Ebedî Seâdet yolunda bir ömür HÜSEYN HİLMİ IŞIK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ebedî Seâdet yolunda bir ömür HÜSEYN HİLMİ IŞIK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hüseyn Hilmi Işık Efendi'nin İslâm Harfleri ile Kaleme Aldığı Vasıyetnâmesi

Vasıyyetnâmemdir.


Eüzü billahi mineşşeytânir-racîm. Bismillahirrahmanirrahim.


Elhamdülillahi rabbilalemin. Ve's-salātü ve's-selâmü alâ seyyidinâ Muhammedin "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" ve alâ alihi ve sahbihi есmа'în.


Bugün 1410 senesi Rebi'ül-evvel ayının 24'ncü salı günüdür. Teş-rinievvel [Ekim] 1989 ayının da 24 ncü günüdür. Bu vasıyyetnámeyi arka odada ba'de's-salāti'z-zuhr [öğle namazından sonra) yazıyorum. Enver, Yemen'dedir. Hanımlar, [Dr. Suad Selçuk'un hanımı) Emel Ha-nım'ı ıyâdeye [hasta ziyaretine] gittiler. Evde yalnızım. Ömür, ahire geldi. Sefer alametleri zuhûr ediyor. Hiç kimseye kırgın ve dargın de-ğilim. Bir düşmanım var. Onun da hilesinden emin değilim. O da kendi nefsimdir. Kimseden alacağım ve kimseye borcum yokdur. Hiç malım, mülküm yokdur. Cenaze ve devr ve ıskat masrafları için kitab dolabının altında ve sol tarafdaki kitab arasında para vardır. Bütün hizmetlerim Enver Bey'in riyasetinde yapılsın. Tevellüdüm 1911 'dir.


Eczanedeki ecza ve emvâlin hepsi İbrahim Bey'indir. Vergiler ve borçlar benim ismimedir. Bunların hepsini İbrahim Bey'in ödemesi lazımdır. Bu mühim işi, tasfiye işini [eczanenin muhasebecisi] Subhi [Birpınar] Bey'den rica ederim. Bütün arkadaşlarımın Enver Bey'e tabi' olmalarını rica ederim. Vekilim Enver Bey'dir. İttifakda bereket ve muvaffakiyyet vardır. Tefrikada azab ve perişanlık vardır: [İhlas'ın bünyesinde çalışıp da] Enver Bey'e itaatten ayrılmak hiyánet alâme-tidir. Başka din kitabı basdırılmasın. Mevcud sekiz kitab ve Seâdet-i Ebediyye kâfidir. Muhterem zevcem Siret ve melek kızım Dilvin ve mü-barek Muazzez hanımdan çok râzıyım. Bunların kıymetlerini biliniz ve hizmetlerini yapınız. Abdülhakim bu kitabları devamlı okusun. Ve Mücahid ve Ferruh da okusun. Arkadaşların hepsi güler yüzlü, tatlı dilli olsun. Birbirlerinizi aslá üzmeyiniz.


Her hafta bir gün yatsıyı müteakib biriniz (Ehl-i sünnet i'tikâdı) kasîdesini okusun. Herkes dinlesin. Vefatımı gazeteye hiç yazmayın. Kâğıdlara ingilizce [Latin harfleri ile] ve arabi yazıb kitaba basınız.


Yine her biriniz bana ve îşâna dua etmenizi ricâ ediyorum. Herkese hakkım helâl olsun. İnşaallah havz-ı kevserde buluşuruz. Vesselâmü aleyküm.


Manzûr-ı nazar-ı seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî 

Hüseyn Hilmi bin Sa'id ubeyd-i âsí


Vefatımı gazetede neşr etmeyiniz. Çok kalabalık olmasın. Fitne zuhûrundan her zaman tevakkí ediniz.


[Değişen şartlar sebebiyle ajanslara ve internete haber olarak ulaşan vefatlarının, gazetede yazılmaması mümkün olmamıştır. Ek: 42]

[Ebedî Seâdet yolunda bir ömür HÜSEYN HİLMİ IŞIK, sf: 219]

