şükrünün binde birini yapamam bile)* buyuruyor İmâm-ı Rabbânî hazretleri. 


Dînini yaymak hizmetinde kullanıyor bizleri Allahü teâlâ. Çok büyük ni’mete mazhar olmuşuz kardeşim, çoook. Elhamdülillâh, çok şükr Allahımıza. 


Bu ni’met, bütün dünyâ ve âhiret ni’metlerinden daha üstündür Niçin? Çünkü bu, Peygamberlik vazîfesidir. Bunu yapanlar, Peygamberlerin *(vârisleri)* dir. 


Bir *(mürşid-i kâmil)* in kitaplarını okuyan veyâhut da gömleğini giyen, takkesini kullanan, o *(irtibât)* vâsıtasıyla o büyük zâtdan istifâde eder. 


Bütün mesele, irtibâtı kurabilmekdir. Başka türlü kuramıyorsak, mutlaka bir şeyle irtibât kurmamız îcab ediyor. Nasıl meselâ?


Ya Onun kabrine gideceğiz, ya Onu seven birine gideceğiz, ya Onun çok sevdiği birini göreceğiz, ya da Onun kitâbını okuyacağız. 


Niçin? Sırf o mürşid-i kâmil ile *(irtibât)* kurmak için. Bu asrın mürşid-i kâmili, *(Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye)* dir kardeşim. 


Çünkü bu kitap, yüzlerce, binlerce evliyânın, âlimlerin, büyüklerin, Velîlerin mübârek sözleridir. *(Velî)* demek, Allahü teâlânın sevdiği kul demekdir. Velî, Allahın *(dostu)* dur 


Ona, mânevî bağ ile bağlanacağız. Demek ki, *(mürşid-i kâmile)* inanmak ve onu sevmek, seâdetin anahtarıdır. Peygamber Efendimiz, mürşidlerin reîsidir. Onu sevene *(müslümân)* denir. 


Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak için çalışana, uğraşana *(sâlih)* insan denir. Allah sevgisine kavuşmak için uğraşıyor, bizim gibi işte. İnşallah biz de sâlih kullardan oluruz kardeşim. 


Bu sevgiyi kazanmış olana *(Velî)* denir, *(evliyâ)* denir. *(Mürşid-i kâmil)* ler, Velîler arasından seçilmişlerdir. Bunlar, başkalarını da kurtarmak için çalışıyorlar. Onları sevdik mi, bağlandık demekdir. 


Sevmek de, tâbi olmak demekdir. Sevmek iki şeydir; Biri, *(inanmak)*, ikincisi de *(tâbi olmak)*. Velîyi görürse, sohbetinde bulunursa, daha çok feyz alır, yâni nûrlanır. 


Şimdi, bir *(mürşid-i kâmil)* dünyânın hiçbir memleketinde yok gibidir. Görmek şerefine kavuşmaya imkân yok. Herkese, kabiliyeti kadar *(feyz)* gelir. 


İslâmiyete uymıyanlara hiç feyz gelmez, islâmiyete uyanlara feyz gelir. O büyükleri *(sevenler)* de, o büyüklerden gelen feyzleri alırlar kardeşim.