Sen muallim olunca talebeye bol not ver etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sen muallim olunca talebeye bol not ver etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri, bana seneler önce; *Sen muallim olunca talebeye bol not ver!* buyurmuşdu. Yâni öğretmenlikte muvaffak olmam için, bana *Yol* göstermişdi.


Ben de Onu dinledim ve talebeye hep *Bol Not* verirdim. Çünkü Efendi hazretlerinin bana *Emri* böyleydi. Onun için *Talebe* ler, beni her öğretmenden daha *Fazla* severlerdi. 


Bursa *Askerî Lisesi* nde iki üç sene *Kimyâ* muallimliği yapdıkdan sonra, 1949 da *Öğretim Müdürü* oldum. 

● ● ● 

Efendim, şimdi *Ben* konuşuyorum, *Siz* de dinliyorsunuz. Ama benim bu konuşmamı, bir *Şey* in size kadar nakletmesi lâzım. İşte Allahü teâlâ, bunun için *Hava* yı yaratmış. 


Her yer *Boşluk* olsa, yâni *Hava* olmasa, duyamayız. Efendim *Telefon* var, *Televizyon* var, *Radyo* var. Bunlardaki sesin bir şeyle nakledilmesi lâzım. Eğer nakledilmese duyulmaz ki. 


İşte elektro manyetik *Dalga* lar, taşıyıcıdır. Bu elektro manyetik dalgalar hiç *Yok* olmaz. Azalır, ama *Yok* olmaz. Yâni bir gün, bir teknoloji çıksa, eski *Sesleri* duyabiliriz. 


Çünkü elektro manyetik *Dalga* yok olmuyor. İşte efendim, üçüncü bir nakil vâsıtası daha var. O da, *Evliyâ* zâtların *Ruhları* ile irtibât kurmakdır. 


Onların *Sevgisi* ne kavuşmak, onlardan *Feyz* almak için de bir aracı lâzım. O aracı da *Sevgi* dir, yâni *Muhabbet* dir. 


*Sevgi* olmak şartıyla, o büyükleri *Anmak* kâfidir. Yâni mübârek İsmini söylemek yeter. Hattâ o büyükleri *Düşününce* bile, ânında ruhları orda *Hâzır* olur. 

● ● ● 

Allahü teâlâ bir kulunu severse, onu *Fakîh*, yâni *Fıkıh âlimi* yapar, daha da çok severse, onu *Fıkhı Yayıcı* yapar. Din bilgilerini yayarken, kendinden birşey ilâve etmemelidir ki, bu *Bid'at* dir. 


*Bid’at ehli* Cehennem köpeklerindendir. Bid'at ehline, büyüklerin *Feyz* ve *İhsân* ları gelmez. Bid'atlerin başı ise, *Ben* demekdir. *Ben* demek, Allahü teâlâdan ve büyüklerden gelen *Feyzi* ve *Bereketi* keser. 


Dünyâda en kıymetli şey, *Refîk-ı muvâfık* dır. Yâni müslüman bir *Arkadaşa* ve bir *Allah adamı* na, bir *Mürşid-i kâmile* kavuşmak ve onu sevmekdir. 


Elhamdülillah, Cenâb-ı Hak bunu bize *Nasîb* etdi. Siz şimdi; *Ama biz görmedik ki!* diyeceksiniz. Siz görmeseniz de, onlar sizi görür efendim. Evliyâ-yı kirâm, *Görürler*, *İşitirler* ve *Feyz* verirler.

Sen muallim olunca talebeye bol not ver

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gün dergâhın bahçesinde Efendi hazretleriyle oturuyorduk, kanepede yan yana. Bana dönüp; *(Sen muallim olunca talebeye bol not ver. Bu sözümü unutma)* dedi Mübârek. 


Ben de; Efendim, bizi *(Öğretmen)* yapmazlar, bizi *(Hastâne)* lere tâyin ederler, biz *(Eczâcı)* lık yaparız, öğretmen sınıfı ayrıdır, dedim. 


Ben öyle söyleyince, Mübârek gülümsedi ve; *(Sen şimdi eczâcısın, ama zararı yok, öğretmen olunca benim bu sözümü unutma)* dedi. 


Efendi hazretleri vefât etdikden dört *(Sene)* sonra, 1947 de, buyurdukları *(Gerçek)* oldu. Beni, Bursa Askerî lisesi’ne *(Kimyâ)* muallimi olarak tâyin etdiler. 


Bir müddet sonra Genelkurmayda işimiz kalmadı. *(Bu kimyâ mühendisini ne yapalım?)* diye düşünmüşler.


Sonra; *(Askerî mekteplere kimyâ muallimi yapalım)* demişler. Askerî Liseye sokak kapısından girerken, Efendi hazretlerinin bu sözü hâtırıma geldi. 

 

*(Bu sözümü unutma!)* buyurmuşdu bana. Bunu hâtırlayınca hüngür hüngür ağladım. Benim ilerde *(Muallim)* olacağımı haber vermişdi. 


Efendi hazretleri *(Ölüm)* hastalığında sık sık; *(Elhamdülillâh, dünyâdan bir şey götürmüyoruz)* derlerdi. Yatak üstünde konuşurduk. Beni imtihân bile etdi. 


Vefâtına iki *(Gün)* kala, yatağın içinde oturuyordum, o gün de pazardı. *(Bu gün günlerden ne?)* dedi. (Pazar efendim) dedim. 


Peki, Pazar *(Arabca)* mı, *(Farsça)* mı? dedi. Yatakda beni imtihân ediyor. 


Ben de; (Efendim Arabca) dedim. Efendi; *(Ooo olmadı, Fârisîdir)* dedi. Bilemedim orada. İmtihânı kazanamadım.