Hüseyin Hilmi Işık Efendi'nin Vefatı

Hilmi Işık Efendi, 9 Şaban 1422 ve 25 Ekim 2001 Perşembe gününü 26 Ekim Cuma gününe bağlayan gece saat 23 sularında fenalaştı. Aile doktoru Suad Selçuk çağırıldı. Bir yandan da Enver Bey'e haber verildi. Doktor Sabahaddin Gül ve Nezih Berksoy da gelerek, oksijen ve serum taktılar. Enver Bey geldikten sonra, yatağa oturup ellerini tutmaya, bir yandan da omuzlarını okşamaya başladı. Hallerinde bir iyileşme müşähede edildi. Ilk olarak "Elhamdülillah" dediler. Tan-siyon ve nabız normalleşti. Gözlerini açtılar. Bunun üzerine boyunlarındaki serum çıkarıldı. 23.50'den 01.20'ye kadar yaklaşık 1,5 saat boyunca hep "Allah, Allah", bazen "Estağfirullah" ve bazen de "Elhamdülillah" dediler. O sı-rada Hüseyn Yener, 17 aded Yâsîn-i Şerif ve bir ara sesli olarak Silsile-i Aliy-yeyi okudu. Ağızlarına Enver Bey tara-findan zemzem akıtıldı. Bir ara "Efendi Hazretleri!" diyerek avuçları yukarı doğru açık olmak üzere ellerini uzattılar. Enver Bey ile beraber Felâk ve Näs sû-relerini okudular. Salevat-ı şerîfe ve kelîme-i tevhidi tekrar ettiler. İstiğfar söylediler.


Gece saat 1 civarında ayaklarında bir soğuma hâsıl oldu. Enver Bey, "Allah büyük!" dedi ve kelime-i tevhid ile ardından kelime-i şehadeti telkîn etti. Hilmi Işık Efendi, "Yaa, Allah büyük kardeşim" diyerek tasdikde bulundu. Saat bir buçuğu beş geçiyordu. Gözleriyle herkesi süzdüler. Sonra gözleri kapının üzerindeki kelime-i tevhid yazısına takıldı. O esnāda uykuya dalar gibi gözlerini yumdular ve birkaç dakika içinde vefat ettiler. Yüzlerinde huzurlu bir ifade belirdi. Dr. Suad Selçuk, ellerini ağızlarının önüne yaklaştırıp gerçekten nefes alıp almadıklarını kontrol etti. Sonra dönerek başını iki yana salladı. Bunun üzerine Enver Bey, "İşte he-pimizin akıbeti bu! Şa'bân-ı şerîf ayı, Cuma gecesi! Cennet-i a'la mü-barek olsun!" dedi. Sonra içerideki odaya geçip bir müddet sonra döndü. Gözyaşları içinde, cenazenin o gün (9 Şaban 1422 ve 26 Ekim 2001 Cuma günü) ikindi namazından sonra Eyüb Sultan Camii'nden kalkacağını, gelen arkadaşların yüzlerini görüp, alınlarından õpebileceğini söyledi. Sonra aileye haber vermek için evlerine hareket etti.

[Ebedî Seâdet yolunda bir ömür HÜSEYN HİLMİ IŞIK, Sf: 217-218]

İlim sahibi olmaksızın tefsir okuyanların imanı gider

Mamak'ta Kızılay'ın Maske Fabrikası'nda Cemal isminde genç bir işçi vardı. Babası Diyanet İşleri Reisliği'nde Heyet-i Müşavere Azâsı Konyalı Eyüb Necati Perhiz idi. Oğlu yaramazmış; okumamış; maske fabrikasına işçi vermişti. Alâkadar oldum. Çocuk düzelme gösterdi. Hâlindeki değişikliği gören babası bunun hikmetini sormuş. O da "Bizim bir kumandanımız var. Çok kibar birisidir. Efendimsiz konuşmaya alışırım da, ona da öyle konuşurum diye korkuyorum" demiş. Babası şaşırmış. "Ben onu ziyaret edeyim" demiş. Cemal geldi, bana söyledi. "Babam sizi ziyaret etmek istiyor" dedi. Ben de "Babanız kimdir?" diye sordum. Kim olduğunu söyledi. Ben, "Ba-banız yaşlıdır. Buraya gelmesi de uygun değildir. Ben ona gideyim" dedim.


O zamanlar Sıhhiye semtindeki Diyanet İşleri Reisliği'ne gittim. Buradaki heyet-i müşâvere âzâlığı, zamanında çok yüksek bir vazife idi. Efendi Hazretleri'nin biraderi Tâhâ Efendi vaktiyle burada âzâ idi. Gittiğimde, o zamanki Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi'yi de gördüm. Hükümetin adamı idi. Bir odadan çıktı, diğer odaya girerken önümden geçti. Gördüm, tokalaştık. Başında sarık, ufak tefek, çocuk gibi bir adamdı. Benim için hademeye ten-bihde bulundu. Hademe beni bir odaya aldı. Odada beş-altı kişi vardı. Beni görünce hepsi ayağa kalktılar. Ben o zaman yüzbaşıydım. Cemal, beni babasına "İşte efendim, benim beraber çalıştığım yüzbaşı" diye takdim etti. O bana iltifatlarda bulundu. "Sizi tebrik ederim. Benim oğlumu adam ediyorsunuz. Size bir hediye vereceğim" dedi. Oda-daki bir dolabı açtı. Hademeyi çağırdı. Hademe gelip, Elmalılı Hamdi Efendi'nin 9 cilt tefsirini çıkardı. Baktım ki bunları taşımaya imkân yok. Bir hamala verdim, istasyona kadar taşıdı. İstasyondan trenle Mamak'a götürdüm. Ma-mak'ta trenden indikten sonra da yine bir hamala verdim, eve getirdim. "Anne, bak bunlar Kur'an-ı kerim tefsiridir. Sakın abdestsiz ellemeyin" dedim. Birkaç gün sonra İstanbul'a gelmiştim. Bu hadiseyi, Efendi Hazretleri'ne anlattım. Buyurdu ki, "Sakın o tefsiri okuma; hatta eve gidince, hepsini yak! İlim sahibi olmaksızın, tefsir okuyanların imanı gider" buyurdu. Ben de hocamın sözüne ittiba ettim.


Bu Cemal'i sonradan arattım. Bandırma'da vefat ettiğini; oğlunun subay çıktığını öğrendim.


Tabiat Bilgisi Kitabı


Kızılay'ın Mamak'taki Maske Fabrikası, gaz maskesi yapar; Genel Kurmay da bunları satın alırdı. Biz de beş altı kişi satın alma komisyonunda idik. Komisyonun reisi paşa idi; ama onun bir işe karıştığı yoktu. İşi görenler, hep yüzbaşılardı. Birgün bütün komisyon âzâları, Cemal adında bir yüzbaşının odasında oturuyorduk. Bu Cemal, dine muhalif idi. Maske fabrikasının da Necati Bey isminde bize bağlı bir ticaret müdürü vardı. Ticaret mektebi mezunu bir gençti. Onun da üç dört tane kâtibi vardı. Böylece odada sekiz on kişi oturduk, sohbet ediyorduk. Necati Bey, "Ben annemden babamdan görmüştüm; Cuma geceleri ölmüşlerimize Yasin okurdum. Sonradan anladım ki, Yasin, orta mekteplerde okutulan tarih, coğrafya, tabiat bilgisi kitabı gibi bir şeymiş. İsâ Peygamber nasıl kaçmış; Yahudiler nasıl kovalamış; o zaman Müslümanlar, Yahudilerle nasıl harb etmişler, yerden otlar nasıl çıkar, dünya nasıl döner, böyle şeyleri anlatıyor. Bunların ölüye ne faydası olur? Binaenaleyh, ben onu okumaktan vazgeçtim" dedi. Bu söyledikleri, Yüzbaşı Cemal'in hoşuna gidiyor, kah kah gülüyordu.


Ben dayanamayıp, "Sen Yasin-i şerîf sûresinin, tarih, coğrafya, tabiat bilgisi kitabı gibi olduğunu nereden anladın?" diye sordum. "Tefsirde okudum" dedi. "Hangi tefsirde okudun?" diye sordum. "Elmalılı tefsirinde" dedi. Öyle deyince Abdülhakîm Efendi Hazretleri'nin sözü hâtırıma geldi. "Bu tefsiri okuyan câhillerin imanı gider” buyurmuştu. İşte bu da öyle câhildi. O tefsiri okuduğu için, ana yuvasından almış olduğu ve senelerce titizlikle sakladığı kıymetli imanını kaybetti. Câhil olduğu için, okuduğu tefsir, irtidadına sebep olan şüpheleri meydana getirdi. Kur'an-ı Kerîme hakaret etti. Allah kelâmını, insanların kitabına benzetti. Halbuki Yasin-i şerîf sûresi Kur'an-ı Kerîmin kalbidir. Efendi Hazretleri, böyle söylerdi. Görülüyor ki, uydurma, anlamadan yazılan tefsîrleri ve tercemeleri bir yana bırakalım, meşhur tefsîrler bile, ehlinden başkasına zararlı olmaktadır.


Dipnot:

Bununla beraber Hilmi Işık Efendi, kitaplarında zaman zaman Elmalılı Hamdi Efendi'nin tefsirine referans vermiş; Seâdet-i Ebediyye'nin hâl tercemeleri kısmında da kendisini şöyle tasvir etmiştir: "ELMALILI HAMDÎ rahmetullahi teâlâ aleyh: Muhammed Hamdi bin Nu'mân, Antalyanın Elmalı kazâsında [1294] de tevellüd, 1361 [m. 1942] de, İs-tanbulda vefât etdi. Erenköydedir. Sultân ikinci Abdülhamîd hân zemânında yetişen din adamıdır. Zemânının âlimi idi. Tefsîri meşhûrdur." Şu halde, Seyyid Abdülhakîm Efendi'nin bahsi geçen ikazı, kitaba bir hakaret değil; dinî ilimler bakımından henüz yetişme devresinde olan kimselerin, yanlış tesir ve telkine uğraması endişesiyledir.

[Ebedî Seâdet yolunda bir ömür HÜSEYN HİLMİ IŞIK, sf: 114-115-116]

Bir şartla kabul ederim

 Bu sırada Abdülhakîm Efendi Hazretleri bizim hanımın bulunduğu odaya gelip iki eliyle kapının iki yanına dayanarak fikrini sormuş. Bizim hanım, annesinin arkasına saklanmış. Sonra annesinin arkasından çıkıp Efendi Hazretleri'ne, "Efen-dim, bir şartla kabul ederim" demiş. Efendi Hazretleri, "Ne bu şart?" buyurmuşlar. "Bana şefaat edeceğinize söz verirseniz kabul ederim" demiş. Efendi Hazretleri de söz vermişler. Bizim hanım bu sefer sened istemiş. Efendi Hazretleri, bir kâğıda "Sîret'e ve Sîret'i sevenlere inşallah âhirette şefaat edeceğim" diye yazıp vermişler. Bu kâğıdı bizim hanım sandığında hâlâ saklar. Efendi Hazretleri'nin bizim hanıma, annesinden bile daha çok teveccühleri vardı. Öyle ki yazdığı tebrik ve mektuplarda bizim hanıma iltifatlar ederdi. O da bunları titizlikle saklardı.


Küçükken bir defasında Çamlıca Tepesi'ne gezmeye gidilmişti. Burada Efendi Hazretleri ona, "Melek misin, hûri misin? Ne meleksin, ne hûrisin; hem meleksin, hem hûrisin" meâlinde Farsça bir beyit ile hitab ettiler. Efendi Hazretleri, dergâh-daki hanımlara, "Bugün Ziya Bey gelecek. Siz işinizi gücünüzü bırakın Sîret ile alâkadar olun" derdi. O ise, Efendi Hazretleri'nin peşinden ayrılmaz; hatta Efendi Hazretleri'nin karyolası altına salıncak gererek bebekleri ile oynardı. Efendi Haz-retleri, onun için "Nefise-i Sîret, hasene-i sûretin cemal-i mübârekesini gören zevât, bahtiyardır" diye iltifat buyururdu.

(Ebedî Seâdet yolunda bir ömür HÜSEYN HİLMİ IŞIK, sf: 119-120)

O zaman onu sana Rabbimden istedim

 Evlilik işini arzettiğim günlerdi. Evlerine gittiğimde Abdülhakîm Efendi Hazret-leri, "Seni kaç kere evlendireceğiz?" dediler ve "Bir gün seninle yürürken, [Ziyâ Bey'in kızı] Sîret, dergâhta mezarlıklar arasında oynuyordu. O zaman çok küçüktü. Ben onun elini senin eline verdim ve o zaman onu sana rabbimden istedim. Ümid ederim ki o da verdi" buyurdular. Ben de "İnşallah evvelâ sizin huzurunuzda iyi bir insan olur, lâyık olurum" dedim. "Kâmil olurum" diyemedim, utandım.


Bir defasında da gittiğimde, Abdülhakîm Efendi Hazretleri yine kaylûleye yatmıştı. Şakir Abi ile haber gönderdim. "İçeri gelsin!" buyurmuş. Yatak odasına girdim. Küçük bir karyola, karyolanın üstünde de cibinlik vardı. Efendi Hazretleri yatıyordu. Ben içe-riye girince, kalkıp oturdu. Biraz sonra karyolanın eteği kıpırdamağa başladı. Pencere kapalı, rüzgâr yok, ama karyolanın eteği sallanıyor. Biraz sonra karyolanın eteği tama-men kalktı ve altından beş-altı yaşlarında bir kız çocuğu çıktı. Efendi Hazretleri, "Bu çocuğu tanıyor musun?" buyurdu. "Tanıyorum efendim, Ziya Bey'in kızı" dedim. Efendi Hazretleri güldü. Kim bilir, o günlerden görmüş de sormuştu.

(Ebedî Seâdet yolunda bir ömür HÜSEYN HİLMİ IŞIK, sf:119)

Hüseyin Hilmi Işık Efendi'nin Vefası

İlk mektebde okuyordum. Ulûm-i dîniyye dersinde, diğer mevzuların yanı sıra namaz sureleri de öğretilirdi. Hocamız Tâhir Efendi, bir gün Kureyş suresini oku-tuyordu. Sıra bana gelince (Liylâfi) şeklinde okudum. Hemen, "Evlâdım, onu (Liî-lâfi) diyerek oku. Aradaki (i) harfini atlama!" diyerek müdahale etti. Bana bir harf öğrettiği için, o günden beri kendisine dua ederim.

(Ebedî Seâdet yolunda bir ömür HÜSEYN HİLMİ IŞIK, sf:15)